Bismillahirrahmanirrahim
Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a salât ve selam Hz.Muhammed (s.a.v)’e, tüm peygamberlere ve onların takipçilerinin üzerine olsun…
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
“Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik).” (Ahzab 45-46)
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe 28)
Yüce Allah Hz.Muhammed (s.a.v)’i neden peygamber olarak gönderdiğini yukarıdaki ayetlerde bizlere bildiriyor.
İçinde yaşadığımız yüzyılda, Hz.Muhammed (s.a.v)’in hayatımızdaki yerine baktığımızda ne yazık ki O’nun hiçte olmaması gereken yerlerde olduğunu görüyoruz. Kiminin; hristiyanların Hz. İsa’yı çok yüceltmeleri gibi Hz.Muhammed (s.a.v)’i yücelttiklerine, kiminin kendini Müslüman olarak isimlendirdiği halde Hz.Muhammed (s.a.v)’in örnekliğinden zerre miktarı nasiplenmediğine, kiminin daha farklı düşüncelere kapılıp küçük düşürücü, yalan yanlış şeylerle peygamberi itham ettiğine şahit oluyoruz.
Günümüzde İslam dini ve Hz. Muhammed (s.a.v) gerçek olmayan bir şekilde tanıtılmaktadır. İslam denince akıllara gericilik, savaş, haksızlık, esaret, zulüm; peygamber denince bu savaşta komutan, haksızlığın, esaretin öğreticisi bir canavar gelmektedir. (Allah ve Resulünü tüm kötü yakıştırmalardan tenzih ederiz.). Ya çok yüceltilir ya da çok aşağılanır. Ne yazık ki sadece batı ülkelerinde değil, İslam ülkesi diye isimlendirilen toplumlarda da durum böyle.
Tüm bu çelişkileri bir yana bırakarak, önder, örnek ve rehber olarak gönderilen peygamberin nasıl bir Resul olduğunu, yeniden öğrenip, O’nu tanımaya çalışmak zorundayız.
Yüce Rabbimiz Hz.Muhammed (s.a.v)’i bir şahit, müjdeleyici, uyarıcı kısacası rehber ve örnek olarak gönderdiğini bildiriyor. Ve gönderdiği bu elçinin, nasıl bir resul olduğunu yine Kur’an-ı Kerim’de haber veriyor bizlere. Örneğin Kalem Suresi 4. Ayetinde “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” Ahzab Suresi 21. ayette ise “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir ” diye buyurur.
O, kulluk ve yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olma görevini, Allah’ın O’na bahşettiği peygamberlik görevi ile en mükemmel şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Kendinden önce gelip geçen peygamberler gibi insanların kurtuluşu için elinden gelen tüm çabayı sarf etmiştir.
Kendine Müslüman diyen her fert mutlaka Kur’an’ı ve Hz.Muhammed (s.a.v)’i tanımak zorundadır. Ben müslümanım deyip de Kur’an’ı ve Resulullah’ı tanımak için en ufak bir çaba sarf etmeyen kişiler, ahiret kurtuluşları için birşey bekleyemezler. Çünkü peygamber ahiret kurtuluşunun rehberidir... O yüzden Kur’an’ı peygamberden, peygamberi Kur’an’dan tanımak zorundayız…
Şimdi Hz.Muhammed (s.a.v)’in nasıl bir resul olduğunu kısaca birkaç örnekle inceleyelim. Hz.Muhammed’in peygamberliğinden sonraki davranışları, peygamberliğinden önceki doğal ahlakı üzerine bina edilmişti. Allah O’ndan geçmişini silmesini istememiş ancak O’nda olan kişiliği geliştirmiş, karakterini terbiye etmiş, eksik olanları tamamlamış, fazla olanları kısmış, gereksiz olanları ayıklamıştır.
Yüce Rabbimiz “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem 4) buyuruyor. Bizzat Hz.Peygamber “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” [1] buyurmuştur.
Peygamberimiz çocukluğundan beri Allah’ın kontrolü altında olmuş bu sebeple “Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti” [2] buyurmuştur.
Hayatı boyunca gayri İslami ve insani hiçbir söz, davranış ve fiilde bulunmamıştır. Peygamberliğinden öncede doğru sözlülüğü, ahde vefası ve her türlü güzel ahlakı ile kendi halkı içinde sevilen biri olmuştur. Hatta Kureyşliler tarafından el-Emin yani güvenilir kişi anlamında bir isme layık görülmüştür.
Peygamberliğinden sonra da Yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an’la müminlere ve tüm insanlara emrettiği tüm ahlaki değerlere sımsıkı sarılmış ve onları uygulamıştır. Buna binaen ashabtan birisi, Hz.Aişe’ye peygamberin ahlakını sorması üzerine O: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an idi.” [3] cevabını vermiştir.
Kur’an’da Hz.Muhammed (s.a.v)’in bazı özellikleri kısaca şöyle geçer; Hz.Muhammed (s.a.v); âlemlere rahmettir (Enbiya 107), bir zorba değildir (Kaf 45, Gaşiye 21,22), en üstün ahlaka sahiptir (Kalem 4, Ahzab 21), ıslahatçıdır (Hud 88), keyfine göre konuşmaz (Necm 4), müminlere öz canlarından daha yakındır (Ahzab 6), tebliğ görevini adaletle yapmıştır (Enbiya 109), müminlere şefkatlidir (Şuara 215), ümmetine düşkündür (Tevbe 128, Kehf 6, Şuara 3).
Hz.Muhammed (s.a.v), Allah’ın resulü ve İslam devletinin başkanı olmasına rağmen çok sade bir hayat sürmüştür. Ev düzeni, giyinişi, yiyecekleri ve tüm yaşayışı sadeydi. Ağır başlı, yumuşak, mütevaziydi. Zengin, fakir, büyük, küçük ayırt etmez herkesle ilgilenirdi. Kendine gelenleri geri çevirmez, hakka uygun olmak kaydıyla meşru istekleri yerine getirmeye çalışırdı. Kimseyi üzmez, kırmaz, küçük görmez, insanları sever onların iyiliğini isterdi. Cömert ve iyilikseverdi. Cesaretli, sabırlı azimli ve ümitli idi. Çok merhametliydi. Her şeyde orta yolu tutardı. Az ve öz konuşurdu. Çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en doğru davranışı uygular ve Allah’a tevekkül ederdi. Kısacası tüm güzel hasletlerin onda birleştiği, mükemmel bir insan modeliydi. Ama bunun yanında; dini hassasiyeti bu kadar varken, peygamber olmasına rağmen sonuçta bir beşer olduğu için yaptığı hatalardan dolayı da uyarılırdı.(Elbette bu hatalar imani boyutta olmayıp, insani bazı anlık hatalardır.) Nitekim bunu Abese suresinde âmâ olan biri ile aralarında geçen olaydan da anlayabiliriz.
Anlatılan birkaç örnek içinde elbette O’nun yaşantısını doğumundan ölümüne kadar tüm ayrıntılarıyla alıp inceleyemeyiz. Çünkü Hz.Muhammed (s.a.v)’in hayatı birkaç satıra sığmayacak kadar önemlidir. Bunun yanında inandığımız Resulü tanıma çabası olmadığı takdirde, ne örnekliğinden faydalanabiliriz nede gerçekten O’nun bizim Resulümüz olduğunu iddia etmeye yüzümüz olur.
Resule nasıl inandığımız konusuna gelince şunları gözden kaçırmamak gerekir. Öncelikle Hz.Muhammed (s.a.v)’e bir insan, bir kul gözüyle bakmamız gerekir. Nitekim Müslümanlığın ilk şartı olarak dile getirilen kelimei şehadette bile Hz.Muhammed (s.a.v)’in yeri kul ve resuldür. Ki O Allah’a kul olmayı kendi için en büyük şeref kabul etmiştir. Bu yüzden O, kul-resuldür. Yani insanlara, insan olarak gönderilen bir resuldür. Çünkü örnek alacak insansa, örnek olanda insandır, bir melek değil.
O’da bizler gibi doğan ve ölen bir peygamberdir. Yiyip içen, uyuyan uyanan, evlenen, çocukları olan, halkın diliyle konuşan, ticaret yapan, kendi işini kendi gören, üzülen, sevinen, gülen ağlayan… vs, kısacası bizden bir peygamber. Ancak tüm bunlar da Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde oluşan olaylardır. O, Allah’ın O’na verdiği emaneti en iyi şekilde muhafaza eden ve tüm insanlara yol gösterici bir peygamberdir.
O’da bizim gibi bir beşerse, (elbette ki peygamberlikle birlikte O’na verilen bazı ayrıcalıkları vardır ki O, en güzel insan modeli olduğundan bizlere örnektir ve elbette Allah’ın dinini kemale erdirmek için seçtiği bir peygamber olması nedeniyle bizlerden çok ama çok ileridedir) bizler neden O’nun örnekliğinden nasiplenmeyelim. Gerçek saadetimizin tek yolu O’nun rehberliğinde bir yaşamla mümkün olur.
Hz.Muhammed (s.a.v)’e inanmayan insanları sorgulamak yerine; Hz.Muhammed (s.a.v)’e iman eden biz Müslümanların O’na nasıl inandığımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Yanlışa düşülen bir nokta, O’nun nasıl bir Resul olduğuna hakkıyla cevap verilemediğinden dolayı, bazı insanların O’nu görmek istedikleri şekilde görüp, kendi isteklerine göre belli bir konuma hapsetmeleridir. Bazı âlimlerimiz, yaptıkları çalışmalarıyla insanların Hz.Muhammed (s.a.v)’e inanırken içine düştüğü yanlışlara dikkat çekmektedir. Örneğin; Mustafa İslamoğlu “Üç Muhammed” adlı eserinde şöyle bir gerçeği dile getirir:
“O kimileri için arkasından gözyaşı dökülen tatlı bir anı olmuştur. Onlar O’nun hatırasıyla yaşamayı, kendisiyle yaşamaya tercih ederler. Onlar, O’nun arkasından ağlamayı, O’nu önlerinde görmeye tercih ederler. Onlar O’nun sakalını ve hırkasını misyonundan daha fazla severler. O’ndan bir efsane gibi söz etmeyi, birlikte yaşanılan bir “dost” olmaya yeğ tutarlar. Daha başka kimileri için ise, O tarihin konusudur. O, bir “iletişim aleti” gibi ilahi mesajı iletmiş ve misyonunu tamamlamıştır. O, bugüne taşınamaz. Biz O’nunla, tarihi bir değer olarak ilişki kurabiliriz.
Kur’an içinse O, hayatın aktif, kurucu ve inşa edici bir öznesidir. Misyonu ölümsüz olandır. Kur’an, O’nu çağa taşımak için çırpınır. O’nun tarihe hapsolmasını önlemek için O’nunla ilgili tarihsel olayları müminin yüreğine, imanına, ibadetine taşır. Kur’an müminin hayatında O’nu güncel kılmak için ne gerekiyorsa yapar. Kur’an’ın bak dediği yerden bakanlar ise O’nu “üretmek” için çaba harcarlar. Kur’an’da O’nu, O’nda Kur’an’ı görürler. O’nu Kur’an’la, Kur’an’ı O’nunla tanırlar. Kur’an’a O’nun aynası, O’na Kur’an’ın aynası gibi bakarlar. Çünkü onlar, O’nun risalet mirasına ihanet etmekten korkarlar.” [4]
Hal böyle iken, insanlar O’nun örnekliğinde, ahiret kurtuluşlarını sağlayacak bir çabadan ziyade aşırı yüceltmeci mantıkla olaya baktıkları için, Hz.Muhammed (s.a.v)’in, gölgesinden yürümesine, uyumasından yeme içmesine, terinden tükürüğüne kadar neredeyse her şeyini mucize ve olağanüstü gösterme çabasındalar. Resulullah’ın gerçek gönderiliş sebebini bir kenara bırakıp bu tür şeylerle ilgilenmek, O’nun risaletini tarihe gömüp, O’nu put yapmak değilde başka nedir. Hâlbuki Hz.Muhammed (s.a.v) ümmetine gerçek makamının Allah’a kulluk olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur: “Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki O’nun verdiği makamın üstüne beni çıkarmanızı sevmiyorum.” [5]
Hz.Peygamber, insanlara kendilerinden önce peygamber gönderilen toplumların daha sonra nasıl yanlışa düştüklerini anlatıp, onların düştükleri hatalardan kaçınmalarını isteyerek, onları uyarmaktadır. Kendisinin Hristiyanların Hz.İsa’yı, Yahudilerin Uzeyr’i putlaştırdıkları gibi putlaştırılmamasını emretmektedir. Buhari, Hz.Peygamberin şöyle dediğini Hz.Ömer’den rivayet eder: “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı abartarak övdüğü gibi beni övmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Allah’ın kulu ve resulü deyin.” [6]
Hadislerde de belirtildiği gibi günümüzde kimimiz yanlış bir şekilde böyle överken kimimiz tam tersini yapıp ona inandığımızı söyleriz ama hayatımızda O yokmuş gibi davranırız. Yeri geldiğinde değil övme hareketlerimizle hakaret etmiş oluruz. Çünkü hakaret sadece dil ile söylenen değil asıl olarak hal hareketlerde olandır. Dolayısıyla O’nu sadece dilimizle değil asıl olarak davranışlarımızla örnek alabiliriz. İşte bu nedenle uç noktalardaki düşüncelerimizi düzeltip orta yolu bulmamızla Hz.Muhammed (s.a.v) ‘i doğru şekilde örnek almış oluruz.
Yapmamız gereken, Hz.Muhammed (s.a.v)’i olduğu kul ve resul konumundan fazla yüceltmeyerek; O’nun hayatından bizleri kurtuluşa erdirecek ahlakını model edinip, O’nun gibi yaşamaktır. Bunun yanında kendini Müslüman diye isimlendiren insanlar için sanki O yeryüzüne gelmemiş gibi davranıp, O’nu hayatımızda etkisiz bir eleman gibi tarihe gömüp, O’nun örnekliğinden en ufak bir zerre dahi almamak tam anlamıyla büyük bir kayıp olur. O postacı değildir ki O’nu tarihe gömelim. O ulaşılmaz değildir, melek de değildir. O bir insanın sahip olabileceği en güzel dosttur. İnsanlara O’nu yanlış anlatmak, gönderiliş amacını saptırmak, yalan yanlış şekilde insanlara tanıtmak, hayatında uygulamadığı ve söylemediği şeyleri O’na maletmek ki resulullahın dediği gibi O’na ait olmayan bir sözü (sevdirmek adına olsa bile) O’na dayandıranın kendine cehennemden bir yer hazırlamasını söylemesi konunu vahametini gözler önüne sermektedir.
Bizler Hz.Muhammed (s.a.v)’in nasıl bir Resul olduğuna hakkıyla cevap veremediğimiz sürece, O’na kendi algılayışlarımızla, istediğimiz gibi inanırız. O’nu kabul eden biz Müslümanların, Kur’an ve sünnet aracılığıyla peygamberi tanıyıp, Rabbimizin O’na nasıl inanmamız gerektiğini belirttiği gibi inanmak durumunda olduğumuzu unutmamak gerekir.
O şimdi yaşamıyor olabilir ama bizlere iki emanet bırakmıştır. O iki emanete sımsıkı sarıldığımız takdirde kurtuluşa ereceğimiz Kur’an ve sünnetini emanet etmiştir. Resulü, hakkıyla tanımak, onun rehberliğinde yaşantımızı yeniden düzene koymak, samimi ve doğru bir yönelişle yönelmek, yeniden Muhammed ümmetini ihya etmek olur. O’nu yeniden çağa taşıyalım, şu anki durumumuz ne olursa da olsun. Bazı insanların misalen, O şimdi yeryüzünde olsaydı acaba bizim için ne düşünür ve uygulardı sorusuna takılmadan. Emin olalım ki O, şu anda yeryüzünde olsaydı yine bizim (Allah’ın izniyle) kurtuluşumuz için elinden her geleni yapar, içinde bulunduğumuz durumu düzeltmeye çalışırdı. O, bedenen yanımızda yürümese bile bıraktıklarıyla hayatımızın her alanında bizimle beraberdir. O yüzden O’na ve emanetlerine ihanet etmeyelim…
RESULÜN NASIL BİR İNSAN OLDUĞUNUN CEVABI SÜNNETTİR.
KUR’AN RESULE NASIL İNANDIĞIMIZIN CEVABI İSE HAYATIMIZDADIR.
Başında ve sonunda HAMD YALNIZCA ALLAH’ADIR…
(Zeynepder'in düzenlemiş olduğu "Nasıl Bir Rasul'e ve Nasıl İnanıyoruz ?" konulu makale yarışmasında 1. olan makaledir)
Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a salât ve selam Hz.Muhammed (s.a.v)’e, tüm peygamberlere ve onların takipçilerinin üzerine olsun…
“Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
“Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak (gönderdik).” (Ahzab 45-46)
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe 28)
Yüce Allah Hz.Muhammed (s.a.v)’i neden peygamber olarak gönderdiğini yukarıdaki ayetlerde bizlere bildiriyor.
İçinde yaşadığımız yüzyılda, Hz.Muhammed (s.a.v)’in hayatımızdaki yerine baktığımızda ne yazık ki O’nun hiçte olmaması gereken yerlerde olduğunu görüyoruz. Kiminin; hristiyanların Hz. İsa’yı çok yüceltmeleri gibi Hz.Muhammed (s.a.v)’i yücelttiklerine, kiminin kendini Müslüman olarak isimlendirdiği halde Hz.Muhammed (s.a.v)’in örnekliğinden zerre miktarı nasiplenmediğine, kiminin daha farklı düşüncelere kapılıp küçük düşürücü, yalan yanlış şeylerle peygamberi itham ettiğine şahit oluyoruz.
Günümüzde İslam dini ve Hz. Muhammed (s.a.v) gerçek olmayan bir şekilde tanıtılmaktadır. İslam denince akıllara gericilik, savaş, haksızlık, esaret, zulüm; peygamber denince bu savaşta komutan, haksızlığın, esaretin öğreticisi bir canavar gelmektedir. (Allah ve Resulünü tüm kötü yakıştırmalardan tenzih ederiz.). Ya çok yüceltilir ya da çok aşağılanır. Ne yazık ki sadece batı ülkelerinde değil, İslam ülkesi diye isimlendirilen toplumlarda da durum böyle.
Tüm bu çelişkileri bir yana bırakarak, önder, örnek ve rehber olarak gönderilen peygamberin nasıl bir Resul olduğunu, yeniden öğrenip, O’nu tanımaya çalışmak zorundayız.
Yüce Rabbimiz Hz.Muhammed (s.a.v)’i bir şahit, müjdeleyici, uyarıcı kısacası rehber ve örnek olarak gönderdiğini bildiriyor. Ve gönderdiği bu elçinin, nasıl bir resul olduğunu yine Kur’an-ı Kerim’de haber veriyor bizlere. Örneğin Kalem Suresi 4. Ayetinde “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” Ahzab Suresi 21. ayette ise “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir ” diye buyurur.
O, kulluk ve yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olma görevini, Allah’ın O’na bahşettiği peygamberlik görevi ile en mükemmel şekilde yerine getirmeye çalışmıştır. Kendinden önce gelip geçen peygamberler gibi insanların kurtuluşu için elinden gelen tüm çabayı sarf etmiştir.
Kendine Müslüman diyen her fert mutlaka Kur’an’ı ve Hz.Muhammed (s.a.v)’i tanımak zorundadır. Ben müslümanım deyip de Kur’an’ı ve Resulullah’ı tanımak için en ufak bir çaba sarf etmeyen kişiler, ahiret kurtuluşları için birşey bekleyemezler. Çünkü peygamber ahiret kurtuluşunun rehberidir... O yüzden Kur’an’ı peygamberden, peygamberi Kur’an’dan tanımak zorundayız…
Şimdi Hz.Muhammed (s.a.v)’in nasıl bir resul olduğunu kısaca birkaç örnekle inceleyelim. Hz.Muhammed’in peygamberliğinden sonraki davranışları, peygamberliğinden önceki doğal ahlakı üzerine bina edilmişti. Allah O’ndan geçmişini silmesini istememiş ancak O’nda olan kişiliği geliştirmiş, karakterini terbiye etmiş, eksik olanları tamamlamış, fazla olanları kısmış, gereksiz olanları ayıklamıştır.
Yüce Rabbimiz “Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.” (Kalem 4) buyuruyor. Bizzat Hz.Peygamber “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” [1] buyurmuştur.
Peygamberimiz çocukluğundan beri Allah’ın kontrolü altında olmuş bu sebeple “Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti” [2] buyurmuştur.
Hayatı boyunca gayri İslami ve insani hiçbir söz, davranış ve fiilde bulunmamıştır. Peygamberliğinden öncede doğru sözlülüğü, ahde vefası ve her türlü güzel ahlakı ile kendi halkı içinde sevilen biri olmuştur. Hatta Kureyşliler tarafından el-Emin yani güvenilir kişi anlamında bir isme layık görülmüştür.
Peygamberliğinden sonra da Yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an’la müminlere ve tüm insanlara emrettiği tüm ahlaki değerlere sımsıkı sarılmış ve onları uygulamıştır. Buna binaen ashabtan birisi, Hz.Aişe’ye peygamberin ahlakını sorması üzerine O: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kur’an idi.” [3] cevabını vermiştir.
Kur’an’da Hz.Muhammed (s.a.v)’in bazı özellikleri kısaca şöyle geçer; Hz.Muhammed (s.a.v); âlemlere rahmettir (Enbiya 107), bir zorba değildir (Kaf 45, Gaşiye 21,22), en üstün ahlaka sahiptir (Kalem 4, Ahzab 21), ıslahatçıdır (Hud 88), keyfine göre konuşmaz (Necm 4), müminlere öz canlarından daha yakındır (Ahzab 6), tebliğ görevini adaletle yapmıştır (Enbiya 109), müminlere şefkatlidir (Şuara 215), ümmetine düşkündür (Tevbe 128, Kehf 6, Şuara 3).
Hz.Muhammed (s.a.v), Allah’ın resulü ve İslam devletinin başkanı olmasına rağmen çok sade bir hayat sürmüştür. Ev düzeni, giyinişi, yiyecekleri ve tüm yaşayışı sadeydi. Ağır başlı, yumuşak, mütevaziydi. Zengin, fakir, büyük, küçük ayırt etmez herkesle ilgilenirdi. Kendine gelenleri geri çevirmez, hakka uygun olmak kaydıyla meşru istekleri yerine getirmeye çalışırdı. Kimseyi üzmez, kırmaz, küçük görmez, insanları sever onların iyiliğini isterdi. Cömert ve iyilikseverdi. Cesaretli, sabırlı azimli ve ümitli idi. Çok merhametliydi. Her şeyde orta yolu tutardı. Az ve öz konuşurdu. Çaresizliğe düşmez, yapılabilecek en doğru davranışı uygular ve Allah’a tevekkül ederdi. Kısacası tüm güzel hasletlerin onda birleştiği, mükemmel bir insan modeliydi. Ama bunun yanında; dini hassasiyeti bu kadar varken, peygamber olmasına rağmen sonuçta bir beşer olduğu için yaptığı hatalardan dolayı da uyarılırdı.(Elbette bu hatalar imani boyutta olmayıp, insani bazı anlık hatalardır.) Nitekim bunu Abese suresinde âmâ olan biri ile aralarında geçen olaydan da anlayabiliriz.
Anlatılan birkaç örnek içinde elbette O’nun yaşantısını doğumundan ölümüne kadar tüm ayrıntılarıyla alıp inceleyemeyiz. Çünkü Hz.Muhammed (s.a.v)’in hayatı birkaç satıra sığmayacak kadar önemlidir. Bunun yanında inandığımız Resulü tanıma çabası olmadığı takdirde, ne örnekliğinden faydalanabiliriz nede gerçekten O’nun bizim Resulümüz olduğunu iddia etmeye yüzümüz olur.
Resule nasıl inandığımız konusuna gelince şunları gözden kaçırmamak gerekir. Öncelikle Hz.Muhammed (s.a.v)’e bir insan, bir kul gözüyle bakmamız gerekir. Nitekim Müslümanlığın ilk şartı olarak dile getirilen kelimei şehadette bile Hz.Muhammed (s.a.v)’in yeri kul ve resuldür. Ki O Allah’a kul olmayı kendi için en büyük şeref kabul etmiştir. Bu yüzden O, kul-resuldür. Yani insanlara, insan olarak gönderilen bir resuldür. Çünkü örnek alacak insansa, örnek olanda insandır, bir melek değil.
O’da bizler gibi doğan ve ölen bir peygamberdir. Yiyip içen, uyuyan uyanan, evlenen, çocukları olan, halkın diliyle konuşan, ticaret yapan, kendi işini kendi gören, üzülen, sevinen, gülen ağlayan… vs, kısacası bizden bir peygamber. Ancak tüm bunlar da Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde oluşan olaylardır. O, Allah’ın O’na verdiği emaneti en iyi şekilde muhafaza eden ve tüm insanlara yol gösterici bir peygamberdir.
O’da bizim gibi bir beşerse, (elbette ki peygamberlikle birlikte O’na verilen bazı ayrıcalıkları vardır ki O, en güzel insan modeli olduğundan bizlere örnektir ve elbette Allah’ın dinini kemale erdirmek için seçtiği bir peygamber olması nedeniyle bizlerden çok ama çok ileridedir) bizler neden O’nun örnekliğinden nasiplenmeyelim. Gerçek saadetimizin tek yolu O’nun rehberliğinde bir yaşamla mümkün olur.
Hz.Muhammed (s.a.v)’e inanmayan insanları sorgulamak yerine; Hz.Muhammed (s.a.v)’e iman eden biz Müslümanların O’na nasıl inandığımızı tekrar gözden geçirmemiz gerekir. Yanlışa düşülen bir nokta, O’nun nasıl bir Resul olduğuna hakkıyla cevap verilemediğinden dolayı, bazı insanların O’nu görmek istedikleri şekilde görüp, kendi isteklerine göre belli bir konuma hapsetmeleridir. Bazı âlimlerimiz, yaptıkları çalışmalarıyla insanların Hz.Muhammed (s.a.v)’e inanırken içine düştüğü yanlışlara dikkat çekmektedir. Örneğin; Mustafa İslamoğlu “Üç Muhammed” adlı eserinde şöyle bir gerçeği dile getirir:
“O kimileri için arkasından gözyaşı dökülen tatlı bir anı olmuştur. Onlar O’nun hatırasıyla yaşamayı, kendisiyle yaşamaya tercih ederler. Onlar, O’nun arkasından ağlamayı, O’nu önlerinde görmeye tercih ederler. Onlar O’nun sakalını ve hırkasını misyonundan daha fazla severler. O’ndan bir efsane gibi söz etmeyi, birlikte yaşanılan bir “dost” olmaya yeğ tutarlar. Daha başka kimileri için ise, O tarihin konusudur. O, bir “iletişim aleti” gibi ilahi mesajı iletmiş ve misyonunu tamamlamıştır. O, bugüne taşınamaz. Biz O’nunla, tarihi bir değer olarak ilişki kurabiliriz.
Kur’an içinse O, hayatın aktif, kurucu ve inşa edici bir öznesidir. Misyonu ölümsüz olandır. Kur’an, O’nu çağa taşımak için çırpınır. O’nun tarihe hapsolmasını önlemek için O’nunla ilgili tarihsel olayları müminin yüreğine, imanına, ibadetine taşır. Kur’an müminin hayatında O’nu güncel kılmak için ne gerekiyorsa yapar. Kur’an’ın bak dediği yerden bakanlar ise O’nu “üretmek” için çaba harcarlar. Kur’an’da O’nu, O’nda Kur’an’ı görürler. O’nu Kur’an’la, Kur’an’ı O’nunla tanırlar. Kur’an’a O’nun aynası, O’na Kur’an’ın aynası gibi bakarlar. Çünkü onlar, O’nun risalet mirasına ihanet etmekten korkarlar.” [4]
Hal böyle iken, insanlar O’nun örnekliğinde, ahiret kurtuluşlarını sağlayacak bir çabadan ziyade aşırı yüceltmeci mantıkla olaya baktıkları için, Hz.Muhammed (s.a.v)’in, gölgesinden yürümesine, uyumasından yeme içmesine, terinden tükürüğüne kadar neredeyse her şeyini mucize ve olağanüstü gösterme çabasındalar. Resulullah’ın gerçek gönderiliş sebebini bir kenara bırakıp bu tür şeylerle ilgilenmek, O’nun risaletini tarihe gömüp, O’nu put yapmak değilde başka nedir. Hâlbuki Hz.Muhammed (s.a.v) ümmetine gerçek makamının Allah’a kulluk olduğunu söyleyerek şöyle buyurmuştur: “Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki O’nun verdiği makamın üstüne beni çıkarmanızı sevmiyorum.” [5]
Hz.Peygamber, insanlara kendilerinden önce peygamber gönderilen toplumların daha sonra nasıl yanlışa düştüklerini anlatıp, onların düştükleri hatalardan kaçınmalarını isteyerek, onları uyarmaktadır. Kendisinin Hristiyanların Hz.İsa’yı, Yahudilerin Uzeyr’i putlaştırdıkları gibi putlaştırılmamasını emretmektedir. Buhari, Hz.Peygamberin şöyle dediğini Hz.Ömer’den rivayet eder: “Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı abartarak övdüğü gibi beni övmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Allah’ın kulu ve resulü deyin.” [6]
Hadislerde de belirtildiği gibi günümüzde kimimiz yanlış bir şekilde böyle överken kimimiz tam tersini yapıp ona inandığımızı söyleriz ama hayatımızda O yokmuş gibi davranırız. Yeri geldiğinde değil övme hareketlerimizle hakaret etmiş oluruz. Çünkü hakaret sadece dil ile söylenen değil asıl olarak hal hareketlerde olandır. Dolayısıyla O’nu sadece dilimizle değil asıl olarak davranışlarımızla örnek alabiliriz. İşte bu nedenle uç noktalardaki düşüncelerimizi düzeltip orta yolu bulmamızla Hz.Muhammed (s.a.v) ‘i doğru şekilde örnek almış oluruz.
Yapmamız gereken, Hz.Muhammed (s.a.v)’i olduğu kul ve resul konumundan fazla yüceltmeyerek; O’nun hayatından bizleri kurtuluşa erdirecek ahlakını model edinip, O’nun gibi yaşamaktır. Bunun yanında kendini Müslüman diye isimlendiren insanlar için sanki O yeryüzüne gelmemiş gibi davranıp, O’nu hayatımızda etkisiz bir eleman gibi tarihe gömüp, O’nun örnekliğinden en ufak bir zerre dahi almamak tam anlamıyla büyük bir kayıp olur. O postacı değildir ki O’nu tarihe gömelim. O ulaşılmaz değildir, melek de değildir. O bir insanın sahip olabileceği en güzel dosttur. İnsanlara O’nu yanlış anlatmak, gönderiliş amacını saptırmak, yalan yanlış şekilde insanlara tanıtmak, hayatında uygulamadığı ve söylemediği şeyleri O’na maletmek ki resulullahın dediği gibi O’na ait olmayan bir sözü (sevdirmek adına olsa bile) O’na dayandıranın kendine cehennemden bir yer hazırlamasını söylemesi konunu vahametini gözler önüne sermektedir.
Bizler Hz.Muhammed (s.a.v)’in nasıl bir Resul olduğuna hakkıyla cevap veremediğimiz sürece, O’na kendi algılayışlarımızla, istediğimiz gibi inanırız. O’nu kabul eden biz Müslümanların, Kur’an ve sünnet aracılığıyla peygamberi tanıyıp, Rabbimizin O’na nasıl inanmamız gerektiğini belirttiği gibi inanmak durumunda olduğumuzu unutmamak gerekir.
O şimdi yaşamıyor olabilir ama bizlere iki emanet bırakmıştır. O iki emanete sımsıkı sarıldığımız takdirde kurtuluşa ereceğimiz Kur’an ve sünnetini emanet etmiştir. Resulü, hakkıyla tanımak, onun rehberliğinde yaşantımızı yeniden düzene koymak, samimi ve doğru bir yönelişle yönelmek, yeniden Muhammed ümmetini ihya etmek olur. O’nu yeniden çağa taşıyalım, şu anki durumumuz ne olursa da olsun. Bazı insanların misalen, O şimdi yeryüzünde olsaydı acaba bizim için ne düşünür ve uygulardı sorusuna takılmadan. Emin olalım ki O, şu anda yeryüzünde olsaydı yine bizim (Allah’ın izniyle) kurtuluşumuz için elinden her geleni yapar, içinde bulunduğumuz durumu düzeltmeye çalışırdı. O, bedenen yanımızda yürümese bile bıraktıklarıyla hayatımızın her alanında bizimle beraberdir. O yüzden O’na ve emanetlerine ihanet etmeyelim…
RESULÜN NASIL BİR İNSAN OLDUĞUNUN CEVABI SÜNNETTİR.
KUR’AN RESULE NASIL İNANDIĞIMIZIN CEVABI İSE HAYATIMIZDADIR.
Başında ve sonunda HAMD YALNIZCA ALLAH’ADIR…
Dipnotlar
[1] Muvatta Husnü’l-Hulk,8,
[2] Suyuti, el-Camiu’s Sağir 1/14,
[3] İbni Hanbel 6/91,
[4] Mustafa İslamoğlu (Üç Muhammed)
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/153, 241,
[6] Buhari, kitabu’l-enbiya 4/204.
GÜLSEVEN DEMİRBAŞ [1] Muvatta Husnü’l-Hulk,8,
[2] Suyuti, el-Camiu’s Sağir 1/14,
[3] İbni Hanbel 6/91,
[4] Mustafa İslamoğlu (Üç Muhammed)
[5] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/153, 241,
[6] Buhari, kitabu’l-enbiya 4/204.
(Zeynepder'in düzenlemiş olduğu "Nasıl Bir Rasul'e ve Nasıl İnanıyoruz ?" konulu makale yarışmasında 1. olan makaledir)