MUŞRİK ANNE BABANIN CENAZE NAMAZINI KILMA SORUNU?
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ۗ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُبِينًا
"Allah ve Rasûlu bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mûmin erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasûlune karşı gelirse, şubhesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır." (Ahzab 33)Öyleyse Allah ve Rasulunun verdiği hükümlere göz atalım:
"Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Rasûlunü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler." (Tevbe 84)
«Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113)
"İbrahim’in babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Fakat onun, bir Allah düşmanı olduğu, kendisine belli olunca ondan uzak durdu. Gerçekten İbrahim, çok duygusal ve yumuşak huylu idi." (Tevbe, 114)
Rasulullah (s.a.v.) ise mûmin olaraak ölmeyen anne babası için bırakın cenaze namazını, kabrinde bile dua edememiştir. Allah c.c. , Rasulullahın anne babası olmasına vesile olan "küfrü açık" olan ebeveynine bile duaya izin vermemiştir. Bunun delili aşağıdaki sahih hadis-i şeriflerdir.
Museyyeb b. Hazn (r.anh)'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ebu Talib'de ölüm alametleri belirdiği sırada Rasulullah (s.a.v.) geldi. Amcasının yanında Ebu Cehil İbn-i Hişam ile Abdullah b. Ebi Umeyye'yi buldu.
Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e: «Ey amcam! La ilahe illAllah de, kıyamet gününde kendisiyle sana şehadet ve şefaat edebileceğim bu kelimeyi söyle» buyurdu.
Ebu Cehil ve Abdullah b. Umeyye: «Ey Eba Talib! Abdulmuttalib'in milletinden yüz mü çevireceksin?» diye bundan men ettiler.
Rasulullah (s.a.v.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Diğer ikisi de mütemadiyen o sözlerine tekrar ediyorlardı.
Nihayet Ebu Talib bunlara söylediği son söz olarak: «O (yani ben) Abdulmuttalib'in milleti üzeredir» dedi ve La ilahe illAllah demekten çekindi.
Rasulullah (s.a.v.): «İyi bil amcacığım! Yemin ederim ki ben hakkında mağfiret dilemekten nehy olunmadıkça her halde Allah (c.c)'dan senin için af ve mağfiret dilerim» dedi.
Bunun üzerine Allah (c.c): «Ne nebinin ne de mûminlerin, cehennemlik oldukları belli olduktan sonra yakın akrabaları da olsa şirk koşanlar için mağfiret dilemeleri asla doğru olmaz.» (Tevbe: 113) ayetini indirdi.
(Buhari; Muslim)
Şimdi ehli sünnete göre diğer delillerimizi aktaralım :
Ebû Hurayra’dan yapılan bir rivayete göre Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi”
(Muslim, Cenâiz, 105, 106, 108; Tirmizî, Cenâiz, 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 101; Ahmed b. Hanbel, Musned, II, 441; V, 356.)
Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
Rasûlullah (sallAllahu aleyhi ve sellem) annesinin kabrini ziyaret etti. (Kabrin yanındayken) ağladı. Yanındakileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu:
“Anneme mağfiret dilemem hususunda Rabbimden izin istedim, izin vermedi. Kabrini ziyaret edeyim diye izin istedim, bana izin verdi. Kabirleri ziyaret ediniz, çünkü onlar ölümü hatırlatır”
(Ebû Dâvud, Cenâiz 77; İbn Mâce, Cenâiz 49)
Evet tüm bu deliller var iken, cehennemlik olduğu belli olduktan sonra, bile bile onun Cenaze namazını kılamaz, dua edemez.
Fakat musluman evlad, muşrik babasının ölümü halinde defin edebilir , cenaze işlerini tedarik edebilir.
îbn Sa'd'ın Tabakat'ında şu manâya gelen lafızlarla rivayet olunmuştur:
"Ali dedi ki: Ebû Talib'in öldüğünü Peygamber (s.a.v.)'e haber verdiğim zaman Rasûlullah (s.a.v.) ağladı. Sonra bana "git onu yıka, kefenle, sonra da kabre koy" buyurdu.
Ben de bu emri yerine getirib yanına döndüm.
Bana "git yıkan" buyurdu.
Rasûlullah (s.a.v.) evinden çıkmadan onun için günlerce istiğfara devam etti. Bunun üzerine Cebrail (a.s) kendisine şu âyet-i kerimeyi indirdi. "Akraba bile olsalar cehennemin halkı oldukları belli olduktan sonra (Allah'a) ortak koşanlar için mağfiret dilemek, ne Peygamberin ne de inananların yapacağı bir iş değildir." (Tevbe, 113)
64-66. Muşrik Bir Akrabası Ölen Kimse (Onun Techiz ve Tekfiniyle İlgilenmekle Mukellef midir?)
3214... Ali (r.anh)'dan demiştir ki: (Babam Ebû Talib ölünce) Peygamber (s.a.v.)'e (vardım ve):
Senin dalalette olan amcan öldü, dedim.
"Git babanı kabre koy! Sonra yanıma gelinceye kadar (kimseye bununla ilgili) bir söz söyleme" buyurdu.
Bunun üzerine gidib onu kabre koydum ve (Peygamberin) yanına geldim. Bana yıkanmamı emretti. Ben de yıkandım. Bana dua etti" (Nesaî, tahare 128, cenâiz 84. Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/107 )
Peygamberin, Ali'ye babasını yıkadıktan sonra kendisinin de yıkanmasını emretmesine gelince bunun iki sebebi olabilir:
1. Bir ölüyü yıkadığı için bunu istemiş olabilir.
2. Bir kâfiri yıkadığı için emretmiş olabilir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'inde: "Ey inananlar (Allah'a) ortak koşanlar pisliktir..." (Tevbe 28) buyurmuştur.
"Bir ölüyü yıkayan kimse kendisi de yıkansın." mealindeki 3161 numaralı hadisin genel hükmü gözönüne alınırsa, bir ölüyü yıkamış olduğu için bunu emrettiği anlaşılır. (Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/108-109)
Çıkardığımız Hükümler
1. Bir mûminin yakın akrabalarından birisi öldüğü zaman onun yıkanması, kefenlenmesi ve defnedilmesiyle ilgilenmesi gerekir. Hanefi âlimleriyle Şâfiîler bu görüştedirler.
Malikilerle Hanbeliler'e göre ise cenazenin kokuşup parçalanacağından korkulmadığı müddetçe bir müslümanın vefat eden kâfir akrabasının cenazesinin yıkanıp kefenlenmesi ve defnedilmesi işini üzerine alamaz. Fakat böyle bir durum varsa o zaman onu bir şeye sararak kabrine koyması üzerine farz olur. Çünkü Yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'inde: "Ey inananlar, Allah'ın gazabettiği kimselerle dostluk etmeyin" (Mumtehine 13) buyurmuştur.
Bir kâfiri yıkamak veya kefenlemek ona dostça muamele etmek anlamına gelir. Bu bakımdan bir müslüman zaruret olmadıkça kâfir bir cenazenin teçhiz ve tekfiniyle ilgilenemez.
2. Ebû Talib kâfir olarak ölmüştür. Bu sebeble Peygamber onun cenaze namazını kılmamış ve namazının kılınması için de emir vermemiştir.
Nitekim şu hadis-i şerifte bu gerçeği açıkça ifade etmektedir:
"Ebû Talib'in ölümü yaklaşınca Peygamber (s.a.v.) onun yanına geldi ve orada Ebû Cehl ile Abdullah b. Ebî Umeyye el-Muğire'yi buldu. Sonra, "Ey Amca! Allah'tan başka ilah yoktur de. Bu kelimeyi söyle ki onun sebebiyle huzuru ilahide senin lehine şahidlik edeyim!" dedi.
Bunun üzerine Ebû Cehl ile Abdullah b. Ebî Umeyye:
Ya Ebû Talib, Abdulmuttalib'in dininden dönmek mi istiyorsun? dediler.
Rasûlullah (s.a.v.) o sözü amcasına arz etti durdu. Nihayet Ebû Talib onlara son söz olarak, kendisinin Abdulmuttalib dini üzere bulunduğunu söyledi ve Allah'dan başka ilah yoktur- demekten kaçındı.
Rasûlullah (s.a.v.) de: "Ey Amcacığım, vallahi senin hakkında niyaz etmekten nehyolunmadığım muddetçe senin için mutlaka istiğfara devam edeceğim." dedi.
Hemen arkasından da Aziz ve Celil olan Allah şu âyeti celileyi indirdi: "Muşriklerin cehennemlik oldukları kendilerince anlaşıldıktan sonra akraba bile olsalar, Peygambere de mûminlere de onlar için istiğfar etmek gerekmez.” (Tevbe 113)
Ayrıca Yüce Allah Ebû Talib hakkında (özel olarak) bir âyet-i kerime indirerek Rasûlullah (s.a.v.)'e: "Şubhesiz ki sen sevdiğine hidayet veremezsin. Ama Allah dilediğine hidayet verir. Hem O, hidayete erecekleri daha iyi bilir." (Kasas 56) buyurdu.
(Muslim, iman 39; Buhârî, cenâiz 81; tevbe 9/16.)
Bu gerçeği açıkça ortaya koyan delillerden biri de şu hadis-i şeriftir:
Abbas (Peygambere): "Ey Allah'ın Rasûlu! Ebû Talib'e hiçbir faydan olabildi mi? Çünkü o, (her zaman) seni korur ve senin namına düşmanlarına öfkelenirdi" diye sordu da Rasûlullah (s.a.v.):
"Evet (oldu) O cehennemin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım, cehennemin en derin yerinde olurdu." buyurdu.
(Buhârî, menakib-ul-ensar 40, edeb 115; Muslim, iman 357, 358; Ahmed b. Hanbel 1-207, 210)
Bu deliller mevcut iken, Şiîlerin bazı zayıf hadisleri delil getirerek Ebû Talib'in mu'min olarak öldüğünü isbata çalışmaları boşunadır. Bunların iddialarını isbat için gösterdikleri kendilerince en kuvvetli delil İbn İshak'ın, İbn Abbas (r.anhuma)'dan rivayet ettiği bir hadistir.
Bu hadise göre, "Ebû Talib'in vefatı yaklaştığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) kendisine "Lailahe illallah" demesini telkin etmiş, o da bundan imtina etmiş. Fakat orada bulunan Abbas (r.anh) Ebû Talib'in dudaklarının kıpırdadığını görerek ne söylediğini dinlemiş ve Peygamber (s.a.v.)'e dönerek: "Ey Kardeşimin oğlu! Allah'a yemin olsun ki kardeşim Ebû Talib, senin emrettiğin kelimeyi söyledi" demiştir."
Hadis âlimlerinin değerlendirmelerine göre, Şiilerin delilini teşkil eden bu hadis, senedinde ismi açıklanmayan bir ravi bulunduğu için zayıftır. Ayrıca yukarıda mealini sunduğumuz Buhârî ve Muslim'in rivayet ettiği hadiste Abbas'ın, Peygamber'e yönelttiğinden bahsedilen, "Ey Allah'ın Rasûlu, Ebû Talib'e hiç faydan olabildi mi?" sorusu da Şiilerin bu delilini çürütmektedir.
Eğer Abbas Ebû Talib'in ölürken kelime-i tevhidi söylediğini bizzat onun ağzından kendi kulaklarıyla işitmiş olsaydı, Peygamber'e onun imanı hakkında böyle bir soru yöneltmek ihtiyacını duymazdı.
Şayet Şiîlerin bu delillerinin sahihliği kabul edilse bile, aksini isbat eden hadisler hem sayıca ondan daha çok hem de daha kuvvetli ve sağlamdır.
Yine siyer kitaplarının kaydettiği "Ebû Bekir (r.anh)'in bir gün babası Ebû Kuhafe'yi Kabe'de bulunan Rasûl-u Ekram'ın huzuruna getirdiği ve Rasûlullah'ın telkini ile Ebû Kuhafe (r.anh)'nin müslüman olması üzerine Ebû Bekir'in -Ey Allah'ın Rasûlu, seni Hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki Ebû Talib iman etseydi daha çok memnun olurdum- dediğine ait rivayetler de Ebû Talib'in küfr üzerine gittiğini isbatlayan delillerdendir.
Ebû Talib'in, bazı şiirlerinde Peygamberi ve dinini övmesine gelince, bu Kureyş kâfirlerinin ileri gelenlerinden bazılarının Peygamberin hak yolda olduğunu bildikleri halde inatları yüzünden onun dinine girmemekte direnmelerine benzer. Nitekim Cenab-ı Hak, Kurayş kâfirlerinin bu tutumunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklıyor: "Vicdanları onları(n doğruluğuna) kanaat getirdiği halde, sırf haksızlık ve böbürlenme yüzünden onları inkâr ettiler...” (Neml 14)
Ayrıca Ebû Talib'in "Eğer Kurayş'in beni ayıblayarak Ebû Talib'i buna ancak korku şevketti demeyeceklerini bilseydim, seni mutlaka memnun ederdim." (Muslim, iman 42) demesi de, onun Peygamberin hak yolda olduğunu bildiği halde gururundan dolayı iman etmediğini gösterir.
(Sunen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 12/109-111)
Tüm deliller ortadadır. Evlat, kafir olan anne babasına sağlığında hizmet etmede kusur göstermez. Bu konunun detayı aşağıdaki linkte açıklanmıştır. Fakat cenaze namazı ile ilgili durum böyle değildir. Tanıdıkların tepkisi ise göze alınmalı cenaze namazı kılmayarak, diğer anne babalara güzel bir tebliğ olmalıdır!
Allah annelerimize babalarımıza (sağ olanlar için) merhamet eylesin , mumin olarak Rabbin huzuruna varmayı nasib eylesin inşeallah.
İlgili Konu :
Dinsiz Kâfirlerin Vasiyeti ve Cenazesi Ne Yapılır?
https://www.islam-tr.org/konu/dinsiz-kafirlerin-vasiyeti-ve-cenazesi-ne-yapilir.24702/
Kâfir Olan Anne Babamla İlişkilerim Nasıl Olmalı?
https://www.islam-tr.org/konu/kafir-olan-anne-babamla-iliskilerim-nasil-olmali.12100/
Hırıstiyan Akrabamın Ölüsüne Dua Etmek?
https://www.islam-tr.org/konu/hiristiyan-akrabamin-olusune-dua-etmek.31861/
Munafık ve Kâfir Tanıdıkların Cenaze Namazlarına Katılmanın Şartları Nelerdir?
https://www.islam-tr.org/konu/munaf...mazlarina-katilmanin-sartlari-nelerdir.30633/
Muşrik Akrabalara Dostluk ve Düşmanlık Ölçüsü Nasıl Olmalı?
https://www.islam-tr.org/konu/musrik-akrabalara-dostluk-ve-dusmanlik-olcusu-nasil-olmali.26116/