MÜSLÜMAN BİLİNEN İBNİ SİNÂ’NIN KÜFÜR OLAN GÖRÜŞLERİ
Adı: Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah İbni Sina. Tıbdaki görüşleri ile meşhur olmuş, bu konudaki kitabları bin yıldan beri değerini kaybetmeyerek tıb çevrelerince okunmuştur. Fakat İbnî Sinâ'nın bir de felsefî yönü vardır. Aristo felsefesini benimseyen İbni Sina, İslâmi kavramlara farklı anlamlar vermekte, İslâmi değerlere karşı çıkmasına rağmen, belki zamanının şartlarının zorlaması nedeniyle müslüman görünmeye de özen göstermiştir. İslam akîdesine ters olan bir çok görüşleri vardır. İslâm akîdesine ters olan bu görüşlerine örnek verecek olursak: “Dünyanın ezeli olduğunu, yoktan yaratmanın imkansız suretiyle meydana geldiğini” iddia etmektedir. Ayrıca, Allah’ın cüzleri bilmediğini, cehennem azabının devamlı olmadığını, cismani dirilişin olmadığını, alemin amaçsız olduğunu ve Peygamber sözlerinin gerçek değil sembolik olduğunu söylemektedir...
İbn-i Sina, otobiyografisinde "Ölümden sonraki yaşam" hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir; "Ölümden sonraki yaşam, dinlerden öğrenilen bir kavramdır. Ölümden sonraki yaşamın gerçekliliğini kanıtlamak için dini dogmalara inanmak ve peygamber sözlerini kabul etmek mümkün değildir." (Kaynakça: İbn-i Sina ve Teoloji)
İmam-ı Gazali, İbni Sina ve Farabi’nin, 20 konuda İslam inancına ters düştüğünü söylemiş, bunlardan üçünün ise açık küfür olduğunu bildirmiştir. Bunlar:
1) İbni Sina’ya göre zorunlu Varlık olan Allah, külli şeyleri bilir cüzi şeyleri bilmez. Yani detayları ve ayrıntıları doğrudan bilmez. Ona göre Allah özü itibariyle akıldır. Madde ve formdan oluşmayan “Bir”dir. (İbn Sînâ; Necat, tahk.: Macit Fahri, neşr: Darü’l-Afaki’l-Cedide, Beyrut 1985, s. 280; İşaretler ve Tembihler, çev.: Ali Durusoy-Muhittin Macit-Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 352; Kitabu’ş-Şifa-Metafizik II, çev.: Ekrem Demirli-Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 102)
Gazali’ye göre bu, Allah’ın mutlak bilgisini inkâr anlamına gelmekte ve ona bilgisizlik atfetmektedir. Akıl ile ilahi özün özdeşliği ise, öğrenme ve tekamülü Allah için mümkün kılmakta ve onun mükemmelliğini yadsımaktadır. "Bilakis gerçek, ne göklerde ne de yerde bir zerrenin O'nun ilminden uzak olmadığıdır.” (bk. Kur'an, Yunus, 10/1; Sebe, 34/ 3; Gazzali, Mişkat, s. 68)
İbni Sinâ’nın, “Allah külli şeyleri bilir cüzi şeyleri bilmez” inancını biraz daha açarsak, Allah geneli bilir özeli bilmez demektir. Örneğin Allah denizde balıkların olduğunu bilir ama kaç balık var, hangi balıktan kaç tane var, hangi boyda, hangi renkte, hangi şekildeler o kadar detayı bilmez demektir. Bu da İslâm inancına tamamen aykırı bir görüştür. Allah olmuş, olacak her şeyi tüm detayları ile bilir. Nitekim şu âyetler bunu açıkça ortaya koymaktadır: “O, göklerde ve yerde tek Allah’tır. Gizlinizi açığınızı bilir, neyi yapıp ettiğinizi de bilir.’’ (En’am suresi 3) ‘’Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açığa vurduklarını da Allah bilmektedir.’’ (Bakara 77) ‘’Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.’’ (En’am suresi 73) ‘’Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.’’ (Nahl suresi 19) ‘’Yaratan bilmez olur mu? O, bütün inceliklerin farkındadır ve her şeyden haberdardır.’’ (Mülk suresi 14)
2) İbni Sina haşrin cismani oluşu ile ilgili bir akıl yürütmenin söz konusu olamayacağını, bunun ancak inanmakla ilgili olduğunu söyler. Bunun yanı sıra ruhani bir dirilmeyi haşirden anlaşılan asıl maksat olarak ifade eder. [İbn Sîna, Risale Edhaviyye fi Amr al-Maad, (Süleyman Dünya), (maadın mahiyeti ve maad hakkında fikirler), ss.36-44]
Gazali ise dirilmenin sarahaten beden ile olacağını söyleyerek bunu eleştirir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim ‘’Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?’’ (Yasin suresi 78) ayetiyle bunu açıklıyor. Buna inanmayan müşriklerin sözlerini de ‘’Şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?’’ (Vakıa suresi 47) ve ‘’(İnkârcılar), “Biz ilk halimize mi döndürüleceğiz? Çürümüş kemikler olmuş iken mi?” diyorlar. Ve ekliyorlar: “O zaman bu, (bizim için) ziyanlı bir dönüş olur.” (Naziat suresi 10-12) ayetleriyle haber veriyor. Onlara şöyle cevap veriyor ‘’Oysa bu dönüş sadece bir seslenmeye bakar. Bir de bakarsın kendilerini mahşerde bulmuşlar.’’ (Naziat suresi 13-14) ayetleri. Kıyamette dirilişin bedenle olacağını bildiren âyetler çoktur. Sadece bir tane ile yetinecek olsak ‘’O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.’’ (Nur suresi 24) ayeti yeterli olacaktır.
Yine İbni Sina cismani haşrin peygamberlerin halka anlattığı bir mecaz olduğunu, asıl olanın ise ruhsal haşir olduğunu ifade eder. [İbn Sinâ, Edhaviyye, (Felsefe ve Ölüm Ötesi adıyla çev. Mahmut Kaya), Birinci Basım, İstanbul 2011, s.17]
Bu ise Gazali’ye göre peygamberlerin hakkı gizledikleri anlamına gelmektedir.
3) İbni Sinâ peygamberliğin özü olan vahy bilgisini faal akılla, kazanılmış akıl (al-akl al-mustafâd) girilen bir temas sonucu olarak görmektedir. Peygamberler sahip oldukları nübüvvet gücü ile bu teması gerçekleştirdikleri gibi müzice kudretine de sahip olurlar. Filozoflar ise bu bilgiye duyum, hafıza ve akıl yürütme ile ulaşırlar. Böylece bazı seçkin insanlar peygamber olurken, filozoflar da çalışma neticesinde aynı kaynağa ulaşırlar. (İbn Sînâ; Fî aksami’l-ulûmi’l-aklîyye (nşr. Hasan Âsî), Tis’u resâil fî’l-hikme ve’ttabiîyyât içinde, Dârû’l-kabes, [y.y] 1986, s. 85-86, 91; Kitâbu’ş-şifâ, Metafizik II (el-İlâhiyyât) (çev. Ekrem Demirli-Ömer Türker), Litera Yayıncılık, İstanbul 2005, s. 180-194)
Gazali ise bu düşünceyi açıkça İslam’ın peygamberlik, mucize, vahy meleği Cebrail gibi kavramlara aykırı bulur. İşte bu üç sebepten dolayı Gazâlî İbni sinâ’yı tekfir eder.
İbni Sinâ şöyle der:
"Filozof: (Amelî) erdemlerle birlikte nazarî hikmete sahip olan kimse, mutlu olmuştur ve bunların yanı sıra nebevî özellikleri de kazanan kimse neredeyse insânî bir rab haline gelir ve neredeyse Allah’tan sonra ona ibadet helal olur; o, yer âleminin sultanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir.” (İbn Sînâ, eş-Şifâ Metafizik II, s. 204)
İbrahim bin Hamevi ise şöyle söylemektedir: “İmam-ı Gazali’nin yaşadığı devir ile daha sonraki devirlerde yaşayan muteber alimler, İbni Sina ve Farabi’nin mutlak küfrüne hükmetmişlerdir.” (İbni Hacer, Lisan’ul mizan, II.293)
Meşhur tarihçi İzzettin İbnül Esir ise, İbni Sina’nın, Alaüddevle Ebu Cafer ibn Kakeveyh’in hizmetine girdiğini, bu zatın inancının bozuk olduğunda şüphe olmadığını, bu bozukluğu sebebiyle İbni Sina’yı ilhad, (Dinsizlik) ve Şeriatın reddi yolunda eserler yazmaya teşvik ettiğini bildirmiştir. ( El- Kamil IX.456)
Birçok darül hadiste hocalık etmiş eser sahibi bir âlim olan fakih ve muhaddis İbnüs Salah Şehrezuri, “İbni Sina İslam âlimlerinden değildir, belki ins şeytanlarından bir şeytandır” demiştir. (İbnül İmad, III.237)
İbni Teymiyye de İbni Sina ve Farabi gibi felsefecilerin yıkıcı fikirleri karşısında sessiz kalmamış bunların küfre düştüklerini açıkça söylemiştir. Aristo’nun takipcisi İbni Sina ve Farabi gibi filazofları, İslam âlimlerinden farklı olarak, kainatın ezeli olduğunu, bedenin diriltilmeyeceği, azabın ruha olacağını söyledikleri için “mülhidler” sınıfına sokmuştur. Ona göre, bunlar İslam âlimi değil felsefecidirler. Zira o devrin kadılarından birine, “İbni Sina İslam filozoflarından mıdır? diye sorulduğunda, İslamda filozof olmaz” cevabını vermiştir. (Mecmuül fetava IX.186) Aynı kitapta, İbni Sina zındıklıkla, dehrilikle ve batinilikle itham edilmiştir. Zaten, İbni Sina’nın yetiştiği aile ortamı da uygun bir ortam değildi. Çünkü, babası ve ağabeyi mülhid Batıni Karamitilerin halefleri olan Fatimi bir aileden idi. Bu sebeple felsefeye merak sardığını bizzat İbni Sina kendisi söylemektedir. (Mecmuül fetava IX.134)
Evet, İbni Sinâ müthiş bir hekimdir. Kendisinden sonraki hekimlere ve tıbba ışık tutmuş birisidir. Bu konuda kimsenin îtirazı yoktur. Fakat felsefî görüşlerine baktığımızda ise kendisini ebedî olarak cehennemin dibine düşürecek görüşlere sahip bir mülhiddir. Bunun da açıkça bilinmesi gerekir.
Bazıları İbni Sinâ ve Farâbî’nin ölmeden önce bu görüşlerinden tevbe ettiklerini söylerler. Fakat şu unutulmamalıdır ki, küfrü kesin olan bir kimsenin tevbe ettiği de kesin olarak bilinmesi gerekir. Bu da ya kendisinin açık beyanı ile bilinebilir veya şâhitliği kabul edilebilecek Müslümanların şehâdetleri ile bilinebilir. İbni Sinâ ve Farâbî’nin ise tevbe ettiklerine dâir açık bir karîne yoktur. Vallâhu a’lem.
Adı: Ebu Ali el-Hüseyin İbn Abdullah İbni Sina. Tıbdaki görüşleri ile meşhur olmuş, bu konudaki kitabları bin yıldan beri değerini kaybetmeyerek tıb çevrelerince okunmuştur. Fakat İbnî Sinâ'nın bir de felsefî yönü vardır. Aristo felsefesini benimseyen İbni Sina, İslâmi kavramlara farklı anlamlar vermekte, İslâmi değerlere karşı çıkmasına rağmen, belki zamanının şartlarının zorlaması nedeniyle müslüman görünmeye de özen göstermiştir. İslam akîdesine ters olan bir çok görüşleri vardır. İslâm akîdesine ters olan bu görüşlerine örnek verecek olursak: “Dünyanın ezeli olduğunu, yoktan yaratmanın imkansız suretiyle meydana geldiğini” iddia etmektedir. Ayrıca, Allah’ın cüzleri bilmediğini, cehennem azabının devamlı olmadığını, cismani dirilişin olmadığını, alemin amaçsız olduğunu ve Peygamber sözlerinin gerçek değil sembolik olduğunu söylemektedir...
İbn-i Sina, otobiyografisinde "Ölümden sonraki yaşam" hakkındaki görüşlerini şu şekilde dile getirmiştir; "Ölümden sonraki yaşam, dinlerden öğrenilen bir kavramdır. Ölümden sonraki yaşamın gerçekliliğini kanıtlamak için dini dogmalara inanmak ve peygamber sözlerini kabul etmek mümkün değildir." (Kaynakça: İbn-i Sina ve Teoloji)
İmam-ı Gazali, İbni Sina ve Farabi’nin, 20 konuda İslam inancına ters düştüğünü söylemiş, bunlardan üçünün ise açık küfür olduğunu bildirmiştir. Bunlar:
1) İbni Sina’ya göre zorunlu Varlık olan Allah, külli şeyleri bilir cüzi şeyleri bilmez. Yani detayları ve ayrıntıları doğrudan bilmez. Ona göre Allah özü itibariyle akıldır. Madde ve formdan oluşmayan “Bir”dir. (İbn Sînâ; Necat, tahk.: Macit Fahri, neşr: Darü’l-Afaki’l-Cedide, Beyrut 1985, s. 280; İşaretler ve Tembihler, çev.: Ali Durusoy-Muhittin Macit-Ekrem Demirli, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 352; Kitabu’ş-Şifa-Metafizik II, çev.: Ekrem Demirli-Ömer Türker, Litera Yay., İstanbul 2005, s. 102)
Gazali’ye göre bu, Allah’ın mutlak bilgisini inkâr anlamına gelmekte ve ona bilgisizlik atfetmektedir. Akıl ile ilahi özün özdeşliği ise, öğrenme ve tekamülü Allah için mümkün kılmakta ve onun mükemmelliğini yadsımaktadır. "Bilakis gerçek, ne göklerde ne de yerde bir zerrenin O'nun ilminden uzak olmadığıdır.” (bk. Kur'an, Yunus, 10/1; Sebe, 34/ 3; Gazzali, Mişkat, s. 68)
İbni Sinâ’nın, “Allah külli şeyleri bilir cüzi şeyleri bilmez” inancını biraz daha açarsak, Allah geneli bilir özeli bilmez demektir. Örneğin Allah denizde balıkların olduğunu bilir ama kaç balık var, hangi balıktan kaç tane var, hangi boyda, hangi renkte, hangi şekildeler o kadar detayı bilmez demektir. Bu da İslâm inancına tamamen aykırı bir görüştür. Allah olmuş, olacak her şeyi tüm detayları ile bilir. Nitekim şu âyetler bunu açıkça ortaya koymaktadır: “O, göklerde ve yerde tek Allah’tır. Gizlinizi açığınızı bilir, neyi yapıp ettiğinizi de bilir.’’ (En’am suresi 3) ‘’Onlar bilmezler mi ki, gizlediklerini de açığa vurduklarını da Allah bilmektedir.’’ (Bakara 77) ‘’Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.’’ (En’am suresi 73) ‘’Allah, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir.’’ (Nahl suresi 19) ‘’Yaratan bilmez olur mu? O, bütün inceliklerin farkındadır ve her şeyden haberdardır.’’ (Mülk suresi 14)
2) İbni Sina haşrin cismani oluşu ile ilgili bir akıl yürütmenin söz konusu olamayacağını, bunun ancak inanmakla ilgili olduğunu söyler. Bunun yanı sıra ruhani bir dirilmeyi haşirden anlaşılan asıl maksat olarak ifade eder. [İbn Sîna, Risale Edhaviyye fi Amr al-Maad, (Süleyman Dünya), (maadın mahiyeti ve maad hakkında fikirler), ss.36-44]
Gazali ise dirilmenin sarahaten beden ile olacağını söyleyerek bunu eleştirir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim ‘’Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?’’ (Yasin suresi 78) ayetiyle bunu açıklıyor. Buna inanmayan müşriklerin sözlerini de ‘’Şöyle diyorlardı: “Sahi biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken yeniden mi diriltilecekmişiz?’’ (Vakıa suresi 47) ve ‘’(İnkârcılar), “Biz ilk halimize mi döndürüleceğiz? Çürümüş kemikler olmuş iken mi?” diyorlar. Ve ekliyorlar: “O zaman bu, (bizim için) ziyanlı bir dönüş olur.” (Naziat suresi 10-12) ayetleriyle haber veriyor. Onlara şöyle cevap veriyor ‘’Oysa bu dönüş sadece bir seslenmeye bakar. Bir de bakarsın kendilerini mahşerde bulmuşlar.’’ (Naziat suresi 13-14) ayetleri. Kıyamette dirilişin bedenle olacağını bildiren âyetler çoktur. Sadece bir tane ile yetinecek olsak ‘’O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.’’ (Nur suresi 24) ayeti yeterli olacaktır.
Yine İbni Sina cismani haşrin peygamberlerin halka anlattığı bir mecaz olduğunu, asıl olanın ise ruhsal haşir olduğunu ifade eder. [İbn Sinâ, Edhaviyye, (Felsefe ve Ölüm Ötesi adıyla çev. Mahmut Kaya), Birinci Basım, İstanbul 2011, s.17]
Bu ise Gazali’ye göre peygamberlerin hakkı gizledikleri anlamına gelmektedir.
3) İbni Sinâ peygamberliğin özü olan vahy bilgisini faal akılla, kazanılmış akıl (al-akl al-mustafâd) girilen bir temas sonucu olarak görmektedir. Peygamberler sahip oldukları nübüvvet gücü ile bu teması gerçekleştirdikleri gibi müzice kudretine de sahip olurlar. Filozoflar ise bu bilgiye duyum, hafıza ve akıl yürütme ile ulaşırlar. Böylece bazı seçkin insanlar peygamber olurken, filozoflar da çalışma neticesinde aynı kaynağa ulaşırlar. (İbn Sînâ; Fî aksami’l-ulûmi’l-aklîyye (nşr. Hasan Âsî), Tis’u resâil fî’l-hikme ve’ttabiîyyât içinde, Dârû’l-kabes, [y.y] 1986, s. 85-86, 91; Kitâbu’ş-şifâ, Metafizik II (el-İlâhiyyât) (çev. Ekrem Demirli-Ömer Türker), Litera Yayıncılık, İstanbul 2005, s. 180-194)
Gazali ise bu düşünceyi açıkça İslam’ın peygamberlik, mucize, vahy meleği Cebrail gibi kavramlara aykırı bulur. İşte bu üç sebepten dolayı Gazâlî İbni sinâ’yı tekfir eder.
İbni Sinâ şöyle der:
"Filozof: (Amelî) erdemlerle birlikte nazarî hikmete sahip olan kimse, mutlu olmuştur ve bunların yanı sıra nebevî özellikleri de kazanan kimse neredeyse insânî bir rab haline gelir ve neredeyse Allah’tan sonra ona ibadet helal olur; o, yer âleminin sultanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesidir.” (İbn Sînâ, eş-Şifâ Metafizik II, s. 204)
İbrahim bin Hamevi ise şöyle söylemektedir: “İmam-ı Gazali’nin yaşadığı devir ile daha sonraki devirlerde yaşayan muteber alimler, İbni Sina ve Farabi’nin mutlak küfrüne hükmetmişlerdir.” (İbni Hacer, Lisan’ul mizan, II.293)
Meşhur tarihçi İzzettin İbnül Esir ise, İbni Sina’nın, Alaüddevle Ebu Cafer ibn Kakeveyh’in hizmetine girdiğini, bu zatın inancının bozuk olduğunda şüphe olmadığını, bu bozukluğu sebebiyle İbni Sina’yı ilhad, (Dinsizlik) ve Şeriatın reddi yolunda eserler yazmaya teşvik ettiğini bildirmiştir. ( El- Kamil IX.456)
Birçok darül hadiste hocalık etmiş eser sahibi bir âlim olan fakih ve muhaddis İbnüs Salah Şehrezuri, “İbni Sina İslam âlimlerinden değildir, belki ins şeytanlarından bir şeytandır” demiştir. (İbnül İmad, III.237)
İbni Teymiyye de İbni Sina ve Farabi gibi felsefecilerin yıkıcı fikirleri karşısında sessiz kalmamış bunların küfre düştüklerini açıkça söylemiştir. Aristo’nun takipcisi İbni Sina ve Farabi gibi filazofları, İslam âlimlerinden farklı olarak, kainatın ezeli olduğunu, bedenin diriltilmeyeceği, azabın ruha olacağını söyledikleri için “mülhidler” sınıfına sokmuştur. Ona göre, bunlar İslam âlimi değil felsefecidirler. Zira o devrin kadılarından birine, “İbni Sina İslam filozoflarından mıdır? diye sorulduğunda, İslamda filozof olmaz” cevabını vermiştir. (Mecmuül fetava IX.186) Aynı kitapta, İbni Sina zındıklıkla, dehrilikle ve batinilikle itham edilmiştir. Zaten, İbni Sina’nın yetiştiği aile ortamı da uygun bir ortam değildi. Çünkü, babası ve ağabeyi mülhid Batıni Karamitilerin halefleri olan Fatimi bir aileden idi. Bu sebeple felsefeye merak sardığını bizzat İbni Sina kendisi söylemektedir. (Mecmuül fetava IX.134)
Evet, İbni Sinâ müthiş bir hekimdir. Kendisinden sonraki hekimlere ve tıbba ışık tutmuş birisidir. Bu konuda kimsenin îtirazı yoktur. Fakat felsefî görüşlerine baktığımızda ise kendisini ebedî olarak cehennemin dibine düşürecek görüşlere sahip bir mülhiddir. Bunun da açıkça bilinmesi gerekir.
Bazıları İbni Sinâ ve Farâbî’nin ölmeden önce bu görüşlerinden tevbe ettiklerini söylerler. Fakat şu unutulmamalıdır ki, küfrü kesin olan bir kimsenin tevbe ettiği de kesin olarak bilinmesi gerekir. Bu da ya kendisinin açık beyanı ile bilinebilir veya şâhitliği kabul edilebilecek Müslümanların şehâdetleri ile bilinebilir. İbni Sinâ ve Farâbî’nin ise tevbe ettiklerine dâir açık bir karîne yoktur. Vallâhu a’lem.
Son düzenleme: