Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Mevdudi'yi Eleştiren Sofi Ömer Faruk Korkmaz'a Cevab?

M Çevrimdışı

mübahis

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Esselamu Aleykum hocam
İmam Mevdudi(r.aleyh) bildiği üzere bazı kesimler tarafından "Ehli sünnet ölçer(!)" olarak kullanılan kıymetli bir insandır. Aslında bu kesimlerin onu tahkir etmesi bile onun büyüklüğüne inşaAllah bir delildir.
Bu kesimlerden birine(İsmailağa) mensub olan Ömer Faruk Korkmaz isimli birisi tarafından kaleme alınan bir yazı bunların klavye mücahdleri tarafından paylaşılmaktadır yazı ise şöyle:

MEVDÛDÎ EHL-İ SÜNNET MİDİR?




  1. Mevdudi, İlah, Rab, İbadet ve din kelimelerini açıklarken bu kelimelerin iyi anlaşılması gerektiğine vurgu yapar ve mezkûr kelimeleri tam manasıyla idrak edemeyen kimsenin ne Kur’an’ı, ne Tevhidi, ne şirki ve ne de İbadetin yalnızca Allah’a ait olması gerektiği hususunu anlayamayacağını söyler. Daha sonra konuyu bu kelimelerin Kur’an’ın nüzulü zamanında dahi düzgün anlaşılamadığına ve bunun sebebinin de Arapça zevkinin az olması ve o zaman doğan kimselerin İslam içinde doğması sebebiyle kâfirler arasında bu kelimelerin hangi manada kullanıldıklarının bilinmemesi şeklindeki iki etken olduğuna getirir. Mevdudi’ye göre bu kelimelerin manası lügatçiler ve tefsir ehli tarafından dahi anlaşılamamıştır.[1] Yani, bu görüşüyle Mevdudi, bahsi yapılan kelimelerin Resulullah (s.a.v) döneminde dahi Peygamber veya sahabe tarafından tam anlaşılamadığını savunmuş oluyor.
  2. Mevdûdî aynı eserinde Cenab-ı Allah’ın Hz. Peygamber Aleyhissalatü vesselam’a “Nasr” süresinde istiğfar etmeyi emrettiğini bunun da sebebinin Peygamberden farzların edası hususunda yaptığı eksiklikler ve noksanlıklar olduğunu söyler.[2] Yani Mevdudi’ye göre Hz. Peygamber kendisine emredilen farzları istenildiği şekilde bi zatihi yerine getirememiş ve bundan dolayı da kendisinden Allah’tan mağfiret talep etmesi istenmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamberin bir ibadet olan namazlardan sonra istiğfar ettiğini ve istiğfar etmenin her zaman günah mukabilinde olmayacağı hususunu görmezden gelmiştir. Zaten şaz görüşlerinden birisi de Peygamberlerde ismet sıfatının gerekli olmadığını ima eden sözleridir.
  3. Mevdudi’ye göre İslâm maslahat anında değişkenlik gösteren bir dindir. Bunun misali de şudur: Allah Tealâ Kur’an-ı Mübin’de “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık. Böylece biz sizi tanışasınız diye bir takım kavimler ve kabileler yaptık. Şüphesiz Allah katında en değerliniz en ziyade takva sahibi olanınızdır” [3] buyurmaktadır. Bu dinde asıl olarak telakki edilmiş olan bir kaidedir ki bu kaidenin esası adalet ve herkes arasında eşitlik ilkesine dayanmaktadır. Peygamber Aleyhisselam bu esasla belli bir müddet amel etmiş hatta köleler veya azadlı köleleri başkan olarak tayin etmiştir. Ama daha sonra ne kadar da süratli bir biçimde bu kaideyi terk etmiş ve memleket nizamının maslahatı için “İmamlar ancak Kureyştendir” buyurmuştur. Bu fikrine göre Hz. Peygamber Arapların kendi üzerlerine acem olan birisinin ya da daha hususi anlamda Kureyşten olmayan birisinin başkan olarak tayin edilmesini istemediklerinden Peygamber Aleyhisselam Kur’an’ın koyduğu bu esasla amel etmeyi terk etmiştir(!)
  4. (“Resail-Mesail”s.57) isimli eserinde Hz. Peygamberin kıyamet alametleri sadedinde ta bundan bin üç yüz elli sene önce Deccal’in çıkacağını haber verdiğini söyleyen Mevdûdî Deccal’in şu ana dek çıkmadığını öne sürerek Hz. Peygamberin bu sözünün sadece bir zandan ibaret olduğunu ve bu zannında da (hâşâ) yanıldığını söylemektedir. Yani Mevdudi’ye göre Hz. Peygamber Deccal’in çıkacağını kıyas ve zan yolu üzere söylemiş ve bu söylemlerinin hemen tamamında bir şek ve şüphe içerisinde bulunmuştur. Zira bazen Deccal’in Horasandan çıkacağını söylemesine rağmen, bazen Isfahan’dan ve bazı zamanlarda da Irak ile Şam arasından çıkacağını söylemiş olması (hâşâ) onun bu konudaki şüpheli tutumunun göstergesidir.
  5. “Tefhimu’l-Kur’an”ın da Yunus aleyhisselam’ın kavminden toplu olarak iman etmeleri sebebiyle azabın kaldırılmasını tefsir eden Mevdudî bunun sebebi azap için gerekli olan sebeplerin henüz o kavimde bulunmamış olmasıdır der. Zira Mevdudi’ye göre Yunus Aleyhisselam risaletini tebliğ hususunda eksiklikler yapmış ve bu sebeple kavmine Allah’ın buyruklarını tam anlamıyla ulaştıramamıştır. Zaten Yunus Aleyhisselam Farzın edası hususunda eksiklik yapan birisidir(!)
  6. Aynı tefsirinde İbrahim Aleyhisselam’ın Allah Azze ve Celleyi araması hususunda kıssa edilen yıldızı ayı ve güneşi görerek istidlalde bulunmasını anlatan ayetlerde geçen “hâzâ rabbî/ bu benim rabbimdir” ifadelerinin zahirine takılan ve ulemanın bu husustaki beyanlarını görmezden gelen Mevdudi bu meyanda kendisine şu soruyu sorar: “Şimdi, İbrahim Aleyhisselam müşrik mi olmuştur?” diye sorulursa şöyle derim “Hakkı arayan bir kimse için tevhide ulaşıncaya dek bu şirk mertebelerinden kaçış yoktur. (!)”
  7. Mevdudi’ye göre sokaklarda, toplantılarda ve eğitim verilen müesseselerde erkek ve kadınların ihtilat ettikleri/ karışık bulundukları bir toplumda zina haddi uygulamak zulüm olacaktır. Serikat haddi diye tabir ettiğimiz hırsızın elinin kesilmesi şeklindeki kanun-i ilâhi de aynı hükme tabidir.[4]
  8. Manen tevatürle sabit olan ve Keşmirî’nin “Tasrih”inin baş tarafında münkirinin küfre gireceğini söylediği Hz. İsa’nın kıyamete yakın inişini de pek kabullenmeyen Mevdudi’ye göre Kur’an-ı Kerim İsa Aleyhisselam’ın diri olarak göklere yükseltildiği hususunda hiçbir şey söylememiştir.

Yanlış görüşlerinin tamamını serdetme gayesini gütmediğimiz ve tamamıyla “Akıllıya bir işaret yeter” ve “Katre deryadan haber verir” şeklindeki Arap atasözünün muktezasınca davranmaya gayret gösterdiğimiz bu makalemizde soruda bahsi yapılan şahsın bir kısım görüşlerini zikretmiş olduk. Soruda zikredilen “Mevdudi’nin itikadi durumu ile alakalı çok farklı şeyler söylenmektedir” şeklindeki ifadenin günümüz açısından doğruluk payı vardır. Ve sebebi de yalnız ve yalnız bu zatın tanınmaması ve kuru kuruya bir holiganlık sergilenmesidir. Bütün bunlardan sonra bu denli bir akide kayması ve sapması yaşamış birisinin ehl-i sünnet olarak nitelenmesi nasıl mümkün olacaktır? Üstelik tüm Pakistan ve Hindistan uleması bu zatın sapık(dâll) ve saptıran (mudill) birisi olduğu hususunda icma’ etmişken…

Son olarak şunu söyleyelim: Mevdudi’nin şu görüşlerine muttali olmaksızın bir kısım çevreler ve zatlar tarafından halen ehl-i sünnet veya daha da öte ümmeti uyandıran zat gibi vasıflarla nitelenmesi ya cehaletten veya da daha beteri olan hıyanetten neş’et etmektedir. Müslümanların, akide ve inançlarını sağlama alma noktasında müteyakkız olmaları ve Mevdudi tarzı şahsiyetlerin eserlerinden uzak durmaları gerekmektedir

ÖMER FARUK KORKMAZ

Bu yazıdaki iddiaların aslı nedir? İlmi olan kardeşler bir reddiye verebilirlermi?
 
Son düzenleme:
Abdulmuizz Fida Çevrimiçi

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
Esselamu Aleykum hocam
İmam Mevdudi(r.aleyh) bildiği üzere bazı kesimler tarafından "Ehli sünnet ölçer(!)" olarak kullanılan kıymetli bir insandır. Aslında bu kesimlerin onu tahkir etmesi bile onun büyüklüğüne inşaAllah bir delildir.
Bu kesimlerden birine(İsmailağa) mensub olan Ömer Faruk Korkmaz isimli birisi tarafından kaleme alınan bir yazı bunların klavye mücahdleri tarafından paylaşılmaktadır yazı ise şöyle:

MEVDÛDÎ EHL-İ SÜNNET MİDİR?


  1. Mevdudi, İlah, Rab, İbadet ve din kelimelerini açıklarken bu kelimelerin iyi anlaşılması gerektiğine vurgu yapar ve mezkûr kelimeleri tam manasıyla idrak edemeyen kimsenin ne Kur’an’ı, ne Tevhidi, ne şirki ve ne de İbadetin yalnızca Allah’a ait olması gerektiği hususunu anlayamayacağını söyler. Daha sonra konuyu bu kelimelerin Kur’an’ın nüzulü zamanında dahi düzgün anlaşılamadığına ve bunun sebebinin de Arapça zevkinin az olması ve o zaman doğan kimselerin İslam içinde doğması sebebiyle kâfirler arasında bu kelimelerin hangi manada kullanıldıklarının bilinmemesi şeklindeki iki etken olduğuna getirir. Mevdudi’ye göre bu kelimelerin manası lügatçiler ve tefsir ehli tarafından dahi anlaşılamamıştır.[1] Yani, bu görüşüyle Mevdudi, bahsi yapılan kelimelerin Resulullah (s.a.v) döneminde dahi Peygamber veya sahabe tarafından tam anlaşılamadığını savunmuş oluyor.
  2. Mevdûdî aynı eserinde Cenab-ı Allah’ın Hz. Peygamber Aleyhissalatü vesselam’a “Nasr” süresinde istiğfar etmeyi emrettiğini bunun da sebebinin Peygamberden farzların edası hususunda yaptığı eksiklikler ve noksanlıklar olduğunu söyler.[2] Yani Mevdudi’ye göre Hz. Peygamber kendisine emredilen farzları istenildiği şekilde bi zatihi yerine getirememiş ve bundan dolayı da kendisinden Allah’tan mağfiret talep etmesi istenmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamberin bir ibadet olan namazlardan sonra istiğfar ettiğini ve istiğfar etmenin her zaman günah mukabilinde olmayacağı hususunu görmezden gelmiştir. Zaten şaz görüşlerinden birisi de Peygamberlerde ismet sıfatının gerekli olmadığını ima eden sözleridir.
  3. Mevdudi’ye göre İslâm maslahat anında değişkenlik gösteren bir dindir. Bunun misali de şudur: Allah Tealâ Kur’an-ı Mübin’de “Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık. Böylece biz sizi tanışasınız diye bir takım kavimler ve kabileler yaptık. Şüphesiz Allah katında en değerliniz en ziyade takva sahibi olanınızdır” [3] buyurmaktadır. Bu dinde asıl olarak telakki edilmiş olan bir kaidedir ki bu kaidenin esası adalet ve herkes arasında eşitlik ilkesine dayanmaktadır. Peygamber Aleyhisselam bu esasla belli bir müddet amel etmiş hatta köleler veya azadlı köleleri başkan olarak tayin etmiştir. Ama daha sonra ne kadar da süratli bir biçimde bu kaideyi terk etmiş ve memleket nizamının maslahatı için “İmamlar ancak Kureyştendir” buyurmuştur. Bu fikrine göre Hz. Peygamber Arapların kendi üzerlerine acem olan birisinin ya da daha hususi anlamda Kureyşten olmayan birisinin başkan olarak tayin edilmesini istemediklerinden Peygamber Aleyhisselam Kur’an’ın koyduğu bu esasla amel etmeyi terk etmiştir(!)
  4. (“Resail-Mesail”s.57) isimli eserinde Hz. Peygamberin kıyamet alametleri sadedinde ta bundan bin üç yüz elli sene önce Deccal’in çıkacağını haber verdiğini söyleyen Mevdûdî Deccal’in şu ana dek çıkmadığını öne sürerek Hz. Peygamberin bu sözünün sadece bir zandan ibaret olduğunu ve bu zannında da (hâşâ) yanıldığını söylemektedir. Yani Mevdudi’ye göre Hz. Peygamber Deccal’in çıkacağını kıyas ve zan yolu üzere söylemiş ve bu söylemlerinin hemen tamamında bir şek ve şüphe içerisinde bulunmuştur. Zira bazen Deccal’in Horasandan çıkacağını söylemesine rağmen, bazen Isfahan’dan ve bazı zamanlarda da Irak ile Şam arasından çıkacağını söylemiş olması (hâşâ) onun bu konudaki şüpheli tutumunun göstergesidir.
  5. “Tefhimu’l-Kur’an”ın da Yunus aleyhisselam’ın kavminden toplu olarak iman etmeleri sebebiyle azabın kaldırılmasını tefsir eden Mevdudî bunun sebebi azap için gerekli olan sebeplerin henüz o kavimde bulunmamış olmasıdır der. Zira Mevdudi’ye göre Yunus Aleyhisselam risaletini tebliğ hususunda eksiklikler yapmış ve bu sebeple kavmine Allah’ın buyruklarını tam anlamıyla ulaştıramamıştır. Zaten Yunus Aleyhisselam Farzın edası hususunda eksiklik yapan birisidir(!)
  6. Aynı tefsirinde İbrahim Aleyhisselam’ın Allah Azze ve Celleyi araması hususunda kıssa edilen yıldızı ayı ve güneşi görerek istidlalde bulunmasını anlatan ayetlerde geçen “hâzâ rabbî/ bu benim rabbimdir” ifadelerinin zahirine takılan ve ulemanın bu husustaki beyanlarını görmezden gelen Mevdudi bu meyanda kendisine şu soruyu sorar: “Şimdi, İbrahim Aleyhisselam müşrik mi olmuştur?” diye sorulursa şöyle derim “Hakkı arayan bir kimse için tevhide ulaşıncaya dek bu şirk mertebelerinden kaçış yoktur. (!)”
  7. Mevdudi’ye göre sokaklarda, toplantılarda ve eğitim verilen müesseselerde erkek ve kadınların ihtilat ettikleri/ karışık bulundukları bir toplumda zina haddi uygulamak zulüm olacaktır. Serikat haddi diye tabir ettiğimiz hırsızın elinin kesilmesi şeklindeki kanun-i ilâhi de aynı hükme tabidir.[4]
  8. Manen tevatürle sabit olan ve Keşmirî’nin “Tasrih”inin baş tarafında münkirinin küfre gireceğini söylediği Hz. İsa’nın kıyamete yakın inişini de pek kabullenmeyen Mevdudi’ye göre Kur’an-ı Kerim İsa Aleyhisselam’ın diri olarak göklere yükseltildiği hususunda hiçbir şey söylememiştir.

Yanlış görüşlerinin tamamını serdetme gayesini gütmediğimiz ve tamamıyla “Akıllıya bir işaret yeter” ve “Katre deryadan haber verir” şeklindeki Arap atasözünün muktezasınca davranmaya gayret gösterdiğimiz bu makalemizde soruda bahsi yapılan şahsın bir kısım görüşlerini zikretmiş olduk. Soruda zikredilen “Mevdudi’nin itikadi durumu ile alakalı çok farklı şeyler söylenmektedir” şeklindeki ifadenin günümüz açısından doğruluk payı vardır. Ve sebebi de yalnız ve yalnız bu zatın tanınmaması ve kuru kuruya bir holiganlık sergilenmesidir. Bütün bunlardan sonra bu denli bir akide kayması ve sapması yaşamış birisinin ehl-i sünnet olarak nitelenmesi nasıl mümkün olacaktır? Üstelik tüm Pakistan ve Hindistan uleması bu zatın sapık(dâll) ve saptıran (mudill) birisi olduğu hususunda icma’ etmişken…

Son olarak şunu söyleyelim: Mevdudi’nin şu görüşlerine muttali olmaksızın bir kısım çevreler ve zatlar tarafından halen ehl-i sünnet veya daha da öte ümmeti uyandıran zat gibi vasıflarla nitelenmesi ya cehaletten veya da daha beteri olan hıyanetten neş’et etmektedir. Müslümanların, akide ve inançlarını sağlama alma noktasında müteyakkız olmaları ve Mevdudi tarzı şahsiyetlerin eserlerinden uzak durmaları gerekmektedir

ÖMER FARUK KORKMAZ
Bu yazıdaki iddiaların aslı nedir? İlmi olan kardeşler bir reddiye verebilirlermi?
Âleykum selam we rahmetullahi we berakatuh kardeşim
Mevdudi , çağımızın tevhid ehli alimlerimizdendir. Demokratik düzeni benimseyip tağutu kucaklayanların Mevdudi'ye Merdudi demeleri normal, kınamaları dinlerinin(!) gereğidir.
Şimdi kendince Mevdudi'yi bâtıl göstermek için itirazlarına bir göz atıyoruz.

1. Mevdudi, İlah, Rab, İbadet ve din kelimelerini açıklarken bu kelimelerin iyi anlaşılması gerektiğine vurgu yapar ve mezkûr kelimeleri tam manasıyla idrak edemeyen kimsenin ne Kur’an’ı, ne Tevhidi, ne şirki ve ne de İbadetin yalnızca Allah’a ait olması gerektiği hususunu anlayamayacağını söyler. Daha sonra konuyu bu kelimelerin Kur’an’ın nüzulü zamanında dahi düzgün anlaşılamadığına ve bunun sebebinin de Arapça zevkinin az olması ve o zaman doğan kimselerin İslam içinde doğması sebebiyle kâfirler arasında bu kelimelerin hangi manada kullanıldıklarının bilinmemesi şeklindeki iki etken olduğuna getirir. Mevdudi’ye göre bu kelimelerin manası lügatçiler ve tefsir ehli tarafından dahi anlaşılamamıştır.[1] Yani, bu görüşüyle Mevdudi, bahsi yapılan kelimelerin Resulullah (s.a.v) döneminde dahi Peygamber veya sahabe tarafından tam anlaşılamadığını savunmuş oluyor.
Ömer Faruk Korkmazer, altını çizerek işaretlediğim satırda , Kurana göre 4 Terim isimli kitabında İlah, Rab, İbadet ve din kelimelerini mukemmel açıklayan Mevdudi, Ömer Faruk'a göre ise şöyle demek istemiş:
"Yani, bu görüşüyle Mevdudi, bahsi yapılan kelimelerin Resulullah (s.a.v) döneminde dahi Peygamber veya sahabe tarafından tam anlaşılamadığını savunmuş oluyor."
Kendince Mevdudi'yi yorumlarken Yani şöyle demiş oluyor diyerek aslında böyle demediği ama ben böyle anlıyorum, bu sebeble " Mevdudi bu denli bir akide kayması ve sapması yaşamış birisinin ehl-i sünnet olarak nitelenmesi nasıl mümkün olacaktır? Üstelik tüm Pakistan ve Hindistan uleması bu zatın sapık(dâll) ve saptıran (mudill) birisi olduğu hususunda icma’ etmişken" diyerek ehl-i sunnetten de çıkarmış, hatta tekfir etmiştir. Hatta Mevdudi'ye Pakistan ve Hindistan uleması sapkın olduğu hakkında icma etmişlerdir demekte. Eğer müfteri değilse bu İcma'yı ve İcma edenlerin isim ve sebeblerini delillendirmelerini isteyiniz. Bunu ortaya koyamayan müfteridir, kendisi sapıktır! Zira sapkınların merkezlerinin başında Hindistan ve Pakistandaki cinli aduket tarikatlı sofiler ve can düşmanı Kadıyaniler geliyor olmasın.

27145

Mevdûdî’nin Cenaze Namazı

Anlaşıldığı gibi tevhid ehli alimleri sapık olarak karalayarak tarikatteki sofilerin bu alimlerin, şehidlerin eserlerini okuyarak gerçek İslamla tanışmalarını, dolayısıyla asıl sapkın olan kendi önderlerinin durumuna uyanmalarını engellemek istemektedirler. Güneş balçıkla sıvanmadığı gibi, hakikat bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

Şimdi bu iddialarından sadece ilk maddesinde Mevdudi'nin aynı eserinden olduğu gibi aktararak bakalım kim hain ve saptırıcı, kimin dediği gibi imiş "Yani"siz ortaya çıksın.



"Kur'an Kerim, Arablar arasında nazil olup onlara sunulduğu zaman, onlardan her şahıs ilâh'ın mânâsının ne olduğunu, Rabb'dan neyin kastedildiğini anlıyorlardı. Zira ilâh ve Rabb kelimelerini öteden beri dillerinde kullanılıyordu. Bu iki kelimenin anlattığı bütün mânâları kuşatan bir bilgiye sahiblerdi. Bunu için onlara: "Allah'tan başka ilâh yoktur" dendiğinde, ne demek istendiğini ve neye davet olunduklarım tamamen anlıyorlardı. Belirsizlik ve karışıklığa meydan vermeksizin, konuşanın neyi yok saydığı ve Allah'tan başkasını ne ile vasıflandırmaktan menettiği, hangi şeyi Allah'a tahsis edip, O'na ihlasla has kıldığı insanlar tarafından açıkça anlaşılıyordu. Küfredenler küfürlerinin Allah'tan başkasının ilahlık ve Rabb'lığı ile neyi ibtal ettiğini açıkça bilerek küfrediyorlar, iman edenler bu inancı kabul etmenin neleri gerekli kıldığını veya nelerden uzaklaşmalarını öngördüğünü kesin bir şekilde bilerek inanıyorlardı.

Din ve ibâdet kelimeleri de aynı şekilde dillerinde oldukça yaygın idi. "Kulun ne olduğunu, hangi tavır ve duruma "kulluk" denildiğini, "ibâdet" ismi verilen amelî programın neden ibaret bulunduğunu, "din"den neyin kastedildiğini, bu kelimelerin içine aldığı mânâların neler olduğunu tamamen biliyorlardı. O bakımdan onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının, Allah'ın Dini'ne, diğer bütün dinlerle ilişkiyi tümden keserek girin" denildiği zaman, bu Kur'ani davetin mânâsını anlamakta hataya düşmüyorlardı. Bu kelimeleri işittikleri zaman, bu davetin, kendilerinin yaşam tarzlarında ne tür bir değişikliği gerçekleştirmek istediğini gayet iyi anlıyorlardı.

Lakin bu parlak devri takib eden zamanlarda
, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu devirdeki insanların arasında bilinen bu kelimelerin mânâları doğru ve gerçek mânâlarından sapmaya başladı. Hatta bu dört kelimeden her biri, daha önce ifâde ettikleri geniş mânâlarını kaybederek daralmaya başladılar. Böylece kapalı, mubhem ifâdeleri ile özel, sınırlı, dar mânâ kalıplarına sıkışıp kaldılar. Bu durumun iki sebebi vardı:
1.Sonraki devirlerde halis Arabca’nın yozlaşması ve arap zevk-i seliminin azalması.
2.İslam toplumunda doğup yetişenler açısından ilâh, rab, ibâdet, din kelimelerinin, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu zamanki câhili toplumda ifade ettiği etkili anlamın, o boyutta etkili olmaktan çıkmış olması.
Bu iki nokta son devir müfessir ve dilcilerini, Kur'an kelimelerinin çoğunu, asıl anlamları yerine, kendi dönemlerindeki müslümanların anlayışlarına göre açıklamaya sürüklemiştir. İşte bundan örnekler:
İlâh kelimesini, heykel kelimeleriyle eş anlamlı gibi açıklamaya koyuldular.
Rab kelimesini, terbiye eden, yetiştiren, halkın eğitimi ile ilgilenen otoritelerle eş anlamlı yaptılar.
İbâdet kelimesine, mezhep (Religion) kelimesinin anlamını yüklediler.
Tâğût kelimesini, put ve şeytanla tefsir ettiler.
Neticede insanlar, Kur'an'ın dâvetindeki hakiki gayeyi, öz maksadı idrak edemez oldular. Kur'an, onları Allah'tan başkasını ilâh edinmemeye çağırdığı zaman, putları terk etmekle, heykellerden kaçınmakla Kur'an'ın isteklerini hakkıyla yerine getirdiklerini zannettiler. Hakikatte ise, ilâh kavramının içine aldığı bütün diğer mânâları ile putlar ve heykellerden başka şeylere yönelmekte devam edip durdular. Bu amelleri ile, Allah'tan başkasını ilâh edindiklerinin farkına bile varmadılar. Kur'an-ı Kerim, "Allah, hakiki Rab'tır. O'ndan gayrisini Rab edinmeyin" deyince: "İşte biz o kimseleriz ki, Allah'tan başkasının mürebbimiz ve işlerimizi de gözeten olmadığına inanırız. Bununla da tevhid yolunda imanımız olgunluğa ermiştir" derler. Ancak onların çoğu, "Rab" kelimesinin kapsadığı ve "murebbi" anlamı dışında kalan diğer mânâları açısından, Allah'tan başkasının Rablığına teslim olmuş oluyorlar. Kur'an'ın onlara: "Allah'a ibâdet edin, tağutlardan sakının" diye hitâb ettiği zaman: "Putlara tapmayız; Şeytana kin besler, lanetleriz; Allah'tan başkasına huşu duymayız. Kur'an'ın bu emrine tam bir bağlanışla uyarız" derler. Halbuki taşlardan yontulmuş putlar haricinde, nice tâğutların eteklerine, zaman zaman ilâhlığın dışında olmak üzere sımsıkı yapışmakta devam edip dururlar. İbâdetin diğer çeşitlerini, Allah'tan başkasına tahsis ederler.
Bunu din hususunda da söyleyebiliriz. İnsanlar, dini Allah'a samimiyetle has kılmak tabirinden İslam Dini'ne mensup olup, Brahmanist, Yahudi ve Hristiyan v.s. olmamak mânâsını çıkarıyorlar. Bundan dolayı da, İslam Dini'ne mensub olduğunu söyleyen her şahsın dinini samimiyetle Allah'a has kıldığını zannediyorlar. Oysa ki onlardan birçoğu, din kelimesinin içine aldığı geniş mânâlar yönünden, hiç de dinlerini ihlasla Allah'a has kılan kimseler değillerdir."
(Kur'ana Göre Dört Terim - Mevdudi, Hatalı Anlayışın Gerçek Sebebi başlığı)

***
Gördüğümüz gibi Mevdudi'yi çarpıtarak karalayan Ömer Faruk Korkmaz'ın dediği gibi
""Yani, bu görüşüyle Mevdudi, bahsi yapılan kelimelerin Resulullah (s.a.v) döneminde dahi Peygamber veya sahabe tarafından tam anlaşılamadığını savunmuş oluyor."
değil, aksine yazının aslından gördüğümüz gibi Peygamber ve sahabe tarafından bu kelimeler (4 terim) anlaşılamadığı değil aksine "Lakin bu parlak devri takib eden zamanlarda, Kur'an-ı Kerim'in nazil olduğu devirdeki insanların arasında bilinen bu kelimelerin mânâları doğru ve gerçek mânâlarından sapmaya başladı." demektedir.

Bu şekilde bağnaz, art niyetli mufterinin diğer karalamalarına vakit ayırmaya değer görmediğim için sadece 1. maddede karalamasını çürütüp reddetmiş olarak bırakıyoruz. Mufterinin çarpıtmalarına aşağıdaki linkten Muhammed İmamoğlu hoca kardeşim'in linkinden cevablarla devam edebilirsiniz. Fi emanillah.


***


27144

Ömer Faruk Korkmaz, ‘Mevdûdî Ehl-i Sünnet midir?’, Lalegül Dergisi, Ocak 2018, Sf: 32-37

Ömer Faruk Korkmaz, kamuoyunda ‘Mahmut Efendi’ diye bilinen Mahmut Ustaosmanoğlu’nun müridi olan bir kişidir. Mevdûdî’ye karşı karalama yapma konusunda emrini de şeyhinden almıştır. Zira şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu bir sohbetinde: “Seyyid Kutub’un, Mevdûdî’nin kitaplarını okuyup rabıtayı inkâr ediyorlar. Ben bu hainlere kızıyorum. Niçin anlamadığın şeyi yazıyorsun da, milleti bu gerçek yoldan engelliyorsun? Niçin tarikatın aleyhine konuşuyorsun? Bu adamlar dini yıkmak için geldi. Okuyanlardan razı değilim. Ruhul Beyan, Alusi tefsiri okuyun. Kudsiyyeden bir beyt okuyun ondan daha iyi. O kitapları okumak (Mevdûdî ve Seyyid Kutub’un kitaplarını okumak) piyes yapmak, ilâhi söylemek yasak. Ben Rabbimin razı olmadığını demem. Eğer siz Rabbimi dinlemiyorsanız, ne yaparsanız yapın.”(Muhammed Eren, Allah Dostlarından inciler, s. 143, Yasin Yayınları, İstanbul) diyebilmiştir.

Ömer Faruk korkmaz, Mevdûdî’yi karalayacağı yerde müntesibi olduğu tarikatın sapkın düşüncelerini ve şeyhinin akıl fikir ermeyen fikirlerini eleştirse ya. Bakın şeyhinin incileri(!): “Namaz kıldık diyoruz ama asıl namazın hakikatini Mevla Teala kılıyor. Dünyada en iyi namaz kılan insanın namazı, Mevla Teala’nın kıldığı namazın sureti oluyor. Mevla Teala gibi kim kılabilir? Asıl kendisine layık olan namazı kendisi kılıyor. Mevla Teala hakkıyla kılıyor.. Demek ki Zat-ı Pak-i Sübhaniye hem Abid hem Ma’bud; hem zakir hem mezkur. Yani hem ibâdet ediyor hem ibâdet olunuyor; hem zikrediyor hem zikrolunuyor.”(Mahmud Ustaosmanoğlu, Sohbetler, c: 6, s: 199. Ahıska Yayınevi)

Allah inancı bozuk olan Yahudi ve Hıristiyanlarda bile böylesine sapkın bir inanış yoktur. Aklı-mantığı olan, Tevhid inancını zerre kadar bilen birisi böyle bir şey söyleyemez, söylememeli
(Muhammed İmamoğlu)



27143
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt