İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Kardeşim tekfir iki çeşittir ;
a) Umûmi / Mutlak tekfir
b) Muayyen tekfir
Umûmi tekfir, İslam itikadına göre küfür olan bir fiil veya sözden dolayı o işi yapan veya sözü söylemenin genel olarak küfür olduğunu bildirmektir.
Muayyen tekfir ise, İslam itikadına göre küfür olan fiilin veya sözün sahibi olan şahsın, mucerred olarak yâni ferd ferd belirtip niteleyerek kişiye indirgenerek tekfir edilmesidir. Bunun için de tekfirin engelleri o şahısa uygulanır ve bunun neticesine göre ya tevbe etmesi istenir, aksi taktirde o şahsın salt olarak tekfir edilmesi gündeme gelir ki bunun adı muayyen tekfirdir.
Umumi tekfir, muayyen tekfiri gerektirmeyebilir. Misal olarak oy kullanmak küfürdür, fakat tekfirin engelleri uygulanmadan her oy kullanan muayyen olarak da bu küfür gereği kâfirdir denmemesidir.
Konuyla genişletip delillendirecek olursak ;
Mutlak tekfir; küfre götüren bir söz veya fiil sebebi ile şer’i bir delile binaen, belirli bir kişiye indirgenmeden yapılan ve asıl olarak işlenen fiil veya söylenen sözün tekfir edildiği bir hükümdür. “Şöyle diyen kafir olur”, “böyle yapan kafir olur” gibi tekfir hükmü muayyen bir kişiye indirgenmeden genel olarak verilir. Dolayısıyla mutlak tekfir, kişi hakkında değil sebeb hakkında hüküm vermektir. Yani faili değil, fiilin kendisini cezalandırmaktır. Bu meselede, söylenen bu söz veya işlenen fiilin, büyük küfür olduğuna dair delaleti kesin olan şer’i delile bakılır. Bu delil, delaleti değişik ihtimallere açık olan türden olmamalıdır. Küfür hükmünü vermek için mutlaka delilin hem sabit olması ve hem de delalet yönünden kesin olması gerekir.
Muayyen tekfir ise, küfre götüren bir işi yapan yahut bir sözü söyleyen kişi hakkında hüküm vermektir. Mutlak tekfirde olduğu gibi, burada da gerekli düzeyde araştırma yapmak ve kesin delile dayanmak gerekir. Bu nedenle failin işlediği veya söylediği iş yahut sözün kişi hakkında sabit olmasına ve tekfirin engellerinin bulunup bulunmadığına bakmak gerekir. Tekfirin şartları ve engelleri hakkında ve bu engeller ve şartların bulunup bulunmadığına dair yapılacak araştırmanın, mumteni konumunda olmayan güç yetirilebilen kişiler hakkında gerekli olduğunu yukarıda açıklamıştık.
Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah başka bir sözünde de şöyle der:
“Bunun aslı şudur; Kitab, sünnet ve icma ile küfür olduğu sabit olan bir söz için “Mutlak küfürdür” denir. Şer’i deliller bunu göstermektedir. İman, Allahu Teala ve Rasulü’nden Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğrenilen hükümlerdendir. İnsanların zan ve hevalarına göre karar verecekleri bir konu değildir. Hakkında tekfirin şartları sabit olmadıkça ve engelleri ortadan kalkmadıkça, bu tür sözleri söyleyen her kişi hakkında küfür hükmü verilmez. İslam’a yeni girmiş olması veya ilimden uzak bir yerde yetişmiş olması sebebiyle içkinin veya faizin helal olduğunu söyleyen kişi bu kabildendir.” (Mecmuu’l-Fetava, 35/101)
Yine şöyle der: “Söylenen söz, mutlak olarak sahibinin tekfir edildiği türden olabilir ve genelde bunu ifade etmek için, “Kim şöyle derse kafir olur” ifadesi kullanılır. Ancak bu sözü söyleyen kişi, gerekli olan hüccet ikamesi yapılmadan önce tekfir edilmez. Allahu Teala’nın, “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şubhesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir” (Nisa 10) ayetinde olduğu gibi, va’id ile ilgili olan nassların durumu bu şekildedir. Bu ve buna benzer nasslar hak olan vâidi bildirir. Ancak gerekli olan şartların oluşmaması ve engellerin de kalkmaması sebebi ile mutlak olan bu va’id muayyen bir şahsa indirgenemez. Çünkü işlediğinin haram olduğu kendisine açıklanmamış veya bu yaptığından tevbe etmiş veya işlediği bu haramın affedilmesine sebeb olacak derecede iyilikleri fazla olmuş ya da kendisine şefaat edilmiş olabilir.
Küfür olarak nitelenen sözler de böyledir. Kişiye hakkı bildiren nasslar ulaşmamış olabilir, ulaşmış olsa bile onları sabit görmemiş olabilir
veya anlamamış olabilir ya da Allahu Teala’nın mazur göreceği şubheler ile karşılaşmış olabilir. Hak peşinde olup hata yapan mûminin hatasını ne olursa olsun Allahu Teala bağışlar. Bu hatanın nazari veya ameli konularda olması farketmez. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabı ve ummetin imamlarının görüşü budur.” (Mecmuu’l-Fetava, 23/195)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, Selefin ve imamların Cehmiyye’yi genel olarak tekfir ettiğini, ancak muayyen bir kişinin tekfir edilebilmesi için delil ve şartların bulunması gerektiğini belirtmektedir. (Mecmuu’l-Fetava, 2/214)
İbn-i Teymiye’nin (Rahimehullah) mutlak tekfir ile muayyen tekfiri birbirinden ayırdığını, muayyen tekfir için mutlaka şartların ve engellerin göz önünde bulundurulması gerektiğini belirttiğini aktarmıştık. İbn-i Teymiye buna şöyle bir örnek verir:
“İslam’a yeni giren veya İslam şeriatının kendisine ulaşmadığı uzak bir yerde yetişen ya da hataya düşerek, iman edip salih işler yapanların içkinin haramlılığından mustesna olduğunu düşünenler gibi olup, kendisine huccet ulaşmayan bir kişi için huccet ikamesi ve tevbeye davet vardır. Nitekim seleften bazıları, Peygamberin sözü olduğu sabit oluncaya kadar bazı şeyleri inkar ediyordu. Ahiratte Allahu Teala’nın görülmesi konusu ve yine Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem sorup öğreninceye kadar bazı şeylerde şubhe etmeleri bu türdendir. Durumu böyle olan kişiler, kendilerine huccet ikame edilmeden önce tekfir edilmezler. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurur:
“Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların, peygamberlerden sonra Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir.”(Nisa 165)
Zaten Allahu Teala bu ummetin hata ve unutarak yaptığı işleri bağışlamıştır.” (Mecmuu’l-Fetava, 35/101)
İbn-i Hazm Rahimehullah şöyle der: “Bir kişi Müslüman olup henüz İslam’ın hükümlerini bilmediğinden ve Allahu Teala’nın hükmü kendisine ulaşmadığından dolayı, içkinin helal olduğuna veya kişiye namaz kılmasının farz olmadığına inansa kafir olmaz. Ancak huccet ortaya çıktığı halde bu durumunu devam ettirirse, ummetin icması ile kafir olur.” (El-Muhalla, 13/151)
İbn-i Kudame (Rahimehullah) “el-Muğni” isimli eserinin “Kitabu’l- Murted” bölümünde şöyle der:
“Namazın farz olduğunu bilmeyenlerden değilse, farziyetini inkar ederek namaz kılmayı terk eden kişinin kafir olduğunda ihtilaf yoktur. Ancak İslam’a yeni girdiği veya İslam yurdu dışında yetiştiği yada ilim ve alimlerden uzak bir çölde yaşadığı için namazın farz olduğunu bilmiyorsa küfrüne hükmedilmez. Bunun farz olduğu kendisine anlatılır ve deliller gösterildikten sonra inkar ederse kafir olur. İslam’ın bütün prensipleri için de hüküm bu şekildedir.”
Alimler, Tirmizi’nin Ebu Vakıd el-Leysi’den rivayet ettiği şu hadisi de buna delil olarak gösterirler:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Huneyn Savaşı’na çıktığımızda biz henüz yeni İslam’a girmiştik. Muşriklerin, çevresinde toplanıp silahlarını astıkları bir sidr ağacı vardı. Buna “Zâtu Envat” diyorlardı.
Bir sidr ağacının yanından geçtiğimiz sırada biz dedik ki;
“Ya Rasulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem! Muşriklerin Zatu Envat’ı olduğu gibi bizim için de bir Zatu Envat belirle.”
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Allahu Ekber! İşte bunlar Allah’ın Sünnetleri’dir.
Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya söylediği şey gibi bir şey söylediniz. Onlar şöyle demişlerdi: “Onların ilahları gibi bizim için de bir ilah yap.” Musa da; “Siz cahil bir topluluksunuz” demişti. Siz de sizden öncekilerin yolunu takip ediyorsunuz.”
Alimlerden bu rivayeti sahih olarak alanlar bunu, cehaleti sebebi ile şirk olan bir işi yapmak isteyip, bundan alıkonduğunda vazgeçen kişinin tekfir edilmeyeceğine dair delil olarak göstermişlerdir. (Teysiru’l-Azizi’l-Hamid Şerhu Kitabi’t-Tevhid, 185)
Bu rivayette, çağın Murciesinin yapmış olduğu gibi en büyük şirki işlemeleri sebebi ile muşrik olan tağutlar ve yardımcıları için delil olacak bir durum yoktur. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabenin Radıyallahu Anhuma böyle bir şeyi istemelerine kızmış ve buna karşı çıkmış, ancak mazur görerek tekfir etmemiştir. Bununla birlikte aynı dönemdeki muşriklerin şirk amellerini işlemelerini mazur görmemiştir.
Şeyh Suleyman Nasır el Ulvan: Ehli Sünnet Muayyen Tekfir Eder mi?
Tekfir Hususunda Fetva Sahibinin Taklid Edilebilmesi Gereken Şartlar Nelerdir?
Şeyh Abdullah el Gunayman
Allame şeyh Ali bin Hudayr (Hafızahullah) dedi ki: Heva ve Bid’at Ehlinin Tekfirine Engel Olan Sebebler
1- Hakikati anlamayı sağlayacak nasslara ulaşamayan
2- Nasslar kendisine ulaşmış ancak tam anlamıyla emin olamayan
3- Nasslardan emin olmuş ancak tam anlamıyla anlama idrakine ulaşmayan
4- Nasslardan emin olmuş ancak bir engelden dolayı nassı te’vil etmek zorunda kalan
5- ALLAH teala'ın mazur göreceği bir şubhenin ortaya çıkması
6- Hakkı taleb etmede gayretli olan kişi