Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Mekke'nin Fethi(M. 630- H.9)

S Çevrimdışı

selefi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Mekke’nin fethi; Mekke’de, önce üç yıl boyunca gizlice yürüttüğü, daha sonra:
“Ey örtünüp bürünen,
Kalk, uyar
Rabbini tekbir et
Elbiseni temizle
Günahlardan uzak dur
Verdiğini çok bularak başa kalkma
Rabbin için sabret”
(Müddessir: 74/1-7)
Ve, “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 15/94) emirleri uyarınca açık davete giriştiği, müşriklerin ilahlarını kötülediği, onlara tapmanın sapıklık olduğunu açıkladığı, sonra arkadaşları ile beraber bu yolda müşriklerin bitip tükenmek bilmez alayları, yalanlamaları, baskıları, işkence ve suikastlerine maruz kaldığı, sonra cahiliyet taasubuna kapılarak ve sahte ilahlalarının intikamını almak için kendisini öldürmek isteyen kavminden kaçıp, “mağara arkadaşı ile beraber” Medine’ye hicret ettiği, burada bir İslam Devleti kurarak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve karşılıklı nasihatleşme esası üzerine müslüman bir toplum oluşturduğu, burada yaşayan yahudi ve civar kabilelerle bir ittifak antlaşması yaptığı ve sonra da şu ayeti kerime ile cihad emrini aldığı uzun ve meşakkatli bir davet ve cihad sürecinin meyvesidir. Cihad izni şu ayeti kerîme ile geldi:
“Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.
Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” (Hacc, 22/39-40).
Cihad izni vâki olduktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem neredeyse ğazveye çıkmadığı bir ay geçirmemiştir. Bu küçüklü büyüklü ğazve ve seriyye şeklindeki savaşlarda çoğunlukla Bedir’de olduğu gibi Allah’ın izni ile düşmanlarına karşı galip gelmiş, onlardan ganimetler ele geçirerek güçlenmiş, kimi zaman da Uhud’da olduğu gibi bir sınanma, eğitim, Allah’ın bazılarını şehitlikle nasiplendirmesi hikmeti gereği yenilgi görmüştür. Fakat iman kalbe yerleşip, onu kuşattığı, kişi onun tadını aldığı zaman, artık karşısına çıkan zorluk ve engelleri görmez. Müminlerin mutlulukları kalplerindedir. İşte bu zorluklarla dolu uzun yolculuktan sonraki yolculuk boyunca müslümanların safından düşenler düşmüş, daha önce İslam’la savaşan nicelerini Allah İslam’la şereflendirmiş ve onları İslam’ın en samimi askerleri kılmıştır.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu fethe kapı açan ve hatta bizzat fetih olan Hudeybiye antlaşması gereğince Kureyş’le mütareke halindeydi. Bu mütarekeden sonra Bekroğulları Kureyş’in, Hüzâa’ kabilesi ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in himayesine girmiştir. Sonra Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları, Kureyş’ten aldıkları silah ve asker desteği ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in müttefiği olan Hüzâa’ kabilesine saldırdı ve onlardan bazılarını katletti. Böylece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile yapmış oldukları saldırmazlık anlaşmasını bozmuş oldular. İşte bu büyük fethe, kureyş ve müttefiklerinin bu ihanetleri sebep olmuştur. İbn Kayyım bu büyük fethi şöyle niteler: “Bu en büyük fetihle Allah, dinini, elçisini, ordusunu ve hizbini aziz kıldı. Âlemlere hidâyet kıldığı beldesini ve evini kâfir ve müşriklerin elinden kurtardı. Bu, gök ehlinin sevinç ve müjde duyduğu, insanların bölük bölük Allah’ın dinine giriş kapıları açıldığı, yeryüzünün aydınlık ve sevinçle gülümsediği bir fetihtir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın bölüklerini ve Rahman’ın ordusunu hicri sekizinci yılı Ramazan ayının onuncu günü harekete geçirdi. Medine’ye kendi yerine Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn el-Gıffarî’yi bıraktı. Ümmü Mektum’un bırakılmış olduğunu söyledi.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hareket için civar kabilelerin de iştirakiyle onbin kişi toplamıştı. Yola çıktığı zaman oruçlu idi. Fakat Kedid’e ulaşınca orucunu açtı. Sahabeler de ona uyup oruçlarını açtılar.
İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’den, Ramazan’da onbin kişi ile beraber çıktı. Bu Medine’ye gelişinin sekizinci yılı ve Ramazan’ın ortasında idi. O ve diğer müslümanlar Mekke’ye oruçlu olarak hareket ettiler. Kedid’e ulaşınca -Usfan ve Fudeyd arasında bir yer- orucunu açtı, sahabeler de açtılar.” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem seferinin yönünü gizlemeye çalışarak, Kureyş’in karşısına ansızın çıkarak onlara bir sürpriz yapmak ve teslim olmalarını sağlamak; Mekke’ye savaşsız ve mukâvemetsiz olarak girmek istiyordu. Fakat, -Allah’ın kendilerine güzellik bağışladığı, daha önce Bedr’e iştirak etmiş bulunan- müslümanlardan birisi, bir mektup yazarak durumu Kureyş’e bildirmek istedi. Şimdi burada sözü Buharî’nin Ali -Radıyallahu anh-’den yaptığı rivayete bırakalım: Ali şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem beni, Zubeyr ve Mikdad’ı gönderip şöyle buyurdu:
“Haydi gidin, Ravdatu Hâh adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, onu elinden alıp getirin.”
Bu emir üzerine yola revan olduk, atlarımızı koşturarak kadına Ravda’da yetiştik ve dedik ki:
“Haydi mektubu çıkar.”
“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:
“Ya mektubu çıkarıp verirsin. Ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.
Onu hemen alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:
“Hâtıb b. Ebî Beltaa’dan Mekke’deki müşriklerden birtakım insanlara:
Bu mektubu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaş hazırlığı ile ilgili bazı işlerini onlara bildiriyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Ey Hâtıb, bu nedir?” Cevap verdi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bana kızmakta acele etme, sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Kendilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onları malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim. Yoksa bu işi ben kafir olduğum, ya da dinden döndüğümden, ya da İslam’la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gösterdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
“Bakın bu adam size doğruyu söyledi.” Ömer fırlayıp dedi ki:
“Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyudu:
“O, Bedir’de bulunmuştur, ne biliyorsun belki de Allah, Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar...” (Mümtehine, 60/1)
Evet, Bedir’e iştirak etmesi nedeniyle bu sahabenin bu günahı affedildi. Muzaffer İslam ordusu, Ümmü’l-Kurâ ve Beytullah’a doğru yola koyuldu. Diğer Arap kabileleri, bu harekete müdahale etmediler ve
“Eğer kavmi onu yenerse, artık bizim onunla savaşmamıza gerek kalmaz, o kavmini yenerse, bu onun doğruluk ve risaletini gösterir.” dediler. Bu nedenle Mekke’nin fethi, fetihlerin en büyüğü idi ve diğer yandan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelinin de yaklaşmakta olduğunun bir işaretiydi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği, ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbit et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeyi kabul edendir.” (Nasr Suresi)
Muzaffer İslam ordusu yürüyüşünü sürdürerek Mekke yakınlarına kadar geldi. Bu sırada Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Varka, yaklaşan İslam ordusu hakkında haber toplamak için Mekke dışına çıkmışlardı. O civardaki müslüman askerler tarafından esir alındılar. Urve b. Zübeyr bu olayı şöyle anlatır: Hişam b. Urve, babasından şöyle rivayet etti: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Fetih yılında (Mekke’ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyan, Hâkim b. Hizam ve Budeyl b. Verka, haber toplamak üzere yola çıktılar. Merruz’z-Zehran’a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyan dedi ki:
“Bu nedir? Sanki Arafat ateşidir.”
Büdeyl ise şöyle dedi:
“Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?”
Ebû Sufyan cevap verdi:
“Amr’ınkiler bundan sayıca azdır, olamaz. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in muhafızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüler. Ebû Süfyan müslüman oldu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Abbas’a dedi ki:
“Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanların çokluğunu görsün.”
Abbas onu orada tuttu. Kabileler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.
Her kabilenin askeri Ebû Süfyan’ın önünden geçiyordu. Ebu Süfyan da Abbas’a onların kim olduğunu soruyordu. Gifar kabilesi geçti, Abbas’a sordu:
“Bunlar kimdir?”
“Gifar’dır.”
“Gifar’dan bana ne?” dedi
Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa’d b. Hüzeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Sonra Süleym geçti, aynı soru, aynı cevap.
Ardından misli görülmemiş bir bölük geçince, sordu:
“Ya bunlar kimdir?” Cevap verdi:
“Bunlar Ensardır, başlarında elinde sancağı Sa’d b. Ubade bulunmaktaydı. Sa’d dedi ki:
“Ey Ebû Süfyan! Bugün harb günüdür. Bugün Ka’be helal kılınacaktır.” Ebu Süfyan dedi ki:
“Ey Abbas, Bugün koruma vazifesini yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol.)
Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in de içinde bulunduğu en büyük ve en kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr’in elinde bulunuyordu.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyan dedi ki:
“Sa’d b. Ubade’nin ne dediğini bilmiyor musun?”
“Ne dedi” buyurdu.
“Böyle böyle dedi”
“Sa’d yalan söylemiştir. Lakin bugün Allah’ın Kabe’yi yücelteceği, Kabe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Sonra sancağının Hucun dağına dikilmesini emretti.”
Muzaffer ordunun Mekke’ye girişi hususunda da Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti:
“Fetih günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Mekke’ye gelince ordunun sağ koluna Halid b. Velid’i sol koluna ise Zubeyr’i ve zırhsız askerlerin başına da Ebû Ubeyde’yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise ordunun ortalarında bulunmaktaydı. Bakıp beni görünce
“Ey Ebû Hureyre” diye seslendi.
“Buyur ey Allah’ın Rasulü” dedim.
“Bana Ensar’ı çağır” buyurdu.
Ensar derhal etrafını sardılar.
Kureyş ise Allah’ın Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem ile savaşmak üzere kendine ait muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler:
“Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehine bir zafer olursa biz de onlarla beraber oluruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.”
Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere:
“Kureyş’in cemaatleri ile onlara tabi olanları işte görüyorsunuz” dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak “onları biçin” emri verdi.
Sonra şöyle dedi: “Safa’da buluşuruz”
Ravi şöyle der: O gün onlara ulaşmak isteyen herkesi uyuttular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safa’ya çıktı. Ensar geldi ve Safa’yı sardılar. Sonra Ebû Süfyan geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.” Ebû Süfyan, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini söyledi:
Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse güvencededir. Kim silahı elinden bırakırsa güvencededir. Kim evine girip kapısını örterse o da güvencededir.”
İbn Kayyım şöyle dedi: Handeme’de müslümanlarla savaşmak üzere İkrime b. Ebi Cehl, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. ‘Amr ile beraber Kureyş’ten ayak takımı insanlar bir araya toplandılar. Bekr oğullarından Hımas b. Kays, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girmeden önce ona karşı kullanılmak üzere silah hazırlıyordu. Karısı ona:
“Bunları niçin hazırlıyorsun?” diye sordu. O:
“Muhammed ve ashabı için”, dedi. Kadın:
“Vallahi, Muhammed ve ashabına hiçbir kimse ve hiçbir şey karşı koyamaz”, dedi. Hımas:
“Vallahi ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmet ettirmeyi dahi umuyorum”, dedi ve sonra şu beyti okudu:
“Onlar bugün gelecek olurlarsa, hasta değilim karşılarına çıkacak güçteyim.
Şu mükemmel silahlar: Uzun demirli mızrakla, iki ağızlı çabukça sıyrılan keskin kılıç da yanımdadır.”
Sonra Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehl ve Suheyl b. ‘Amr’ın Handeme’de topladığı savaş birliğine katıldı. Müslümanlar onlarla karşılaşınca kısa bir çarpışma oldu ve müslümanlardan Kürz b. Cabir el-Fihrî ve Huneys b. Halid b. Rabia şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velid’in komutası altındaydılar. Onun gittiği yoldan saparak başka bir yola girdiler ve öldürüldüler. Müşrikler de on iki kadar ölü verdikten sonra dağılıp, kaçmaya başladılar. Onlara silah getiren Hımas da kaçıp canını zor kurtardı. Gelip evine gizlendi ve karısına:
“Kapıyı kitle”, dedi. Karısı onunla:
“Hani dediğin nerede?” diye alay edince, şöyle dedi:
“Eğer sen Handeme’de bizim halimizi: Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. ‘Amr’ın nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğunu, bacak ve kafa taslarının nasıl biçildiklerini, onların, arkamızdan nasıl haykırdıklarını görmüş olsaydın beni kınayacak en küçük bir söz bile bulamazdın.”
Buharî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği gibi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye yukarıdan girdi:
“Fetih günü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem terkisinde Üsame b. Zeyd ve beraberinde Bilal ve Osman b. Talha olduğu halde devesi üzerinde Mekke’nin üst tarafından Mescide girdi. Mescidin kayyumu olan Osman b. Talha’ya, Kabe’nin anahtarının getirilmesini emretti. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile beraber Kabe’nin içine girdi. Orada uzun bir süre geçirdi. Sonra insanların arasına çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çıktıktan sonra oraya ilk önce giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilal’in kapının arkasında ayakta durduğunu gördü. Ona: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilal, ona Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in namaz kıldığı yeri gösterdi.
Abdullah şöyle der: Bilal’e Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kaç rekat kıldığını sormayı unuttum.”
Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem putların yıkılmasını ve Beytullah’ın onlardan temizlenmesini emretti. Kendisi de bizzat bu işe katılarak elindeki yayı ile onları teker teker devirmiştir. Putları devirirken bir yandan da: “Yine de ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.
Kâbe’de bulunan üçyüzaltmış putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmâil ve İshâk’ı fal oku çeker şekilde gösteren resimler zaferan ile silindi. Bir rivâyete göre Kâbe’nin içinde Meryem’in de resmi vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu resimler silinmeden Kâbe’ye girmedi. Sonra içeri girdi ve ön iki direk arasında iki rekât namaz kıldı. Kâbe altı direk üzerine bina edilmiştir. Kâbe’nin kapısını arkasına alarak, iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk de arkasında olmak üzere namaz kıldı. Sonra dışarı çıktı ve Kâbe’nin anahtarını tekrar, Osman b. Talha’ya verdi. Kâbe’nin Kayyumluğu cahiliyye döneminde Şeybe oğullarının elindeydi, onların bu konumlarını devam ettirdi. Sonra eliyle Hacerü’l-Esved’i selamlayarak, tekbirler, zikirler ve şükür ifadeleriyle Beyt’i tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğfer vardı. Sonra siyah bir sarık sardı. Bu, umre veya hac yapmaya niyeti olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerini göstermektedir.
İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:
“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’e Kâbe’nin üstüne tırmanıp ezan okumasını emretti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Ebû Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine giderek yıkandı ve sekiz rekat namaz kıldı. Vakit kuşluk idi. Bu nedenle, bazıları bunun kuşluk namazı olduğunu sandılar. Fakat bu kuşluk değil, fetih namazıdır. Ümmü Hani Kayın biraderlerinden iki kişiye eman verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani” Fetih tamamlandıktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dokuz kişi hariç, tüm Mekke’liler için genel af ilan etti. Bu dokuz azılı İslam düşmanının ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışık bulunsalar dahi öldürülmelerini emretti. Bunlar Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh, İkrime b. Ebu Cehl, Abduluzza b. Hatal, el-Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Mikyes b. Subaba, Habbâr b. Esved ve İbn Hatal’in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin şarkılar okuyan iki cariyesi ile Abdulmuttalib oğullarından birisine ait bir cariye olan Sâre.
Bunlardan İbn Ebu Serh tekrar İslam’a girdi. Daha önce müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Fakat bir süre sonra dinden döndü ve Mekke’ye gelerek müşriklere katıldı. Şimdi canı tehlikeye girince tekrar müslüman oldu.
İkrime’ye gelince; hanımı onun için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den eman aldı. Bunun üzerine geri dönerek müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi.
İbn Hatal, el-Haris, Mikyes ve o iki cariyeden biri öldürüldüler. Habbar b. Esved’e gelince ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e hakaret eden ve vuran o idi - kaçmayı başardı. Sonra müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Sâre ve diğer cariye’ye de insanların talebi üzerine eman verdi. Onlar da müslüman oldular.
Böylece Allah’ın elçisine vaadi gerçekleşti. Zafer ve fetih müyesser kılındı. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine girdiler. Cahiliyet ve putperestlik yok oldu.
Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Allah, dinini, elçisini ve müminleri izzet ve şerefe kavuşturdu. Fakat tüm bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşti. Fakat bu büyük fetihe; mücadeleleri, cihadları, sabırları, davetleri hatta kan ve ruhları ile katkıda bulunan birçok kahraman kimseler, müminlerin bu zafer sevincine ortak olamadılar. Çünkü onlar, dinin zaferi ve Rabbu’l-Aleminin sancağıın yükselmesi için sahip oldukları herşeylerini feda ettikten sonra, Allah yolunda şehid düşmüşlerdi. Mus’ab b. Umeyr, Hamza b. Abdulmuttalib, İbn Revâha, Sa’d b. Muâz, Abdullah b. Haram, Haram b. Milhan ve daha isimlerini sayamayacağımız niceleri. Fakat onlar, zafer mutluluğunu göremeseler de, Allah yolundaki cihadlarının sevabını tam olarak aldılar. Allah ve Resulünün sevgisine mazhar oldular. Her bir mücahidin, hak ile batıl arasındaki mücadelenin nihai sonucunu görmesi gerekmemektedir. Bazılarının eceli, onları bu mücadelenin daha ilk aşamalarında yakalayabilir. Bazen arızi bir yenilgi yaşanır. Çalışmaların tam olarak karşılığı Allahu Teala’nın buyurduğu gibi kıyamet günündedir.
“Yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185)
Allah’tan bizi samimiyetle dinine hizmet eden, fetihlere vesile olan kullarından kılmasını diliyoruz
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Mekke'nin Fethi
Mekke'nin Fethi sayıca az olan ilk Müslümanların müşriklere karşı imanlarını korumak ve yaymak maksadıyla hicret ettikleri Mekke'yi, on yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu halinde geri dönüp fethetmeleri. Hicretin altıncı yılında Peygamber efendimizle Hudeybiye Antlaşmasını yapan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devamı için Müslümanlara yapılan yeni tekliflere de uymadılar. Peygamber efendimizin hazırladığı İslam ordusu, hicretin onuncu yılında müşriklerden Mekke'yi kan dökülmeden aldı.

Mekkeli müşrikler; Muhammed aleyhisselama Peygamberlik verilip insanları şirkten, puta tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü tealaya iman etmeye davete başladığı günden itibaren sevgili Peygamberimizle Müslümanlara şiddetli düşmanlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teala tarafından Müslümanların hicret etmelerine izin verildi. Böylece Mekkeli Müslümanlar mallarını mülklerini bırakarak Medine'ye hicret ettiler. (Bkz. Hicret)

Peygamberimizin Mekkeli müşriklerle sulh ve harp devri olmak üzere iki şekilde münasebeti oldu. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakaret, işkence bütün münasebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmanlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüştü.

Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicret etmesinden sonra da düşmanlıklarını devam ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medine'de bulunan Müslümanlar üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek gibi kanlı savaşlar yapıldı (Bkz. İlgili mad.). Bu savaşlarda Müslümanlar karşısında tutunamayıp perişan oldular. Nihayet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabul ettiler ve Hudeybiye Antlaşmasını imzaladılar.

On yıl süre için imzalanan bu antlaşmanın bir maddesine göre Kureyş kabilesi dışında kalan diğer Arap kabileleri, Müslümanlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himayesine girebileceklerdi (Bkz. Hudeybiye Antlaşması). Bu antlaşma gereğince Huzaa kabilesi Peygamberimizin, Beni Bekr kabilesi de müşriklerin himayesine girmişti. Bu iki kabile arasında eskiden beri sürüp gelen bir düşmanlık vardı. Bahaneler arayarak hadise çıkarmak isteniyordu. Bir gün Mekkeli müşriklerin himayesindeki Beni Bekr kabilesinden biri şiir okuyarak Peygamber efendimizi hicvetmeye yeltendi. Huzaa kabilesinden bir genç buna razı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi. Fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup, yardı ve susturdu. Beni Bekr kabilesi bu hadiseyi bahane ederek Huzaa kabilesi üzerine aniden saldırdı. Kureyş müşrikleri de bu saldırıda Beni Bekr kabilesine yardımda bulundukları gibi kıyafet değiştirerek onlarla birlikte Huzaa kabilesi üzerine saldırdılar. Hudeybiye Antlaşması gereğince emin bulunan Huzaa kabilesi, bu ani saldırıda hazırlıksızdı. Yerleşmiş oldukları Vetir Suyu denilen yerden Mekke'ye kadar kaçmak zorunda kaldılar. Kabe'ye ve hareme sığınmış oldukları halde üzerlerine hücum edildi ve neticede Huzaa kabilesinden yirmi üç kişi öldürüldü.

Bu saldırıda himayelerinde bulunan Beni Bekr kabilesine at ve silah vermek gibi yardımda bulunmaktan başka bilfiil çarpışmaya da katılan Kureyş müşrikleri, Hudeybiye Antlaşmasını bozdular.

Huzaa kabilesi durumu Peygamber efendimize arz etmek üzere kabileden 40 kişilik bir heyeti Medine'ye gönderdiler. Peygamberimiz Huzaa kabilesinden gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edeceklerini vaad ederek, yurtlarına geri gönderdi.

Sevgili Peygamberimiz bunun üzerine Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzaa kabilesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Beni Bekr kabilesini himayeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabul etmezseniz Hudeybiye Antlaşmasını bozduğunuzu ve bunun neticesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz.” teklifinde bulundu.

Mekkeli müşrikler bu teklifleri kabul etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece Hudeybiye Antlaşması resmen bozulmuş oldu. Antlaşmayı bozan Kureyş müşrikleri, kısa bir müddet sonra da antlaşmayı yenilemek istediler. Bu maksatla o zaman henüz Müslüman olmamış olan Ebu Süfyan'ı Medine'ye gönderdiler.

Ebu Süfyan Medine'de kendi kızı ve Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Habibe'ye ve Eshab-ı kiramın ileri gelenlerine, sonra da Peygamberimize gidip, sulhu yenilemek istediklerini söylediyse de müsbet cevap alamadı. Ebu Süfyan son olarak hazret-i Ali ile görüştü. Ali radıyallahü anh ona; “Sen Kureyşin ileri gelenisin, çıkıp halk içinde antlaşmayı yeniliyorum.” dersin, diyerek başından savdı.

Ebu Süfyan, Peygamberimizin mescidine girdi; “Ey insanlar ben her iki tarafı da himayeme alıyor sulhu yeniliyorum.” dedi. peygamberimiz; “Ya Eba Süfyan! Bunu sen söylüyorsun, ben değil.” buyurdu. Ebu Süfyan bundan sonra Mekke'ye döndü. Mekke'ye varınca Kureyş müşriklerine durumu anlatıp; “Hayatımda eshabının Muhammed'e gösterdiği bağlılık ve itaat gibi bir itaatle bağlanan bir kavim görmedim.” dedi. Müşrikler; “Sen hiçbir şey yapmamışsın, senin kendi kendine ilan ettiğin sulhun hiçbir hükmü olmaz. Sen bize sulh haberi getirmedin ki emin olalım, harp haberi de getirmedin ki harbe hazırlanalım.” diyerek Ebu Süfyan'a sitem ettiler.

Ebu Süfyan Mekke'den döndükten sonra, Peygamberimiz, hazret-i Ebu Bekr'le Ömer'i çağırdı. İstişare yaptı ve harbe karar verdi. Hazırlığa başlanıp, ordu toplandı. Bütün hazırlıklar gizli tutuldu. Mekke yollarının tutulması ve kontrol işi Huzaa kabilesine verildi. Bu kontrol son derece titizlikle yapıldı. Ancak bu durum Medine'den Mekke'ye gitmekte olan bir kadın vasıtasıyla gönderilen mektupla Mekkelilere haber verilmek istendi. Bazı sebeplerle girişilen bu teşebbüs Peygamberimize Allahü teala tarafından Cebrail aleyhisselamla gönderilerek bildirildi. Peygamberimiz, hazret-i Ali ile hazret-i Zübeyr bin Avvam ve Mikdad bin Esved'i (radıyallahü anhüm) çağırıp; “Sür'atle gidiniz Hah denilen yere vardığınızda bir hatun bulursunuz. Onda bir mektup vardır. O mektubu alıp bana getiriniz.” buyurdu. Süratle gidip kadını buldular. Mektubu istediklerinde kadın; “Benim yanımda mektup yok.” diyerek gizlemek istedi. Hazret-i Ali kılıcını çekip; “Resulullah asla yalan söylemez.” deyince kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektubu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellendi.

Sevgili Peygamberimiz bütün hazırlıkları tamamladıktan sonra on bin kişilik bir ordu ile Mekke'ye doğru yola çıktı. Medine'den hareket Ramazanın ilk günlerinde idi. Bu sırada hazret-i Abbas da Medine'ye hicret ediyordu. Yolda İslam ordusu ile karşılaştı. Daha önce Müslüman olduğu halde durumu müşriklerden gizleyerek Mekke'de kalmıştı. Peygamberimiz, amcası hazret-i Abbas'a; “Muhacirlerin sonuncusu sen oldun.” buyurdu.

Peygamberimiz ordusuyla Mekke'ye yaklaşırken yollar tamamen tutulmuş olduğu için Kureyş müşrikleri üzerlerine gelen İslam ordusundan habersizdi. Sevgili Peygamberimiz, savaş düzenine soktuğu ordusunda kabilelere bayrak ve sancaklar verdi. Merru'z-Zahran denilen yere varınca karargah kuruldu. Burada Peygamberimiz, gece vakti on bin ateş yakılmasını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateş yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler neye uğradıklarını bilemeyip iyice şaşırdılar. Hemen Ebu Süfyan'ın yanına toplandılar. Ebu Süfyan yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslam ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargaha yaklaştığı sırada İslam askerleri onu yakaladılar. Hazret-i Abbas onu alıp Resulullah'ın huzuruna götürdü. Peygamberimiz Ebu Süfyan'ı affedip, amcası Abbas'a; “Onu bu gece çadırına götür sabah bana getir.” buyurdu. Sabah olunca Resulullah'ın huzuruna götürüldüğünde; “Ey Ebu Süfyan! Henüz, La ilahe illallah, diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebu Süfyan Peygamberimize; “Anam babam sana feda olsun. Bu kadar cefadan sonra beni hidayete çağırıyorsun, ne hoş hilm ve ne güzel kerem sahibisin. İnandım ki Allahü tealadan başka ilah yoktur.” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Benim peygamber olduğumu da tasdik etme zamanın gelmedi mi?” buyurunca Ebu Süfyan, Kelime-i şehadeti söyleyerek Müslüman oldu.

Peygamberimiz Ebu Süfyan'a (radıyallahü anh); “Kim Ebu Süfyan'ın evine, Kabe'ye, Mescid-i Haram'a ve kendi evine sığınırsa emindir.” buyurarak Mekkeli müşriklere bunu bildirmesini emretti. Ebu Süfyan, Mekke'ye dönmek üzere izin istediğinde Peygamberimiz amcası hazret-i Abbas'a; “Ebu Süfyan'ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür İslam ordusunun büyüklüğünü görsün.” buyurdu. Abbas (radıyallahü anh); onu alıp ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü. Ordu hareket edip, Eshab-ı kiram kabile kabile Ebu Süfyan'ın önünden geçiyor “Allahü ekber” sedaları her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe Abbas (radıyallahü anh) ona tanıtıyordu. En son Peygamberimizin bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebu Süfyan süratle Mekke'ye döndü. Mekke'ye varınca kendisini heyecan ve endişe ile bekleyen Kureyşlilere: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed'dir (sallallahü aleyhi ve sellem) karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke'ye geliyor. Her kim Ebu Süfyan'ın evine, Mescide sığınır veya kendi evine kapanırsa emindir.” dedi.

Ebu Süfyan'ın (radıyallahü anh) sözlerini heyecanla dinleyen Kureyş müşrikleri büyük bir şaşkınlık içine düşüp, bir kısmı Ebu Süfyan'ın evine bir kısmı Harem-i şerife girdi. Bir kısmı da kendi evine kapanıp dışarı çıkmadı. Silahını alıp sokaklarda dolaşanlar da görülüyordu.

Peygamberimiz, Mekke'ye girerken kumandanlara şehre hangi semtlerden gireceklerini gösterip, orduyu dört kola ayırdı ve; “Size karşı konulmadıkça ve saldırılmadıkça hiç kimseyle çarpışmaya girmeyiniz! Hiç kimseyi öldürmeyiniz!” buyurdu. Yalnız Mekkelilerden bazı kimselerin bunun dışında olduğunu bildirdi.

İslam ordusu, kollar halinde Mekke'ye girdi. Sadece Halid bin Velid'in (radıyallahü anh komuta ettiği birliğe karşı bir grup müşrik karşı koydu. Halid bin Velid hücum edenlerin on üçünü öldürdü, diğerlerini dağıttı.

Peygamberimiz, Kusva adlı devesi üzerinde Fetih suresini okuyarak Mekke'ye girdi. Sağında Ebu Bekr, solunda Üseyd ibni Hudayr, etrafında Muhacirin ve Ensar'dan bir kısım eshab vardı. Kabe'yi görünce tekbir getirdiler. Yükselen tekbir sadalarının akisleri dağlardan geliyordu. Peygamberimiz Kusva adlı devesinin üzerinde Harem-i şerife girdi. Kabe'yi deve üstünde yedi defa tavaf etti. Tavaf sırasında Kabe'deki putlar, elindeki değnekle işaret ettikçe ve dokundukça, devriliyor ve; “De ki hak geldi batıl zail oldu, çünkü batıl yok olmaya mahkumdur.” mealindeki İsra suresi 8. ayetini okuyordu. Yüksek yerlerde bulunan putların da devrilmesi için Hazret-i Ali; “Ya Resulallah! Omuzuma basarak deviriniz.” deyince, “Ya Ali, sen nübüvvet sikletine tahammül edemezsin, sen benim omuzuma bas bu işi yerine getir.” buyurdu. Allah'ın Arslanı, emre uyarak mübarek omuzuna basıp yüksekte bulunan putları devirdi ve büyük nimetlere kavuştu.

Peygamberimiz daha sonra Kabe'nin anahtarını isteyip kapısını açtırdı. Hazret-i Ömer ile Osman bin Talha'ya Kabe'nin içine girip oradaki putları devirmelerini ve putlardan temizlemelerini emretti. Onlar da girip buradaki putları kırıp parçaladılar. Böylece Kabe'nin içi putlardan temizlendi. Sonra Peygamberimiz, Ömer, Bilal-i Habeşi, Üsame-tübni Zeyd ve Osman bin Talha (radıyallahü anhüm) ile birlikte Kabe'nin içine girdi. İki rekat namaz kıldı ve Beyt-i şerifin içini dolaşıp her tarafında tekbir getirdi ve bir müddet Kabe'nin içinde kaldı. Bu sırada Mekkeli Kureyş müşrikleri de, Mescid-i Haram'a toplanıp, Kabe'nin etrafını sararak haklarında verilecek kararı heyecanla bekliyorlardı.

Peygamberimiz, Kabe'nin kapısının eşiğine durup sabırsızlıkla bekleyenlere karşı şöyle buyurdu: “Allah'dan başka ilah yoktur. Yalnız Allah vardır. O'nun eşi ve ortağı yoktur. O vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Bütün düşmanlarımızı dağıttı. İyi biliniz ki cahiliyye devrine ait olan eski görenekler, kan ve mal davaları artık şu iki ayağımın altındadır, ortadan kaldırılmıştır. Yalnız Kabe hizmetiyle hacılara su dağıtma işi bırakıldı.

Ey Kureyş cemaati! Allah sizden eskiden kalma gururu, babalarla, soylarla övünmeyi giderdi. Bütün insanlar adem'den, adem de topraktan yaratılmıştır.” Peygamberimiz devam ederek; “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık ve sizi milletlere, kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız (öğünesiniz diye değil) Allah katında en iyiniz takvası en çok olanınızdır. Şüphesiz ki, Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Mealindeki ayet-i kerimeyi okudu (Hucurat suresi: 13).

Sonra da; “Ey Kureyş topluluğu! Şimdi size nasıl muamele edeceğimi sanıyorsunuz?” diye sordu. Kureyşliler: “Hayır umarız, sen kerem ve iyilik sahibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sahibi bir kardeş oğlusun! Ancak bize hayır ve iyilik yapacağına inanırız.” dediler. Peygamberimiz “Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de size: Bugün artık size geçmişten sorumluluk yoktur, derim. Haydi gidiniz, serbestsiniz.” buyurdu. O gün öğle namazı vaktinde Bilal-i Habeşi Sevgili Peygamberimizin emriyle ezan okudu.

Mekke'nin fethinin ikinci günü Peygamberimiz bir hutbe daha okudu. Bu Müslümanların kardeş olduğunu ve karşılıklı haklarını ve daha birçok hususu bildirdi. Peygamberimiz umumi af ilan ettikten sonra, Kureyşliler Müslüman oldular. Seneler önce kendilerini imana davet ettiğinde inanmayanlar, o gün Safa Tepesinde Peygamberimize biat ettiler. Erkekler, Allahü tealadan başka ilah olmadığına, Muhammed aleyhisselamın Allahü tealanın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederek İslamiyet ve cihad üzerine; Kadınlar, imandan sonra Allahü tealaya şirk koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, çocuklarını öldürmemek ve asi olmamak üzere biat ettiler.

Mekkeli müşrikler içinden bazı azılı kimseler umumi aftan hariç tutulmuştu. Bunlardan Mekke'nin fethi sırasında kaçanların bazısı yakalandıkları yerde öldürüldü. Fakat pek çoğu yine affedildi. Bunlardan affa uğrayıp, Müslüman olanlardan Ebu Cehil'in oğlu İkrime, Abdullah bin Sad, Vahşi ve Ebu Süfyan'ın hanımı Hind, Safvan, Ka'b ibni Züheyr ve Habban (radıyallahü anhüm) gibi kimseler vardı.

Peygamberimiz fetihten sonra on beş gün Mekke'de kaldı. Bu sırada Mekke çevresindeki yerlerde bulunan putlar da kırıldı. Böylece Mekke ve çevresi putlardan temizlendi. Orada bulunanlar Müslüman olmakla şereflenerek dünya ve ahiret saadetine kavuştular.

Mekke'nin fethi İslam tarihinde değil, bütün cihan tarihinde benzeri bulunmayan bir hadisedir. İmanları-İslamlıkları sebebiyle yurtlarından ayrılan Sevgili Peygamberimiz ve Eshab-ı kirama Allahü tealanın en büyük lütuflarından biridir. Bu fetihle Arabistan Yarımadasında şirkin (Allah'a ortak koşmak) cemiyet ve güç halindeki varlığı sona ermiş, Kabe ve civarı putlardan temizlenmiş, tevhid inancı kesin hakimiyetini ilan etmiştir. Mekke'nin fethi ile Arabistan Yarımadasında ilk İslam Devleti de kuruluşunu tamamlamış, bundan sonra İslamiyet üç kıtaya hızla yayılmaya başlamıştır. Mekke'nin fethi, İslamiyette öylesine derin mana ve hikmetlerle doludur ki, daha sonraki asırlarda yaşamış İslam alim, evliya ve kumandanları da çeşitli vesilelerle bu fethi kendilerine örnek alıp, hal ve işlerine de ölçü kabul etmişlerdir.


Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Şunu da belirtmekte yarar görüyoruz ki; ülkemizde son yıllarda Mekke'nin fetih tarihi "birileri" tarafından 10 gün önceye çekilerek Miladi 31 Aralık/ 1 Ocak'ta kutlanmaya başlanmıştır. Bu kutlamalar "alternatif yılbaşı" diye adlandırılmıştır. Oysa ki İslam tarihi kaynaklarına göre Miladi 1 Ocak'ta Hz. Muhammed bırakın Mekke'yi fethetmeyi daha yeni Mekke'ye doğru hareket etmiştir: "Rasûlüllah (s.a.s.), Hicretin 8'inci yılı, Ramazan'ın 10'uncu Pazartesi günü 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Medine'den çıkmıştır.
Doğru üzere sebat etmeyi Allah Subhanehu ve Tealadan dileriz.
 
Üst Ana Sayfa Alt