Muslim Ebu Velid Şişani, Suriye’deki fitneye nasıl baktığını anlatan yeni bir ses kaydı yayınladı. Suriye cihadında savaşan Kafkas mücahidlerinin sitesi olan www.chechensinsyria.com, Cunduş-Şam emiri Muslim Şişani’nin Suriye’deki fitne hakkındaki konuşmasının ana hatlarını İngilizceye olarak yayınladı. Ümmet-i İslam olarak sizlere bu kısmın çevirisini sunuyoruz. Suriye’de yaşananların perde arkasını anlatan Emir Muslim Şeşeni’nin açıklamasının tam metni de kısa süre içinde Ümmet-i İslam’da yayınlanacaktır.
Şimdiye kadar yorum yapmaktan geri durduğu için fitneyi etkilemiş olduğunu açıklayan Muslim Şeşeni, sessizliğini bozarak yaptığı açıklama:
* * *
Ben iki senedir buradayım ve olup bitenlere ta baştan şahit oldum. Buraya ilk geldiğimizde burada çok az sayıda muhacir (yabancı savaşçılar) vardı ve onların çoğu Nusret Cephesi’nde veya Ahraru’ş Şam’da idiler. Cihadın başladığı diğer bölgelerde de olduğu gibi, Ensarın arasındaki cehaleti gördük. Lakin onların çoğunun İslam’ı sevdiklerini ve bu ülkede İslam hukukunu istediklerini söylesek abartmış olmayız.
Sanki ikinci bir Çeçenya idi. Hattab ve onunla beraber olan kardeşlerimiz ile tecrübeler edinmiştik ve bunları tekrar yaşamak bizim için zor değildi. Elhamdülillah, Allah bizi, on yediden yirmi seneye kadar hapis yatan ve orada ilmini çoğaltmak için hiç vakit kaybetmeyen ve büyük âlimlerin eserlerinden okumuş kardeşlerle bir araya getirdi. Burada, Lazkiye’de, öğrenciler için üç aylık kurs veren okullar kurdular. Genelde ilmi az olanları yetiştiriyorlardı ve davayı öğretmek ve namaz kılabilmek için hazırlıyorlardı. Çocuklar için de bir okul açtılar. Bir ay boyunca okulda yaşadılar ve yediler ve aynı zamanda gerekli olan ilk bilgiler konusunda eğitildiler. İlk ayda eğittiğimiz 50 öğrencimiz daha henüz kurslarını bitirmeden, eğitim almak için ebeveynleri tarafından getirilen yüzden fazla yeni öğrenci bekleyen listesine yazılmıştı. Kapatılmış olan 17 camiyi tekrar açtık ve cuma ve diğer vakit namazları kıldırdık. Yavaş yavaş insanlar bu camileri doldurmaya başladılar.
Bu kardeşler sadece halk ile ilgilenmedi, ayni zamanda Özgür Suriye Ordusuna gidip davet yaptılar ve neticesinde iyi sonuçlar gördük. Ve o kardeşler bugün Halep etrafında çalışıyorlar. Bu mesele hakkında, yakında, sitemiz yürümeye başlayınca daha çok bilgi alabileceksiniz. Ne yazık ki, devamlı bir sponsorumuz olmadığı için bu alanı genişletemiyoruz.
Ömer Şişeni’yi ziyaret ettiğimde, onun çok sinirli bir vaziyette ikinci kata çıkıp “Vallahi bu tekfirciler beni deli ettiler ve onları kovmak istiyorum” dediğini hatırlıyorum. 150 kişilik bir grup idiler, çoğu Azeri idi. Nusret Cephesini ve diğer grupları tekfir eden gruplar vardı. O gruplardan birinde olan Dağıstanlı biri vardı, belki hatırlıyorsunuz, Abu Banat derlerdi ona. İnsanlar onun Rus ajanı olduğundan şüphe etmeye başlayınca kendisinin kaçtığını yazan birçok siteler oldu. Sonradan, şeriat mahkemesi kadısı tarafından sivilleri öldürdü diye suçlu bulundu ve hakkında idam kararı verildi.
Mesela, Ebu Hanif’in (o da bir Dağıstanlı ve şuan IŞİD’de) grubunun olduğu yerde bulunan cesetlerin arasında iki tane kadın ve çocuklar da vardı. Yollara kontrol noktalar kurup maskeli adamlar diktiler ve milleti öldürüp arabalarını aldılar ve sattılar. Onlardan araba satın alan bir Özbek kardeş vardı. IŞİD’den ayrıldıktan sonra kardeşi bir şeriat mahkemesine götürdüler ve aldığı arabayı onlara geri verdirdiler. Diğer bir genç Ensar, babasına ait olan bir soğutmalı (buzdolaplı) kamyonu görünce tanıdı. O kamyonu (Ebu Hanif’in grubu) önceden otuz bin dolara satmışlardı ve kaçınca diğer arabalarla birlikte bir yere bırakıp terk etmişlerdi. Genç Ensar babasının cesedini diğer cesetlerin arasında buldu ve ağlayarak, ona ne olduğunu bilmeden her yerde babasını aradığını anlattı. O grup, bunun kâfirlerden almış oldukları ganimet olduğunu söylüyorlardı.
Gelen yabancı savaşçılar çoğaldıkça olaylar da çoğalmaya başladı. Birçok gruplar saflarını bu türlü insanlardan temizlemeye başladılar ve bunları aralarından kovdular. Maalesef cihad bölgelerinin tümünü kontrol edemediler ve bu insanlar Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toplanmaya başladılar. Çoğunlukla, kâfirlere karşı savaşmadılar ve burada herkesin kâfir olduğunu söylediler. “Kiminle kime karşı savaşalım ki?” derlerdi. Ama buna rağmen, yerli halk muhacirlerin hepsini aynı seviyordu, Ömer Şişeni’nin lideri olan Ceyşul Muhacirin ve-l Ensar’a az değer vermediler. Suriye’de ve Halep’te faaliyet gösteren ilk yabancı savaşçı grubu idiler ve Halep en önemli bölge olduğu için, kısa bir sürede çok güç kazandılar. Yerli halk bu gruba çok güvenirdi ve herhangi bir problem oluştuğunda derhal Ömer Şişeni’ye yönelirdi.
O zamanlarda Ömer’i çokça ziyaret ederdim ve onların dertlerine çözüm bulmak için gerçekten uğraştığını görürdüm. Şikâyetlerin çoğu muhacirlerin kabalığı ile alakalıydı. Sayıları çok olduğu için, Ömer tüm grup üyelerini kontrol edemiyordu. Ama buna rağmen, her gün iyi gelişmeler görünüyordu, çünkü her ne olursa olsun, gruptaki samimi kardeşlerin sayısı daha fazla idi ve halka İslam’ı en güzel şekilde öğretmek için gayret gösteriyorlardı. Ve bu kâfirlerin gözünden kaçmadı. Endişelenmeye başladılar ve Amerika Nusret Cephesi’ni kara listeye aldı. Mücahitlerin arasında bilinmesine rağmen, o zamanlarda Nusret Cephesi El Kaide olarak taninmiş değildi. Burada büyük bir etki ile faaliyet gösterirlerdi ve halk ile bağlantı konusunda yöntemleri iyi idi.
Halep’teki yerli halkı Nusret Cephesi’ni desteklemek için toplantılar bile düzenledi ve Ensar’dan bazı emirler çıkıp açıkça Nusret Cephesi’nin diğer gruplar gibi Esad’a karşı savaştığını belirttiler ve bizim bölünmemize izin vermeyeceklerini açıkladılar. Çeşitleri grupların var olduğunu, ama hepimizin derdinin aynı olduğunu bildirildiler, sorunları çözme yöntemlerimiz farklı olsa bile.
Ama yabancı savaşçılar ile Ensarın arasında vuku bulan olayları fırsat olarak asla kaçırmayan kâfirler, çok cazip bir teklifte bulundular. Ve kâfirler Ensar’a, muhacirlerden ayrılmalarını ve onlardan kurtulmalarını şart koştuklarında ve karşılık olarak silah ve diğer ihtiyaçlarını alabileceklerini söz verdiklerinde, olayı gözleyenler, Ensarın verdiği karşılığı iyi hatırlıyorsunuzdur belki! Ensar’dan birçok emir bir araya toplanarak, kardeşlerine el kaldırmayacaklarını bildirdiler. Ve bunu yapmalarına karşılık olarak yardım alacaklar ise, bu yardımı reddettiklerini de belirttiler. Bu fitneye karşı kazandığımız zaferin tadını çıkarırken hemen ardından daha korkunç ve kanlı bir fitne meydana çıktı ve hala da sürmekte. Detaylı anlatmak istediğim konuda budur.
Bütün bu olaylardan sonra fazla vakit geçmeden, Ebu Bekir el Bağdadi çıkıp dünyaya, Irak ve Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan etti. Bu tüm mücahitler için çok büyük bir sürpriz oldu. Bunu istemediğimiz ve temenni etmediğimiz için değil, Suriye’deki durumu göz önünde tutmadığı ve yeryüzünde kan dökenleri dikkate almadığı içindi. Muhammed Cevlani’yi de Suriye temsilcisi olarak gördü ve bu Cevlani için büyük bir sürpriz oldu. O zamanda emiri olan Dr. Eymen’e bile bir mektup yazdı ve onun emiri altında olmadığını söyledi.
İnsanların ve Ebu Bekir’i tanımayan Ensar grupların buna tepki vereceklerini ve bunlarla çok uğraşacağımızı burada herkes anladı. Özellikle Ebu Bekir Bağdadi’nin Ensar olmadığı için ve Irak cihadı hakkında hoş olmayan söylentiler yayıldığı için. Buradaki insanlar, Irak’ta mücahitlerin birbirlerine karşı savaştıklarını ve yüzlerce mücahitlerin öldüğünü duydular. Muhammed Cevlani açıkça ortaya çıktı ve bunları (IŞİD’i) kabul etmediğini ve reddettiğini ve el Kaide’ye beyat ettiğini bildirdi ve Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin kararını beklediğini açıkladı.
Bu beyandan sonra Nusret Cephesi iki tarafa bölündü. İlk başta, Ebu Bekir’i destekleyenler çok fazla değildiler, ama Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin bu konu hakkındaki kararı geciktiği için, bu süre içinde Ebu Bekir’i destekleyenler çok şeyleri değiştirmeyi başardılar. Yabancı savaşçılar onlara katıldılar ama hala sayıları çok fazla değildi. Yabancı savaşçıların cemaatlerini ziyaret etmeye başladılar. Beni de birkaç kere ziyaret ettiler ama ben reddettim ve onlara önce aralarındaki kendi sorunlarını çözmelerinin gerektiğini söyledim. Ve gene en büyük yabancı savaşçı grup Ömer Şişeni’nin grubu idi. Ömer’in Ebu Bekir’i bir kaç günlüğüne ağırladığını duydum. Bu işte bir hayır göremediğim için ve Ömer ile olan kuvvetli arkadaşlık bağımız yüzünden, onun bu fitneye dâhil olmasını istemedim. Her ne olursa olsun, Dr. Zevahiri bir şey demedikçe, Ömer’in acelece davranmasını istemedim, çünkü Cevlani de, Ebu Bekir de onun (Dr. Zevahiri’nin) emiri altında idiler ve son söz onun sözü olması lazımdı. Lakin onu ziyaret ettiğimde anladım ki, geç kalmışım; Ömer beyatını verdiğini söyledi. O esnada Ömer’in yaklaşık bin tane adamı vardı ve ciddi alınacak bir birliktiler ve pozisyonlarını sağlamlaştırdılar. Sonunda, Ömer ile birlikte olanların çoğu Kafkaslıydı ve Kafkaslıların iyi savaşçılar olarak tanındıkları için herkes onların sayısını grubunda çoğaltmak için uğraşıyordu. Onunla beraber çok şeylerden bahsettik ve ben ona gücüm yettiği kadar, bu fitneye katılmamasının ve işler düzelene kadar beklemesinin gerektiğini anlattım. Kendisi yaptığı seçim hakkında tam emin değildi ve işler daha da kötüye gidecek olursa, onları terk edeceğini söyledi.
Her şey Dr. Zevahiri’nin kararına bağlıydı. Lakin Ömer’in etrafında onu çokça etkileyen adamlar vardı ve onların Ömer’i sağlamlaştırmak için hiç bir fırsatı kaçırmadıklarını fark ettim. Ve Dr. Zevahiri’nin konuşması çıktığında ve her iki tarafa kendi bölgelerinde kalmalarını ve önceden nasıl çalıştıklarsa aynen öyle devam çalışmalarını emrettiğinde ve Ebu Bekir Bağdadi’nin yine itaat etmeyi reddettiğinde, onu (Ömer’i) görmek için tekrar ziyaret ettim. Ama onun sonunda kararında kesinleştiğini gördüm. Yanında Çeçenya’dan tanınmış olan profesyonel bir psikolog vardı. Onun sayesinde orda (Çeçenya’da) mücahitlerin arasında çıkan fitne az değildi ve Çeçenya’daki cihadın zayıflamasında o (psikolog) katkısız değildi. Ama bu uzun bir mesele ve bu konunun devamını sürdürmeyeceğim. O her zaman tam doğru mekânda ve doğru zamanda ortaya çıkar, işini hallettikten sonra ellerini siler ve yaptıklarının sonuçlarını keyifle seyrederek gider ve tarafsız bir duruş alır. İşin en ilginç tarafı ise, herkes bu insanları tanıyor ve bunlardan nefret ediyor ama hala bir şekilde bunların böyle önemli bir konuda idare derecesine çıkmasına izin veriliyor! Ve orda onun (psikoloğun) rolü küçük değildi. Ömer’e, IŞİD’e tutunmasını tavsiye etti. Seyfullah Şişeni Ömer’in kararını desteklemedi ve bana sürekli, benim ziyaretimden sonra o psikoloğun saatlerce Ömer ile konuştuğunu ve Ömer’in onu dikkatle dinlediğini anlatırdı. Ve bu sebepten dolayı Seyfullah bu cemaatten ayrıldı. Ama aynı anda önemsiz ufak bir cemaatti, çünkü Suriye’de elli bin savaşçı var ve kendileri ancak yaklaşık iki bin adam toplayabildiler. Böylece önceden reddettikleri adamları aralarına almaya başladılar. Yeterince savaşçı toplayıp birliği büyüttükten sonra, Nusret Cephesi’ne güçlerini göstermek için bir kaç kere Nusret Cephe’nin makarlarına gidip adamların silahlarını ellerinden aldılar.
Günün birinde kendim bizzat şahit oldum. Lazkiye’deki Baruda ve Durin’e karşı yapılacak bir operasyon için hazırlık yaptığımız esnadaydı. Belki o videoları internette görmüşsünüzdür. IŞİD, muhacirlerden oluşan bir grup ve Suqqur el-iz’den oluşan 150 kişilik grup Baruda saldıracaktı ve bizde ensarlardan oluşan bir grup ile toplam 150 kişi olarak Durine saldıracaktık. Nerdeyse her şey hazırdı ve bizim kardeşlerimiz yaklaşık on gündür nerdeyse o bölgelere ulaşmış durumdaydılar ve diğer kardeşleri bekliyorlardı. O esnada ben diğer kardeşlerle makardaydım ve Ebu Basir ile birlikte birkaç kişi beni görmeye geldiler. ÖSO’ya ait olan bir grubun emiri idi. Lazkiye’de Ensarın en etkili ve sözü geçen emirlerinden birisi idi. Önceden bazen onların yanına giderdik ve her seferinde kendisinin ve kardeşlerinin bizi gördüklerine ne kadar çok sevindiklerini görürdük. Bana, bizimle birlikte hareket etmek istediğini söyledi ve her konuda itaat etmeye hazır olduğunu söz verdi. Askeri Meclisten (Türkiye’deki ÖSO temsilcisi) silah aldıklarını da anlattı. Ve eğer o meclisin Ebu Basir’in bizimle olduğunu öğrenirse, silah yardımını keseceklerini de söyledi. Eğer şeriata göre caiz ise, bunu açıkça ilan etmeyeceğini ve gizli tutacağını söyledi, ama eğer ki caiz değilse, her şeyden vazgeçeceğini (ilanını açıklayıp yardımın kesilmesini göze alacağını) söyledi. Ayrıyeten kendi grubuna dava yapması için ilimli bir kardeşin gönderilmesini talep etti. Grubundaki adamlarının imanlarının zayıf olduğunu ve sigara içtiklerini anlattı ve onları düzeltmek için elinden geleni yapmak istediğini söyledi. Bu konuşmaya hem benim tarafımdan hem onun tarafından şahitlik edenler vardı. Ona anında cevap verdim ve şuanda bir operasyon ile meşgul olduğumuzu söyledim. O da Beyt Ehlebia ve Kherbay Solas da yapılacak başka bir operasyon için her şeyin hazır olduğunu söyledi. Bu iki tepeye ve devamında ardındaki bölgelere saldırmayı bizde planlamıştık. Ebu Basir bizden kendisine destek vermemizi talep etti ve bu iki tepeyi aldıktan sonra Durine geçmenin daha uygun olduğunu ve böylece diğer operasyonlarda bizim için daha kolay olacağını anlattı. Bir ay boyunca o tepelerin dibini keşfettik ve tam her şey hazırken, anlaşma yaptığımız tüm gruplar Barbuda’ya gittiler. Bizim de silah sorunumuz olduğu için buraya geri dönmeye mecbur kaldık.
Kafkasyalı gençlerin beyinleri bazı websitelerden ibaret. Bugün buraya genç bir delikanlı gelebilir. Biz iki sene burada geçirmişiz ve o gence Suriye’deki durumu anlatmak isteriz mesela. Kendisi sözümüzü keser ve bizlere kimin kim olduğunu anlatmaya baslar. “Bunları nerden biliyorsun” diye sorarsan “Falan ve falan sitede okudum” diye cevap verir. Ve onun sözünü kesmek hiç bir işe yaramaz. Seyfullah bana, IŞİD’te olan bir kaç genç Kafkas kardeşin kendisine yönelip Ömer ile konuşmasını istediklerini anlattı, çünkü emirleri onları sivilleri öldürmeye zorlamış. Biz bir boşlukta kaldık, ne yapacağımızı bilemedik. Âlimlerin fetvası olmadığı için silahlarımızı kaldırmaya cesaret edemedik, ama öylece oturup olanları seyretmekte çok zor geldi bize. Siccin’e gitmek te tehlikeliydi. IŞİD’in bölgesinden çıkıp, IŞİD’e karşı savaşan grupların kontrol noktalarının bulunduğu bölgelere girmek çok tehlikeliydi. Ama Siccin’e gitmek için mecbur o bölgelerden geçmek zorundaydık. Bir keresinde IŞİD’çi bir sniperin koruması ile yola çıktık ve bizi gören Ensarlar hemen alarm verdiler ve bize ateş açmaları tehlikesi vardı. Ve böylece oradan herhangi bir şekilde çıkmaya karar verdim. Siccin’e doğru yaklaşmaya ve ilerlemeye karar verdim. Liramon’a gelince tam bir çatışma vardı, Mukharabata yakın. Kardeşin birini, durumumuzu haberdar etsin ve kuşatıldığımızı anlatsın diye IŞİD emirine yolladım ki bu bölgeyi devralsın diye. Cevap olarak, kâfirler gelse bile umurlarında olmadığını söyledi.
Çoğunlukla Muhacir olan iki üç bin kişi, elli bin kişinin arasından çıkıp kendi kafalarına göre bir devlet ilan ediyorlar ve kendilerine itaat etmeyen herkese mürtet diyorlar! Unuttukları şu ki; Şeriat devletten ve hilafetten bile daha yücedir. Emin olarak söyleyebilirim ki, ilim/hikmet şuan Suriye’de istirahat etmekte. Sadece duygular konuşuyor burada. İlmi ve askeri tecrübesi olan birisinin çıkıp konuştuğunu göremezsin. Genelde hayatında ilk defa cihad edenler konuşuyor.
Çeçenistan’da da fitneler ve anlaşmazlıklar oldu. Maşhadov ile Basayev ve diğer emirler tartıştılar ve öyle kavga ederlerdi ki bazen her şey sanki yıkılacakmış gibi bir duruma gelirlerdi. Ama onlar tartışmaya layık olan insanlardı ve terbiyeliydiler. Bir keresinde Şamil’in Maşhadov hakkında konuştuğunu hatırlıyorum ve mücahitlerden biri, Maşhadov’un dedikodusunu yapmaya başlamıştı. Şamil onu derhal susturdu ve “Sakın benim yanımda onun hakkında kötü konuşma. O senin seviyende olan bir adam değil ve ayrıca o bir mücahittir!” dedi.
Ama burada kocaman adamlar gelmiş onun bunun hakkında yorum yapıp boş boş konuşuyorlar. Biz bu cehaleti, bu küfrü ve bu haksızlığı gördük ve bu tür şeylerden derhal kurtulmak ve İslami bir devlette, daha iyisi, bir hilafet altında yaşamak istiyoruz. Gözlerimizin sadece Allah’ın razı olduğu şeyleri görmesini ve çocuklarımızın Şeriat hukuku altında büyümesini sağlayan bir hilafet istiyoruz. Ama bu arzumuz bizleri kör etmesin. Elhamdülillah, burası hadislerde yer almayan Kafkasya yada herhangi bir bölge değil. Burası Şam… Ve Şam hakkında hadisler var, sadece okumamız lazım…
Hadislerde Irak savaşına katilin diye bir emir var mı? Yoksa Ebu Bekir el Bağdadi’nin savaşının Irak savaşı olduğuna dair şüpheniz mi var? Aldanmayın! Şam’dan sonra Irak hakkında söylenmiş hiçbir şey yoktur. Ve eğer Şam’da bir tek savaş bile yok derseniz, bende o zaman derim ki, savaş yeni başladığında Afganistan’da da, Çeçenistan’da da ve Irak’ta da yoktu. Bu savaş, onu sürdürenler olduğu müddetçe var olacaktır!
Muslim Ebu Velid Şişani
islahhaber 'den alıntıdır
Şimdiye kadar yorum yapmaktan geri durduğu için fitneyi etkilemiş olduğunu açıklayan Muslim Şeşeni, sessizliğini bozarak yaptığı açıklama:
* * *
Ben iki senedir buradayım ve olup bitenlere ta baştan şahit oldum. Buraya ilk geldiğimizde burada çok az sayıda muhacir (yabancı savaşçılar) vardı ve onların çoğu Nusret Cephesi’nde veya Ahraru’ş Şam’da idiler. Cihadın başladığı diğer bölgelerde de olduğu gibi, Ensarın arasındaki cehaleti gördük. Lakin onların çoğunun İslam’ı sevdiklerini ve bu ülkede İslam hukukunu istediklerini söylesek abartmış olmayız.
Sanki ikinci bir Çeçenya idi. Hattab ve onunla beraber olan kardeşlerimiz ile tecrübeler edinmiştik ve bunları tekrar yaşamak bizim için zor değildi. Elhamdülillah, Allah bizi, on yediden yirmi seneye kadar hapis yatan ve orada ilmini çoğaltmak için hiç vakit kaybetmeyen ve büyük âlimlerin eserlerinden okumuş kardeşlerle bir araya getirdi. Burada, Lazkiye’de, öğrenciler için üç aylık kurs veren okullar kurdular. Genelde ilmi az olanları yetiştiriyorlardı ve davayı öğretmek ve namaz kılabilmek için hazırlıyorlardı. Çocuklar için de bir okul açtılar. Bir ay boyunca okulda yaşadılar ve yediler ve aynı zamanda gerekli olan ilk bilgiler konusunda eğitildiler. İlk ayda eğittiğimiz 50 öğrencimiz daha henüz kurslarını bitirmeden, eğitim almak için ebeveynleri tarafından getirilen yüzden fazla yeni öğrenci bekleyen listesine yazılmıştı. Kapatılmış olan 17 camiyi tekrar açtık ve cuma ve diğer vakit namazları kıldırdık. Yavaş yavaş insanlar bu camileri doldurmaya başladılar.
Bu kardeşler sadece halk ile ilgilenmedi, ayni zamanda Özgür Suriye Ordusuna gidip davet yaptılar ve neticesinde iyi sonuçlar gördük. Ve o kardeşler bugün Halep etrafında çalışıyorlar. Bu mesele hakkında, yakında, sitemiz yürümeye başlayınca daha çok bilgi alabileceksiniz. Ne yazık ki, devamlı bir sponsorumuz olmadığı için bu alanı genişletemiyoruz.
Ömer Şişeni’yi ziyaret ettiğimde, onun çok sinirli bir vaziyette ikinci kata çıkıp “Vallahi bu tekfirciler beni deli ettiler ve onları kovmak istiyorum” dediğini hatırlıyorum. 150 kişilik bir grup idiler, çoğu Azeri idi. Nusret Cephesini ve diğer grupları tekfir eden gruplar vardı. O gruplardan birinde olan Dağıstanlı biri vardı, belki hatırlıyorsunuz, Abu Banat derlerdi ona. İnsanlar onun Rus ajanı olduğundan şüphe etmeye başlayınca kendisinin kaçtığını yazan birçok siteler oldu. Sonradan, şeriat mahkemesi kadısı tarafından sivilleri öldürdü diye suçlu bulundu ve hakkında idam kararı verildi.
Mesela, Ebu Hanif’in (o da bir Dağıstanlı ve şuan IŞİD’de) grubunun olduğu yerde bulunan cesetlerin arasında iki tane kadın ve çocuklar da vardı. Yollara kontrol noktalar kurup maskeli adamlar diktiler ve milleti öldürüp arabalarını aldılar ve sattılar. Onlardan araba satın alan bir Özbek kardeş vardı. IŞİD’den ayrıldıktan sonra kardeşi bir şeriat mahkemesine götürdüler ve aldığı arabayı onlara geri verdirdiler. Diğer bir genç Ensar, babasına ait olan bir soğutmalı (buzdolaplı) kamyonu görünce tanıdı. O kamyonu (Ebu Hanif’in grubu) önceden otuz bin dolara satmışlardı ve kaçınca diğer arabalarla birlikte bir yere bırakıp terk etmişlerdi. Genç Ensar babasının cesedini diğer cesetlerin arasında buldu ve ağlayarak, ona ne olduğunu bilmeden her yerde babasını aradığını anlattı. O grup, bunun kâfirlerden almış oldukları ganimet olduğunu söylüyorlardı.
Gelen yabancı savaşçılar çoğaldıkça olaylar da çoğalmaya başladı. Birçok gruplar saflarını bu türlü insanlardan temizlemeye başladılar ve bunları aralarından kovdular. Maalesef cihad bölgelerinin tümünü kontrol edemediler ve bu insanlar Suriye’nin çeşitli bölgelerinde toplanmaya başladılar. Çoğunlukla, kâfirlere karşı savaşmadılar ve burada herkesin kâfir olduğunu söylediler. “Kiminle kime karşı savaşalım ki?” derlerdi. Ama buna rağmen, yerli halk muhacirlerin hepsini aynı seviyordu, Ömer Şişeni’nin lideri olan Ceyşul Muhacirin ve-l Ensar’a az değer vermediler. Suriye’de ve Halep’te faaliyet gösteren ilk yabancı savaşçı grubu idiler ve Halep en önemli bölge olduğu için, kısa bir sürede çok güç kazandılar. Yerli halk bu gruba çok güvenirdi ve herhangi bir problem oluştuğunda derhal Ömer Şişeni’ye yönelirdi.
O zamanlarda Ömer’i çokça ziyaret ederdim ve onların dertlerine çözüm bulmak için gerçekten uğraştığını görürdüm. Şikâyetlerin çoğu muhacirlerin kabalığı ile alakalıydı. Sayıları çok olduğu için, Ömer tüm grup üyelerini kontrol edemiyordu. Ama buna rağmen, her gün iyi gelişmeler görünüyordu, çünkü her ne olursa olsun, gruptaki samimi kardeşlerin sayısı daha fazla idi ve halka İslam’ı en güzel şekilde öğretmek için gayret gösteriyorlardı. Ve bu kâfirlerin gözünden kaçmadı. Endişelenmeye başladılar ve Amerika Nusret Cephesi’ni kara listeye aldı. Mücahitlerin arasında bilinmesine rağmen, o zamanlarda Nusret Cephesi El Kaide olarak taninmiş değildi. Burada büyük bir etki ile faaliyet gösterirlerdi ve halk ile bağlantı konusunda yöntemleri iyi idi.
Halep’teki yerli halkı Nusret Cephesi’ni desteklemek için toplantılar bile düzenledi ve Ensar’dan bazı emirler çıkıp açıkça Nusret Cephesi’nin diğer gruplar gibi Esad’a karşı savaştığını belirttiler ve bizim bölünmemize izin vermeyeceklerini açıkladılar. Çeşitleri grupların var olduğunu, ama hepimizin derdinin aynı olduğunu bildirildiler, sorunları çözme yöntemlerimiz farklı olsa bile.
Ama yabancı savaşçılar ile Ensarın arasında vuku bulan olayları fırsat olarak asla kaçırmayan kâfirler, çok cazip bir teklifte bulundular. Ve kâfirler Ensar’a, muhacirlerden ayrılmalarını ve onlardan kurtulmalarını şart koştuklarında ve karşılık olarak silah ve diğer ihtiyaçlarını alabileceklerini söz verdiklerinde, olayı gözleyenler, Ensarın verdiği karşılığı iyi hatırlıyorsunuzdur belki! Ensar’dan birçok emir bir araya toplanarak, kardeşlerine el kaldırmayacaklarını bildirdiler. Ve bunu yapmalarına karşılık olarak yardım alacaklar ise, bu yardımı reddettiklerini de belirttiler. Bu fitneye karşı kazandığımız zaferin tadını çıkarırken hemen ardından daha korkunç ve kanlı bir fitne meydana çıktı ve hala da sürmekte. Detaylı anlatmak istediğim konuda budur.
Bütün bu olaylardan sonra fazla vakit geçmeden, Ebu Bekir el Bağdadi çıkıp dünyaya, Irak ve Şam İslam Devleti’ni kurduğunu ilan etti. Bu tüm mücahitler için çok büyük bir sürpriz oldu. Bunu istemediğimiz ve temenni etmediğimiz için değil, Suriye’deki durumu göz önünde tutmadığı ve yeryüzünde kan dökenleri dikkate almadığı içindi. Muhammed Cevlani’yi de Suriye temsilcisi olarak gördü ve bu Cevlani için büyük bir sürpriz oldu. O zamanda emiri olan Dr. Eymen’e bile bir mektup yazdı ve onun emiri altında olmadığını söyledi.
İnsanların ve Ebu Bekir’i tanımayan Ensar grupların buna tepki vereceklerini ve bunlarla çok uğraşacağımızı burada herkes anladı. Özellikle Ebu Bekir Bağdadi’nin Ensar olmadığı için ve Irak cihadı hakkında hoş olmayan söylentiler yayıldığı için. Buradaki insanlar, Irak’ta mücahitlerin birbirlerine karşı savaştıklarını ve yüzlerce mücahitlerin öldüğünü duydular. Muhammed Cevlani açıkça ortaya çıktı ve bunları (IŞİD’i) kabul etmediğini ve reddettiğini ve el Kaide’ye beyat ettiğini bildirdi ve Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin kararını beklediğini açıkladı.
Bu beyandan sonra Nusret Cephesi iki tarafa bölündü. İlk başta, Ebu Bekir’i destekleyenler çok fazla değildiler, ama Dr. Eymen ez-Zevahiri’nin bu konu hakkındaki kararı geciktiği için, bu süre içinde Ebu Bekir’i destekleyenler çok şeyleri değiştirmeyi başardılar. Yabancı savaşçılar onlara katıldılar ama hala sayıları çok fazla değildi. Yabancı savaşçıların cemaatlerini ziyaret etmeye başladılar. Beni de birkaç kere ziyaret ettiler ama ben reddettim ve onlara önce aralarındaki kendi sorunlarını çözmelerinin gerektiğini söyledim. Ve gene en büyük yabancı savaşçı grup Ömer Şişeni’nin grubu idi. Ömer’in Ebu Bekir’i bir kaç günlüğüne ağırladığını duydum. Bu işte bir hayır göremediğim için ve Ömer ile olan kuvvetli arkadaşlık bağımız yüzünden, onun bu fitneye dâhil olmasını istemedim. Her ne olursa olsun, Dr. Zevahiri bir şey demedikçe, Ömer’in acelece davranmasını istemedim, çünkü Cevlani de, Ebu Bekir de onun (Dr. Zevahiri’nin) emiri altında idiler ve son söz onun sözü olması lazımdı. Lakin onu ziyaret ettiğimde anladım ki, geç kalmışım; Ömer beyatını verdiğini söyledi. O esnada Ömer’in yaklaşık bin tane adamı vardı ve ciddi alınacak bir birliktiler ve pozisyonlarını sağlamlaştırdılar. Sonunda, Ömer ile birlikte olanların çoğu Kafkaslıydı ve Kafkaslıların iyi savaşçılar olarak tanındıkları için herkes onların sayısını grubunda çoğaltmak için uğraşıyordu. Onunla beraber çok şeylerden bahsettik ve ben ona gücüm yettiği kadar, bu fitneye katılmamasının ve işler düzelene kadar beklemesinin gerektiğini anlattım. Kendisi yaptığı seçim hakkında tam emin değildi ve işler daha da kötüye gidecek olursa, onları terk edeceğini söyledi.
Her şey Dr. Zevahiri’nin kararına bağlıydı. Lakin Ömer’in etrafında onu çokça etkileyen adamlar vardı ve onların Ömer’i sağlamlaştırmak için hiç bir fırsatı kaçırmadıklarını fark ettim. Ve Dr. Zevahiri’nin konuşması çıktığında ve her iki tarafa kendi bölgelerinde kalmalarını ve önceden nasıl çalıştıklarsa aynen öyle devam çalışmalarını emrettiğinde ve Ebu Bekir Bağdadi’nin yine itaat etmeyi reddettiğinde, onu (Ömer’i) görmek için tekrar ziyaret ettim. Ama onun sonunda kararında kesinleştiğini gördüm. Yanında Çeçenya’dan tanınmış olan profesyonel bir psikolog vardı. Onun sayesinde orda (Çeçenya’da) mücahitlerin arasında çıkan fitne az değildi ve Çeçenya’daki cihadın zayıflamasında o (psikolog) katkısız değildi. Ama bu uzun bir mesele ve bu konunun devamını sürdürmeyeceğim. O her zaman tam doğru mekânda ve doğru zamanda ortaya çıkar, işini hallettikten sonra ellerini siler ve yaptıklarının sonuçlarını keyifle seyrederek gider ve tarafsız bir duruş alır. İşin en ilginç tarafı ise, herkes bu insanları tanıyor ve bunlardan nefret ediyor ama hala bir şekilde bunların böyle önemli bir konuda idare derecesine çıkmasına izin veriliyor! Ve orda onun (psikoloğun) rolü küçük değildi. Ömer’e, IŞİD’e tutunmasını tavsiye etti. Seyfullah Şişeni Ömer’in kararını desteklemedi ve bana sürekli, benim ziyaretimden sonra o psikoloğun saatlerce Ömer ile konuştuğunu ve Ömer’in onu dikkatle dinlediğini anlatırdı. Ve bu sebepten dolayı Seyfullah bu cemaatten ayrıldı. Ama aynı anda önemsiz ufak bir cemaatti, çünkü Suriye’de elli bin savaşçı var ve kendileri ancak yaklaşık iki bin adam toplayabildiler. Böylece önceden reddettikleri adamları aralarına almaya başladılar. Yeterince savaşçı toplayıp birliği büyüttükten sonra, Nusret Cephesi’ne güçlerini göstermek için bir kaç kere Nusret Cephe’nin makarlarına gidip adamların silahlarını ellerinden aldılar.
Günün birinde kendim bizzat şahit oldum. Lazkiye’deki Baruda ve Durin’e karşı yapılacak bir operasyon için hazırlık yaptığımız esnadaydı. Belki o videoları internette görmüşsünüzdür. IŞİD, muhacirlerden oluşan bir grup ve Suqqur el-iz’den oluşan 150 kişilik grup Baruda saldıracaktı ve bizde ensarlardan oluşan bir grup ile toplam 150 kişi olarak Durine saldıracaktık. Nerdeyse her şey hazırdı ve bizim kardeşlerimiz yaklaşık on gündür nerdeyse o bölgelere ulaşmış durumdaydılar ve diğer kardeşleri bekliyorlardı. O esnada ben diğer kardeşlerle makardaydım ve Ebu Basir ile birlikte birkaç kişi beni görmeye geldiler. ÖSO’ya ait olan bir grubun emiri idi. Lazkiye’de Ensarın en etkili ve sözü geçen emirlerinden birisi idi. Önceden bazen onların yanına giderdik ve her seferinde kendisinin ve kardeşlerinin bizi gördüklerine ne kadar çok sevindiklerini görürdük. Bana, bizimle birlikte hareket etmek istediğini söyledi ve her konuda itaat etmeye hazır olduğunu söz verdi. Askeri Meclisten (Türkiye’deki ÖSO temsilcisi) silah aldıklarını da anlattı. Ve eğer o meclisin Ebu Basir’in bizimle olduğunu öğrenirse, silah yardımını keseceklerini de söyledi. Eğer şeriata göre caiz ise, bunu açıkça ilan etmeyeceğini ve gizli tutacağını söyledi, ama eğer ki caiz değilse, her şeyden vazgeçeceğini (ilanını açıklayıp yardımın kesilmesini göze alacağını) söyledi. Ayrıyeten kendi grubuna dava yapması için ilimli bir kardeşin gönderilmesini talep etti. Grubundaki adamlarının imanlarının zayıf olduğunu ve sigara içtiklerini anlattı ve onları düzeltmek için elinden geleni yapmak istediğini söyledi. Bu konuşmaya hem benim tarafımdan hem onun tarafından şahitlik edenler vardı. Ona anında cevap verdim ve şuanda bir operasyon ile meşgul olduğumuzu söyledim. O da Beyt Ehlebia ve Kherbay Solas da yapılacak başka bir operasyon için her şeyin hazır olduğunu söyledi. Bu iki tepeye ve devamında ardındaki bölgelere saldırmayı bizde planlamıştık. Ebu Basir bizden kendisine destek vermemizi talep etti ve bu iki tepeyi aldıktan sonra Durine geçmenin daha uygun olduğunu ve böylece diğer operasyonlarda bizim için daha kolay olacağını anlattı. Bir ay boyunca o tepelerin dibini keşfettik ve tam her şey hazırken, anlaşma yaptığımız tüm gruplar Barbuda’ya gittiler. Bizim de silah sorunumuz olduğu için buraya geri dönmeye mecbur kaldık.
Kafkasyalı gençlerin beyinleri bazı websitelerden ibaret. Bugün buraya genç bir delikanlı gelebilir. Biz iki sene burada geçirmişiz ve o gence Suriye’deki durumu anlatmak isteriz mesela. Kendisi sözümüzü keser ve bizlere kimin kim olduğunu anlatmaya baslar. “Bunları nerden biliyorsun” diye sorarsan “Falan ve falan sitede okudum” diye cevap verir. Ve onun sözünü kesmek hiç bir işe yaramaz. Seyfullah bana, IŞİD’te olan bir kaç genç Kafkas kardeşin kendisine yönelip Ömer ile konuşmasını istediklerini anlattı, çünkü emirleri onları sivilleri öldürmeye zorlamış. Biz bir boşlukta kaldık, ne yapacağımızı bilemedik. Âlimlerin fetvası olmadığı için silahlarımızı kaldırmaya cesaret edemedik, ama öylece oturup olanları seyretmekte çok zor geldi bize. Siccin’e gitmek te tehlikeliydi. IŞİD’in bölgesinden çıkıp, IŞİD’e karşı savaşan grupların kontrol noktalarının bulunduğu bölgelere girmek çok tehlikeliydi. Ama Siccin’e gitmek için mecbur o bölgelerden geçmek zorundaydık. Bir keresinde IŞİD’çi bir sniperin koruması ile yola çıktık ve bizi gören Ensarlar hemen alarm verdiler ve bize ateş açmaları tehlikesi vardı. Ve böylece oradan herhangi bir şekilde çıkmaya karar verdim. Siccin’e doğru yaklaşmaya ve ilerlemeye karar verdim. Liramon’a gelince tam bir çatışma vardı, Mukharabata yakın. Kardeşin birini, durumumuzu haberdar etsin ve kuşatıldığımızı anlatsın diye IŞİD emirine yolladım ki bu bölgeyi devralsın diye. Cevap olarak, kâfirler gelse bile umurlarında olmadığını söyledi.
Çoğunlukla Muhacir olan iki üç bin kişi, elli bin kişinin arasından çıkıp kendi kafalarına göre bir devlet ilan ediyorlar ve kendilerine itaat etmeyen herkese mürtet diyorlar! Unuttukları şu ki; Şeriat devletten ve hilafetten bile daha yücedir. Emin olarak söyleyebilirim ki, ilim/hikmet şuan Suriye’de istirahat etmekte. Sadece duygular konuşuyor burada. İlmi ve askeri tecrübesi olan birisinin çıkıp konuştuğunu göremezsin. Genelde hayatında ilk defa cihad edenler konuşuyor.
Çeçenistan’da da fitneler ve anlaşmazlıklar oldu. Maşhadov ile Basayev ve diğer emirler tartıştılar ve öyle kavga ederlerdi ki bazen her şey sanki yıkılacakmış gibi bir duruma gelirlerdi. Ama onlar tartışmaya layık olan insanlardı ve terbiyeliydiler. Bir keresinde Şamil’in Maşhadov hakkında konuştuğunu hatırlıyorum ve mücahitlerden biri, Maşhadov’un dedikodusunu yapmaya başlamıştı. Şamil onu derhal susturdu ve “Sakın benim yanımda onun hakkında kötü konuşma. O senin seviyende olan bir adam değil ve ayrıca o bir mücahittir!” dedi.
Ama burada kocaman adamlar gelmiş onun bunun hakkında yorum yapıp boş boş konuşuyorlar. Biz bu cehaleti, bu küfrü ve bu haksızlığı gördük ve bu tür şeylerden derhal kurtulmak ve İslami bir devlette, daha iyisi, bir hilafet altında yaşamak istiyoruz. Gözlerimizin sadece Allah’ın razı olduğu şeyleri görmesini ve çocuklarımızın Şeriat hukuku altında büyümesini sağlayan bir hilafet istiyoruz. Ama bu arzumuz bizleri kör etmesin. Elhamdülillah, burası hadislerde yer almayan Kafkasya yada herhangi bir bölge değil. Burası Şam… Ve Şam hakkında hadisler var, sadece okumamız lazım…
Hadislerde Irak savaşına katilin diye bir emir var mı? Yoksa Ebu Bekir el Bağdadi’nin savaşının Irak savaşı olduğuna dair şüpheniz mi var? Aldanmayın! Şam’dan sonra Irak hakkında söylenmiş hiçbir şey yoktur. Ve eğer Şam’da bir tek savaş bile yok derseniz, bende o zaman derim ki, savaş yeni başladığında Afganistan’da da, Çeçenistan’da da ve Irak’ta da yoktu. Bu savaş, onu sürdürenler olduğu müddetçe var olacaktır!
Muslim Ebu Velid Şişani
islahhaber 'den alıntıdır