Mekke’nin fethi; Mekke’de, önce üç yıl boyunca gizlice yürüttüğü, daha sonra:
“Ey örtünüp bürünen,
Kalk, uyar
Rabbini tekbir et
Elbiseni temizle
Günahlardan uzak dur
Verdiğini çok bularak başa kalkma
Rabbin için sabret”
(Müddessir: 74/1-7)
Ve, “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 15/94) emirleri uyarınca açık davete giriştiği, müşriklerin ilahlarını kötülediği, onlara tapmanın sapıklık olduğunu açıkladığı, sonra arkadaşları ile beraber bu yolda müşriklerin bitip tükenmek bilmez alayları, yalanlamaları, baskıları, işkence ve suikastlerine maruz kaldığı, sonra cahiliyet taasubuna kapılarak ve sahte ilahlalarının intikamını almak için kendisini öldürmek isteyen kavminden kaçıp, “mağara arkadaşı ile beraber” Medine’ye hicret ettiği, burada bir İslam Devleti kurarak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve karşılıklı nasihatleşme esası üzerine müslüman bir toplum oluşturduğu, burada yaşayan yahudi ve civar kabilelerle bir ittifak antlaşması yaptığı ve sonra da şu ayeti kerime ile cihad emrini aldığı uzun ve meşakkatli bir davet ve cihad sürecinin meyvesidir. Cihad izni şu ayeti kerîme ile geldi:
“Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.
Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” (Hacc, 22/39-40).
Cihad izni vâki olduktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem neredeyse ğazveye çıkmadığı bir ay geçirmemiştir. Bu küçüklü büyüklü ğazve ve seriyye şeklindeki savaşlarda çoğunlukla Bedir’de olduğu gibi Allah’ın izni ile düşmanlarına karşı galip gelmiş, onlardan ganimetler ele geçirerek güçlenmiş, kimi zaman da Uhud’da olduğu gibi bir sınanma, eğitim, Allah’ın bazılarını şehitlikle nasiplendirmesi hikmeti gereği yenilgi görmüştür. Fakat iman kalbe yerleşip, onu kuşattığı, kişi onun tadını aldığı zaman, artık karşısına çıkan zorluk ve engelleri görmez. Müminlerin mutlulukları kalplerindedir. İşte bu zorluklarla dolu uzun yolculuktan sonraki yolculuk boyunca müslümanların safından düşenler düşmüş, daha önce İslam’la savaşan nicelerini Allah İslam’la şereflendirmiş ve onları İslam’ın en samimi askerleri kılmıştır.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu fethe kapı açan ve hatta bizzat fetih olan Hudeybiye antlaşması gereğince Kureyş’le mütareke halindeydi. Bu mütarekeden sonra Bekroğulları Kureyş’in, Hüzâa’ kabilesi ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in himayesine girmiştir. Sonra Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları, Kureyş’ten aldıkları silah ve asker desteği ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in müttefiği olan Hüzâa’ kabilesine saldırdı ve onlardan bazılarını katletti. Böylece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile yapmış oldukları saldırmazlık anlaşmasını bozmuş oldular. İşte bu büyük fethe, kureyş ve müttefiklerinin bu ihanetleri sebep olmuştur. İbn Kayyım bu büyük fethi şöyle niteler: “Bu en büyük fetihle Allah, dinini, elçisini, ordusunu ve hizbini aziz kıldı. Âlemlere hidâyet kıldığı beldesini ve evini kâfir ve müşriklerin elinden kurtardı. Bu, gök ehlinin sevinç ve müjde duyduğu, insanların bölük bölük Allah’ın dinine giriş kapıları açıldığı, yeryüzünün aydınlık ve sevinçle gülümsediği bir fetihtir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın bölüklerini ve Rahman’ın ordusunu hicri sekizinci yılı Ramazan ayının onuncu günü harekete geçirdi. Medine’ye kendi yerine Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn el-Gıffarî’yi bıraktı. Ümmü Mektum’un bırakılmış olduğunu söyledi.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hareket için civar kabilelerin de iştirakiyle onbin kişi toplamıştı. Yola çıktığı zaman oruçlu idi. Fakat Kedid’e ulaşınca orucunu açtı. Sahabeler de ona uyup oruçlarını açtılar.
İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’den, Ramazan’da onbin kişi ile beraber çıktı. Bu Medine’ye gelişinin sekizinci yılı ve Ramazan’ın ortasında idi. O ve diğer müslümanlar Mekke’ye oruçlu olarak hareket ettiler. Kedid’e ulaşınca -Usfan ve Fudeyd arasında bir yer- orucunu açtı, sahabeler de açtılar.” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem seferinin yönünü gizlemeye çalışarak, Kureyş’in karşısına ansızın çıkarak onlara bir sürpriz yapmak ve teslim olmalarını sağlamak; Mekke’ye savaşsız ve mukâvemetsiz olarak girmek istiyordu. Fakat, -Allah’ın kendilerine güzellik bağışladığı, daha önce Bedr’e iştirak etmiş bulunan- müslümanlardan birisi, bir mektup yazarak durumu Kureyş’e bildirmek istedi. Şimdi burada sözü Buharî’nin Ali -Radıyallahu anh-’den yaptığı rivayete bırakalım: Ali şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem beni, Zubeyr ve Mikdad’ı gönderip şöyle buyurdu:
“Haydi gidin, Ravdatu Hâh adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, onu elinden alıp getirin.”
Bu emir üzerine yola revan olduk, atlarımızı koşturarak kadına Ravda’da yetiştik ve dedik ki:
“Haydi mektubu çıkar.”
“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:
“Ya mektubu çıkarıp verirsin. Ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.
Onu hemen alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:
“Hâtıb b. Ebî Beltaa’dan Mekke’deki müşriklerden birtakım insanlara:
Bu mektubu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaş hazırlığı ile ilgili bazı işlerini onlara bildiriyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Ey Hâtıb, bu nedir?” Cevap verdi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bana kızmakta acele etme, sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Kendilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onları malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim. Yoksa bu işi ben kafir olduğum, ya da dinden döndüğümden, ya da İslam’la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gösterdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
“Bakın bu adam size doğruyu söyledi.” Ömer fırlayıp dedi ki:
“Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyudu:
“O, Bedir’de bulunmuştur, ne biliyorsun belki de Allah, Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar...” (Mümtehine, 60/1)
Evet, Bedir’e iştirak etmesi nedeniyle bu sahabenin bu günahı affedildi. Muzaffer İslam ordusu, Ümmü’l-Kurâ ve Beytullah’a doğru yola koyuldu. Diğer Arap kabileleri, bu harekete müdahale etmediler ve
“Eğer kavmi onu yenerse, artık bizim onunla savaşmamıza gerek kalmaz, o kavmini yenerse, bu onun doğruluk ve risaletini gösterir.” dediler. Bu nedenle Mekke’nin fethi, fetihlerin en büyüğü idi ve diğer yandan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelinin de yaklaşmakta olduğunun bir işaretiydi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği, ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbit et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeyi kabul edendir.” (Nasr Suresi)
Muzaffer İslam ordusu yürüyüşünü sürdürerek Mekke yakınlarına kadar geldi. Bu sırada Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Varka, yaklaşan İslam ordusu hakkında haber toplamak için Mekke dışına çıkmışlardı. O civardaki müslüman askerler tarafından esir alındılar. Urve b. Zübeyr bu olayı şöyle anlatır: Hişam b. Urve, babasından şöyle rivayet etti: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Fetih yılında (Mekke’ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyan, Hâkim b. Hizam ve Budeyl b. Verka, haber toplamak üzere yola çıktılar. Merruz’z-Zehran’a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyan dedi ki:
“Bu nedir? Sanki Arafat ateşidir.”
Büdeyl ise şöyle dedi:
“Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?”
Ebû Sufyan cevap verdi:
“Amr’ınkiler bundan sayıca azdır, olamaz. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in muhafızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüler. Ebû Süfyan müslüman oldu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Abbas’a dedi ki:
“Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanların çokluğunu görsün.”
Abbas onu orada tuttu. Kabileler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.
Her kabilenin askeri Ebû Süfyan’ın önünden geçiyordu. Ebu Süfyan da Abbas’a onların kim olduğunu soruyordu. Gifar kabilesi geçti, Abbas’a sordu:
“Bunlar kimdir?”
“Gifar’dır.”
“Gifar’dan bana ne?” dedi
Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa’d b. Hüzeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Sonra Süleym geçti, aynı soru, aynı cevap.
Ardından misli görülmemiş bir bölük geçince, sordu:
“Ya bunlar kimdir?” Cevap verdi:
“Bunlar Ensardır, başlarında elinde sancağı Sa’d b. Ubade bulunmaktaydı. Sa’d dedi ki:
“Ey Ebû Süfyan! Bugün harb günüdür. Bugün Ka’be helal kılınacaktır.” Ebu Süfyan dedi ki:
“Ey Abbas, Bugün koruma vazifesini yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol.)
Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in de içinde bulunduğu en büyük ve en kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr’in elinde bulunuyordu.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyan dedi ki:
“Sa’d b. Ubade’nin ne dediğini bilmiyor musun?”
“Ne dedi” buyurdu.
“Böyle böyle dedi”
“Sa’d yalan söylemiştir. Lakin bugün Allah’ın Kabe’yi yücelteceği, Kabe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Sonra sancağının Hucun dağına dikilmesini emretti.”
Muzaffer ordunun Mekke’ye girişi hususunda da Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti:
“Fetih günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Mekke’ye gelince ordunun sağ koluna Halid b. Velid’i sol koluna ise Zubeyr’i ve zırhsız askerlerin başına da Ebû Ubeyde’yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise ordunun ortalarında bulunmaktaydı. Bakıp beni görünce
“Ey Ebû Hureyre” diye seslendi.
“Buyur ey Allah’ın Rasulü” dedim.
“Bana Ensar’ı çağır” buyurdu.
Ensar derhal etrafını sardılar.
Kureyş ise Allah’ın Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem ile savaşmak üzere kendine ait muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler:
“Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehine bir zafer olursa biz de onlarla beraber oluruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.”
Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere:
“Kureyş’in cemaatleri ile onlara tabi olanları işte görüyorsunuz” dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak “onları biçin” emri verdi.
Sonra şöyle dedi: “Safa’da buluşuruz”
Ravi şöyle der: O gün onlara ulaşmak isteyen herkesi uyuttular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safa’ya çıktı. Ensar geldi ve Safa’yı sardılar. Sonra Ebû Süfyan geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.” Ebû Süfyan, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini söyledi:
Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse güvencededir. Kim silahı elinden bırakırsa güvencededir. Kim evine girip kapısını örterse o da güvencededir.”
İbn Kayyım şöyle dedi: Handeme’de müslümanlarla savaşmak üzere İkrime b. Ebi Cehl, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. ‘Amr ile beraber Kureyş’ten ayak takımı insanlar bir araya toplandılar. Bekr oğullarından Hımas b. Kays, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girmeden önce ona karşı kullanılmak üzere silah hazırlıyordu. Karısı ona:
“Bunları niçin hazırlıyorsun?” diye sordu. O:
“Muhammed ve ashabı için”, dedi. Kadın:
“Vallahi, Muhammed ve ashabına hiçbir kimse ve hiçbir şey karşı koyamaz”, dedi. Hımas:
“Vallahi ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmet ettirmeyi dahi umuyorum”, dedi ve sonra şu beyti okudu:
“Onlar bugün gelecek olurlarsa, hasta değilim karşılarına çıkacak güçteyim.
Şu mükemmel silahlar: Uzun demirli mızrakla, iki ağızlı çabukça sıyrılan keskin kılıç da yanımdadır.”
Sonra Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehl ve Suheyl b. ‘Amr’ın Handeme’de topladığı savaş birliğine katıldı. Müslümanlar onlarla karşılaşınca kısa bir çarpışma oldu ve müslümanlardan Kürz b. Cabir el-Fihrî ve Huneys b. Halid b. Rabia şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velid’in komutası altındaydılar. Onun gittiği yoldan saparak başka bir yola girdiler ve öldürüldüler. Müşrikler de on iki kadar ölü verdikten sonra dağılıp, kaçmaya başladılar. Onlara silah getiren Hımas da kaçıp canını zor kurtardı. Gelip evine gizlendi ve karısına:
“Kapıyı kitle”, dedi. Karısı onunla:
“Hani dediğin nerede?” diye alay edince, şöyle dedi:
“Eğer sen Handeme’de bizim halimizi: Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. ‘Amr’ın nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğunu, bacak ve kafa taslarının nasıl biçildiklerini, onların, arkamızdan nasıl haykırdıklarını görmüş olsaydın beni kınayacak en küçük bir söz bile bulamazdın.”
Buharî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği gibi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye yukarıdan girdi:
“Fetih günü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem terkisinde Üsame b. Zeyd ve beraberinde Bilal ve Osman b. Talha olduğu halde devesi üzerinde Mekke’nin üst tarafından Mescide girdi. Mescidin kayyumu olan Osman b. Talha’ya, Kabe’nin anahtarının getirilmesini emretti. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile beraber Kabe’nin içine girdi. Orada uzun bir süre geçirdi. Sonra insanların arasına çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çıktıktan sonra oraya ilk önce giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilal’in kapının arkasında ayakta durduğunu gördü. Ona: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilal, ona Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in namaz kıldığı yeri gösterdi.
Abdullah şöyle der: Bilal’e Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kaç rekat kıldığını sormayı unuttum.”
Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem putların yıkılmasını ve Beytullah’ın onlardan temizlenmesini emretti. Kendisi de bizzat bu işe katılarak elindeki yayı ile onları teker teker devirmiştir. Putları devirirken bir yandan da: “Yine de ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.
Kâbe’de bulunan üçyüzaltmış putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmâil ve İshâk’ı fal oku çeker şekilde gösteren resimler zaferan ile silindi. Bir rivâyete göre Kâbe’nin içinde Meryem’in de resmi vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu resimler silinmeden Kâbe’ye girmedi. Sonra içeri girdi ve ön iki direk arasında iki rekât namaz kıldı. Kâbe altı direk üzerine bina edilmiştir. Kâbe’nin kapısını arkasına alarak, iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk de arkasında olmak üzere namaz kıldı. Sonra dışarı çıktı ve Kâbe’nin anahtarını tekrar, Osman b. Talha’ya verdi. Kâbe’nin Kayyumluğu cahiliyye döneminde Şeybe oğullarının elindeydi, onların bu konumlarını devam ettirdi. Sonra eliyle Hacerü’l-Esved’i selamlayarak, tekbirler, zikirler ve şükür ifadeleriyle Beyt’i tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğfer vardı. Sonra siyah bir sarık sardı. Bu, umre veya hac yapmaya niyeti olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerini göstermektedir.
İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:
“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’e Kâbe’nin üstüne tırmanıp ezan okumasını emretti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Ebû Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine giderek yıkandı ve sekiz rekat namaz kıldı. Vakit kuşluk idi. Bu nedenle, bazıları bunun kuşluk namazı olduğunu sandılar. Fakat bu kuşluk değil, fetih namazıdır. Ümmü Hani Kayın biraderlerinden iki kişiye eman verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani” Fetih tamamlandıktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dokuz kişi hariç, tüm Mekke’liler için genel af ilan etti. Bu dokuz azılı İslam düşmanının ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışık bulunsalar dahi öldürülmelerini emretti. Bunlar Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh, İkrime b. Ebu Cehl, Abduluzza b. Hatal, el-Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Mikyes b. Subaba, Habbâr b. Esved ve İbn Hatal’in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin şarkılar okuyan iki cariyesi ile Abdulmuttalib oğullarından birisine ait bir cariye olan Sâre.
Bunlardan İbn Ebu Serh tekrar İslam’a girdi. Daha önce müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Fakat bir süre sonra dinden döndü ve Mekke’ye gelerek müşriklere katıldı. Şimdi canı tehlikeye girince tekrar müslüman oldu.
İkrime’ye gelince; hanımı onun için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den eman aldı. Bunun üzerine geri dönerek müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi.
İbn Hatal, el-Haris, Mikyes ve o iki cariyeden biri öldürüldüler. Habbar b. Esved’e gelince ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e hakaret eden ve vuran o idi - kaçmayı başardı. Sonra müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Sâre ve diğer cariye’ye de insanların talebi üzerine eman verdi. Onlar da müslüman oldular.
Böylece Allah’ın elçisine vaadi gerçekleşti. Zafer ve fetih müyesser kılındı. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine girdiler. Cahiliyet ve putperestlik yok oldu.
Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Allah, dinini, elçisini ve müminleri izzet ve şerefe kavuşturdu. Fakat tüm bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşti. Fakat bu büyük fetihe; mücadeleleri, cihadları, sabırları, davetleri hatta kan ve ruhları ile katkıda bulunan birçok kahraman kimseler, müminlerin bu zafer sevincine ortak olamadılar. Çünkü onlar, dinin zaferi ve Rabbu’l-Aleminin sancağıın yükselmesi için sahip oldukları herşeylerini feda ettikten sonra, Allah yolunda şehid düşmüşlerdi. Mus’ab b. Umeyr, Hamza b. Abdulmuttalib, İbn Revâha, Sa’d b. Muâz, Abdullah b. Haram, Haram b. Milhan ve daha isimlerini sayamayacağımız niceleri. Fakat onlar, zafer mutluluğunu göremeseler de, Allah yolundaki cihadlarının sevabını tam olarak aldılar. Allah ve Resulünün sevgisine mazhar oldular. Her bir mücahidin, hak ile batıl arasındaki mücadelenin nihai sonucunu görmesi gerekmemektedir. Bazılarının eceli, onları bu mücadelenin daha ilk aşamalarında yakalayabilir. Bazen arızi bir yenilgi yaşanır. Çalışmaların tam olarak karşılığı Allahu Teala’nın buyurduğu gibi kıyamet günündedir.
“Yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185)
Allah’tan bizi samimiyetle dinine hizmet eden, fetihlere vesile olan kullarından kılmasını diliyoruz
“Ey örtünüp bürünen,
Kalk, uyar
Rabbini tekbir et
Elbiseni temizle
Günahlardan uzak dur
Verdiğini çok bularak başa kalkma
Rabbin için sabret”
(Müddessir: 74/1-7)
Ve, “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 15/94) emirleri uyarınca açık davete giriştiği, müşriklerin ilahlarını kötülediği, onlara tapmanın sapıklık olduğunu açıkladığı, sonra arkadaşları ile beraber bu yolda müşriklerin bitip tükenmek bilmez alayları, yalanlamaları, baskıları, işkence ve suikastlerine maruz kaldığı, sonra cahiliyet taasubuna kapılarak ve sahte ilahlalarının intikamını almak için kendisini öldürmek isteyen kavminden kaçıp, “mağara arkadaşı ile beraber” Medine’ye hicret ettiği, burada bir İslam Devleti kurarak, sevgi, kardeşlik, yardımlaşma ve karşılıklı nasihatleşme esası üzerine müslüman bir toplum oluşturduğu, burada yaşayan yahudi ve civar kabilelerle bir ittifak antlaşması yaptığı ve sonra da şu ayeti kerime ile cihad emrini aldığı uzun ve meşakkatli bir davet ve cihad sürecinin meyvesidir. Cihad izni şu ayeti kerîme ile geldi:
“Kendileriyle savaşılan (mümin)lere (karşı koyma) izni verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir ve şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye kadirdir.
Onlar, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın bazı insanları diğer bazılarıyla savması olmasaydı, içlerinde Allah’ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. Allah kendi (dini) ne yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah, kuvvetlidir, gâliptir.” (Hacc, 22/39-40).
Cihad izni vâki olduktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem neredeyse ğazveye çıkmadığı bir ay geçirmemiştir. Bu küçüklü büyüklü ğazve ve seriyye şeklindeki savaşlarda çoğunlukla Bedir’de olduğu gibi Allah’ın izni ile düşmanlarına karşı galip gelmiş, onlardan ganimetler ele geçirerek güçlenmiş, kimi zaman da Uhud’da olduğu gibi bir sınanma, eğitim, Allah’ın bazılarını şehitlikle nasiplendirmesi hikmeti gereği yenilgi görmüştür. Fakat iman kalbe yerleşip, onu kuşattığı, kişi onun tadını aldığı zaman, artık karşısına çıkan zorluk ve engelleri görmez. Müminlerin mutlulukları kalplerindedir. İşte bu zorluklarla dolu uzun yolculuktan sonraki yolculuk boyunca müslümanların safından düşenler düşmüş, daha önce İslam’la savaşan nicelerini Allah İslam’la şereflendirmiş ve onları İslam’ın en samimi askerleri kılmıştır.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu fethe kapı açan ve hatta bizzat fetih olan Hudeybiye antlaşması gereğince Kureyş’le mütareke halindeydi. Bu mütarekeden sonra Bekroğulları Kureyş’in, Hüzâa’ kabilesi ise Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in himayesine girmiştir. Sonra Kureyş’in müttefiği olan Bekroğulları, Kureyş’ten aldıkları silah ve asker desteği ile Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in müttefiği olan Hüzâa’ kabilesine saldırdı ve onlardan bazılarını katletti. Böylece Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem ile yapmış oldukları saldırmazlık anlaşmasını bozmuş oldular. İşte bu büyük fethe, kureyş ve müttefiklerinin bu ihanetleri sebep olmuştur. İbn Kayyım bu büyük fethi şöyle niteler: “Bu en büyük fetihle Allah, dinini, elçisini, ordusunu ve hizbini aziz kıldı. Âlemlere hidâyet kıldığı beldesini ve evini kâfir ve müşriklerin elinden kurtardı. Bu, gök ehlinin sevinç ve müjde duyduğu, insanların bölük bölük Allah’ın dinine giriş kapıları açıldığı, yeryüzünün aydınlık ve sevinçle gülümsediği bir fetihtir. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem İslam’ın bölüklerini ve Rahman’ın ordusunu hicri sekizinci yılı Ramazan ayının onuncu günü harekete geçirdi. Medine’ye kendi yerine Ebu Ruhm Külsüm b. Husayn el-Gıffarî’yi bıraktı. Ümmü Mektum’un bırakılmış olduğunu söyledi.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem bu hareket için civar kabilelerin de iştirakiyle onbin kişi toplamıştı. Yola çıktığı zaman oruçlu idi. Fakat Kedid’e ulaşınca orucunu açtı. Sahabeler de ona uyup oruçlarını açtılar.
İbn Abbas -Radıyallahu anhuma-’dan: “Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Medine’den, Ramazan’da onbin kişi ile beraber çıktı. Bu Medine’ye gelişinin sekizinci yılı ve Ramazan’ın ortasında idi. O ve diğer müslümanlar Mekke’ye oruçlu olarak hareket ettiler. Kedid’e ulaşınca -Usfan ve Fudeyd arasında bir yer- orucunu açtı, sahabeler de açtılar.” Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem seferinin yönünü gizlemeye çalışarak, Kureyş’in karşısına ansızın çıkarak onlara bir sürpriz yapmak ve teslim olmalarını sağlamak; Mekke’ye savaşsız ve mukâvemetsiz olarak girmek istiyordu. Fakat, -Allah’ın kendilerine güzellik bağışladığı, daha önce Bedr’e iştirak etmiş bulunan- müslümanlardan birisi, bir mektup yazarak durumu Kureyş’e bildirmek istedi. Şimdi burada sözü Buharî’nin Ali -Radıyallahu anh-’den yaptığı rivayete bırakalım: Ali şöyle dedi: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem beni, Zubeyr ve Mikdad’ı gönderip şöyle buyurdu:
“Haydi gidin, Ravdatu Hâh adlı mevkiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, onu elinden alıp getirin.”
Bu emir üzerine yola revan olduk, atlarımızı koşturarak kadına Ravda’da yetiştik ve dedik ki:
“Haydi mektubu çıkar.”
“Bende mektub falan yoktur” deyince, şöyle dedik:
“Ya mektubu çıkarıp verirsin. Ya da elbiselerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.” Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.
Onu hemen alıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:
“Hâtıb b. Ebî Beltaa’dan Mekke’deki müşriklerden birtakım insanlara:
Bu mektubu Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in savaş hazırlığı ile ilgili bazı işlerini onlara bildiriyordu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Ey Hâtıb, bu nedir?” Cevap verdi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bana kızmakta acele etme, sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Kureyş arasında akrabası olmayan biriyim. Kendilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları vardır ki onları malları ve ailelerini korurlar. Fakat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edinmek istedim. Yoksa bu işi ben kafir olduğum, ya da dinden döndüğümden, ya da İslam’la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gösterdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.
Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi:
“Bakın bu adam size doğruyu söyledi.” Ömer fırlayıp dedi ki:
“Beni bırak da bu münafığın boynunu vurayım.” Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyudu:
“O, Bedir’de bulunmuştur, ne biliyorsun belki de Allah, Bedir ehline muttali olup da şöyle buyurmuştur: “İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım.” Bunun üzerine Allah şu ayeti inzal buyurdu:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz. Halbuki onlar Rabbiniz olan Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar...” (Mümtehine, 60/1)
Evet, Bedir’e iştirak etmesi nedeniyle bu sahabenin bu günahı affedildi. Muzaffer İslam ordusu, Ümmü’l-Kurâ ve Beytullah’a doğru yola koyuldu. Diğer Arap kabileleri, bu harekete müdahale etmediler ve
“Eğer kavmi onu yenerse, artık bizim onunla savaşmamıza gerek kalmaz, o kavmini yenerse, bu onun doğruluk ve risaletini gösterir.” dediler. Bu nedenle Mekke’nin fethi, fetihlerin en büyüğü idi ve diğer yandan Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in ecelinin de yaklaşmakta olduğunun bir işaretiydi. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği, ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini överek tesbit et, O’ndan mağfiret dile. Çünkü O tevbeyi kabul edendir.” (Nasr Suresi)
Muzaffer İslam ordusu yürüyüşünü sürdürerek Mekke yakınlarına kadar geldi. Bu sırada Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan, Hakim b. Hizam ve Büdeyl b. Varka, yaklaşan İslam ordusu hakkında haber toplamak için Mekke dışına çıkmışlardı. O civardaki müslüman askerler tarafından esir alındılar. Urve b. Zübeyr bu olayı şöyle anlatır: Hişam b. Urve, babasından şöyle rivayet etti: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in Fetih yılında (Mekke’ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyan, Hâkim b. Hizam ve Budeyl b. Verka, haber toplamak üzere yola çıktılar. Merruz’z-Zehran’a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle karşılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyan dedi ki:
“Bu nedir? Sanki Arafat ateşidir.”
Büdeyl ise şöyle dedi:
“Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?”
Ebû Sufyan cevap verdi:
“Amr’ınkiler bundan sayıca azdır, olamaz. Derken Allah Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem’in muhafızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’e götürdüler. Ebû Süfyan müslüman oldu. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Abbas’a dedi ki:
“Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanların çokluğunu görsün.”
Abbas onu orada tuttu. Kabileler Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.
Her kabilenin askeri Ebû Süfyan’ın önünden geçiyordu. Ebu Süfyan da Abbas’a onların kim olduğunu soruyordu. Gifar kabilesi geçti, Abbas’a sordu:
“Bunlar kimdir?”
“Gifar’dır.”
“Gifar’dan bana ne?” dedi
Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa’d b. Hüzeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Sonra Süleym geçti, aynı soru, aynı cevap.
Ardından misli görülmemiş bir bölük geçince, sordu:
“Ya bunlar kimdir?” Cevap verdi:
“Bunlar Ensardır, başlarında elinde sancağı Sa’d b. Ubade bulunmaktaydı. Sa’d dedi ki:
“Ey Ebû Süfyan! Bugün harb günüdür. Bugün Ka’be helal kılınacaktır.” Ebu Süfyan dedi ki:
“Ey Abbas, Bugün koruma vazifesini yapacağın en iyi fırsat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol.)
Sonra Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem’in de içinde bulunduğu en büyük ve en kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr’in elinde bulunuyordu.
Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyan dedi ki:
“Sa’d b. Ubade’nin ne dediğini bilmiyor musun?”
“Ne dedi” buyurdu.
“Böyle böyle dedi”
“Sa’d yalan söylemiştir. Lakin bugün Allah’ın Kabe’yi yücelteceği, Kabe’nin giydirileceği muazzam bir gündür” buyurdu. Sonra sancağının Hucun dağına dikilmesini emretti.”
Muzaffer ordunun Mekke’ye girişi hususunda da Müslim, Ebu Hureyre’den şöyle rivayet etti:
“Fetih günü Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ile beraberdik. Mekke’ye gelince ordunun sağ koluna Halid b. Velid’i sol koluna ise Zubeyr’i ve zırhsız askerlerin başına da Ebû Ubeyde’yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem ise ordunun ortalarında bulunmaktaydı. Bakıp beni görünce
“Ey Ebû Hureyre” diye seslendi.
“Buyur ey Allah’ın Rasulü” dedim.
“Bana Ensar’ı çağır” buyurdu.
Ensar derhal etrafını sardılar.
Kureyş ise Allah’ın Rasulü Sallallahu aleyhi vesellem ile savaşmak üzere kendine ait muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler:
“Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehine bir zafer olursa biz de onlarla beraber oluruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.”
Allah Resulü Sallallahu aleyhi vesellem yanındakilere:
“Kureyş’in cemaatleri ile onlara tabi olanları işte görüyorsunuz” dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak “onları biçin” emri verdi.
Sonra şöyle dedi: “Safa’da buluşuruz”
Ravi şöyle der: O gün onlara ulaşmak isteyen herkesi uyuttular. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Safa’ya çıktı. Ensar geldi ve Safa’yı sardılar. Sonra Ebû Süfyan geldi ve şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Rasulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.” Ebû Süfyan, Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle dediğini söyledi:
Kim Ebû Süfyan’ın evine girerse güvencededir. Kim silahı elinden bırakırsa güvencededir. Kim evine girip kapısını örterse o da güvencededir.”
İbn Kayyım şöyle dedi: Handeme’de müslümanlarla savaşmak üzere İkrime b. Ebi Cehl, Safvan b. Ümeyye ve Süheyl b. ‘Amr ile beraber Kureyş’ten ayak takımı insanlar bir araya toplandılar. Bekr oğullarından Hımas b. Kays, Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye girmeden önce ona karşı kullanılmak üzere silah hazırlıyordu. Karısı ona:
“Bunları niçin hazırlıyorsun?” diye sordu. O:
“Muhammed ve ashabı için”, dedi. Kadın:
“Vallahi, Muhammed ve ashabına hiçbir kimse ve hiçbir şey karşı koyamaz”, dedi. Hımas:
“Vallahi ben onlardan bazılarını esir alıp sana hizmet ettirmeyi dahi umuyorum”, dedi ve sonra şu beyti okudu:
“Onlar bugün gelecek olurlarsa, hasta değilim karşılarına çıkacak güçteyim.
Şu mükemmel silahlar: Uzun demirli mızrakla, iki ağızlı çabukça sıyrılan keskin kılıç da yanımdadır.”
Sonra Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebi Cehl ve Suheyl b. ‘Amr’ın Handeme’de topladığı savaş birliğine katıldı. Müslümanlar onlarla karşılaşınca kısa bir çarpışma oldu ve müslümanlardan Kürz b. Cabir el-Fihrî ve Huneys b. Halid b. Rabia şehid edildi. Bunlar Hâlid b. Velid’in komutası altındaydılar. Onun gittiği yoldan saparak başka bir yola girdiler ve öldürüldüler. Müşrikler de on iki kadar ölü verdikten sonra dağılıp, kaçmaya başladılar. Onlara silah getiren Hımas da kaçıp canını zor kurtardı. Gelip evine gizlendi ve karısına:
“Kapıyı kitle”, dedi. Karısı onunla:
“Hani dediğin nerede?” diye alay edince, şöyle dedi:
“Eğer sen Handeme’de bizim halimizi: Safvan’ın nasıl kaçtığını, İkrime’nin nasıl kaçtığını, Ebu Yezid Süheyl b. ‘Amr’ın nasıl kocası öldürülmüş ve yetimlerle ayakta kalmış bir kadına döndüğünü, kılıçlarla nasıl karşılanıp vurulduğunu, bacak ve kafa taslarının nasıl biçildiklerini, onların, arkamızdan nasıl haykırdıklarını görmüş olsaydın beni kınayacak en küçük bir söz bile bulamazdın.”
Buharî’nin Abdullah b. Ömer’den rivayet ettiği gibi Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem Mekke’ye yukarıdan girdi:
“Fetih günü Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem terkisinde Üsame b. Zeyd ve beraberinde Bilal ve Osman b. Talha olduğu halde devesi üzerinde Mekke’nin üst tarafından Mescide girdi. Mescidin kayyumu olan Osman b. Talha’ya, Kabe’nin anahtarının getirilmesini emretti. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha ile beraber Kabe’nin içine girdi. Orada uzun bir süre geçirdi. Sonra insanların arasına çıktı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem çıktıktan sonra oraya ilk önce giren Abdullah b. Ömer oldu. Bilal’in kapının arkasında ayakta durduğunu gördü. Ona: “Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem nerede namaz kıldı?” diye sordu. Bilal, ona Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem’in namaz kıldığı yeri gösterdi.
Abdullah şöyle der: Bilal’e Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kaç rekat kıldığını sormayı unuttum.”
Prof. Dr. Ekrem el-Umerî şöyle dedi:
Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem putların yıkılmasını ve Beytullah’ın onlardan temizlenmesini emretti. Kendisi de bizzat bu işe katılarak elindeki yayı ile onları teker teker devirmiştir. Putları devirirken bir yandan da: “Yine de ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Zaten batıl yok olmaya mahkumdur” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.
Kâbe’de bulunan üçyüzaltmış putun tamamı yıkıldı. İbrahim, İsmâil ve İshâk’ı fal oku çeker şekilde gösteren resimler zaferan ile silindi. Bir rivâyete göre Kâbe’nin içinde Meryem’in de resmi vardı. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem bu resimler silinmeden Kâbe’ye girmedi. Sonra içeri girdi ve ön iki direk arasında iki rekât namaz kıldı. Kâbe altı direk üzerine bina edilmiştir. Kâbe’nin kapısını arkasına alarak, iki direk solunda, bir direk sağında ve üç direk de arkasında olmak üzere namaz kıldı. Sonra dışarı çıktı ve Kâbe’nin anahtarını tekrar, Osman b. Talha’ya verdi. Kâbe’nin Kayyumluğu cahiliyye döneminde Şeybe oğullarının elindeydi, onların bu konumlarını devam ettirdi. Sonra eliyle Hacerü’l-Esved’i selamlayarak, tekbirler, zikirler ve şükür ifadeleriyle Beyt’i tavaf etti. İhramsız idi ve başında miğfer vardı. Sonra siyah bir sarık sardı. Bu, umre veya hac yapmaya niyeti olmayan kimselerin Mekke’ye ihramsız olarak girebileceklerini göstermektedir.
İbn Kayyım -Rahmetullahi aleyh- şöyle dedi:
“Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem, Bilâl’e Kâbe’nin üstüne tırmanıp ezan okumasını emretti. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem daha sonra Ebû Talib’in kızı Ümmü Hani’nin evine giderek yıkandı ve sekiz rekat namaz kıldı. Vakit kuşluk idi. Bu nedenle, bazıları bunun kuşluk namazı olduğunu sandılar. Fakat bu kuşluk değil, fetih namazıdır. Ümmü Hani Kayın biraderlerinden iki kişiye eman verdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:
“Senin eman verdiğine biz de eman verdik ey Ümmü Hani” Fetih tamamlandıktan sonra Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem dokuz kişi hariç, tüm Mekke’liler için genel af ilan etti. Bu dokuz azılı İslam düşmanının ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışık bulunsalar dahi öldürülmelerini emretti. Bunlar Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serh, İkrime b. Ebu Cehl, Abduluzza b. Hatal, el-Haris b. Nüfeyl b. Vehb, Mikyes b. Subaba, Habbâr b. Esved ve İbn Hatal’in Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem hakkında çirkin şarkılar okuyan iki cariyesi ile Abdulmuttalib oğullarından birisine ait bir cariye olan Sâre.
Bunlardan İbn Ebu Serh tekrar İslam’a girdi. Daha önce müslüman olmuş ve Medine’ye hicret etmişti. Fakat bir süre sonra dinden döndü ve Mekke’ye gelerek müşriklere katıldı. Şimdi canı tehlikeye girince tekrar müslüman oldu.
İkrime’ye gelince; hanımı onun için Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’den eman aldı. Bunun üzerine geri dönerek müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi.
İbn Hatal, el-Haris, Mikyes ve o iki cariyeden biri öldürüldüler. Habbar b. Esved’e gelince ki Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem’in kızı Zeyneb’e hakaret eden ve vuran o idi - kaçmayı başardı. Sonra müslüman oldu ve İslam’ını güzelleştirdi. Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem Sâre ve diğer cariye’ye de insanların talebi üzerine eman verdi. Onlar da müslüman oldular.
Böylece Allah’ın elçisine vaadi gerçekleşti. Zafer ve fetih müyesser kılındı. İnsanlar bölük bölük Allah’ın dinine girdiler. Cahiliyet ve putperestlik yok oldu.
Allah’ın yardım ve zaferi ile müminler feraha kavuştular. Allah, dinini, elçisini ve müminleri izzet ve şerefe kavuşturdu. Fakat tüm bunlar yirmi yıl süren uzun ve meşakkatli bir mücadele, cihad ve sabır maratonundan sonra gerçekleşti. Fakat bu büyük fetihe; mücadeleleri, cihadları, sabırları, davetleri hatta kan ve ruhları ile katkıda bulunan birçok kahraman kimseler, müminlerin bu zafer sevincine ortak olamadılar. Çünkü onlar, dinin zaferi ve Rabbu’l-Aleminin sancağıın yükselmesi için sahip oldukları herşeylerini feda ettikten sonra, Allah yolunda şehid düşmüşlerdi. Mus’ab b. Umeyr, Hamza b. Abdulmuttalib, İbn Revâha, Sa’d b. Muâz, Abdullah b. Haram, Haram b. Milhan ve daha isimlerini sayamayacağımız niceleri. Fakat onlar, zafer mutluluğunu göremeseler de, Allah yolundaki cihadlarının sevabını tam olarak aldılar. Allah ve Resulünün sevgisine mazhar oldular. Her bir mücahidin, hak ile batıl arasındaki mücadelenin nihai sonucunu görmesi gerekmemektedir. Bazılarının eceli, onları bu mücadelenin daha ilk aşamalarında yakalayabilir. Bazen arızi bir yenilgi yaşanır. Çalışmaların tam olarak karşılığı Allahu Teala’nın buyurduğu gibi kıyamet günündedir.
“Yaptıklarınızın karşılığı kıyamet gününde size tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185)
Allah’tan bizi samimiyetle dinine hizmet eden, fetihlere vesile olan kullarından kılmasını diliyoruz