Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mekkeliler Nasil Müşrik Bir Toplum Oldu?

_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
MEKKELİLER NASIL MÜŞRİK BİR TOPLUM OLDU?

beyin.jpg


Selamun aleykum ve rahmetullahi ve beraketuhu,

Değerli kardeşlerim, gecen hafta çıkmış olduğumuz şirkin tarihsel yolculuğuna bu haftada devam ederek, yine doğru bildigimiz yanlışlardan birini gündemimize taşıyalım
istedim. Bu haftaki durağımız kendilerine yeni bir din, yeni bir resul, yeni bir kitap gönderilen mekke toplumu.

Bizim toplumumuzda Mekkeliler genellikle Allah’ı inkar eden insanlar olarak bilinir. Bu yüzden Allah subhanehu ve teala’nın kendilerine yeni bir mesaj gönderme ihtiyaci duyduğu düşünülür ve kafir ile müşrik terimlerinin eş anlamlı olduğu zannedilir. Sonuç itibari ile ikiside küfre götürsede, müşrik ile kafir farklı anlamlar içeren terimlerdir.

Müşrik; Allah’a inandığı halde O’na ortak koşandır. Varlıgına inandıgı ve kabul ettigi ilaha ortaklar edinip, onları O’na denk tutandır.

Kafir; Allah’ın varlığını ve tek ilah oluşunu hiç kabul etmeyen, reddeden, inkar edendir.

Bu terimlerin ne manaya geldigini öğrendikten sonra Mekkelilerin bizim zannettigimiz gibi Allah’i inkar eden bir toplum olup olmadıklarına bakalım kardeşlerim:

Onlar gercekten Allah’ı bilmiyorlar mıydı?

Yoksa bildikleri Allah’ı birlemekte mi zorlanıyorlardı?

Onlar nasıl bir Allah inancına sahiplerdi?

Nasıl bir inanca sahiplerdi ki, kendilerine yeni bir din ve Resul gönderilme gereği görüldü?

Her zamanki gibi bu yolculuğumuzda da azıgımız Kur’an’dan ayetler ve Sahih Sünnetten hadisler olacak insaAllah.


MEKKELiLER ALLAH’I BiLEN VE O’NU BAZI SIFATLARINDA BiRLEYEN BiR TOPLULUKTU

Değerli kardeşlerim, Kur’an ve Sünnette Allah subhanehu ve teala’nın kendilerine yeni bir uyarıcı gönderme ihtiyacı duyduğu Mekke toplumunu incelediğimizde, onların
durumunun hiçde bizim zannettigimiz gibi olmadıgını görüyoruz. Tam tersine Allah subhanehu ve teala’yı bildiklerini, kabul ettiklerini, bununla birlikte Allah subahenu ve
teala’yı kendilerinin yaratıcıları ve rızık vericileri olarak gördüklerine şahit oluyoruz. Yine onların Allah’ın bütün mülkün sahibi, bütün işleri idare eden, yaşatan ve öldüren
olduğunu da kabul ettiklerini görüyoruz. Haydi gelin hepberaber bize bu konuda tarihin o kesitlerinden bilgiler sunan ayetlere ve hadislere göz atalım.

Rabbimiz, Mekke müşriklerinin nasıl bir Allah inancına sahip olduklarını ayetlerinde söyle acıklamaktadır:

“Onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ derler.“ (Zuhruf Suresi, 87.ayet)
“Eğer onlara ‘Gökten su indirip onunla ölümünden sonra arza hayat veren kimdir?‘ diye sorarsan, muhakkak ‘Allah‘ diyeceklerdir.“(Ankebut Suresi, 63. ayet)
“Onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?‘ diye sorsan, muhakkak ki ‘Allah‘ diyeceklerdir.” (Zümer Suresi, 38. ayet)
“(Ey Muhammed O müşriklere) de ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), yeryüzü ve yeryüzünde bulunanlar kimindir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah’ın.‘ Yine de ki: ‘Yedi tabaka
göğün Rabbı ve büyük Arş’ın Rabbı kimdir?‘ Onlar da diyeceklerdir ki: ‘Allah’tır.‘ Keza de ki: ‘Eğer biliyorsanız, (söyleyin bakalım) her şeyin hükümranlığı elinde olan, her şeyi himaye eden ve fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan kimdir?‘ Diyeceklerdir ki: ‘Allah.‘“(Muminun Suresi, 84-89 ayet)

Kardeşlerim, ayetleri okurken Mekkelilerin ne denli bir Allah inancına sahip olduklarını hayretler içinde gördük. Bugün bizim toplumumuzda kendisinin müslüman olduğunu söyleyen, müslüman bir aileden doğmayı müslüman olmak icin yeterli gören, bunun ötesinde müslüman kalmak için bir gayret ve zahmete girmeyen nice kimselerin müşrik diye adlandırdıgımız Mekkeliler kadar Allah inancina sahip olmadıklarını, yani Allah subhanehu ve tealayı bu denli tanımadıklarını sıkça görüyoruz.

Halbuki Mekkeliler Rablerini bu yönleriyle tanıdıkları gibi, bununla birlikte O’nu bazı sıfatlarında birliyorlardı. Bunu Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen
sahih hadislerden ögreniyoruz.

Allah Resulu sallallahu aleyhi ve sellem Mekkelileri tevhid dinine davet edip ona inananlar her geçen gün artmaya basladiğinda, Mekkeliler bu durumdan rahatsız olup
içlerinden kendisine saygı duydukları ve hitabetine güvendikleri Husayn b. el-Munzir el-Huzâî’yi göndererek onu bu davasından vazgeçirmesini istediler. Çünkü Mekkeliler aynı günümüzdeki bidat ehli gibi atalarının yanlış yolda olduklarını kabul etmek istemiyor, bu kabulun toptan tüm geçmişlerini yok saymak olduğunu cok iyi biliyorlardı.

Zaten tarih boyunca Allah subhanehu ve teala’nın gönderdiği hiçbir resul yoktuki, kavmini tek ilah olan Allah’a ibadete çağırdıgında “Biz atalarımızın yolunu bırakmayız.“ itirazı ile karsılaşmış olmasın. Çünkü insanın alısageldigi, yüzdeyüz dogru olarak kabullendiği, gereğinden fazla yücelterek hakkında türlü zanlar beslediği insanların, birden yanlış yolda olduklarını duymak, bunu kabullenmek gerçekten çok zor bir şeydir. Evet, Mekkeye geri dönelim:

“Husayn, Rasûlullah ’ın yanına girince:

‘Ey Muhammed!‘ dedi. ‘Birliğimizi bozdun. Gücümüzü böldün. Onu yaptın. Bunu yaptın. Mal istiyorsan mal toplayalım da malı en fazla olanımız sen ol. Kadın istiyorsan, seni
en güzel kadınla evlendirelim. Krallık istiyorsan, seni başımıza kral edelim.‘ Husayn sözlerini ve aldatmalarını sürdürdü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun sözleri karşısında sessizce dinliyordu. Husayn konuşmasını bitirince Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

‘Bitirdin mi Ey Ebû İmrân?‘ diye sordu. Husayn:

‘Evet‘ dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:

‘Sorduklarıma cevap ver.‘ Husayn:

‘Ne istiyorsan sor.‘ dedi.

‘Ey Ebû İmrân! Kaç ilaha ibadet ediyorsun?‘

‘Yedi ilaha. Altısı yerde, biri gökte.‘ (Bu bana tasavvufdaki sayılı gavsları hatırlattı)

‘Malını kaybettigin zaman kime duâ ediyorsun?‘

‘Göktekine duâ ederim.‘

‘Susuz kaldıgında kime duâ ediyorsun?‘

‘Göktekine duâ ederim.‘

‘Çocukların aç kalırsa kime duâ ediyorsun?‘

‘Göktekine duâ ederim.‘

‘Duâna icabet eden sadece O mu? Yoksa hepsi birden mi icabet ederler?‘

‘Elbette ki O tek başına icabet eder.‘

‘Peki, O tek başına icabet eder, tek başına sana nimet bahşeder ama sen ötekileri de ortak edersin. Yoksa senin aleyhinde ona karşı onların galip gelmesinden mi (sana zarar
vermelerinden mi) korkuyorsun?‘

‘Hayır. O‘na karşı güç yetiremezler.‘

‘Ey Husayn! Müslüman ol da sana Allah’ın fayda vereceği bazı sözler öğreteyim.‘ diyerek Allah Resulu Husaynı Islam’a davet eder.“ (Beyhaki hasen senetle rivayet etmiştir.)

Uzun bir hadisin bizi ilgilendiren bölümü böyle kardeşlerim.

Gördüğünüz gibi Mekkeliler Allah subhanehu ve teala’nın onların ihtiyaçlarını gidermede tek merci olduğunu gayet iyi biliyorlardı. O’na eş koştukları ilahların hiçbirinin bunlara güç yetiremeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Hatta kendilerine zarar verebilecek bir güce sahip olmadıklarınıda kabul ediyorlardı.

Yani zarar verebilme gücüne sahip olanın sadece Allah olduğunun farkındaydılar. Onlarda aynı günümüzdekiler gibi bunu sadece Allah’a yaklaşmak için yapiyorlardı.

Bakın Mekkeliler şifayı vereninde Allah olduğuna inanıyorlardı. Sahih-i Müslim’in iman bahsinde gelen bir hadisde Ezdu Şenua kabilesinden Dımad adında rukye ile
efsun yapan birinin varlığından bahsedilir. Mekke’ye gelince Mekkeliler kendisine : “Bizim Muhammed cinlendi O’na okusan, çünkü Allah senin elinle birçok kişiye şifa vermiştir” derler.

Daha sonra Dimad Mekke sokaklarının birinde Allah Resulune rastlayınca: “Muhammed gel sana okuyayım olur ki Allah benim elimle sana şifa verir.” der.
Gördüğünüz gibi kardeşlerim Mekkeliler şifayı vereninde sadece Allah olduğunu, kendilerinin sadece bir vesile olduğunu bilen insanlardi.

Yine onlarin inançları hakkında hadislerde gelen bilgilere devam edelim. Uzunca bir hadisin bizim konumuzla ilgili bölümünde bir bedevi Allah Resulu’ne gelerek:

“Ben kabilemin sana (gönderdiği) elçisi ve onların temsilcisiyim. Ben sana (bazı şeyler) soracağım. Sana sorumu da sıkı tutacağım. Senden (bazı şeyler) isteyeceğim. Senden
isteğimi de sıkı tutacağım.” dedi. Allah Resulu:

“istediğini sor, ey Benû Sa’d'lı!” buyurdu. (Köylü) dedi ki:

“Seni kim yarattı? Senden öncekileri kim yaratmıştı? Senden sonrakileri kim yaratacaktır?”

Allah Resulu: “Allah” buyurdu. Köylü: “O halde, bunun hakkı için söyle, O mu seni Peygamber olarak gönderdi?”

Allah Resulu: “Evet” buyurdu. Köylü: “Yedi göğü ve yedi yeri kim yarattı, bunların arasına rızkı kim akıttı?” dedi.

Allah resulu: “Allah” buyurdu. (Köylü): “O halde, dedi, bunun hakki icin söyle, O’mu seni peygamber olarak gönderdi?”

Allah Resulu: “Evet” buyurdu. (Darimi)

Hadis bu sekilde devam ediyor kardeslerim. Yine bu konuda baska bir rivayette şöyle gelmektedir:

Yine bir gün Allah Resulune biri gelip: “Ey Muttalib’in torunu! Ben sana (bazı şeyler) soracağım. Soruda da sert davranacağım. Bu yüzden bana kızma!”
Allah Resulu: “Kızmam, aklına geleni sor. ” buyurdu. O dedi ki: “Senin ilahın, senden öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah icin söyle, seni bize Peygamber
olarak Allah mı gönderdi?“

Allah Resulu: “Allah şâhiddir ki evet.” buyurdu. O: “Peki, senin ilahın, senden öncekilerin ilahı ve senden sonra geleceklerin ilahı Allah için söyle, kendisine hiçbir şeyi ortak
koşmayarak sadece O’na ibadet etmemizi, atalarımızın O’ndan başka tapmış oldukları şu ‘eşleri‘ alaşağı etmemizi sana Allah mı emretti?” dedi.

Allah Resulu: “Elbette!” buyurdu. (Darimi)

(Bir keresinde) Bedevilerden bir kimse geldi ve şöyle dedi:

“Ey Muhammed! Elçin bize geldi ve Allah’ın seni Resul olarak gönderdiğini, senin söylediğini iddia etti (doğru mu?)” Allah Resulü:

“Doğru söylemiştir” buyurdu. O zat:

“Göğü yaratan kimdir?“ diye sordu. Allah Resulü:

“Allah’tır.” buyurdu. Yine o:

“Yeri yaratan kimdir?“ dedi. Allah Resulü:

“Allah’tır.” cevabını verdi. O zat:

“Bu dağları diken ve onların aralarında (bunca) yaratıkları yaratan kimdir?“ dedi. Allah Resulü yine:

“Allah’tır” buyurdu. Bu sefer de o zat:

“Semayı yaratan, arzı halk eyleyen ve şu dağları yükseltip diken Allah’a yeminle soruyorum, Seni Allah mı Resul olarak gönderdi?“ dedi. Allah Resulü: “Evet” buyurdu.(Müslim,iman)
Hep birlikte gördüğümüz gibi kardeşlerim, Allah Resulu’nun kendilerine uyarıcı olarak gönderildiği Mekke toplumu hiçde bizim düşündüğümüz gibi Allah’ı bilmeyen, tanımayan, hatta O’nu bazı sıfatlarında birlemeyen insanlar değillerdi. Bunu size konuyu uzatmamak icin sadece birkaçını alıntıladığım ayet ve hadislerde açıkca gördük.

Tüm bu bilgileri okuduktan sonra sormamız ve sorgulamamız gereken şey şudur: Peki, bu kadar köklü ve genis bir Allah inancına sahiplerdi de, neden Allah subhanehu ve teala kendilerini müşrik olarak adlandırıp yeni bir resul gönderdi?

Demek ki kardeşlerim, kendilerine yeni bir resul gönderilmesi için insanların illa Allah’ı inkar etmeleri gerekmiyormuş. Sadece Allah’ı bilmeleri ve kabul etmeleride yetmiyormuş. Zaten tarih boyunca kendilerine resul gönderilen toplumlarda bu şekildeAllah’ ı toptan bir inkar çok az olmustur.

Ibrahim ve Musa aleyhimusselamın gönderildiği toplumları buna örnek gösterebiliriz. Ama genel itibari ile resuller hep Allah’ı bilen, kabul eden, O’na ibadet eden ama bu ibadetlerinde kendisine ortaklar edinen topluluklara gönderilmiştir.

Bizim toplum olarak genellikle yanılgıya düştügümüz nokta Allah tamamen inkar edildiğinde ve kabul edilmediğinde kişinin kafir olacaği düşüncesidir. Sadece Allah’tan başkası için namaz kılındığında, O’ndan başkasının önünde secde ve ruku yapıldığında Allah’a ortak koşulduğunun zannedilmesidir.

Halbuki kişi Allah subhanehu ve teala’ya dua ederken, sığınırken, yardımına çağırırken, korkarken, severken, ümid ederken, yarar ve zarar dokunduracak merci olarak görürken vs. ister bir şahıs, ister bir nesne,ister bir totem, ne olursa olsun Allah ile arasına bunlardan herhangi bir şeyi araci olarak koyarsa, Allah’a şirk koşmuş olur. Şirk budur. Müşrikte bu şekilde davranandır.

Mekkeliler Allah’ı bildikleri, iman ettikleri, bircok sıfatında O’nu birledikleri halde, Allah ile aralarına aracılar koydukları icin müşrik bir toplum olarak anılmışlar, bu davranışları sebebi ile kendilerine yeni bir resul gönderilmişdir.

Kardeşlerim, Allah subhanehu ve teala yukarıdaki hususların hiçbirinde insanlardan kendisine bu şekilde ortaklar edinmelerini istememiş ve bu şekilde davranmaları için bize delil (yani böyle davranmalarını emreden bir nas) indirmemiştir. Aksine onlarında bizim gibi birer varlik olduğunu ve hiçbir güce sahip olmadıklarını belirterek bizi uyarmıştır.

“Kendileri yaratılmış oldukları halde, hiçbir şey yaratamayan o putları (Allah’a) mı ortak koşuyorlar? Oysa onlar, ne onlara yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.“ (A’raf Suresi, 191. ayet)

“Allah’ı bırakıp da kendilerine seslenip dua ettiğiniz kimseler de sizin gibi kullardır. (Eğer iddianızda) doğru iseniz, onlara seslenip dua edin de, sizin duanıza icabet etsinler.“(A’raf Suresi, 194. ayet)

“Allah’ı bırakıp da dua ettikleriniz size yardım etmeye muktedir olamazlar; onlar kendilerine bile yardım edemezler.“ (A’raf Suresi, 197. ayet)

Allah subhanehu ve teala ayetleriyle bizi bu konuda uyardığı halde, malesef bugün O’ndan başkasına dua edenler, yardımlarına çağıranlar, onların fayda ve zarar verebileceklerini düşünenler, Allah’ı sever gibi putlaştırdıkları ilahlarını sevenler, sadece O’ndan korkmaları gerekirken, gönüllerinde baska korkular besleyenler günümüzde hiçte az değil.

Peki kardeşlerim o zaman soruyorum, müşrik diyerek söylerken dahi küçümsediğimiz Mekke toplumu ile bizim toplumumuzun arasındaki fark ne?

Halbuki Mekke toplumuda, bizim toplumumuz kadar Allah’ı bilen ve inanan bir toplumdu. Hatta hatta O’na ibadet eden bir toplumdu. Bunuda bir sonraki yazıda konu edelim insaAllah.

Hepinizi, sadece şirkden arınmış ibadetleri kabul eden Allah’a emanet ediyorum… O bize çok yakın olan, dualarımızı işiten, içimizden geçenleri bilendir.

“(Ey Muhammed) Kullarım sana benden sorarlarsa, ben, şüphesiz, onlara yakınım. Bana duâ edenin, duâ ettiği zaman, duasını kabul ederim. O halde, onlar da benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar. Ola ki doğru yolu bulurlar.“ (Bakara Suresi,186.ayet)


SALİHA YILDIZ
 
_katre_ Çevrimdışı

_katre_

الحمدلله
Site Emektarı
Mekkeliler Nasıl Müşrik Bir Toplum Oldu? (2)

Esselamu aleykum ve rahmetullah sevgili kardeşlerim.


Yazılarımızda iki haftadır şirkin tarihi geçmişini inceledik ve ilk çıkış hikayesini öğrendik. İslam dininin ilk muhatapları oldukları için Mekke toplumunun durumunu inceledik. Kendilerine yeni bir mesaj gönderilmesinin altında yatan etkenleri hep birlikte gözden geçirdik.

Bizim bu tarihi yolculuğa çıkıp şirkin işlendiği toplumları mercek altına almamızdaki amaç, onlarla günümüz arasında bağlantı kurarak hata edip şirke düştükleri noktaları tesbit edip, aynı hatalara bizimde düşmemizi engellemektir.

Geri dönüşü olmayan gün gelmeden önce kardeşler olarak birbirimizi uyarmak, affedilmeyecek tek günah olan, tek bir amelimizde dahi bulunsa diğer salih amellerimizin hepsini iptal eden şirk hususunda birbirimizi bilgilendirmek ve bilinçlendirmektir.

Tarihten yaşanmış örneklerle bunu daha iyi anlamamızı sağlamaktır. Fakat bizim tamamen samimi duygular ile yapmış olduğumuz bu uyarılar bazı kardeşlerimizin hoşuna gitmeyerek hernedense onları rahatsız etmiştir. Şu husus iyice anlaşılmalıdır ki, bizim gayemiz içimizde kemikleşmiş şirk unsurlarını belirterek kardeşlerimizi bilinçlendirmektir, kimseyi itham etmek veya müşriklik isnad etmek değildir.

Ayrıca tüm bunları yaparken herkesi memnun edemeyeceğimizde açıktır. Çünkü her zaman hakkı tüm çıplaklığı ile gördüğü halde kabul etmek istemeyen insanlar hep olagelmiştir. Bizde onların hatırı için doğruları söylemekten geri duracak değiliz. Umud ediyoruz ki, Rabbim bu kardeşlerimizinde kalplerini hakka karşı yumuşatır.

Bu açıklamadan sonra, geçen hafta kaldığımız yerden devam ederek Mekkelilerin tanıdıkları, bildikleri ve bazı özelliklerinde birledikleri Allah’a nasıl ibadet içinde olduklarını inceleyerek bu yolculuğu sonlandıralım inşaAllah.

MEKKELİLER NAMAZ, ORUÇ, HAC, SADAKA, ADAK, İTİKAF GİBİ AMELLERLE ALLAH’A İBADET EDİYORLARDI
Ebu Zer radıyallahu anh’ın daha İslam gelmezden önce namaz kıldığını şu hadisden öğrenmekteyiz:


Abdullah b. Samit’den rivayete göre, “Ebu Zerr radiyallahu anh ‘Ey kardeşimin oğlu! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem‘e kavuşmadan üç sene önce namaz kılıyordum’ dedi. Abdullah bin Samit ‘Kimin için?’ dedim. Ebu Zerr ‘Allah için’ dedi.” (Müslim)

Aişe radıyallahu anha cahiliye döneminde oruç ibadetini nasıl yerine getirdiklerini bize şöyle haber veriyor:

Âişe radiyallahu anha şöyle demiştir: “Câhiliyet devrinde Kureyş aşure günü oruç tutar idi. (Hicretten evvel) Rasûlullah sallallah u aleyhi ve sellem‘de aşure orucu tutardı. Medine’ye geldiği zaman da (âdeti üzere) bu orucu tuttu ve sahabelerine de bu orucu tutmalarını emretti. (İkinci sene) ramazan orucu farz kılınınca aşure günü orucunu terk etti. Artık isteyen bu orucu tuttu, dileyen de onu terk etti.”(Buhari, Müslim)

İslam gelmeden önce Mekkeliler kabeyi tavaf ediyor ama safa ile merve arasında tavaf yapmaktan kaçınıyorlardı. İslam’da bu konu hakkında bir haber gelmeyince müslümanlar gelip Allah Resulune:

“Ey Allah’ın Resulu! Biz cahiliye döneminde Safa ile Merve arasında tavaf etmekten kaçınırdık. Allah Beyt’i tavaf emrini indirdiği hâlde, Safa ile Merve arasında say’ı zikretmedi. Biz Safa ile Merve arasında say edersek, bize günah var mıdır?” diye sordular. Bunun üzerine Allah subhanehu ve teala: “Şüphesiz Safa ile Merve Allah’ın alâmetlerindendir. İşte kim o Beyt’i hacc veya umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerine bir günah yoktur. Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa şüphesiz Allah kabul eder ve (yapılanı) hakkıyla bilir. ” (Bakara Suresi, 158. ayet) ayetini indirdi. (Buhari, Müslim)

Ömer radıyallahu anh’ın cahiliye döneminde itikafa girmek için adak adadığını görüyoruz:

Ömer ibnu’l-Hattab radiyallahu anh cahiliyyede Mescidi Haram içinde itikâf etmeyi adamıştı. Müslüman olduktan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ömer’e hitaben: “Adağını yerine getir.” buyurdu. (Müslim)

Onların cahiliye döneminde sadaka verdiklerini, köle azad ettiklerini, akrabalık bağlarına özen gösterdiklerine de şahit oluyoruz:

Hakîm ibn Hızâm radiyallahu anh şöyle demiştir: “Ben ‘Ey Allah’in Resulu. Cahiliyet devrinde kendileriyle ibadet ede gelmekte olduğum sadaka vermek, köle azad etmek, hısımlık bağımı devam ettirmek nevi’nden bir takım işler hakkında ne düşünürsün? Bu işlerde benim için ecir ve sevap var mıdır?’ dedim.
Peygamber sallallah u aleyhi ve sellem: ‘Sen, geçmiş olan hayırların üzerine İslâm’a girdin.’ buyurdu.” (Buhari)

Kardeşlerim, Mekkeliler tüm bu ibadetlerin yanısıra haram aylara saygı duyuyor, Kabenin onarımından sonra Hacerul-esved taşını yerine koyma şerefine nail olabilmek için birbirleri ile münakaşaya giriyorlar ve daha sayamayacağımız birçok hususta Allah’a yaklaşmaya çalışıyorlardı.

MEKKELİLERİ MÜŞRİK YAPAN SEBEP ŞEFAATÇİLER, YANİ ARACILAR EDİNMELERİDİR

Kardeşlerim, gördüğümüz gibi Mekkeli müşrikler bizim sandığımız gibi Allah’ı inkâr etmiyor, O’nu cok iyi tanıyor, biliyor ve birçok ibadet şekliyle Allah’a yaklaşmaya çalışıyorlardı. Fakat bu ibadetlerini yaparlarken Allah ile aralarına aracılar koyuyor ve bunların kendilerini Allah’a daha çok yaklaştırdıklarını iddia ediyorlardı. Onların bu durumunu Rabbimiz bize apaçık haber vermektedir:

“İyi bilin ki, halis din (şirkden arındırılmış din) yalnız Allah’ındır. Onu bırakıp da başka dostlar edinenler, ‘Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.”(Zümer Suresi, 1-3. ayetler)

“Allah’ı bırakıp, kendilerine ne zarar, ne de fayda verebilecek şeylere ibadet ediyorlar ve ‘İşte bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir.’ diyorlar. De ki: ‘Siz, Allah’a göklerde ve yerde Onun bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?’ O, onların ortak koştukları şeylerden uzaktır, yücedir.”

(Yunus Suresi,18.ayet)

Mekkeliler ile toplumumuzun karşılaştırılmasına tahammülü olmayanlar Rabbimizin bu apacık ayetlerini nasıl anlıyorlar acaba? Lütfen ayetleri tekrar okuyalım! Tüm zaaflarımızı bir kenara bırakarak okuyalım!

Yapılan hareketler aynı, verilen cevaplar da aynı… Hatta dahası var.

O dönemin müşriklerinin tüm sebeplerin yok olup ölümle burun buruna geldiklerinde, en darda kaldıkları anda, tüm aracılarını unutup nasıl kendisine dua ettiklerini Rabbimiz bir ayetinde şöyle anlatıyor:

“Sizi karada ve denizde yürüten O’dur; hattâ gemide olduğunuz zamanda da. Nitekim gemi, tatlı bir rüzgarla içindekileri götürür; onlar da bununla neşelenirler. Derken gemiye şiddetli bir fırtına gelir çatar her taraftan onlara dalgalar çarpar; sanırlar ki, o dalgalarla çepeçevre kuşatılmışlardır. İşte o zaman, dini sadece Allah’a has kılarak ‘Eğer bizi bu durumdan kurtarırsan, muhakkak şükredenlerden olacağız.’ diye O’na duâ ederler.“
(Yunus Suresi,22.ayet)

Rabbimiz olayın sonrasınıda bize şöyle haber vermektedir:

“Gemiye bindikleri zaman, dîni Allah’a hâs kılarak O’na yalvarırlar, fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen Allah’a şirk koşarlar.“
(Ankebut Suresi,65.ayet)

O dönemim müşrikleri sıkıştıkları anda, darda kaldıklarında, ölümle burun buruna geldiklerinde sadece Allah’a yalvardıkları halde, şimdikiler esas darda kaldıklarında, sıkıştıkları anda Allah ile aralarına aracı koyduklarını yardıma çağırıyor, onlardan medet umuyor, onlara dua ediyorlar.

Tüm bu yazılanlardan sonra kardeşlerim, görüldügü gibi önceki toplumlar ile benzer yönlerimiz, ayrılan yönlerimiz ve bazı konularda birbirimizi geçmiş yönlerimiz bulunmakta. Yukarıda da değindiğimiz gibi bunları sadece kendimizi muhasabeye çekerek özeleştiri yapmamızı sağlamak, bu fiillerin önceki ümmetleri helak ettiği gibi bizide helak etmeden önce tedbirimizi almak, yaptığımız amellere güvenerek şirkin bizden uzak olduğunu düşünmemek için gündeme getirmeye çalıştık. O şirk ki, karıncanın ayak sesinden daha sessiz ve sinsidir. Üzerinde ne kadar durulsa, gündemde ne kadar tutulsa yeridir.

Son cümle olarak şunu söyleyebiliriz ki kardeşlerim, müslüman kalmamız, kurtuluşa ermemiz ve cennete girmemiz için sadece Allah’ı tanımamız, bilmemiz ve O’na ibadet etmemiz yeterli değildir. Bunun yanında tüm ibadetlerimizi şirkden arındırmamız, bunlarda hiç kimseyi ve hiçbirşeyi Allah’a ortak koşmamamız
gerekmektedir.

Rabbimiz Resulü’nün diliyle ibadetlerimizi yerine getirirken bunları sadece kim için yapacağımızı bize haber vermiştir:

“De ki: ‘Ben, dîni Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet etmekle emrolundum. Ve müslümanların ilki olmakla da emrolundum.’
Yine de ki: ‘Ben Rabbıma karşı geldiğim takdirde, büyük bir günün azabından elbette korkarım.’
De ki: ‘Dînimi Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet ederim. Siz de, O’ndan başka dilediğinize ibadet edin.’
De ki: ‘Hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü, kendilerini ve ailelerini hüsrana uğratanlardır. Bilesiniz ki, işte apaçık hüsran budur’”
(Zumer Suresi, 11-15.ayetler)

Yazımızı Yusuf aleyhisselamın şu sözleri ile noktalayalım kardeşlerim:

“Ben nefsimi temize çıkaramam; zira nefis Rabbimin acıdıkları dışında, dâima kötülüğü emredicidir. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.(Yusuf Suresi, 53.ayet)

Hepinizi kullarına karşı çok bağışlayıcı ve merhametli olan Allah’a emanet ediyorum…

Saliha Yıldız
 
Üst Ana Sayfa Alt