اَعُوذُ بِااللهِ مِنَ اَلشَّيْطَانِ اَلرَّجِيمِ بِسمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِم
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Edîb el-Kemdânî بعد :
فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر الأمور محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار
Bundan sonra,
Şüphesiz sِzlerin en güzeli Allah'ın Kelam'ı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. İslerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan sey bid'attir ve her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık ta atestedir.
Şübhe yok ki, “insanlar iki guruba ayrılmıştır: Hadîs ve Eser[1] sahipleri ile fıkıh ve nazar ehli (Fakîh ve Müctehid) olanlar. Bunlardan her biri, ihtiyaçta, kardeşinden ayrılmaz, istediğine varabilmekte de ondan müstağnî kalamaz. Çünki hadîs, asıl olan temel, fıkıh da, onun fer’i (dalı) gibi olan bina rütbesindedir. Bir kâide ve temel üzerine kurulmayan her bina yıkılır. Bina ve imâretten boş olan her temel de çorak ve haraptır.”[2]
İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (Ö:189 H) şöyle söylemiştir:
Hadîs’le amel etmek ancak rey ile doğru olur. Rey ile amel de ancak hadîs ile doğru olur.[3]
Nitekim güvenilir tâbiî
İbrâhim en-Nehaî de (r.h Ö:96 H)) şöyle dedi:
“Bir rey (fıkhî görüş, ictihâd), ancak rivâyet ile, bir rivâyet de ancak rey ile doğrudur”.[4]
Bu sözler, nasıl ki hadîs’siz fıkh’ın doğru olamayacağını ve imâmlara mutlaka müracaat edilmesi, yolları ve usûllerine uyulması lâzım geldiğini açıklıyorsa, fıkh’ın dîn’deki ehemmiyeti ile hadîs-i şerîf için mutlaka fıkıh ve anlayış lâzım geldiğini açıklamaktadır.
İmâm Ahmed b. Hanbel (ö:241 H.)şöyle dedi :
“Kim, taklîd görüşünde olmadığını ve dîninde kimseyi taklîd etmeyeceğini iddia ederse, o (nun sözü), Allah celle celâlühû ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem katında fâsıkın sözüdür. Bununla, Eser’i ibtâl etmeyi ilim ve Sünnet’i boşa çıkarmayı, Rey[5], Kelâm,[6] Bid’at[7], ve hilâf[8] ile tek başına olmayı istemektedir. Açıkladığım bu mezhebler ve kaviller, Sünnet, Cemaat ve Eser (Sahabe söz ve işi) ehli olanların, rivâyet sahiblerinin, kendilerine yetişip de onlardan hadîs aldığımız, kendilerinden sünnetleri öğrendiğimiz kimselerin gittiği yoldur. Onlar, tanınan, doğruluk sahibi, kendilerine uyulan ve kendilerinden (ilim) alınan, bid’at, (Sünnet’e zıtlık), muhalefet ve karıştırma sahibi olmayan güvenilir kimselerdir. Bu da, onlardan önce gelen imamlarının ve âlimlerinin kavlidir. Öyleyse buna tutunun -Allah size rahmet etsin- ve onu öğrenip öğretin. Tevfîk, sadece Allah iledir”.Bitti.[9]
Tenbîh:
Ahmed b. Hanbel, bu sözünü, İbn-i Ebî Ya’lâ’nın, O’na varan senediyle rivâyet ettiği (Ahmed b. Hanbel’in) mektûbunda söyledi. Bu risâlede öylesi müşkil/problemli sözler de bulunmaktadır ki, İmâm Ahmed’i onları telaffuz etmekten tenzîh ediyor, mektûbun lafızlarından bazılarında tasarrufta bulunanın, fıkıhtan ve lafızların delâlet ettiği ma’nâlardan uzak olması sebebiyle bu mektûbu rivâyet eden râvîlerden birinin olduğuna kesin inanıyoruz. Bu, fakîh olmayan râvîlerde çoktur. Şu risâlede, Allah’ın ve Allah Mûsâ’ya konuşmakla konuştu sözünden bahsedilirken, ağzından (konuştu). Tevrât’ı da O’na, elden ele verdi (şeklinde bir söz) bulunmaktadır. (Söz, harfi harfine son buldu.)
Ağzından ve elinden eline söz(ler)i İmâm Ahmed’in akîde ve mezhebiyle uyuşmamaktadır. Bu sebeble, şunun, İmâm Ahmed’den rivâyette bulunan râvîlerin birinden olan bir tasarruf olduğunda hiç bir şübhe yoktur.
Bununla beraber, şu (husûs), risâlenin kalanını almaya mâni’ değildir. Zîra o, mezhebine ve Selef’in sâhib olduğu akîdeye ters düşmemektedir. Nice sahîh senedle rivâyet edilmiş sözler vardır ki, lafızlarının çoğu üzerinde veya o sözün kendisinde hiçbir (yanlışlık) toz(u) yoktur. O sözün bir kelimesi veya bir parçası hâric Onu râvîler (lafzı ile değil de) ma’nâ(sı) ile rivâyet etmişler, anlayışlarına göre onda tasarrufta bulunmuşlar ve ma’nâyı değiştirip üstünü altına getirmişlerdir. Bu, bazı hadîslerde vâkı olmuştur ki, fakîh Hâfızlar buna tenbîhte bulunmuşlardır. İşte size Hâfız fakîh İbn-i Hacer’in Fethu’l-Bârî’si… O, buna en iyi bir şâhid…
Ahmed b. Hanbel (yine)şöyle dedi:
Kişinin yanında, içinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü, Sahâbe ve Tabiûn’un ihtilâfları bulunan yazılı kitâblar varsa, ilim sâhibine, hangisinin alınacağını ve böylelikle doğru bir biçimde (nasıl) amel edeceğini sormadıkça, dilediği ile amel etmesi ve dilediğini seçip onunla hükmetmesi ve amel etmesi câiz olmaz.[10]
İmâm, Hâfız, Fakîh Ebu’l-Hasen el-Meymûnî (Ö: 274 H.) şöyle dedi:
Ahmed (b. Hanbel) bana şöyle dedi:
Ey Ebâ’l-Hasen, imâmın olmayan bir me’selede konuşmandan seni sakındırırım. (Konuşma.)[11]
İbn-i Teymiyye (Ö:728)şöyle dedi:
İmâm Ahmed b. Hanbel Sünnet’ten veya Eser’den hangi rivâyeti yaptı, sahîh veya hasen olduğunu söyledi veya senedinden râzı oldu veya onu reddetmedi, kitablarına yazdı ve aksine fetva vermedi ise, o (rivâyet) O’nun mezhebidir. Değildir de denilmiştir.[12]
İmâm, Hâfız, Nâkid (rivâyet tenkîdçisi/kritikçisi) Şemsüddîn ez-Zehebî (rh) (ö:748), “Hadîsi almak Şâfiî’nin ve Ebû Hanîfe’nin sözünü almaktan evlâdır”diyen, kimsenin sözüne verdiği cevâb arasında şöyle demiştir:
“Derim ki (Zehebî):
Bu (söz), güzel bir sözdür. Lâkin bir şart ile; O hadîs ile, şu iki imâm’ın, yani Şâfiî ve Ebû Hanife’nin benzeri olan, Mâlik, Süfyân veya Evzâî gibi bir imâm hükmetmiş olacak. Hadîs sâbit ve illetten sâlim olacak. Ebû Hanîfe ve Şâfiî’nin delîli, diğerine muârız/zıt sahîh bir hadîs olmayacak. Amma, bir kimse diğer imâmların almadığı sahîh bir hadîsi alırsa, hayır. (Bu söz o zaman doğru değildir.)”
(Zehebî), sonra buna dâir delilleri anlattı.Yine,
İmâm Zehebî, Siyer(-i A’lâm-ı Nübelâ isimli eserin)’de[13] İbn-i Hazm’ın ben hakka uyarım, hiçbir mezheble bağlanmam şeklidekisözünü aktardıktan sonra şöyle dedi:
Evet, acemi fakîhe ve avâmdan Kur’ân’ı veya Ondan bir çoğunu ezberleyen bir kişiye ebediyen ictihâd câiz olmadığı gibi, kim ictihâd rütbesine ulaşırsa ve bir çok İmâm buna dâir şahidlik yaparsa, onun (bir başkasını) taklid etmesi câiz olmaz. Nasıl ictihâd edecek? Neyi söyleyecek? Neyin üzerine bina kuracak. Kanatları tüylenmeden nasıl uçacak?
Üçüncü kısım: Çok uyanık ve derin anlayışlı, muhaddis ve zirvede biri olan fakîh, ki furûa (fıkha) dâir bir muhtasar[14] ve usûl kâidelerine dâir bir kitab ezberlemiştir, nahiv okumuştur. Allah’ın Kitab’ını ezberlemenin ve tefsîri ile meşgûl olmanın ve güçlü tartışmasının yanında fazîletlere ortak olmuştur[15]… İşte bu (seviye), mukayyed (mutlak olmayan) içtihada ulaşan ve İmâm’ların delillerine bakmaya ehil hale gelenlerin rütbesidir.
Artık, ne zaman, bir mes’elede hakk ona açığa çıkmıştır, onda nass vardır ve onunla meselâ Ebû Hanîfe veya Mâlik veya Sevrî veya Evzâî, veya Şâfiî, Ebû Ubeyd , Ahmed ve İshâk gibi İmamlardan biri amel etmiştir, onda (o mes’elede) hakka uysun, ruhsatların yoluna girmesin, teverru’ etsin/sakınsın. Aleyhinde hüccet kâim olduktan sonra, o mes’elede ona taklîd câiz olmaz. Eğer, fakîhlerden, aleyhine laf edeceklerden korkarsa o mes’eleyi gizli tutsun, onu yapmakla kendini göstermesin. Olabilir ki, kendini beğenir ve görünmeyi sever de cezalandırılır ve nefsinden ona bir şey girer. Nice hakkı söyleyen, emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker yapıp da, kötü maksad ve dînî reislik sebebi ile Allah’ın kendine, onu incitecek kimseler musallât ettiği kimseler vardır. Bu, fakîhlerin nefsine sirayet eden gizli bir hastalıktır.
(Sonra Zehebî devâmla şöyle dedi
Kim, ilmi, medreseler ve fetvâ vermek, öğünmek ve gösteriş için talep ederse ahmaklaşır, böbürlenir, insanları küçümser, kendini beğenmişlik onu helak eder ve nefisler onu kahreder.
“O nefsi pak edenler iflâh eder, onu kirler ve paslara gömen de zarar eder.”(Zehebî’nin sözü)bitti.[16]
Hâfız İbn-i Receb el Hanbelî (rh)(ö:795 H.) Beyanü Fadli İlmi’s-Selef ‘alâ İlmi’l-Halef ( isimli) kitabında şöyle dedi:
İmamlara ve Ehl-i Hadîs fakîhlerine gelince.. Onlar, nerede olursa sahîh hadîse uyarlar. O sahîh hadîs Sahâbe ve onlardan sonrakiler veya onlardan bir cemâat katında kendisi ile amel edilen bir hadîs olduğu vakit. Selefin toplu olarak terk ettiği hadîs ile amel etmek câiz olmaz. Çünkü onlar, onunla amel edilemeyeceğini bilerek terk etmişlerdir.
Ömer b. Abdi’l-Azîz şöyle dedi:
Sizden öncekilere uyan reyleri alınız. Zira onlar, sizden daha çok bilen kimselerdi. Bitti.[17]
İbn-i Receb yine şöyle dedi:
İmâm Şâfiî, Ahmed, İshâk ve Ebû Ubeyd zamanına kadar mevcûd olan kendilerine uyulan/peşlerinden gidilen selef imâmlarının sözünün yazılması,zamanımızda[18] kesinleşir. Onlardan sonra türeyen sözlerden insan sakınsın. Zîrâ, onlardan sonra çok hâdiseler zuhûr etti. Sünnet’e ve hadîse uymaya kendini nisbet eden (hadîse uyduğunu iddia eden) Zâhiriyye (mezhebine mensûb kimseler) ve benzerleri türedi. Şu kişi, İmâmlara ters düştüğü veya anladığında onların içinde tek kaldığı, yâhut da kendinden önceki imâmların almadığını aldığı için Sünnet’e en çok muhâlif olandır. Bitti.[19]
Tenbîh:
Bu güzel sözler, -her ne kadar sonra gelen imâmlardan sâdır olduysa da- selefin takrîr ettiklerinin ma’nâsını te’yîd etmektedir. Selef’in takrîrlerinde, ilim kokusu koklamayanların mezheblere küsüp onlardan uzaklaşması ve onlarla harbetmesi ve onlara zıt durmasının tehlikesi açıkça anlatılmaktadır. Zehebî’nin sözünü iyi düşün. Gerçekten o (söz) Zehebîdir,(altun gibi bir sözdür.) İbn-i Receb’in sözünü iyi düşün. Onda gerçekten şaşılacak güzellik vardır.
Sika/güvenilir Tâbiî İmâm İbrâhîm en-Nehaî (rh) şöyle demiştir:
Şüphesiz ki ben, hadîsi işitiyorum da, alınacağına bakıyor, onu alıyor ve diğerlerini bırakıyorum.[20]
İmâm, Müctehid Muhammed b. Abdirrahmân b. Ebî Leylâ (rh) (Ö: 248 H.)şöyle demiştir:
Kişi, hadîsten (sağlamını) alıp (sağlam olmayanı) bırakmadıkça fakîh olamaz[21]
İmâm, Müctehid Abdullah b. Vehb (rh) (Ö: 198 H.)şöyle dedi:
Üç yüz alimle karşılaştım. Mâlik ve Leys olmasaydı elbette şaşırırdım.[22]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
İlimde dört kişiye uyduk. İkisi Mısır’da, ikisi de Medîne’de. Mısır’da Leys b. Sa’d ile Amr b. Hâris. Mâlik ve Mâcişûn da Medine’de. Şâyet şunlar olmayaydı, gerçekten şaşıran kimseler olurduk.[23]
Mâlik ve Leys’in, O’nu sapıtmaktan kurtarmasının sebebini, İbn-i Vehb’in kendisi açıkça ifade etmiş ve bir keresinde, şöyle demiştir:
Şâyet Mâlik b. Enes ve Leys bin Sa’d olmasaydı, elbette helak olurdum. (Başka bir rivâyette, elbette sapıtırdım.) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen her bir rivâyetle amel edileceğini sanıyordum.[24]
(İbn-i Asâkir’in Târîh’indeki) bir (başka) rivâyette de şöyle (denilmekte)dir:
İbn-i Vehb hadîslerin ve insanların ihtilâflarını (farklılıklarını) anlattı ve şöyle dedi:
Mâlik ve Leys ile karşılaşmasaydım elbette sapıtırdım.
Diyor ki;
Hadîslerin ihtilâflarından (değişikliklerinden) dolayı (sapıtırdım). Bitti.[25]
Ondan yapılan başka bir rivâyette şöyle dedi:
Şâyet Allah celle celâlühû beni, Mâlik ve Leys vâsıtasıyla kurtarmayaydı, elbette sapıtırdım.
Ona, bu nasıl oluyor? denildi. O, “Çok hadîs elde ettim ve onlar beni hayrete düşürdü, (ne yapacağımı bilemedim). Bu yüzden onları Mâlik ve Leys’e arz ediyordum da, onlar bana, “bunu al, şunu bırak”, diyorlardı.[26]
İbn-i Vehb’inbu sözünün lafızlarındaki ve rivâyetlerindeki değişikliklerin sebebi, O’nun bu sözü tekrar tekrar söylemesidir. Zîrâ,
İbnü Abdi’l-Berr et-Temhîd’de Ebû Ca’fer el-Eylî yolundan, O’nun şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Ben, İbn-i Vehb’den sayamayacağım kadar işittim ki, şöyle diyordu:
Şayet Allah celle celâlühû beni Mâlik ve Leys ile kurtarmış olmasaydı ben kesinlikle sapıtırdım.[27]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
Hadîs, âlim olanlardan başkasını saptırıcıdır.[28]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
Fıkıhta imâmı olmayan her hadîs sâhibi, sapıtan biridir. Şâyet, Allah celle celâlühû bizi Mâlik ve Leys ile kurtarmasaydı, elbette sapıtırdık.[29]
İmâm (Muhaddis) Sufyân b. ‘Uyeyne (rh)(Ö: 198 H.) şöyle demiştir:
Hadîs, fakîh olmayanları saptırır.
Bu sözü İbn-i ‘Uyeyne’den, İbn-i Ebî Zeyd nakletti ve onu açıklarken şöyle dedi:
(İbn-i ‘Uyeyne) şunu demek istiyor:
Fakîh olmayanlar, bazen bir şeyi, görünürdeki ma'nâsıyla anlar. Halbuki o hadîsin başkasının hadîsinden bir te’vîli vardır. Veyâ ona gizli kalan bir delîl vardır. Veya, şu şey (hadîs rivâyeti) ancak deryalaşmış ve iyice fakîh olmuş kimselerin ikâme edebileceği (bulup gösterebileceği) birçok şeyin onun terk edilmesini gerektirecek olduğu terkedilmiş bir şey(rivâyet)’dir.[30]
İbn-i Vehb şöyle dedi:
Mâlik, Attaf b. Hâlid’e baktı ve şöyle söyledi:
Bana gelen habere göre, siz, şu râvîden hadîs alıyorsunuz!!!
Attaf evet, dedim, dedi. Bunun üzerine,
(Mâlik) şöyle dedi:
Biz sadece fakîh olanlardan alırdık.[31]
İmâm Şâfiî (Ö:204 H.)şöyle dedi:
Mâlik b. Enes’e, İbn-i Uyeyne’nin yanında Zührî’den rivâyet ettiği sende olmayan şeyler (rivayetler) var, denildi de,
Mâlik şöyle dedi:
Ben her işittiğim hadîsi rivâyet mi edeceğim? Öyle yaparsam, ben rivâyet etmekte olduğum kimseleri saptırırım.[32]
Muhammed b. Yahyâ el-Kattân (rh), şöyle dedi:
Şâyet bir insan, hadîsteki bütün ruhsatlara uyarsa, elbette bununla fâsık olur.[33]
Hâfız Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn (rh) (Ö:218H.)-ki O, İmâm Buhârî’nin en meşhûr şeyhlerindendir- şöyle dedi:
Kinde’de[34], oturakları üzerinde oturup dizlerini diker ve bir elbise ile bağlayıp oturur haldeyken Züfer’in yanına uğrardım.[35]
(Züfer) derdi ki;
Ey şaşı! Gel sana hadîslerini eleyeyim. Ben işittiklerimi ona gösterir, O da şöyle derdi: Bu (hadîs), alınır, bu da, alınmaz. Bu, nesheden/geçmiş hükmü kaldıran, bu da, nesh edilen/hükmü kaldırılandır.[36]
İmâm İsmâîl b. Yahyâ el-Müzenî (rh)(Ö:264 H.)şöyle dedi:
Allah celle celâlühû size rahmet etsin, topladığınız hadîslere bakınız ve ilmi, fıkıh âlimleri yanında arayınız ki, inşâellah fakîhler olursunuz.[37]
Hadîste Emîru’l-Mü’minîn olan İmâm Ebû’z-Zinâd Abdullah b. Zekvân (Ö: 130 H.)şöyle dedi:
Allah celle celâlühû’ya yemin olsun ki, şübhesiz, biz Sünnetleri, fıkıh sahibi ve güvenilir olan kimselerden alır ve onları Kur’ân ayetlerini öğrendiğimiz gibi öğrenirdik.[38]
Büyük İmâm İbnü Ebî Zeyd el-Kayrevânî (rh) (Ö: 389 H.), Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Hakk’ın inançlarını sayıp yollarını anlatarak şöyle dedi:
(Onların akîdelerinden ve yollarından biri de) sünnetlere teslîm olmaktır. Sünnetlere reyle karşı çıkılmaz. Onlar kıyasla def edilmez. Sünnetlerden hangisini Selef-i salihîn te’vîl ettiyse biz onu te’vîl ederiz. Hangisi ile amel ettiyse biz onunla amel ederiz. Selef hangisini terk ettiyse biz onu terk ederiz. Geri durduklarından geri durmak bize câizdir. Açık olanlarında onlara uyarız. Yeni zuhûr eden mes’elelerde o sünnetlerden çıkardıkları hükümlerde ve yaptıkları ictihadlarda onlara iktidâ ederiz. Hakkında anlaşmazlığa düştüklerinde ve te’vîl ettikleri şeyde Selef’in topluluğunun dışına çıkmayız. Takdîm ettiğimiz her şey, Ehl-i Sünnet’in ve açıkladığımız üzere insanların fıkıhtaki ve hadîsteki imâmlarının kavlidir. Hepsi, Mâlik’in kavlidir. Kimisi bizzat kendi sözüdür. Kimisi de mezhebinden bilinendir/anlaşılandır. (Mezhebinin gereğidir.)
Sonra, İbn-i Ebî Zeyd şöyle dedi:
Mâlik şöyle demiştir:
(Medîne ehline âid) amel, hadîsten daha sağlamdır. Kim amel’e uyarsa, o, bana falancı falancıdan rivâyet etmesi zayıf ihtimâl (veya “zor”) olur. Tabiîn’de bir takımları vardı. Başkalarından onlara hadîs ulaşır ve şöyle derlerdi. Biz, bunları bilmiyor, değiliz. Lâkin, amel bundan başkası üzerine geçti (veya buna zıt geçti, geçmişte bununla değil de başkasıyla amel edildi.)
Muhammed b. Ebî Bekr b. Hazm’a, kardeşi, bazen, niye şu hadîsle amel etmedin, der, o da, insanları onun üzerinde bulmadım, derdi.
Nehaî şöyle dedi:
Şâyet Sahâbe’yi bileklerine kadar abdest alırken görseydim “dirseklerinize kadar (onlarla beraber)” ayetini okuyor olmama rağmen (ellerimi) bileklerime kadar (yıkayarak) abdest alırdım. Bu, şu sebebdendir: Sahâbe radıyallahu anhüm, sünnetleri terk etmekle ithâm edilemez. Onlar, ilim sâhibleridir. Sünnetlerde onların, itham edilen kimseler olduğunu ancak dîninde tereddüt sâhibi olan kimse zannedebilir.
(Büyük Muhaddis) Abdurrahman b. Mehdî (ö:198),şöyle demiştir:
Ehl-i Medîne’nin sünnetinden olan geçmiş sünnet, hadîsten daha hayırlıdır…[39]
İbrâhîm en-Nehaî şöyle dedi:
(Selef, abdestte), sadece tırnaklardan başkasını yıkamasaydı, biz tırnakları aşmazdık. Bir kavmin ameline muhâlafet etmemiz, onları küçümsemek için yeterlidir.[40]
Mâcişûn’a(ö:213),
“Neden hadîsi rivâyet ettiniz de sonra onu terk ettiniz”, denildi. O da, “onu bilerek terk ettiğimizin bilinmesi için”, dedi.[41]
(Büyk Muhaddis) İmâm Süfyân-ı Sevrî şöyle dedi:
Alınmayacak hadîsler geldi.[42]
İbnü Ebî’z-Zinâd şöyle dedi :
Ömer b. Abdi’l-Azîz fakîhleri toplar, onlara, amel edilecek sünnetleri ve kazaları (hükümleri) sorar ve onları kitablarda ve sahifelerde yazar, amel edilmeyecek olanları da sağlam bir kişiden rivâyet edilse bile iptal ederdi.[43]
İmâm Hâfız Râme Hürmüzî (ö:360) el Muhaddisü’l-Fâsıl’da[44] şöyle dedi:
Müftîye, her rivâyet ettiği ile fetvâ vermesi gerekmez. Yine fetvâ vermeyeceği rivâyeti terk etmesi de ona gerekmez. Fukahâ-i Emsâr’ın[45] tamâmı bu görüştedir. İşte Mâlik… Yapmakta olduğu bir çok rivâyetin aksine amel etmeye dâir ictihadları vardır. Bitti.
Hâfız Fakîh Muhammed b. Îsâ et-Tabba’ (Ö: 224 H) şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadîs sana ulaşıp ta, Ashâb’ından birinin onu yaptığına dâir bir haber ulaşmazsa, o hadîsi bırak.[46]
(Büyük Muhaddis) İmâm Evzâî (Ö:157) şöyle dedi:
Biz hadîsi işitir, onu, dirhemi, zâyife (paranın sahtesiyle hakikisini tesbit edene) arz edercesine ashâbımıza[47] arz ederdik. Ondan (hadîsden hocalarımızın) tanıdıklarını alır, tanımadıklarını da bırakırdık.[48]
İmâm Mâlik,kız kardeşinin Ebû Üveys’ten olma iki oğlu olan Ebû Bekr ve İsmâîl’e vasiyyet etti ve şöyle dedi:
Görüyorum ki siz, şu iki işi (hadîs toplama ve dinlemeyi), seviyor ve istiyorsunuz.
Evet, dediler.
(İmam Malik de),
Eğer hadîsle faydalanmayı ve Allah’ın sizinle (başkalarına) fayda vermesini istiyorsanız ondan az elde edin ve tefakkuh edin/fıkıh sâhibi olun, ma'nâlarını iyi anlayın, dedi.[49]
Hâfız Hatîb(-i Bağdâdî)(rh) (Ö:463) el-Fakîh vel Mutefakkıh’de[50] şöyle dedi:
Bilinsin ki, hadîs kitâblarını ve rivâyetini çoğaltmak ile kişi fakîh hâline gelmez. Hadîsin ma’nâlarını istinbât etmek (derinliklerinden çıkarmak) ve onda iyi tefekkür etmekle ancak fıkıh ilmi sâhibi olur. Bitti.
Hatîb yine şöyle yazdı:
Kişi, kendini fetvâ vermek için ayağa dikse, kitâblarda beş yüz bin hadîs toplaması, onları iyi bilmeden, ona iyi bakmadan ve onu iyi becermeden, ona yeterli değildir. İlim, iyi anlama ve dirayetten ibarettir. Çok ve geniş rivâyetler yapmakla değildir.[51]
İki Tenbîh
Birincisi:
Hadîs öğrenme iddiasında olanlar, imamlarımızın hadîs sahîh olduğunda işte o benim mezhebimdir sözüyle, kimi zaman ihticâc etmektedirler (iddialarını isbât etmekte delîl olarak ileri sürmektedirler.) Bu, imam Şâfiî’nin ve diğerlerinin söylediği, ve şu sıradan kimselerin sınırsız olduğunu anlayıp zannettiği, büyüğe küçüğe, âlime câhile, işin başındakine ve sonuna varana tatbîk ettiği bir sözdür. Bu, ilme karşı cinnet getirmektir.
Hâfız ve Fakîh İmâm Nevevî şöyle demiştir:
Bize imâmlar İmâmı Ebû Bekr b. İshâk b. Huzeyme’den -ki O, hadîs ezberi ve Sünnet bilmek hususunda yüksek bir rütbedeydi- şöyle bir rivâyet geldi:
Ona, Şafiî’nin, kitâblarına koymadığı sahîh bir sünnet var mıdır?diye soruldu da, O, hayır, yoktur, dedi. Buna rağmen, -(her şeyi) kuşatmak beşere imkânsız olduğundan- Şâfi'î (rh), kendinden değişik şekillerle sâbit olan Sahîh hadîsle amel edilmesi ve açık olan sâbit nassa muhâlif sözünün terk edilmesi, şeklindeki sözünü söyledi: Arkadaşlarımız (rhm) Şafiî’nin vasiyyetine uyup birçok meşhûr meselede onunla amel ettiler…. Ancak, bunun, bu zamanlarda az kişinin üzerinde bulunan bir şartı vardır.[52] Ben bunu Şerh-i Muhezzeb’in mukaddimesinde îzâh ettim.[53]
İmâm Nevevî, “Muhezzeb”in şerhi olan “el-Mecmû’”un Mukaddimesinde[54] bu şartı açıkladı ve şöyle dedi:
Şâfi'î’nin dediği bu söz, her sahîh hadîs gören kimse, bu Şâfi'î’nin mezhebidir diyecek ve o hadîsin görünürdeki ma’nâsıyla amel edecek, demek değildir. Bu, ancak mezhebde ictihâd rütbesi olan kimse hakkındadır. Nasıl olduğu geçmişte anlatıldığı, veya ona yakın bir şekilde olarak. Şartı da, galip zannıyla, Şâfi’î’nin (rh) bu hadîse vâkıf olmaması, veya, sahîh olduğunu bilmemesidir. Bu da ancak, Şâfi’î’nin bütün kitâblarını ve ondan alan talebelerinin benzeri kitâbları ve onlara benzeyenleri mutâlâadan sonra olur. Bu, az kişinin üzerinde bulunan zor bir şarttır. Bu anlattığımızı, sadece şundan dolayı şart koştular: Çünkü Şâfiî, gördüğü ve bildiği, fakat kendine göre ondaki ta’nı/ayıblamayı veya neshini/hükmünün kaldırıldığını, yahut tahsîsini/sâhasının sınırlı görülmesini, veyâ te’vîlini/yeterli bir delîle dayanarak başka bir ma’nâya yorulmasını ve bunlara benzer bir şeyi gösteren bir delîl kaim olduğundan, bir çok hadîsin görünürdeki ma'nâsıyla amel etmeyi terk etmiştir.
Ebû Amr (Hâfız İbn-i Salâh rh.) söyle dedi.
İmâm Şâfi’î’nin dediği sözün zâhiri ile amel etmek öyle kolay değildir. Her fakîhe hüccet gördüğü hadîsle müstakil olarak amel etmesi câiz değildir… Bitti.
İkinci Tenbîh:
Birisi bazen şöyle diyebilir:
Müslüman, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymakla emrolunmuştur, başkasına uymakla me’mûr değildir.
Cevab şudur:
Sünnet’e yapışmak hidâyet, o’nu terk etmek de sapıklıktır. İmâmlarımız, ya Sünnet’e yapışmışlardır ve hidâyet üzeredirler, dolayısıyla, onlara uyanlar da hidâyet üzredirler, veya Sünnet’i terk edip ondan uzaklaşmışlardır ve dolayısı ile sapıklık üzeredirler. Onlara uyanlar da keza sapıklık üzeredirler. Bu da, Allah celle celâlühû’ya yemin ederim ki, imkânsız şeylerdendir.
Bu risâlede imâmlarımızdan geçen söz, Sünnet’le amel etmenin doğru usûlünü ve yolunu bize açıklamaktadır. Ta ki, Sünnet’e yapışan, Sünnet’in yasakladığı mahzûrlara da düşmesin. Bu sebeble, hadîs-i şerîfe tutunmak isteyen kimsede, mutlak ve sınırlı içtihâd etme âletleri, tam bulunması gerekir.[55] Şu halde, hadîsle amel etmenin bir takım şartlara bağlı olması gerekir: Sened tarafından, Usûl-i Hadîs kaidelerine, metin tarafından da, Usul-i Fıkh kaidelerine elverişli olması gibi. (Bunlar), bir hadîsin, amel edilmeye elverişli olmasının şartlarındandır
Hâtime
(Büyük Muhaddis) İmâm Müctehîd Sufyân-i Sevrî (rh)söyle dedi:
Kişiyi, hakkında, âlimlerin anlaşmazlık içinde olduğu bir işi işlerken gördüğün vakit, (onu, o işlemekte olduğu işten) kaçındırma.[56]
İmâm Müctehid Evzâî, (abdestli iken) hanımını öpen kişi hakkında şöyle dedi:
Bana sormaya gelse, ona, abdest alacağını derdim. Abdest almazsa, onu ayıblamazdım.[57]
Tâbiî Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (rh) (Ö:144 H.) şöyle dedi:
İlim sâhibleri genişlik sâhibi kimselerdir. Fetvâ verenler, hep ihtilaf ede gelmiştir. (Bir şeyi) bu (âlim), helal kabul ederken, şu (âlim) haram görür. Ne bu, şunu, ne de şu, bunu ayıblamaz.[58]
İbn-i Teymiyye şöyle demiştir:
Ahkâmdaki ihtilâflara gelince... Onlar, tesbit edilemeyecek kadar çoktur. İki Müslüman bir şeyde, her anlaşmazlığa düştüğünde küsüşüp birbirinden ayrılacak olsalardı, Müslümanlar arasında ma’sûmluk da kalmazdı, kardeşlik de. Ebû Bekr ve Ömer (ra) bir çok şeyde tartışırlardı, ama, ancak hayrı murâd ederlerdi…
(İbn-i Teymiyye sonra, Benî Kureyza hadîsini anlattı ve şöyle dedi):
Bu, her ne kadar ahkâm hakkında ise de, mühim temel îmânî mes’elelerden olmayan (ta’lî îmânî) mes’eleler, (hükümde) ahkâma mülhaktır (katılmıştır).[59]
وَصَلَّى الله عَلَىسيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون
وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَين
[1] Edîb el-Kemdânî nâmında bir zâtın Risâleler Silsilesi başlığı altında yazdığı Selef Terâzisinde, Sonrakilerin Bid’at ları, Birinci Risâle: Fıkhî Mezheblerin Terk Edilmesi Bid’at’ıisimli risalenin tercümesidir.
[1] Hadîs ve Eser kelimeleri yan yana kullanıldıklarında, Hadîs, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e, Eser de Sahabe’ye (bazen de Tâbiîn’e) âid rivâyetlere denir. Bu iki kelimenin birbirlerinin yerinde kullanıldıkları da olur.
[2] (Hâfız Ebû Süleymân el-Hattâbî,Ö:388 H. , Meâlimu’s-Sünen: 1/3)
[3] (Usûl-i Serehsî: 2/113 )
[4] (Ebû Nuaym, Hilye 4/225)
[5] Burada, âyet ve hadîs’dayanmayan görüş, demektir.
[6] Burada, Kitab ve Sünnet’e dayanmayan inançlar, kasdedilmektedir.
[7] Sünnet anlayış ve çizgisinin dışına çıkmak
[8] Ehl-i Sünnete karşı çıkmak
[9] (İmâm Ebû Ya’lâ el -Ferrâ, “Tabakâtü’l-Hanâbile”: 1/31, 1/65…)
[10] (İbnü’l-Kayyim, İ’lâmu’l-Muvakkıîn, 1/44)
[11] (İbnu’l-Cevzi, Manâkıbu’l-İmâm Ahmed:174, Âl-i Teymiyye, el-Müsvedde: 401 ve 484, Zehebî, es-Siyer: 11/296)
[12] (Âl-i Teymiyye, El-Müsvedde :473)
[13] (İmâm Zehebî, Siyer:18/91-192)
[14] Delîlleri gösterilmeyen, sadece hükümler yazılan kısa kitab
[15] Hepsini taşımasa da bir kısmına sâhib olmuştur.
[16] (Siyer: 18/91-192)
[17] (Beyânü Fadli İlmi’s-Selef alâ İlmi’l-Halef :57)
[18] (Hafız İbn-i Receb 795 H.de öldü!)
[19] (Beyânü Fadli İlmi’s-Selef alâ İlmi’l-Halef: 69)
[20] (Bunu, İbn-i Ebî Hayseme rivayet etti. Nitekim bu, İbn-i Receb’in “Şerhu ileli’t-Tirmizî”sinde vardır: 1/413 .Bu rivâyeti, bir de Ebû Nüaym Hilye’de rivayet etti: 4/225)
[21] (İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm; 2/130).
[22] (İbn-i Hibbân bunu “el-Mecrûhîn”in mukaddimesinde rivâyet etti. 1/42)
[23] (Bunu da İbn-i Hibbân rivayet etti: 1/42)
[24](İbn-i Asâkir, Tarih-i Dimeşk: 5/359; ((Hatîb)),Tarih-i Bağdâd: 13/7; ((Mizzî)),Tezhîb-i Kemâl: 24/270-271, İbn-i Receb, Şerh-i İlel, 1/413 )
[25] (İbn-i Asâkir, Tarih: 50/359)
[26] (Kadı İyâd, Tertîbü’l-Medârik 2/427)
[27] (İbnü Abdi’l-Berr, et-Temhîd: 1/26)
[28] (Tertîb-i Medârik, 1/96)
[29] (İbnü Ebi Zeyd el Kayrevânî, el-Câmi’:151)
[30] (İbn-i Ebî Zeyd, el-Câmi’:150)
[31] (Tertîb-i Medârik, 1/124-125)
[32] (Hatîb, el-Câmi’:2/109)
[33] (Ahmed b. Hanbel, el-İlel:1/219)
[34] Allahu a’lem, bir yer ismi
[35] (O, İmâm Ebû Hanîfe’nin talebelerinin fakîhlerinin en büyüklerindendir).
[36] (El- Fakîh vel-Mütefakkıh: 2/163)
[37] (Hatîb, el-Fakîh vel Mutefakkih: 2/35)
[38] (İbnu Abdi’l-Berr, Câmiu Beyânı’l-İlm: 2/98
[39] (İbn-i Ebî Zeyd, el Câmi’:139,148-151) Burada mühim olan nokta Selef’in nassları nasıl anladığı, onlara nasıl baktığıdır. Selefin içinde Medîneli olanların tahsîs edilmesi ve diğerlerinden önce tutulması ise ayrı bir şeydir ki, şu noktada, içinde Hanefîlerin de yer aldığı Cumhûrun tercîhi ise böyle değildir.
[40] (Hâfız Ebu’l-Kâsim el Esbahânî, El –Hucceh 2/401 )
[41](Kâdı Iyâd, Tertîb-i Medârik :ö:126 h. 1/66)
[42] (İbn-i Receb, Şerh-i İlel:1/29)
[43] (Tertîb-i Medârik :1/66)
[44] (El-Muhaddisu’l-Fâsıl:322)
[45] Kûfe, Basrâ, Şâm, Medîne, Hicâz ve Mısır gibi şehirlerin fakîhlerinin
[46] (El-Fakîh vel Mutefakkıh: 1/353-354)
[47] Burada, hocalarımıza denilmek isteniyor.
[48] (Ebû Zür’a ed-Dimeşkî’nin Târih’i : 1/265, El-Muhaddisü’l-Fâsıl.318)
[49] (El-Fakîh vel Mutefakkıh: 2/153, El-Muhaddisü’l-Fâsıl:242,559)
[50] (el-Fakîh vel Mutefakkıh: 2/81)
[51] (Hatîb, el-Câmi’:2/174)
[52] (Nevevî’nin zamanında, 631-676 hicrîde, câhilliğin yayıldığı ve bir belâ olarak ortalığı sardığı zamanımızda değil.)
[53] (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-lügât: 1/51).
[54] (1/104-105)
[55] (Tabiatıyla, ahkâm hadîsleri yönünden, adap ve ahlak yönünden değil.)
[56] (Hatîp , el-Fakîh vel Mutafakkıh: 2/69)
[57] (Ibnü Abdi’l-Berr, et-Temhîd: 21/172)
[58] (Zehebî, Tezkiretü’l-Huffaz: 1/139)
[59] (İbn-i Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ:24/173)
اَلْحَمْدُ الِلّهِ رَبِّ الْعاَلَمِينَ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ
وَأَلِه اَجْمَعِينَ
Edîb el-Kemdânî بعد :
فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر الأمور محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار
Bundan sonra,
Şüphesiz sِzlerin en güzeli Allah'ın Kelam'ı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. İslerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan sey bid'attir ve her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık ta atestedir.
Şübhe yok ki, “insanlar iki guruba ayrılmıştır: Hadîs ve Eser[1] sahipleri ile fıkıh ve nazar ehli (Fakîh ve Müctehid) olanlar. Bunlardan her biri, ihtiyaçta, kardeşinden ayrılmaz, istediğine varabilmekte de ondan müstağnî kalamaz. Çünki hadîs, asıl olan temel, fıkıh da, onun fer’i (dalı) gibi olan bina rütbesindedir. Bir kâide ve temel üzerine kurulmayan her bina yıkılır. Bina ve imâretten boş olan her temel de çorak ve haraptır.”[2]
İmâm Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî (Ö:189 H) şöyle söylemiştir:
Hadîs’le amel etmek ancak rey ile doğru olur. Rey ile amel de ancak hadîs ile doğru olur.[3]
Nitekim güvenilir tâbiî
İbrâhim en-Nehaî de (r.h Ö:96 H)) şöyle dedi:
“Bir rey (fıkhî görüş, ictihâd), ancak rivâyet ile, bir rivâyet de ancak rey ile doğrudur”.[4]
Bu sözler, nasıl ki hadîs’siz fıkh’ın doğru olamayacağını ve imâmlara mutlaka müracaat edilmesi, yolları ve usûllerine uyulması lâzım geldiğini açıklıyorsa, fıkh’ın dîn’deki ehemmiyeti ile hadîs-i şerîf için mutlaka fıkıh ve anlayış lâzım geldiğini açıklamaktadır.
İmâm Ahmed b. Hanbel (ö:241 H.)şöyle dedi :
“Kim, taklîd görüşünde olmadığını ve dîninde kimseyi taklîd etmeyeceğini iddia ederse, o (nun sözü), Allah celle celâlühû ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem katında fâsıkın sözüdür. Bununla, Eser’i ibtâl etmeyi ilim ve Sünnet’i boşa çıkarmayı, Rey[5], Kelâm,[6] Bid’at[7], ve hilâf[8] ile tek başına olmayı istemektedir. Açıkladığım bu mezhebler ve kaviller, Sünnet, Cemaat ve Eser (Sahabe söz ve işi) ehli olanların, rivâyet sahiblerinin, kendilerine yetişip de onlardan hadîs aldığımız, kendilerinden sünnetleri öğrendiğimiz kimselerin gittiği yoldur. Onlar, tanınan, doğruluk sahibi, kendilerine uyulan ve kendilerinden (ilim) alınan, bid’at, (Sünnet’e zıtlık), muhalefet ve karıştırma sahibi olmayan güvenilir kimselerdir. Bu da, onlardan önce gelen imamlarının ve âlimlerinin kavlidir. Öyleyse buna tutunun -Allah size rahmet etsin- ve onu öğrenip öğretin. Tevfîk, sadece Allah iledir”.Bitti.[9]
Tenbîh:
Ahmed b. Hanbel, bu sözünü, İbn-i Ebî Ya’lâ’nın, O’na varan senediyle rivâyet ettiği (Ahmed b. Hanbel’in) mektûbunda söyledi. Bu risâlede öylesi müşkil/problemli sözler de bulunmaktadır ki, İmâm Ahmed’i onları telaffuz etmekten tenzîh ediyor, mektûbun lafızlarından bazılarında tasarrufta bulunanın, fıkıhtan ve lafızların delâlet ettiği ma’nâlardan uzak olması sebebiyle bu mektûbu rivâyet eden râvîlerden birinin olduğuna kesin inanıyoruz. Bu, fakîh olmayan râvîlerde çoktur. Şu risâlede, Allah’ın ve Allah Mûsâ’ya konuşmakla konuştu sözünden bahsedilirken, ağzından (konuştu). Tevrât’ı da O’na, elden ele verdi (şeklinde bir söz) bulunmaktadır. (Söz, harfi harfine son buldu.)
Ağzından ve elinden eline söz(ler)i İmâm Ahmed’in akîde ve mezhebiyle uyuşmamaktadır. Bu sebeble, şunun, İmâm Ahmed’den rivâyette bulunan râvîlerin birinden olan bir tasarruf olduğunda hiç bir şübhe yoktur.
Bununla beraber, şu (husûs), risâlenin kalanını almaya mâni’ değildir. Zîra o, mezhebine ve Selef’in sâhib olduğu akîdeye ters düşmemektedir. Nice sahîh senedle rivâyet edilmiş sözler vardır ki, lafızlarının çoğu üzerinde veya o sözün kendisinde hiçbir (yanlışlık) toz(u) yoktur. O sözün bir kelimesi veya bir parçası hâric Onu râvîler (lafzı ile değil de) ma’nâ(sı) ile rivâyet etmişler, anlayışlarına göre onda tasarrufta bulunmuşlar ve ma’nâyı değiştirip üstünü altına getirmişlerdir. Bu, bazı hadîslerde vâkı olmuştur ki, fakîh Hâfızlar buna tenbîhte bulunmuşlardır. İşte size Hâfız fakîh İbn-i Hacer’in Fethu’l-Bârî’si… O, buna en iyi bir şâhid…
Ahmed b. Hanbel (yine)şöyle dedi:
Kişinin yanında, içinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü, Sahâbe ve Tabiûn’un ihtilâfları bulunan yazılı kitâblar varsa, ilim sâhibine, hangisinin alınacağını ve böylelikle doğru bir biçimde (nasıl) amel edeceğini sormadıkça, dilediği ile amel etmesi ve dilediğini seçip onunla hükmetmesi ve amel etmesi câiz olmaz.[10]
İmâm, Hâfız, Fakîh Ebu’l-Hasen el-Meymûnî (Ö: 274 H.) şöyle dedi:
Ahmed (b. Hanbel) bana şöyle dedi:
Ey Ebâ’l-Hasen, imâmın olmayan bir me’selede konuşmandan seni sakındırırım. (Konuşma.)[11]
İbn-i Teymiyye (Ö:728)şöyle dedi:
İmâm Ahmed b. Hanbel Sünnet’ten veya Eser’den hangi rivâyeti yaptı, sahîh veya hasen olduğunu söyledi veya senedinden râzı oldu veya onu reddetmedi, kitablarına yazdı ve aksine fetva vermedi ise, o (rivâyet) O’nun mezhebidir. Değildir de denilmiştir.[12]
İmâm, Hâfız, Nâkid (rivâyet tenkîdçisi/kritikçisi) Şemsüddîn ez-Zehebî (rh) (ö:748), “Hadîsi almak Şâfiî’nin ve Ebû Hanîfe’nin sözünü almaktan evlâdır”diyen, kimsenin sözüne verdiği cevâb arasında şöyle demiştir:
“Derim ki (Zehebî):
Bu (söz), güzel bir sözdür. Lâkin bir şart ile; O hadîs ile, şu iki imâm’ın, yani Şâfiî ve Ebû Hanife’nin benzeri olan, Mâlik, Süfyân veya Evzâî gibi bir imâm hükmetmiş olacak. Hadîs sâbit ve illetten sâlim olacak. Ebû Hanîfe ve Şâfiî’nin delîli, diğerine muârız/zıt sahîh bir hadîs olmayacak. Amma, bir kimse diğer imâmların almadığı sahîh bir hadîsi alırsa, hayır. (Bu söz o zaman doğru değildir.)”
(Zehebî), sonra buna dâir delilleri anlattı.Yine,
İmâm Zehebî, Siyer(-i A’lâm-ı Nübelâ isimli eserin)’de[13] İbn-i Hazm’ın ben hakka uyarım, hiçbir mezheble bağlanmam şeklidekisözünü aktardıktan sonra şöyle dedi:
Evet, acemi fakîhe ve avâmdan Kur’ân’ı veya Ondan bir çoğunu ezberleyen bir kişiye ebediyen ictihâd câiz olmadığı gibi, kim ictihâd rütbesine ulaşırsa ve bir çok İmâm buna dâir şahidlik yaparsa, onun (bir başkasını) taklid etmesi câiz olmaz. Nasıl ictihâd edecek? Neyi söyleyecek? Neyin üzerine bina kuracak. Kanatları tüylenmeden nasıl uçacak?
Üçüncü kısım: Çok uyanık ve derin anlayışlı, muhaddis ve zirvede biri olan fakîh, ki furûa (fıkha) dâir bir muhtasar[14] ve usûl kâidelerine dâir bir kitab ezberlemiştir, nahiv okumuştur. Allah’ın Kitab’ını ezberlemenin ve tefsîri ile meşgûl olmanın ve güçlü tartışmasının yanında fazîletlere ortak olmuştur[15]… İşte bu (seviye), mukayyed (mutlak olmayan) içtihada ulaşan ve İmâm’ların delillerine bakmaya ehil hale gelenlerin rütbesidir.
Artık, ne zaman, bir mes’elede hakk ona açığa çıkmıştır, onda nass vardır ve onunla meselâ Ebû Hanîfe veya Mâlik veya Sevrî veya Evzâî, veya Şâfiî, Ebû Ubeyd , Ahmed ve İshâk gibi İmamlardan biri amel etmiştir, onda (o mes’elede) hakka uysun, ruhsatların yoluna girmesin, teverru’ etsin/sakınsın. Aleyhinde hüccet kâim olduktan sonra, o mes’elede ona taklîd câiz olmaz. Eğer, fakîhlerden, aleyhine laf edeceklerden korkarsa o mes’eleyi gizli tutsun, onu yapmakla kendini göstermesin. Olabilir ki, kendini beğenir ve görünmeyi sever de cezalandırılır ve nefsinden ona bir şey girer. Nice hakkı söyleyen, emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker yapıp da, kötü maksad ve dînî reislik sebebi ile Allah’ın kendine, onu incitecek kimseler musallât ettiği kimseler vardır. Bu, fakîhlerin nefsine sirayet eden gizli bir hastalıktır.
(Sonra Zehebî devâmla şöyle dedi
Kim, ilmi, medreseler ve fetvâ vermek, öğünmek ve gösteriş için talep ederse ahmaklaşır, böbürlenir, insanları küçümser, kendini beğenmişlik onu helak eder ve nefisler onu kahreder.
“O nefsi pak edenler iflâh eder, onu kirler ve paslara gömen de zarar eder.”(Zehebî’nin sözü)bitti.[16]
Hâfız İbn-i Receb el Hanbelî (rh)(ö:795 H.) Beyanü Fadli İlmi’s-Selef ‘alâ İlmi’l-Halef ( isimli) kitabında şöyle dedi:
İmamlara ve Ehl-i Hadîs fakîhlerine gelince.. Onlar, nerede olursa sahîh hadîse uyarlar. O sahîh hadîs Sahâbe ve onlardan sonrakiler veya onlardan bir cemâat katında kendisi ile amel edilen bir hadîs olduğu vakit. Selefin toplu olarak terk ettiği hadîs ile amel etmek câiz olmaz. Çünkü onlar, onunla amel edilemeyeceğini bilerek terk etmişlerdir.
Ömer b. Abdi’l-Azîz şöyle dedi:
Sizden öncekilere uyan reyleri alınız. Zira onlar, sizden daha çok bilen kimselerdi. Bitti.[17]
İbn-i Receb yine şöyle dedi:
İmâm Şâfiî, Ahmed, İshâk ve Ebû Ubeyd zamanına kadar mevcûd olan kendilerine uyulan/peşlerinden gidilen selef imâmlarının sözünün yazılması,zamanımızda[18] kesinleşir. Onlardan sonra türeyen sözlerden insan sakınsın. Zîrâ, onlardan sonra çok hâdiseler zuhûr etti. Sünnet’e ve hadîse uymaya kendini nisbet eden (hadîse uyduğunu iddia eden) Zâhiriyye (mezhebine mensûb kimseler) ve benzerleri türedi. Şu kişi, İmâmlara ters düştüğü veya anladığında onların içinde tek kaldığı, yâhut da kendinden önceki imâmların almadığını aldığı için Sünnet’e en çok muhâlif olandır. Bitti.[19]
Tenbîh:
Bu güzel sözler, -her ne kadar sonra gelen imâmlardan sâdır olduysa da- selefin takrîr ettiklerinin ma’nâsını te’yîd etmektedir. Selef’in takrîrlerinde, ilim kokusu koklamayanların mezheblere küsüp onlardan uzaklaşması ve onlarla harbetmesi ve onlara zıt durmasının tehlikesi açıkça anlatılmaktadır. Zehebî’nin sözünü iyi düşün. Gerçekten o (söz) Zehebîdir,(altun gibi bir sözdür.) İbn-i Receb’in sözünü iyi düşün. Onda gerçekten şaşılacak güzellik vardır.
Sika/güvenilir Tâbiî İmâm İbrâhîm en-Nehaî (rh) şöyle demiştir:
Şüphesiz ki ben, hadîsi işitiyorum da, alınacağına bakıyor, onu alıyor ve diğerlerini bırakıyorum.[20]
İmâm, Müctehid Muhammed b. Abdirrahmân b. Ebî Leylâ (rh) (Ö: 248 H.)şöyle demiştir:
Kişi, hadîsten (sağlamını) alıp (sağlam olmayanı) bırakmadıkça fakîh olamaz[21]
İmâm, Müctehid Abdullah b. Vehb (rh) (Ö: 198 H.)şöyle dedi:
Üç yüz alimle karşılaştım. Mâlik ve Leys olmasaydı elbette şaşırırdım.[22]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
İlimde dört kişiye uyduk. İkisi Mısır’da, ikisi de Medîne’de. Mısır’da Leys b. Sa’d ile Amr b. Hâris. Mâlik ve Mâcişûn da Medine’de. Şâyet şunlar olmayaydı, gerçekten şaşıran kimseler olurduk.[23]
Mâlik ve Leys’in, O’nu sapıtmaktan kurtarmasının sebebini, İbn-i Vehb’in kendisi açıkça ifade etmiş ve bir keresinde, şöyle demiştir:
Şâyet Mâlik b. Enes ve Leys bin Sa’d olmasaydı, elbette helak olurdum. (Başka bir rivâyette, elbette sapıtırdım.) Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen her bir rivâyetle amel edileceğini sanıyordum.[24]
(İbn-i Asâkir’in Târîh’indeki) bir (başka) rivâyette de şöyle (denilmekte)dir:
İbn-i Vehb hadîslerin ve insanların ihtilâflarını (farklılıklarını) anlattı ve şöyle dedi:
Mâlik ve Leys ile karşılaşmasaydım elbette sapıtırdım.
Diyor ki;
Hadîslerin ihtilâflarından (değişikliklerinden) dolayı (sapıtırdım). Bitti.[25]
Ondan yapılan başka bir rivâyette şöyle dedi:
Şâyet Allah celle celâlühû beni, Mâlik ve Leys vâsıtasıyla kurtarmayaydı, elbette sapıtırdım.
Ona, bu nasıl oluyor? denildi. O, “Çok hadîs elde ettim ve onlar beni hayrete düşürdü, (ne yapacağımı bilemedim). Bu yüzden onları Mâlik ve Leys’e arz ediyordum da, onlar bana, “bunu al, şunu bırak”, diyorlardı.[26]
İbn-i Vehb’inbu sözünün lafızlarındaki ve rivâyetlerindeki değişikliklerin sebebi, O’nun bu sözü tekrar tekrar söylemesidir. Zîrâ,
İbnü Abdi’l-Berr et-Temhîd’de Ebû Ca’fer el-Eylî yolundan, O’nun şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
Ben, İbn-i Vehb’den sayamayacağım kadar işittim ki, şöyle diyordu:
Şayet Allah celle celâlühû beni Mâlik ve Leys ile kurtarmış olmasaydı ben kesinlikle sapıtırdım.[27]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
Hadîs, âlim olanlardan başkasını saptırıcıdır.[28]
İbn-i Vehb yine şöyle dedi:
Fıkıhta imâmı olmayan her hadîs sâhibi, sapıtan biridir. Şâyet, Allah celle celâlühû bizi Mâlik ve Leys ile kurtarmasaydı, elbette sapıtırdık.[29]
İmâm (Muhaddis) Sufyân b. ‘Uyeyne (rh)(Ö: 198 H.) şöyle demiştir:
Hadîs, fakîh olmayanları saptırır.
Bu sözü İbn-i ‘Uyeyne’den, İbn-i Ebî Zeyd nakletti ve onu açıklarken şöyle dedi:
(İbn-i ‘Uyeyne) şunu demek istiyor:
Fakîh olmayanlar, bazen bir şeyi, görünürdeki ma'nâsıyla anlar. Halbuki o hadîsin başkasının hadîsinden bir te’vîli vardır. Veyâ ona gizli kalan bir delîl vardır. Veya, şu şey (hadîs rivâyeti) ancak deryalaşmış ve iyice fakîh olmuş kimselerin ikâme edebileceği (bulup gösterebileceği) birçok şeyin onun terk edilmesini gerektirecek olduğu terkedilmiş bir şey(rivâyet)’dir.[30]
İbn-i Vehb şöyle dedi:
Mâlik, Attaf b. Hâlid’e baktı ve şöyle söyledi:
Bana gelen habere göre, siz, şu râvîden hadîs alıyorsunuz!!!
Attaf evet, dedim, dedi. Bunun üzerine,
(Mâlik) şöyle dedi:
Biz sadece fakîh olanlardan alırdık.[31]
İmâm Şâfiî (Ö:204 H.)şöyle dedi:
Mâlik b. Enes’e, İbn-i Uyeyne’nin yanında Zührî’den rivâyet ettiği sende olmayan şeyler (rivayetler) var, denildi de,
Mâlik şöyle dedi:
Ben her işittiğim hadîsi rivâyet mi edeceğim? Öyle yaparsam, ben rivâyet etmekte olduğum kimseleri saptırırım.[32]
Muhammed b. Yahyâ el-Kattân (rh), şöyle dedi:
Şâyet bir insan, hadîsteki bütün ruhsatlara uyarsa, elbette bununla fâsık olur.[33]
Hâfız Ebû Nuaym Fazl b. Dükeyn (rh) (Ö:218H.)-ki O, İmâm Buhârî’nin en meşhûr şeyhlerindendir- şöyle dedi:
Kinde’de[34], oturakları üzerinde oturup dizlerini diker ve bir elbise ile bağlayıp oturur haldeyken Züfer’in yanına uğrardım.[35]
(Züfer) derdi ki;
Ey şaşı! Gel sana hadîslerini eleyeyim. Ben işittiklerimi ona gösterir, O da şöyle derdi: Bu (hadîs), alınır, bu da, alınmaz. Bu, nesheden/geçmiş hükmü kaldıran, bu da, nesh edilen/hükmü kaldırılandır.[36]
İmâm İsmâîl b. Yahyâ el-Müzenî (rh)(Ö:264 H.)şöyle dedi:
Allah celle celâlühû size rahmet etsin, topladığınız hadîslere bakınız ve ilmi, fıkıh âlimleri yanında arayınız ki, inşâellah fakîhler olursunuz.[37]
Hadîste Emîru’l-Mü’minîn olan İmâm Ebû’z-Zinâd Abdullah b. Zekvân (Ö: 130 H.)şöyle dedi:
Allah celle celâlühû’ya yemin olsun ki, şübhesiz, biz Sünnetleri, fıkıh sahibi ve güvenilir olan kimselerden alır ve onları Kur’ân ayetlerini öğrendiğimiz gibi öğrenirdik.[38]
Büyük İmâm İbnü Ebî Zeyd el-Kayrevânî (rh) (Ö: 389 H.), Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Hakk’ın inançlarını sayıp yollarını anlatarak şöyle dedi:
(Onların akîdelerinden ve yollarından biri de) sünnetlere teslîm olmaktır. Sünnetlere reyle karşı çıkılmaz. Onlar kıyasla def edilmez. Sünnetlerden hangisini Selef-i salihîn te’vîl ettiyse biz onu te’vîl ederiz. Hangisi ile amel ettiyse biz onunla amel ederiz. Selef hangisini terk ettiyse biz onu terk ederiz. Geri durduklarından geri durmak bize câizdir. Açık olanlarında onlara uyarız. Yeni zuhûr eden mes’elelerde o sünnetlerden çıkardıkları hükümlerde ve yaptıkları ictihadlarda onlara iktidâ ederiz. Hakkında anlaşmazlığa düştüklerinde ve te’vîl ettikleri şeyde Selef’in topluluğunun dışına çıkmayız. Takdîm ettiğimiz her şey, Ehl-i Sünnet’in ve açıkladığımız üzere insanların fıkıhtaki ve hadîsteki imâmlarının kavlidir. Hepsi, Mâlik’in kavlidir. Kimisi bizzat kendi sözüdür. Kimisi de mezhebinden bilinendir/anlaşılandır. (Mezhebinin gereğidir.)
Sonra, İbn-i Ebî Zeyd şöyle dedi:
Mâlik şöyle demiştir:
(Medîne ehline âid) amel, hadîsten daha sağlamdır. Kim amel’e uyarsa, o, bana falancı falancıdan rivâyet etmesi zayıf ihtimâl (veya “zor”) olur. Tabiîn’de bir takımları vardı. Başkalarından onlara hadîs ulaşır ve şöyle derlerdi. Biz, bunları bilmiyor, değiliz. Lâkin, amel bundan başkası üzerine geçti (veya buna zıt geçti, geçmişte bununla değil de başkasıyla amel edildi.)
Muhammed b. Ebî Bekr b. Hazm’a, kardeşi, bazen, niye şu hadîsle amel etmedin, der, o da, insanları onun üzerinde bulmadım, derdi.
Nehaî şöyle dedi:
Şâyet Sahâbe’yi bileklerine kadar abdest alırken görseydim “dirseklerinize kadar (onlarla beraber)” ayetini okuyor olmama rağmen (ellerimi) bileklerime kadar (yıkayarak) abdest alırdım. Bu, şu sebebdendir: Sahâbe radıyallahu anhüm, sünnetleri terk etmekle ithâm edilemez. Onlar, ilim sâhibleridir. Sünnetlerde onların, itham edilen kimseler olduğunu ancak dîninde tereddüt sâhibi olan kimse zannedebilir.
(Büyük Muhaddis) Abdurrahman b. Mehdî (ö:198),şöyle demiştir:
Ehl-i Medîne’nin sünnetinden olan geçmiş sünnet, hadîsten daha hayırlıdır…[39]
İbrâhîm en-Nehaî şöyle dedi:
(Selef, abdestte), sadece tırnaklardan başkasını yıkamasaydı, biz tırnakları aşmazdık. Bir kavmin ameline muhâlafet etmemiz, onları küçümsemek için yeterlidir.[40]
Mâcişûn’a(ö:213),
“Neden hadîsi rivâyet ettiniz de sonra onu terk ettiniz”, denildi. O da, “onu bilerek terk ettiğimizin bilinmesi için”, dedi.[41]
(Büyk Muhaddis) İmâm Süfyân-ı Sevrî şöyle dedi:
Alınmayacak hadîsler geldi.[42]
İbnü Ebî’z-Zinâd şöyle dedi :
Ömer b. Abdi’l-Azîz fakîhleri toplar, onlara, amel edilecek sünnetleri ve kazaları (hükümleri) sorar ve onları kitablarda ve sahifelerde yazar, amel edilmeyecek olanları da sağlam bir kişiden rivâyet edilse bile iptal ederdi.[43]
İmâm Hâfız Râme Hürmüzî (ö:360) el Muhaddisü’l-Fâsıl’da[44] şöyle dedi:
Müftîye, her rivâyet ettiği ile fetvâ vermesi gerekmez. Yine fetvâ vermeyeceği rivâyeti terk etmesi de ona gerekmez. Fukahâ-i Emsâr’ın[45] tamâmı bu görüştedir. İşte Mâlik… Yapmakta olduğu bir çok rivâyetin aksine amel etmeye dâir ictihadları vardır. Bitti.
Hâfız Fakîh Muhammed b. Îsâ et-Tabba’ (Ö: 224 H) şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadîs sana ulaşıp ta, Ashâb’ından birinin onu yaptığına dâir bir haber ulaşmazsa, o hadîsi bırak.[46]
(Büyük Muhaddis) İmâm Evzâî (Ö:157) şöyle dedi:
Biz hadîsi işitir, onu, dirhemi, zâyife (paranın sahtesiyle hakikisini tesbit edene) arz edercesine ashâbımıza[47] arz ederdik. Ondan (hadîsden hocalarımızın) tanıdıklarını alır, tanımadıklarını da bırakırdık.[48]
İmâm Mâlik,kız kardeşinin Ebû Üveys’ten olma iki oğlu olan Ebû Bekr ve İsmâîl’e vasiyyet etti ve şöyle dedi:
Görüyorum ki siz, şu iki işi (hadîs toplama ve dinlemeyi), seviyor ve istiyorsunuz.
Evet, dediler.
(İmam Malik de),
Eğer hadîsle faydalanmayı ve Allah’ın sizinle (başkalarına) fayda vermesini istiyorsanız ondan az elde edin ve tefakkuh edin/fıkıh sâhibi olun, ma'nâlarını iyi anlayın, dedi.[49]
Hâfız Hatîb(-i Bağdâdî)(rh) (Ö:463) el-Fakîh vel Mutefakkıh’de[50] şöyle dedi:
Bilinsin ki, hadîs kitâblarını ve rivâyetini çoğaltmak ile kişi fakîh hâline gelmez. Hadîsin ma’nâlarını istinbât etmek (derinliklerinden çıkarmak) ve onda iyi tefekkür etmekle ancak fıkıh ilmi sâhibi olur. Bitti.
Hatîb yine şöyle yazdı:
Kişi, kendini fetvâ vermek için ayağa dikse, kitâblarda beş yüz bin hadîs toplaması, onları iyi bilmeden, ona iyi bakmadan ve onu iyi becermeden, ona yeterli değildir. İlim, iyi anlama ve dirayetten ibarettir. Çok ve geniş rivâyetler yapmakla değildir.[51]
İki Tenbîh
Birincisi:
Hadîs öğrenme iddiasında olanlar, imamlarımızın hadîs sahîh olduğunda işte o benim mezhebimdir sözüyle, kimi zaman ihticâc etmektedirler (iddialarını isbât etmekte delîl olarak ileri sürmektedirler.) Bu, imam Şâfiî’nin ve diğerlerinin söylediği, ve şu sıradan kimselerin sınırsız olduğunu anlayıp zannettiği, büyüğe küçüğe, âlime câhile, işin başındakine ve sonuna varana tatbîk ettiği bir sözdür. Bu, ilme karşı cinnet getirmektir.
Hâfız ve Fakîh İmâm Nevevî şöyle demiştir:
Bize imâmlar İmâmı Ebû Bekr b. İshâk b. Huzeyme’den -ki O, hadîs ezberi ve Sünnet bilmek hususunda yüksek bir rütbedeydi- şöyle bir rivâyet geldi:
Ona, Şafiî’nin, kitâblarına koymadığı sahîh bir sünnet var mıdır?diye soruldu da, O, hayır, yoktur, dedi. Buna rağmen, -(her şeyi) kuşatmak beşere imkânsız olduğundan- Şâfi'î (rh), kendinden değişik şekillerle sâbit olan Sahîh hadîsle amel edilmesi ve açık olan sâbit nassa muhâlif sözünün terk edilmesi, şeklindeki sözünü söyledi: Arkadaşlarımız (rhm) Şafiî’nin vasiyyetine uyup birçok meşhûr meselede onunla amel ettiler…. Ancak, bunun, bu zamanlarda az kişinin üzerinde bulunan bir şartı vardır.[52] Ben bunu Şerh-i Muhezzeb’in mukaddimesinde îzâh ettim.[53]
İmâm Nevevî, “Muhezzeb”in şerhi olan “el-Mecmû’”un Mukaddimesinde[54] bu şartı açıkladı ve şöyle dedi:
Şâfi'î’nin dediği bu söz, her sahîh hadîs gören kimse, bu Şâfi'î’nin mezhebidir diyecek ve o hadîsin görünürdeki ma’nâsıyla amel edecek, demek değildir. Bu, ancak mezhebde ictihâd rütbesi olan kimse hakkındadır. Nasıl olduğu geçmişte anlatıldığı, veya ona yakın bir şekilde olarak. Şartı da, galip zannıyla, Şâfi’î’nin (rh) bu hadîse vâkıf olmaması, veya, sahîh olduğunu bilmemesidir. Bu da ancak, Şâfi’î’nin bütün kitâblarını ve ondan alan talebelerinin benzeri kitâbları ve onlara benzeyenleri mutâlâadan sonra olur. Bu, az kişinin üzerinde bulunan zor bir şarttır. Bu anlattığımızı, sadece şundan dolayı şart koştular: Çünkü Şâfiî, gördüğü ve bildiği, fakat kendine göre ondaki ta’nı/ayıblamayı veya neshini/hükmünün kaldırıldığını, yahut tahsîsini/sâhasının sınırlı görülmesini, veyâ te’vîlini/yeterli bir delîle dayanarak başka bir ma’nâya yorulmasını ve bunlara benzer bir şeyi gösteren bir delîl kaim olduğundan, bir çok hadîsin görünürdeki ma'nâsıyla amel etmeyi terk etmiştir.
Ebû Amr (Hâfız İbn-i Salâh rh.) söyle dedi.
İmâm Şâfi’î’nin dediği sözün zâhiri ile amel etmek öyle kolay değildir. Her fakîhe hüccet gördüğü hadîsle müstakil olarak amel etmesi câiz değildir… Bitti.
İkinci Tenbîh:
Birisi bazen şöyle diyebilir:
Müslüman, Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem’e uymakla emrolunmuştur, başkasına uymakla me’mûr değildir.
Cevab şudur:
Sünnet’e yapışmak hidâyet, o’nu terk etmek de sapıklıktır. İmâmlarımız, ya Sünnet’e yapışmışlardır ve hidâyet üzeredirler, dolayısıyla, onlara uyanlar da hidâyet üzredirler, veya Sünnet’i terk edip ondan uzaklaşmışlardır ve dolayısı ile sapıklık üzeredirler. Onlara uyanlar da keza sapıklık üzeredirler. Bu da, Allah celle celâlühû’ya yemin ederim ki, imkânsız şeylerdendir.
Bu risâlede imâmlarımızdan geçen söz, Sünnet’le amel etmenin doğru usûlünü ve yolunu bize açıklamaktadır. Ta ki, Sünnet’e yapışan, Sünnet’in yasakladığı mahzûrlara da düşmesin. Bu sebeble, hadîs-i şerîfe tutunmak isteyen kimsede, mutlak ve sınırlı içtihâd etme âletleri, tam bulunması gerekir.[55] Şu halde, hadîsle amel etmenin bir takım şartlara bağlı olması gerekir: Sened tarafından, Usûl-i Hadîs kaidelerine, metin tarafından da, Usul-i Fıkh kaidelerine elverişli olması gibi. (Bunlar), bir hadîsin, amel edilmeye elverişli olmasının şartlarındandır
Hâtime
(Büyük Muhaddis) İmâm Müctehîd Sufyân-i Sevrî (rh)söyle dedi:
Kişiyi, hakkında, âlimlerin anlaşmazlık içinde olduğu bir işi işlerken gördüğün vakit, (onu, o işlemekte olduğu işten) kaçındırma.[56]
İmâm Müctehid Evzâî, (abdestli iken) hanımını öpen kişi hakkında şöyle dedi:
Bana sormaya gelse, ona, abdest alacağını derdim. Abdest almazsa, onu ayıblamazdım.[57]
Tâbiî Yahyâ b. Saîd el-Ensârî (rh) (Ö:144 H.) şöyle dedi:
İlim sâhibleri genişlik sâhibi kimselerdir. Fetvâ verenler, hep ihtilaf ede gelmiştir. (Bir şeyi) bu (âlim), helal kabul ederken, şu (âlim) haram görür. Ne bu, şunu, ne de şu, bunu ayıblamaz.[58]
İbn-i Teymiyye şöyle demiştir:
Ahkâmdaki ihtilâflara gelince... Onlar, tesbit edilemeyecek kadar çoktur. İki Müslüman bir şeyde, her anlaşmazlığa düştüğünde küsüşüp birbirinden ayrılacak olsalardı, Müslümanlar arasında ma’sûmluk da kalmazdı, kardeşlik de. Ebû Bekr ve Ömer (ra) bir çok şeyde tartışırlardı, ama, ancak hayrı murâd ederlerdi…
(İbn-i Teymiyye sonra, Benî Kureyza hadîsini anlattı ve şöyle dedi):
Bu, her ne kadar ahkâm hakkında ise de, mühim temel îmânî mes’elelerden olmayan (ta’lî îmânî) mes’eleler, (hükümde) ahkâma mülhaktır (katılmıştır).[59]
وَصَلَّى الله عَلَىسيدنامحمد وَ عَلَى اَلِه وصحبه كلما ذكره الذاِكرون وغفل عن ذكره الغافلون
وَ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالمَين
[1] Edîb el-Kemdânî nâmında bir zâtın Risâleler Silsilesi başlığı altında yazdığı Selef Terâzisinde, Sonrakilerin Bid’at ları, Birinci Risâle: Fıkhî Mezheblerin Terk Edilmesi Bid’at’ıisimli risalenin tercümesidir.
[1] Hadîs ve Eser kelimeleri yan yana kullanıldıklarında, Hadîs, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e, Eser de Sahabe’ye (bazen de Tâbiîn’e) âid rivâyetlere denir. Bu iki kelimenin birbirlerinin yerinde kullanıldıkları da olur.
[2] (Hâfız Ebû Süleymân el-Hattâbî,Ö:388 H. , Meâlimu’s-Sünen: 1/3)
[3] (Usûl-i Serehsî: 2/113 )
[4] (Ebû Nuaym, Hilye 4/225)
[5] Burada, âyet ve hadîs’dayanmayan görüş, demektir.
[6] Burada, Kitab ve Sünnet’e dayanmayan inançlar, kasdedilmektedir.
[7] Sünnet anlayış ve çizgisinin dışına çıkmak
[8] Ehl-i Sünnete karşı çıkmak
[9] (İmâm Ebû Ya’lâ el -Ferrâ, “Tabakâtü’l-Hanâbile”: 1/31, 1/65…)
[10] (İbnü’l-Kayyim, İ’lâmu’l-Muvakkıîn, 1/44)
[11] (İbnu’l-Cevzi, Manâkıbu’l-İmâm Ahmed:174, Âl-i Teymiyye, el-Müsvedde: 401 ve 484, Zehebî, es-Siyer: 11/296)
[12] (Âl-i Teymiyye, El-Müsvedde :473)
[13] (İmâm Zehebî, Siyer:18/91-192)
[14] Delîlleri gösterilmeyen, sadece hükümler yazılan kısa kitab
[15] Hepsini taşımasa da bir kısmına sâhib olmuştur.
[16] (Siyer: 18/91-192)
[17] (Beyânü Fadli İlmi’s-Selef alâ İlmi’l-Halef :57)
[18] (Hafız İbn-i Receb 795 H.de öldü!)
[19] (Beyânü Fadli İlmi’s-Selef alâ İlmi’l-Halef: 69)
[20] (Bunu, İbn-i Ebî Hayseme rivayet etti. Nitekim bu, İbn-i Receb’in “Şerhu ileli’t-Tirmizî”sinde vardır: 1/413 .Bu rivâyeti, bir de Ebû Nüaym Hilye’de rivayet etti: 4/225)
[21] (İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm; 2/130).
[22] (İbn-i Hibbân bunu “el-Mecrûhîn”in mukaddimesinde rivâyet etti. 1/42)
[23] (Bunu da İbn-i Hibbân rivayet etti: 1/42)
[24](İbn-i Asâkir, Tarih-i Dimeşk: 5/359; ((Hatîb)),Tarih-i Bağdâd: 13/7; ((Mizzî)),Tezhîb-i Kemâl: 24/270-271, İbn-i Receb, Şerh-i İlel, 1/413 )
[25] (İbn-i Asâkir, Tarih: 50/359)
[26] (Kadı İyâd, Tertîbü’l-Medârik 2/427)
[27] (İbnü Abdi’l-Berr, et-Temhîd: 1/26)
[28] (Tertîb-i Medârik, 1/96)
[29] (İbnü Ebi Zeyd el Kayrevânî, el-Câmi’:151)
[30] (İbn-i Ebî Zeyd, el-Câmi’:150)
[31] (Tertîb-i Medârik, 1/124-125)
[32] (Hatîb, el-Câmi’:2/109)
[33] (Ahmed b. Hanbel, el-İlel:1/219)
[34] Allahu a’lem, bir yer ismi
[35] (O, İmâm Ebû Hanîfe’nin talebelerinin fakîhlerinin en büyüklerindendir).
[36] (El- Fakîh vel-Mütefakkıh: 2/163)
[37] (Hatîb, el-Fakîh vel Mutefakkih: 2/35)
[38] (İbnu Abdi’l-Berr, Câmiu Beyânı’l-İlm: 2/98
[39] (İbn-i Ebî Zeyd, el Câmi’:139,148-151) Burada mühim olan nokta Selef’in nassları nasıl anladığı, onlara nasıl baktığıdır. Selefin içinde Medîneli olanların tahsîs edilmesi ve diğerlerinden önce tutulması ise ayrı bir şeydir ki, şu noktada, içinde Hanefîlerin de yer aldığı Cumhûrun tercîhi ise böyle değildir.
[40] (Hâfız Ebu’l-Kâsim el Esbahânî, El –Hucceh 2/401 )
[41](Kâdı Iyâd, Tertîb-i Medârik :ö:126 h. 1/66)
[42] (İbn-i Receb, Şerh-i İlel:1/29)
[43] (Tertîb-i Medârik :1/66)
[44] (El-Muhaddisu’l-Fâsıl:322)
[45] Kûfe, Basrâ, Şâm, Medîne, Hicâz ve Mısır gibi şehirlerin fakîhlerinin
[46] (El-Fakîh vel Mutefakkıh: 1/353-354)
[47] Burada, hocalarımıza denilmek isteniyor.
[48] (Ebû Zür’a ed-Dimeşkî’nin Târih’i : 1/265, El-Muhaddisü’l-Fâsıl.318)
[49] (El-Fakîh vel Mutefakkıh: 2/153, El-Muhaddisü’l-Fâsıl:242,559)
[50] (el-Fakîh vel Mutefakkıh: 2/81)
[51] (Hatîb, el-Câmi’:2/174)
[52] (Nevevî’nin zamanında, 631-676 hicrîde, câhilliğin yayıldığı ve bir belâ olarak ortalığı sardığı zamanımızda değil.)
[53] (Nevevî, Tehzîbü’l-Esmâ ve’l-lügât: 1/51).
[54] (1/104-105)
[55] (Tabiatıyla, ahkâm hadîsleri yönünden, adap ve ahlak yönünden değil.)
[56] (Hatîp , el-Fakîh vel Mutafakkıh: 2/69)
[57] (Ibnü Abdi’l-Berr, et-Temhîd: 21/172)
[58] (Zehebî, Tezkiretü’l-Huffaz: 1/139)
[59] (İbn-i Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ:24/173)