Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Mealist Şaşkınlık

Burhanuddin Aldiyaî Çevrimdışı

Burhanuddin Aldiyaî

Aktif Üye
İslam-tr Yazar
Aşağıdaki yazı, mealist veya öz tabirle yarı mealci zihniyete akıl veren, akıllı olmayı (!) öğreten yazarçizerlerden birisine aittir. Yani sıradan bir mürit değil, postnişin olmaya aday olanlardan birisidir. Sosyal ağlarda yazdığı sığ, literal, gerçek dışı ve kendini bilmez iddialarına kısaca cevaplar yazmadan önce yazıyı okuyalım:

-----------------------------
İslam'ın temeli nedir? Tevhid. Tevhidin temeli nedir? İlahlığında, rablığında ve tüm isim ve sıfatlarında Allah'ı birlemektir. İlahlık ve rablığın temeli nedir? İnsanlar için yol belirlemek, hayat nizamı / şeriat koymaktadır. Yani "şâri" olmaktır. Hükmün, yaratmak gibi emretmenin de O'na has olmasıdır. İmdi, tevhid sloganlarıyla ortalığı kasıp kavuran ve tekfir edilmesi gerektiğini düşündükleri kişileri tekfir etmeyenleri dahi sırf bu yüzden tekfir etmek gibi bir çıkmaz sokağa giren kimi Selefi çevrelere bir çift sözüm var. Malumdur ki sizler, tevhidin temeli olan ilahlık ve rablığın temel niteliği olan şâriliği Allah'tan başka Rasulullah'a da izâfe ediyorsunuz.
Hükmün sadece Allah'a ait olduğu ve O'nun hükmüne hiç kimseyi ortak etmeyeceği temel tevhid öğretisinin hilâfına, "Allah Rasulünün haram kıldığı da (haşa) Allah'ın haram kıldığı gibidir" türü rivayetleri sahih kabul edebiliyor, onlara itibar edebiliyorsunuz. Oysa bu açık bir şirktir. Rasulullah asla şâri değil, adı üstünde Allah'ın elçisi, kendisine indirilen Kitab'a tâbi olan ve o Kitab'ı en iyi anlayıp en iyi yaşayan ve en iyi anlatan, kıyamete kadar geçerli olacak usvetul hasene / en güzel örnekliğin sahibidir.
Bakın bizler şârilik konusundaki bu açık gerçeğe rağmen, Rasulullah'a şârilik izâfe eden sizleri tekfir etmiyor, bu konuda yanlış içinde olan kardeşlerimiz olarak görüyoruz. Zira sizin bu konuda hevânıza değil, bütünden kopararak ve dolayısıyla tamamen yanlış algılamak gibi bir zaafiyetle de olsa birtakım naslara dayandığınızı biliyoruz. Söz konusu naslardan bu neticeye ulaşmak doğru olmasa, kaynak ve delilleri bağlamları çerçevesinde bütüncül olarak değil de parçacı olarak ele almaya dayalı olsa da, bu durumu sizin için bir mâzeret olarak kabul ediyoruz. Mademki tevhid mefhumuna çok önem vermektesiniz, o halde bu ve benzeri yaklaşımlarınızı Kur'an'la yeniden gözden geçirmeli, tashih etmelisiniz.
-----------------------------

Deve misali olmuş ama yine de en baştan başlayalım. Öncelikle İslam’ın temeli tevhiddir sözü, İslam’ı anlamamış olmanın ilk emaresidir. Çünkü -belki kastı tam olarak öyle değildir ancak- bu sözden anlaşılan, İslam’ın tek bir temeli vardır ve o da tevhid inancıdır. Oysa tevhid, Allah Teâlâ’nın vasıflarından sadece bir tanesidir ve tevhidden daha az ehemmiyetli olmayan, diğer bir ifadeyle tevhid inancında oluşan halel onlarda da oluştuğunda aynı sonucu veren daha nice vasfı bulunuyor. Buradan hareketle doğru tabir, İslam’ın ilk temeli ifadesidir. Ancak bu ilk temel yine de tevhid değildir. Evreni yaratan ve her türlüsüyle ibadetin yegâne müstahakkı olan Allah Teâlâ’nın varlığına imandır İslam’ın ilk temeli. Tevhid ise, imandan sonra halel getirilmemesi gereken vasıflarından bir tanesidir. Tabi Allah’ın sıfatları haricinde de rükünler vardır.

Tevhid inancını Allah Teâlâ’nın diğer bazı sıfatları olan ulûhiyet, rububiyet ve nihayetinde isim ve sıfatlarına indirgemesi de ikinci bir sığlıktır. Çünkü İslam’ın öngördüğü tevhid yani daha Türkçe bir ifadeyle birleme, Allah Teâlâ’yı hem zatında ve hem de hususiyetlerinde bir bilip öyle inanmaktır. Yani önce kendisinden başka ilah olmadığına ve bu anlamda tek olduğuna iman ederek Allah’ı zatında birlemek gerekir. Hususiyetlerinde birlemek olan isim ve sıfat tevhidi ise, ondan sonra gelir. Bu zihniyet hep indirgemeci olduğu için, Allah’ın rab ve ilah olma hususiyetlerini de insanlara şeriat koymaya indirmiş. Hâlbuki Allah Teâlâ bütün evrenin yaratıcıdır ve bu hususiyetleri sadece biz insanlar için söz konusu değildir. Evrenin çok basit ve ufak bir parçası olarak biz insanlar için şeriat koyması, Allah Teâlâ’nın hususiyetleri açısından çok ufak bir cüzi ve tikeldir. Hüküm – hâkimiyet ise, evrenin her açıdan Allah Teâlâ’nın kontrolünde olması demektir.

Şimdi bu indirgemelerden sonra konumuzla ilgili olan iftira kısmına gelelim. Öncelikle ‘kimi Selefi çevreler’ dediği, kendi ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, burada bahsettiği hususlarla ilgili kendileri gibi indirgemeci olan ve aşırılıkta kendine yakın gördüğü Haricist tekfirciler oluyor herhalde. Her ne kadar bu vatandaş burada şirk olduğunu ileri sürdüğü Resûlullah ﷺ’ın dindeki misyonuna yönelik iddialarını tekfircilere atfen söylemişse de, mealist zihniyet için bütün ümmet bu kapsamdadır. Tabi ne resûl kavramını anlamış, ne ümmeti tanımış ve ne de kendi zihniyetlerinin nereye vardığını farketmişler. Oysa bu hususla ilgili ümmeti itham ettikleri şirk, farkında olmasalar da, kendi sığ, sübjektif ve usulsüz inançlarında ortaya çıkıyor.

Her şeyden önce sahabeden günümüze kadar ümmetin itibar edilecek hiçbir âlimi şâri yani şeriat koyma vasfını Resûlullah ﷺ’a izafe etmemiştir. Ümmetin inancında şeriat koyma hususiyeti, tevhid inancı kapsamında Allah’a mahsustur ve bunun aksini düşünmek, tevhide halel getirip şirke düşürür. Ümmetin hiçbir âliminden buna aykırı bir inanç örneği getirilemez. En fazla ezoterik mistsizmin bir takım saçmaladıkları öne sürülebilir ki mealist mantalite de çoğunlukla, sapkınlığın diğer ucundaki bu zihniyetten besleniyor. Bizim fıkıh usulü gibi bazı kaynaklarımızda Resûlullah ﷺ’a şâri ifadesi kullanılır ancak bu, Allah’tan mübelliğ olması hasebiyle mecaz anlamındadır. Zaten bu ifadeyi kullanan âlimler gerektiğinde açıklamasını da yapıyorlar.

Kur’ancı olma iddiasındaki bu vatandaş da hemfikirleri gibi aslında Kur’an’dan habersiz olduğundan olacak ki, Resûlullah ﷺ için kullanılan helal ve haram belirler şeklindeki ifadelerin hadis rivayetlerinde geçtiğini zannediyor. Oysa hadislerden önce Allah Teâlâ bizzatihi bunu Kur’an’da defaatle ifade eder. Üstelik sadece son elçi Muhammed ﷺ için değil, Kur’an’da önceki peygamberler için de aynı ifadeler bulunur. Örneğin Âl-i İmran 3/50. ayette İsa (as) için; «Size helal edeceğim.», aynı surenin 93. ayetinde Yakub (as) için açıkça; «Haram etti.» ifadesi geçer. Yakub (as)’a gönderilmiş bir kitap veya sahifelerin olmaması da mevzumuz açısından başka bir öneme sahiptir. Yine örnek olarak Araf 7/157. ayette son elçi Muhammed ﷺ hakkında; «Onlar için temiz şeyleri helal ve pis şeyleri de haram kılar.» ifadesi kullanılmaktadır. Şimdi böylesi ifadelerin geçtiği rivayetlere (haşa) ekleyerek reddeden bu vatandaş ve hemfikirleri, verdiğimiz örnek ayetlerden haberleri var mı acaba, yoksa Allah’a rağmen bunlara da (haşa) ekleyerek red mi ediyorlar?!..

Tabi gerek söz konusu ayetler olsun ve gerekse benzeri hadisler olsun, Resûlullah ﷺ’ın Allah’tan bağımsız ahkâm belirlediğini, helal ve haram koyduğunu kastetmiyor. İşte İslam uleması, hem bunlar ve hem de Resûlullah ﷺ’a itaati emredenler gibi daha nice benzer naslardan hareketle Peygamber ﷺ’in, gerek Kur’an olsun ve gerekse Sünnet olsun, din ile alakalı getirdiği bütün hükümlerin vahiy olduğunu söylemiştir. Aksi halde vatandaşın dediği gibi Peygamber ﷺ’in Allah paralelinde şâri olduğunu söylemek gerekir. Bu da İslam’ın çok önem verdiği tevhid inancına aykırıdır. Ümmetin, Kur’an ve Sünneti doğru anlamayı ve her şeyi yerli yerine koymayı sağlayan ilmi usulleri, kaideleri, metodolojik yöntemleri ve bilimsel kriterleri vardır. Mealist güruh bütün bunların cahili olduğundan, kendi hemeci zihniyetlerinin çıktığı sonucu ümmet hakkında ileri sürer.

Mevzuyu daha fazla uzatmadan bu zihniyetin iftira atarak ümmeti itham ettiği sonucun nasıl kendi sübjektif mantıklarının neticesi olduğuna gelelim. Yarı mealci zihniyet, Peygamber ﷺ’i bir posta kuryesi olarak gören tam mealistlerden farklı olarak en azından Peygamber ﷺ’in örnekliğini kabul ediyor. Diğer bir ifadeyle Peygamber ﷺ’in dinin pratik kaynağı ve uygulayıcısı olduğunu söylüyor. Bu da Kur’an’ın genel itibariyle soyut olan hükümlerinin somut ve uygulanabilir hale getirilmesi demektir. Şimdi bunu herkesçe bilinen bazı ibadetler üzerinden örneklendirelim. Ancak vereceğimiz örnek bilgileri, ahlak ve adaptan hukuki normlara kadar dinin hemen her hükmü için tasavvur edebilirsiniz.

Mesela Kur’an’da salat, savm, zekât, hac gibi bazı soyut kavramlar ve bunlarla bağlantılı olarak yine soyut birkaç detay zikredilir. Ancak biz ümmet olarak Resûlullah ﷺ’ın zamanından başlayarak ve onun göstermesiyle bu kavramların her birisini, kendi içinde şartı, erkânı, adabı, eda şekli, bozanları gibi birçok detayı bulunan birer ibadet olarak uyguluyoruz. Örneğin Resûlullah ﷺ’ın (أقيموا الصلاة) “Ekimu’s salat” soyut ifadeden kıldığımız namaz ibadetini çıkardığı hususunda yarı mealci fırkayla hemfikiriz. Gerek dinin bütün soyut hükümleri olsun ve gerekse bu örnek olsun, yarı mealci arkadaşların önünde iki temel yol koyar.

İlki, Resûlullah ﷺ’ın Allah’tan aldığı vahiy neticesinde bütün bu detayları belirlediğidir. Bu durumda Sünnetin vahiy olduğunu ikrar ederler ve mesele bitmiş olur ki kendileri için en hayırlısı budur. İkincisi ise, gerek bu kavramların sözlük anlamlarından yola çıkmış olsun ve gerekse başka yollarla olsun, Resûlullah ﷺ’ın Allah’tan bağımsız olarak kendisi bütün bu detayları belirlemiş ve gerek ibadetler olsun gerekse diğer hükümler olsun, hepsine birer somut şekil verip uygulamaya koymuştur. Üzücüdür ki yarı mealci zihniyetin iddiası budur ve neticede dinin asıl şekillendireni Peygamber ﷺ oluyor. Diğer bir ifadeyle fiili olarak yaşadığımız somut dinin koyucusu Peygamber ﷺ’dir.

Bu zihniyetin kafa babalarına bizzat sorarak; Peygamber ﷺ din koyamayacağına göre, dinin bunca detayı ile somut uygulamalarını nereden getirdi dedim. Orası beni ilgilendirmez; belki ilham almıştır, belki Musa (as)’ın şeriatından kendisine intikal etmiştir veya belki kendi içtihadıyla koymuş Allah da onaylamıştır gibi son derece sübjektif, gayriciddi ve ilimden uzak sığ bir cevap vermişti. Niye başlıkta bu güruha şaşkın dediğimiz anlaşılmıştır sanırım. Bir taraftan tevhidden dem vurup Peygamber ﷺ’in şâri olmadığını ve böyle bir inancın şirk olacağını söyleyeceksin. Ardından kısıtlı soyut kaynağı Allah’a dayansa da, dinin detaylı somut uygulamasının Peygamber ﷺ tarafından konulduğunu ileri süreceksin. Diğer taraftan gerek Kur’an’da olsun ve gerekse Sünnette olsun, dinle ilgili bütün hükümlerin Allah Teâlâ tarafından belirlendiğine inanıp Peygamber ﷺ’i Allah’tan mübelliğ olarak kabul eden ümmeti şirkle itham edeceksin. Şaşkınlığın ve sapkınlığın böylesi ördekte bile yoktur!...

Bu konu epey detay barındırıyor. Böyle bir yazıda hepsini açıklamak mümkün değildir. Hem ümmetin resûl kabulünü ve hem de yarı mealci mantalitenin algısıyla varacağı sonucu detaylı öğrenmek isteyenleri, “Peygamber ﷺ’in Dindeki Konumu Sünnet ve Yarı Mealciler” adlı çalışmamıza havale edelim. Söz konusu çalışmada ümmetin, Resûlullah ﷺ’ın dindeki konumuna dair inancına yönelik detaylarını, Karrafi ve Şatibi gibi âlimlerimizin açıklamalarından derleyerek Kur’an ve Sünnetin naslarıyla birlikte vakıadan da örnekler vererek etraflıca açıkladık. Ayrıca yarı mealci zihniyetin ne olduğunu, sünnet algısını, hadise yaklaşımını ve çıkmazlarını açıkladıktan sonra bunların sonucunda varacağı noktayı da irdeledik. Şüphelerine kapılmamak için günümüzün bu patolojik zihniyetini öğrenmek isteyen herkes mutlaka okumalıdır.
Gerçek anlamda Kur’an’a uymak yerine Kur’an’ı kendine uydurmaya çalışmazsak, aslında mesele gayet açıktır. Ancak her sapkın fırka gibi bunlar da kendi zihin dünyalarında yaşıyor ve bütünsellik iddiasıyla birlikte duruma göre parçacı, duruma göre indirgemeci ve duruma göre tahrif edici yaklaşımlarla Kur’an’ı o dünyaya uydurma gayretindedirler.

Son olarak şahsi tecrübe ve kanaatime göre mealizm, tekfirizm ve tağutizm, İslami bir geleceğin önündeki engel üçgeninin temel köşe taşlarıdır. Tehlikeleri de yine bu tertibe göredir. Zira tağutizm, İslam’ın daha çok hukuki ve siyasal idare düzeyinde uygulanmasını engelliyor. Bunun sonucunda da nesli bozuyor. Ancak oluşumlarına kuyruk olmadan hikmetli bir davetle neslin tekrar ıslahı mümkündür ve bunun sonucunda da tağutizm izale olur. Tekfirizm de, hayal dünyasında dini sınırlar oluşturmuş ve bunun dışında kimseyi mü’min kabul etmeyen ümmet içerisinde türemiş kliklerdir. Netice itibariyle ümmetsel bir birlik ve beraberliğin temeline dinamit koyuyorlar. Ancak bu aşırılık en başta fıtrata ters olduğundan, daha çok bilgisiz ve gençlik heveasındaki bazı kişiler dışında kabul görmüyor. Her ne kadar çok farklı istismarlara son derece açık olması sebebiyle ciddi zararları olsa da, gençlik hevası sönünce, bu klikler de genellikle dağılıp gidiyor. Tabi doğru ve hikmetli bilgilendirme çabalarıyla kısmen de olsa bunun önüne geçmek mümkündür.

Mealizm ise, Sünnet ile birlikte ümmetin ilmi miras ve müktesebatını dinamitleyen apayrı bir dini inançtır. Aslında bir nevi Protestanlıktır. Bunun sonucunda hiçbir sabitesi olmayan, soyut ve tamamen sübjektif kalan, neticede herkes tarafından ilmi ciddiyetten uzak ve her şekilde yorumlanmaya kabil bir dini metin kalır elde. Nihayetinde tağutizmin ifsat ettiği nesli tekrar ıslah etmek ve tekfirizmin dağıttığı ümmeti yine bir araya getirmek imkân dışı kalır. Muhtemelen tağutizm de bunun farkında olduğu için, mealist, modernist ve tarihselci cereyanlara çok yatırım yapıyor. Aşırı cereyanları da kullandığı malumdur. Tabi mealizmin sonucu da aslında sekülerizm ve başka tağutizm olur. Çünkü soyut kalan Kur’an’dan hayata şamil bir nizam çıkarma şansı yoktur. Nitekim şimdilerde seküler kesim içerisinde kendine yer bakan mealistler de dün, hala tevhid-tağut söylemleri zeminindeki argümanlarla piyasada tutunmaya çalışan hemfikirleriyle aynı yerdeydi. Ancak birkaç sloganik söylemle ne cihan şümul bir nizam ve ne de bir medeniyet kurma şansı vardır. Dolayısıyla bu söylemler tükendiğinde, her şey anlamını yitirmiş ve sekülerizme stepne olmuş oluyorlar.

Üzücüdür ki bu derin fay hatlarını tam göremeyen bazı kardeşlerimiz, sloganik tevhid söylemlerini ortak bir paydada buluşma sanarak bu yarı mealci güruhla yol yürüyebileceğini zannederler. Oysa bu zihniyetle bir yola çıktığında, ortak bir hedefe varabilmek için önünde iki seçenek olur. İlki, onları Kur’an ve Sünnetten müteşekkil olan İslam’a ikna etmektir. Başka bir ifadeyle tevhid kelimesinin her iki şıkkına da tam iman etmelerini sağlamaktır. Her ne kadar bu istenen ve olması gereken ise de, özellikle kronik hale gelmiş olanlar için pek mümkün gözükmüyor. En fazla bilgisizlikten dolayı bunların peşinden giden gençlerde etkili olabilir. İkincisi ise, onların zihniyetini kabul etmektir. O zaman da boş hatta batıl bir dava peşinde koşuyor olacaksın maazallah. Bunun orta yolu olmaz ve tarihte de hiçbir sapkın fırkayla olmamıştır. Bunun farkında olmak, İslami dava açısından hayati ehemmiyete sahiptir!...

Burhanüddin Aldiyaî
[email protected]
 
Üst Ana Sayfa Alt