E
Çevrimdışı
Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet Hakan, yazar Mustafa İslamoğlu ile IŞİD hakkında bir röportaj gerçekleştirdi.
Ahmet Hakan'ın sorularını yanıtlayan İslamoğlu ilginç açıklamalarda bulundu.
O açıklamalardan bazıları şunlar:
İslam'da cihadın savaşla değil yürek fethetmekle olacağını ve İslam'ın savaş değil şefkat dini olduğunu söyledi.
İslam hukukunda cariye alma uygulamasının olmadığını iddia etti.
IŞİD ve benzeri gruplarda savaşan direnişçileri; eğitimsiz, dışlanmış, yurt yuva görmemiş ve İslam'ın köprü altı çocukları olarak nitelendirdi.
Hadis ve sünneti rivayet kültürü olarak isimlemdiren Mustafa İslamoğlu, hadisi dinin bir kaynağı olarak kabul edenleri uydurulmuş dine inanmakla suçladı. İslamoğlu'na göre dinin tek kaynağı Kuran'ı Kerim. İslam alimlerinin tamamı dinin kaynağı olarak Kuran ve sünetti kabul etmektedirler.
İslam tarihinde yaşanmış tüm sıkıntıların kaynağının; uydurulmuş dine inanmak olduğunu belirtti.
Günümüz âlimlerinin çoğunun; ufuksuz ve kuşatıcı bir bakıştan yoksun kişiler olduğunu söyledi.
Mustafa İslamoğlu; Şii'lere yakın görüşleri, sahabelere karşı bakış açısı ve bazı hadisleri kabul etmemesi nedeniyle bir çok yazar ve ilahiyatçıdan tepki almıştı.
Röportajın bazım bölümleri:
IŞİD'i nasıl değerlendiriyorsunuz?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: İslam insanlık için bir şefkat adasıdır. İnsanlık denizinde bir fırtına kopmuş, o fırtınada sığınılacak bir adadır İslam... IŞİD, işte bu ada fikrini kirletiyor. İslam'ın bir şefkat adası olduğu fikrini kirletmek, bir Müslüman'ın yapabileceği en büyük kötülüktür.
Nasıl oluyor da temiz bir şeyi kirlettiklerini fark edemiyorlar?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Bir benzetme yapacak olursak bunları İslam'ın köprü altı çocuklarına benzetebiliriz... Bir çocuk düşünün: Annesi dağa kaldırılmış, babası öldürülmüş. Eğitimsiz bırakılmış. Yurt yuva görmemiş. Herkes "Pis çocuk" diyor, ama kimse neden böyle olduğunu sorgulamıyor. Bu adalet değil. Ben bu insanları kir olarak görmem, kirlenmiş olarak görürüm. Kir atılır, kirlenmiş temizlenir.
Kim kirletiyor bu insanları? Suç başkalarında mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Uhud Savaşı'nda Peygamber ordusu yenildi. Sahabe sordu: Bu yenilgi neden başımıza geldi? Kuran'ın buna cevabı şu: "Kendi yüzünüzden." Dışarıdan değil bu başımıza gelenler... Kuran tabiriyle söyleyeyim: Kendi yüzümüzden.
IŞİD, esir aldığı kadınları cariye kabul ediyor. Bu uygulamanın İslam'la bir ilgisi var mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Eğer öyle yapıyorlarsa... Bu Kuran'ın onayladığı bir şey değil. Geleneksel bir anlayış... Geleneği dinleştiriyorlar. Peygamber Efendimiz esirlerin hiçbirini cariye olarak almamıştır. Muhammed suresinin 4. ayetinde savaş esirleri için iki seçenek sunuluyor: Fidyeyle ya da fidyesiz salıvermek. Allah Resulü'nün iki hanımı savaş esiridir: Safiyye ve Cüveyriye. Fakat onları nikâhlamış ve eş edinmiştir, cariye edinmemiştir.
İslam tarihine bakıyoruz: Korkunç katliamlar, suikastlar görüyoruz. Bu açıdan IŞİD benzeri örgütlere, İslam tarihinde rastlamak mümkün... Siz ne düşünüyorsunuz? Bir devamlılık mı var?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Eğer tarihten bir şeye referans arayacaksanız referans bulamayacağınız hiçbir şey yoktur. Güzelliğe de, çirkinliğe de mutlaka referans bulursunuz. İyiliğe de, kötülüğe de referans bulursunuz. Adalete de, zulme de... Bir şeyin tarihte vuku bulması, o şeyi meşrulaştırmaz.
Siz IŞİD'in "uydurulmuş din" anlayışından çıktığını söylüyorsunuz. İslam tarihinde ortaya çıkan benzer hareketlerin arkasında da aynı gerekçe mi var?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Hz. Ömer bir suikastla öldürüldü. Hz. Ali bir sabah namazında öldürüldü. İmamı Azam Ebu Hanife zindanda can verdi. Dirisi girdi zindana, ölüsü çıktı. Şiddeti en acımasız biçimde kullananlar ortaya çıktı. Haricilik bunun tipik örneğidir. Tarihteki sapmalarla bugünün sapmasının kaynağı aynıdır: Uydurulmuş din.
İslam dünyası bu IŞİD belasına karşı sessiz. Aydınlar sessiz, âlimler sessiz, yöneticiler sessiz... Neden?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Çünkü onların da çoğu uydurulmuş dinden besleniyorlar. Beslendikleri kaynaklar aynı. IŞİD kelle keserken bir rivayet kültürüne dayanıyor. O kültür herkese sirayet etmiş durumda. Bu yüzden IŞİD'in uygulamalarına esaslı bir şekilde itiraz edemiyorlar. İtiraz edecek olsalar dine itiraz etmiş gibi olacaklarını düşünüyorlar. Bazıları da böyle düşünmedikleri halde susuyorlar. Çünkü aforoz edilmek istemiyorlar. İslam'daki aforoz tekfirdir. Tekfir edilmek aforoz edilmek gibidir.
Sessizliğin başka nedeni var mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Ben Kuran'dan beş ilke, beş esas çıkarmıştım yönetmeye dair. Bu beş ilke şudur: Hakikat, adalet, merhamet, meşveret ve ehliyet... Siyasetini bu beş ilke üzerine kurarsan sana kim itiraz edebilir? Bu beş ilkeyle hareket edersen cazibe merkezi olmaz mısın? İslam âlimlerinin çoğu kuşatıcı bir bakıştan yoksun... Ufuksuzluk var. Ufuksuzluk temel bir sorun.
İşte Mustafa İslamoğlu'na göre IŞİD ve benzerlerinin çıktığı yer:
Asıl sorun "uydurulmuş din" anlayışındadır. "Uydurulmuş din" anlayışına sahip olanlar ister keskin olsunlar, ister ılımlı olsunlar... Sonuçta bir biçimde şiddete bulaşıyorlar. Çünkü bu insanlar, kendi yorumlarını mutlaklaştırıyorlar. "Bu benim yorumum" demiyorlar. Yorumlarını dinleştiriyorlar. Beşeri olanı dinleştiriyorlar. "Bu benim yorumum" diyen bir Müslüman, kendi yorumunu mutlak doğru olarak algılamaz. Kendi yorumunu mutlak doğru olarak algılamayan Müslümanlar da dini kendileri gibi yorumlamayanları tekfir etmezler. Tekfir etmenin doğal sonucu şudur: Müslüman Müslüman'ı öldürür ve sonra da şöyle der: "Biz Müslüman öldürmüyoruz ki... Kâfir öldürüyoruz." Uydurulmuş dinin ılımlı biçimi de benzer sorunlarla doludur. Kendi yorumunu mutlak kabul eden ılımlının da kırmızı çizgisi olmuyor. Dur deyince durmuyor. Zalimleşebiliyor. Çok ılımlı, çok uyumlu görünen bir yapı, kendi menfaatleri öyle gerektiğinde çok tuhaf hallere bürünebiliyor. Uydurulmuş din anlayışının televizyondaki hallerine bakın, orada da şiddet görürsünüz. Duygunun akılsız kullanımı, şiddettir. Bazen gözyaşı, sopanın yerine geçer. Duygunun şiddet olarak kullanılabildiği bir kültür havzasındayız. Ilımlısı, ılımlı olmayanı... Hepsinin ortak özelliği aynı: Kendi yorumunu dinleştirmek... "Bu benim yorumumdur" dememek, diyememek. Bu açıdan baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Bizim memlekette kılıç kullanmayan çok IŞİD'çi var.
* * *
IŞİD ve benzeri örgütler için Batı basınında "cihadistler" tabiri kullanılıyor. Hatta bizde de "Cihatçı" tabiri pek revaçta... "Cihat edenler" diye nitelendiriyoruz bu insanları... Onlar da zaten kendilerini böyle tanımlıyorlar... Diyorlar ki: "Biz cihat ediyoruz." Mustafa İslamoğlu'na "Nedir cihat, bunlar gerçekten de cihat mı ediyor?" diye sordum. İşte anlattıkları:
Furkan suresinin 52. ayetinde "Onlarla büyük cihat ile cihat et" buyrulur. Bu ayet, Peygamberliğin beşinci ya da altıncı yılında indi. Düşünün: Daha Hicret'e yedi–sekiz yıl var. Mekke'nin ilk yılları yani... Peygamber Efendimiz ya da sahabenin o ilk yıllarda Mekke'de herhangi birine el kaldırdığını, kavga ettiğini, savaş yaptığını duydunuz mu? O zaman ne anlayacağız "büyük cihat" sözünden? İnsanın elinden gelen gücü Allah yolunda sarf etmesini, gönül kazanmak için, yürek fethi için sarf etmesini anlayacağız. Mekke'de cihat emrinin nasıl uygulandığına şahidiz. 13 yıl boyunca yürekleri fethetmek için nasıl gayret edildiğini görüyoruz. Cihat budur. Cihat yürek fethidir. Bu arada Medine'deki savaşların tümü de savunma savaşıdır. "Cihat" ayrıdır, "kıtal" ayrıdır. "Cihat" kavramının içinde "kıtal", yani öldürme yoktur. Cihat, insanın var gücünü kullanarak imanı bir yüreğe daha taşımasıdır. Zorlama yoktur bu eylemde. Nasıl olabilir? Kapı gibi Bakara 256 dururken... Orada "Dinde zorlama yoktur" deniliyor.
incanews
Ahmet Hakan'ın sorularını yanıtlayan İslamoğlu ilginç açıklamalarda bulundu.
O açıklamalardan bazıları şunlar:
İslam'da cihadın savaşla değil yürek fethetmekle olacağını ve İslam'ın savaş değil şefkat dini olduğunu söyledi.
İslam hukukunda cariye alma uygulamasının olmadığını iddia etti.
IŞİD ve benzeri gruplarda savaşan direnişçileri; eğitimsiz, dışlanmış, yurt yuva görmemiş ve İslam'ın köprü altı çocukları olarak nitelendirdi.
Hadis ve sünneti rivayet kültürü olarak isimlemdiren Mustafa İslamoğlu, hadisi dinin bir kaynağı olarak kabul edenleri uydurulmuş dine inanmakla suçladı. İslamoğlu'na göre dinin tek kaynağı Kuran'ı Kerim. İslam alimlerinin tamamı dinin kaynağı olarak Kuran ve sünetti kabul etmektedirler.
İslam tarihinde yaşanmış tüm sıkıntıların kaynağının; uydurulmuş dine inanmak olduğunu belirtti.
Günümüz âlimlerinin çoğunun; ufuksuz ve kuşatıcı bir bakıştan yoksun kişiler olduğunu söyledi.
Mustafa İslamoğlu; Şii'lere yakın görüşleri, sahabelere karşı bakış açısı ve bazı hadisleri kabul etmemesi nedeniyle bir çok yazar ve ilahiyatçıdan tepki almıştı.
Röportajın bazım bölümleri:
IŞİD'i nasıl değerlendiriyorsunuz?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: İslam insanlık için bir şefkat adasıdır. İnsanlık denizinde bir fırtına kopmuş, o fırtınada sığınılacak bir adadır İslam... IŞİD, işte bu ada fikrini kirletiyor. İslam'ın bir şefkat adası olduğu fikrini kirletmek, bir Müslüman'ın yapabileceği en büyük kötülüktür.
Nasıl oluyor da temiz bir şeyi kirlettiklerini fark edemiyorlar?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Bir benzetme yapacak olursak bunları İslam'ın köprü altı çocuklarına benzetebiliriz... Bir çocuk düşünün: Annesi dağa kaldırılmış, babası öldürülmüş. Eğitimsiz bırakılmış. Yurt yuva görmemiş. Herkes "Pis çocuk" diyor, ama kimse neden böyle olduğunu sorgulamıyor. Bu adalet değil. Ben bu insanları kir olarak görmem, kirlenmiş olarak görürüm. Kir atılır, kirlenmiş temizlenir.
Kim kirletiyor bu insanları? Suç başkalarında mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Uhud Savaşı'nda Peygamber ordusu yenildi. Sahabe sordu: Bu yenilgi neden başımıza geldi? Kuran'ın buna cevabı şu: "Kendi yüzünüzden." Dışarıdan değil bu başımıza gelenler... Kuran tabiriyle söyleyeyim: Kendi yüzümüzden.
IŞİD, esir aldığı kadınları cariye kabul ediyor. Bu uygulamanın İslam'la bir ilgisi var mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Eğer öyle yapıyorlarsa... Bu Kuran'ın onayladığı bir şey değil. Geleneksel bir anlayış... Geleneği dinleştiriyorlar. Peygamber Efendimiz esirlerin hiçbirini cariye olarak almamıştır. Muhammed suresinin 4. ayetinde savaş esirleri için iki seçenek sunuluyor: Fidyeyle ya da fidyesiz salıvermek. Allah Resulü'nün iki hanımı savaş esiridir: Safiyye ve Cüveyriye. Fakat onları nikâhlamış ve eş edinmiştir, cariye edinmemiştir.
İslam tarihine bakıyoruz: Korkunç katliamlar, suikastlar görüyoruz. Bu açıdan IŞİD benzeri örgütlere, İslam tarihinde rastlamak mümkün... Siz ne düşünüyorsunuz? Bir devamlılık mı var?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Eğer tarihten bir şeye referans arayacaksanız referans bulamayacağınız hiçbir şey yoktur. Güzelliğe de, çirkinliğe de mutlaka referans bulursunuz. İyiliğe de, kötülüğe de referans bulursunuz. Adalete de, zulme de... Bir şeyin tarihte vuku bulması, o şeyi meşrulaştırmaz.
Siz IŞİD'in "uydurulmuş din" anlayışından çıktığını söylüyorsunuz. İslam tarihinde ortaya çıkan benzer hareketlerin arkasında da aynı gerekçe mi var?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Hz. Ömer bir suikastla öldürüldü. Hz. Ali bir sabah namazında öldürüldü. İmamı Azam Ebu Hanife zindanda can verdi. Dirisi girdi zindana, ölüsü çıktı. Şiddeti en acımasız biçimde kullananlar ortaya çıktı. Haricilik bunun tipik örneğidir. Tarihteki sapmalarla bugünün sapmasının kaynağı aynıdır: Uydurulmuş din.
İslam dünyası bu IŞİD belasına karşı sessiz. Aydınlar sessiz, âlimler sessiz, yöneticiler sessiz... Neden?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Çünkü onların da çoğu uydurulmuş dinden besleniyorlar. Beslendikleri kaynaklar aynı. IŞİD kelle keserken bir rivayet kültürüne dayanıyor. O kültür herkese sirayet etmiş durumda. Bu yüzden IŞİD'in uygulamalarına esaslı bir şekilde itiraz edemiyorlar. İtiraz edecek olsalar dine itiraz etmiş gibi olacaklarını düşünüyorlar. Bazıları da böyle düşünmedikleri halde susuyorlar. Çünkü aforoz edilmek istemiyorlar. İslam'daki aforoz tekfirdir. Tekfir edilmek aforoz edilmek gibidir.
Sessizliğin başka nedeni var mı?
MUSTAFA İSLAMOĞLU: Ben Kuran'dan beş ilke, beş esas çıkarmıştım yönetmeye dair. Bu beş ilke şudur: Hakikat, adalet, merhamet, meşveret ve ehliyet... Siyasetini bu beş ilke üzerine kurarsan sana kim itiraz edebilir? Bu beş ilkeyle hareket edersen cazibe merkezi olmaz mısın? İslam âlimlerinin çoğu kuşatıcı bir bakıştan yoksun... Ufuksuzluk var. Ufuksuzluk temel bir sorun.
İşte Mustafa İslamoğlu'na göre IŞİD ve benzerlerinin çıktığı yer:
Asıl sorun "uydurulmuş din" anlayışındadır. "Uydurulmuş din" anlayışına sahip olanlar ister keskin olsunlar, ister ılımlı olsunlar... Sonuçta bir biçimde şiddete bulaşıyorlar. Çünkü bu insanlar, kendi yorumlarını mutlaklaştırıyorlar. "Bu benim yorumum" demiyorlar. Yorumlarını dinleştiriyorlar. Beşeri olanı dinleştiriyorlar. "Bu benim yorumum" diyen bir Müslüman, kendi yorumunu mutlak doğru olarak algılamaz. Kendi yorumunu mutlak doğru olarak algılamayan Müslümanlar da dini kendileri gibi yorumlamayanları tekfir etmezler. Tekfir etmenin doğal sonucu şudur: Müslüman Müslüman'ı öldürür ve sonra da şöyle der: "Biz Müslüman öldürmüyoruz ki... Kâfir öldürüyoruz." Uydurulmuş dinin ılımlı biçimi de benzer sorunlarla doludur. Kendi yorumunu mutlak kabul eden ılımlının da kırmızı çizgisi olmuyor. Dur deyince durmuyor. Zalimleşebiliyor. Çok ılımlı, çok uyumlu görünen bir yapı, kendi menfaatleri öyle gerektiğinde çok tuhaf hallere bürünebiliyor. Uydurulmuş din anlayışının televizyondaki hallerine bakın, orada da şiddet görürsünüz. Duygunun akılsız kullanımı, şiddettir. Bazen gözyaşı, sopanın yerine geçer. Duygunun şiddet olarak kullanılabildiği bir kültür havzasındayız. Ilımlısı, ılımlı olmayanı... Hepsinin ortak özelliği aynı: Kendi yorumunu dinleştirmek... "Bu benim yorumumdur" dememek, diyememek. Bu açıdan baktığımızda şunu söyleyebiliriz: Bizim memlekette kılıç kullanmayan çok IŞİD'çi var.
* * *
IŞİD ve benzeri örgütler için Batı basınında "cihadistler" tabiri kullanılıyor. Hatta bizde de "Cihatçı" tabiri pek revaçta... "Cihat edenler" diye nitelendiriyoruz bu insanları... Onlar da zaten kendilerini böyle tanımlıyorlar... Diyorlar ki: "Biz cihat ediyoruz." Mustafa İslamoğlu'na "Nedir cihat, bunlar gerçekten de cihat mı ediyor?" diye sordum. İşte anlattıkları:
Furkan suresinin 52. ayetinde "Onlarla büyük cihat ile cihat et" buyrulur. Bu ayet, Peygamberliğin beşinci ya da altıncı yılında indi. Düşünün: Daha Hicret'e yedi–sekiz yıl var. Mekke'nin ilk yılları yani... Peygamber Efendimiz ya da sahabenin o ilk yıllarda Mekke'de herhangi birine el kaldırdığını, kavga ettiğini, savaş yaptığını duydunuz mu? O zaman ne anlayacağız "büyük cihat" sözünden? İnsanın elinden gelen gücü Allah yolunda sarf etmesini, gönül kazanmak için, yürek fethi için sarf etmesini anlayacağız. Mekke'de cihat emrinin nasıl uygulandığına şahidiz. 13 yıl boyunca yürekleri fethetmek için nasıl gayret edildiğini görüyoruz. Cihat budur. Cihat yürek fethidir. Bu arada Medine'deki savaşların tümü de savunma savaşıdır. "Cihat" ayrıdır, "kıtal" ayrıdır. "Cihat" kavramının içinde "kıtal", yani öldürme yoktur. Cihat, insanın var gücünü kullanarak imanı bir yüreğe daha taşımasıdır. Zorlama yoktur bu eylemde. Nasıl olabilir? Kapı gibi Bakara 256 dururken... Orada "Dinde zorlama yoktur" deniliyor.
incanews