Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale Ne Yapmalıyız?

Necati Koçkesen Çevrimdışı

Necati Koçkesen

İyi Bilinen Üye
İslam-tr Yazar
NE YAPMALIYIZ?

Bu soru bugün islâm adına bir şeyler yazanlara, Müslümanları küfür sistemlerinden, şirk düzenlerinden uzak durmaya çağıran ilim ehline sık sık sorulan sorulardan birisidir. Sizin yazdığınız bir yazıyı okuyanlar sorularını hemen sıralıyorlar:

Peki, Ne yapalım?

Çâre nedir, çâre?

Dertlerimizi yazdın da bâri reçetesini de söyle!

Biz tek başımıza ne yapabiliriz ki?


Bu tip soruları soranların kahhar çoğunluğu da sorduğu sorunun cevabını alıp ona göre hareket etmek için sormuyor. Laf olsun diye, sizin yazdığınızı önemsemeyerek, bir şeyler yapılabileceğinden tamamen ümidini kesmiş olarak soruyor.

Peki, islam fertleri, toplumları içinde bulundukları bataklıktan, ahlaksızlıktan, küfür ve şirkten kurtarmak isterken kurtuluşun yolunu da göstermemiş midir? İslam hastalıkları teşhis ederken o hastalıkların reçetelerini de belirtmemiş midir? Topluma, "siz şöylesiniz", "sizler böylesiniz" derken onları öylece bırakmış mıdır?

Eğer böyle düşünenler varsa bilsinler ki, onlar islamı anlamamışlardır. Peygamberlik makamını, peygamberlere gönderilen kitapları anlamamış olan insanlardır. Belki peygamberlerin, peygamberimizin hayatını okumuşlar ama ders almak, ibret almak için okumamışlar, sırf okumak için okumuşlardır. Kur'an'ı sık sık okumuşlar, hattâ belki ayda bir defa, iki defa hatimler indirmişler ama okudukları kitabı anlamak, anladıkları ile amel etmek için okumamışlardır. Sırf okumak için okumuşlardır.

Bugün Türk milletinin durumu bu değil mi? Kur'an'ı anlamak, Kur'an'la dirilmek için okuyanların sayısı yüzde biri, yüzde ikiyi geçer mi? Kur'an'ı okumak için bulunduğu raftan alıp üç defa öperek alınlarına değdirip sonra da saygı ile oturup okumaya başlayanlar okudukları âyetlerin mânâlarını, hükümlerini anlamak için şöyle bir tefsir kitabını açıp okuyorlar mı? Okuyanlar da öğrendikleri hükümleri hayatlarında tatbik ediyorlar mı? Çoğumuzun evinde onlarca, yüzlerce, hattâ binlerce kitaplar var. Bir sürü hadis kitapları, onların şerhleri var. Onları okuyoruz da. Peki okuduklarımızla amel ediyor muyuz? Onları hayatımıza, âilemize, çevremize nakşedebiliyor muyuz? Peki, okunduğu halde içindeki hükümlerle amel edilmeyen bir kitabın faydası olur mu? Bunu bir misalle anlatalım; hasta olsanız, hastalığınızın tedâvisi için bir doktora gitseniz, doktor sizi muâyene edip hastalığınızı teşhis ettikten sonra size bâzı ilaçlar yazsa, siz de gidip o ilaçları eczaneden alsanız, eve gelip ilaçların içlerindeki reçeteleri defalarca okusanız ama ilaçları o reçetede belirtildiği gibi almasanız, o reçeteleri okumanızın size bir faydası olur mu? Reçetelerini okuduğunuz halde kullanmadığınız ilaçlar hastalığınıza çâre, dertlerinize devâ olur mu? İşte Kur'an'ı okuduğu halde içindeki hükümleri ile amel etmeyenlerin durumu da aynen böyledir.

Unutmayalım ki Kur'an vahşî bir topluma indirilmişti. O toplum, güçlülerin güçsüzleri ezdiği, başına buyruk, akıllarına göre yüzlerce ilah (put) uyduran, kızlarını diri diri toprağa gömmekten çekinmeyen bir toplumdu. Allah rasûlü böyle bir toplumu Kur'an'la yirmi üç senede bütün arap yarımadasına hükmeden medenî bir toplum haline getirdi. Allah rasûlünden on sene sonra, Hz. Ömer zamanında ise dünyanın en büyük devleti hâline geldiler. Peki onlar nasıl başardılar? Onlar da bizim gibi etten kemikten insanlar değil miydiler. Onların da bir kalbleri, iki kolları, iki ayakları yok muydu? Kalıp mı değiştirdiler, şekil mi değiştirdiler? Dış görünüşü ile elbette hayır. Ama iç âlemlerini değiştirdiler, kalblerindeki islamdan önceki bütün küfür, şirk düşünce ve inançlarını, islâmın ahlaksızlık ve hayâsızlık dediği bütün huy ve karekterlerini terkettiler. Kur'an'ı okudular, okudukları Kur'an'ın hükümlerini hemen tatbik ettiler. Ama, fakat, lâkin demediler. Peki bu hale nasıl geldiler? Birden bire mi dönüştüler. Elbette hayır. Serkeş bir atı birden bire uysal bir at hâline getremezsiniz. Eğitim ister, çaba ve gayret ister.

İslâm'ın Mekke dönemine baktığımız zaman inen âyetlerin genellikle îtikadla yâni îman ile ilgili âyetler olduğunu görürüz. Kur'an insanlara her şeyden önce Lâ dedirttirmek istiyordu. Lâ, bütün putlara, ilahlara, hayasızlıklara, ahlaksızlıklara, başı bozukluklara lâ. LÂ'yı kalblerde sağlamlaştırdıktan sonra da İLLALLAH dedirtiyordu. Yâni, Allah'tan başka ilah yoktur, Allah'tan başka kanun koyan, hüküm koyan, Allah'tan başka yağmur yağdıran, rızık veren, yaratan, yaşatan, öldüren, öldükten sonra yeniden diriltecek, dirilttikten sonra hesap soracak, cezâlandıracak, mükâfatlandıracak başka bir ilah, başka bir ma'bud yok. Sâdece Allah var.

İşte bu LÂ İLÂHE İLLALLAH gerçek mânâda söylendiği, bütün hücrelere nufûs ettiği, kalblerden, düşüncelerden bu LÂ İLÂHE İLLALLAH'a aykırı her şey atılıp temizlendiği zaman hükümler inmeye başladı. Çünkü kalblere, beyinlere Allah tam hâkim kılınmadıkça Allah'ın hükümleri hemen kabul edilemezdi. Ne zamanki sahâbeler kalblerine LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı silinmez bir şekilde yazdılar, nakşettiler, ondan sonra gelen her emiri, her yasağı tereddüt etmeden, duraksamadan, ama, fakat, lâkin demeden kabul ettiler. Kabul etmekle kalmadılar, hemen uyguladılar. Onlar, Peygamberlerinin mubârek ağzından çıkan her söze kulak kabartıyorlar, onun her fiilini dikkatle izliyorlar ve onun gibi olmaya, onun gibi yapmaya gayret ediyorlardı. İşte Allah onları bunun için yüceltti, bunun için onları övdü ve bunun için onları kıyâmete kadar gelecek olanlara örnek nesil olarak gösterdi.

Bu yazımı buraya kadar okuyanların NE YAPMALIYIZ? Sorusunun cevabını henüz alamadıklarından hayretle bakındıklarını görür gibiyim. Evet, ne yapmalıyız, ne etmeliyiz ki yeniden dirilelim, ayağa kalkalım. Kalkalım da yeniden ALLÂHU EKBER nidâları ile âlemi titretelim. Dosta güven, düşmanlara korku salalım. Mazlumları zulümden kurtarıp zâlimlere yaptıklarının cezasını ödetelim?

Evvela yukarda da anlatıldığı gibi, yani sahâbelerin yaptığı gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH'IN anlamını bilerek, bütün küfür, şirk ve bid'at düşüncelerden temizlenerek sadece dilimizle değil, kalbimizle, bütün hücrelerimizle LÂ İLÂHE İLLALLAH diyeceğiz. Allah'ı ve Allah'ın hükümlerini her işimizin mihenk taşı yapacağız. Peygamberi yegâne kılavuz, Kur'an'ı rehber edineceğiz. Kur'an'da yasak olarak ne bildirilmişse onları terkedeceğiz, emir olarak ne bildirilmişse onları da yerine getireceğiz. Bütün küfür düzen, sistem, ideoloji ve düşüncelerden uzak duracağız. İşte o zaman söylediğimiz LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı sözde değil özde söylemiş oluruz. İşte o zaman insanlara değil Allah'a kul oluruz. İşte o zaman insanlardan değil sâdece Allah'tan korkarız. Ve işte o zaman Allah düşmanların kalbimizdeki korkularını söküp atarak bizlerin korkusunu düşmanların kalbine yerleştirir. Yoksa dilden günde bin defa LÂ İLÂHE İLLALLAH desek de bize bir faydası olmayacak. LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde kâfirlerden, küfür sitemlerinden uzak durmuyorsak üstelik o sistemleri destekliyor, peşlerinden gidiyorsak söylemiş olduğumuz kelime-i tevhidlerin ne anlamı var?

LÂ İLÂHE İLLALLAH derken bizim gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH diyenleri tanıyacak ve onlarla kontak kuracağız. Sadece bulunduğumuz yerdeki tevhid ehli kardeşlerimizle değil, dünyadaki bütün tevhid ehli kardeşlerimizle aramızda köprüler kuracağız. Âilelerimizi islama uygun âileler hâline getireceğiz. Ticâretlerimizi islamın belirlediği hükümler etrafında yapacağız.

Bir başka mesele de, tek başımıza ne kadar donanımlı olursak olalım, yapacağımız çalışmaların sınırlı olacağıdır. Bu yüzden cemaat olmaya, çalışmalarımızı cemaat çatısı altında yürütmeye gayret etmek zorundayız. Çünkü islam dini cemaatlaşmaya önem veren, cemaattan devlete giden bir dindir. Bu yüzden Allah rasûlü Mekke'de kuvvetli bir cemaatın temellerini atmıştır. Daha Medine'ye hicret etmeden, Medine'deki Müslümanlar için nâibler atamış, onları kendi kabilelerinden sorumlu tutmuştur. “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır” (Müsned, IV, 375) buyuran bizim peygamberimizdir. Yine; “Cemaatten ayrılmayın, zira sürüden ayrılanı kurt kapar” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 46) buyuran da bizim peygamberimizdir.

Bizden görünen ama küfür sistemlerinin havârisi kesilen, bizden görünen ama bizi küfür ve şirk kanunları ile yönetmeye tâlip olanların bizden olmadıklarını, sâdece bizi kullanarak saltanatlarını yürüttüklerini anladığımız an her şey değişecektir. Yoksa LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde tâgutları kendimize velî (idâreci) seçtiğimiz müddetçe, onlara küfür yasa ve kanunlar çıkarmaları, Kur'an'ın haram dediklerine ruhsat vermeleri için vekâlet ve velâyet verdiğimiz müddetçe onlar bizi koyun sürüleri gibi gütmeye daha çook devam edeceklerdir. İnananlarla inanmayanların, kâfirlerle mü'minlerin safları belli olmadığı müddetçe güven ortamı oluşturulamaz.

Unutmayalım, dinimizi anadan babadan gördüğümüz, duyduğumuz kadar biliyor ve yaşıyorsak bu islam değildir. İslamı Allah'ın kitabında beyan ettiği gibi, peygamber efendimizin hadislerinde belirttiği, hayatıyla yaşayıp gösterdiği gibi öğrenir ve yaşarsak, Allah'ın yardımına nâil olmaya yine hak kazanacak, Allah'ın yardımı geldikten sonra da yine ayağa kalkacak ve yine asrı saadet gibi bir düzen kuracağız inşallah. Allah bizleri istikâmet üzere bulundursun ve kendi rızasına muvafık kılsın.

Necati Koçkesen
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
NE YAPMALIYIZ?

Bu soru bugün islâm adına bir şeyler yazanlara, Müslümanları küfür sistemlerinden, şirk düzenlerinden uzak durmaya çağıran ilim ehline sık sık sorulan sorulardan birisidir. Sizin yazdığınız bir yazıyı okuyanlar sorularını hemen sıralıyorlar:

Peki, Ne yapalım?

Çâre nedir, çâre?

Dertlerimizi yazdın da bâri reçetesini de söyle!

Biz tek başımıza ne yapabiliriz ki?


Bu tip soruları soranların kahhar çoğunluğu da sorduğu sorunun cevabını alıp ona göre hareket etmek için sormuyor. Laf olsun diye, sizin yazdığınızı önemsemeyerek, bir şeyler yapılabileceğinden tamamen ümidini kesmiş olarak soruyor.

Peki, islam fertleri, toplumları içinde bulundukları bataklıktan, ahlaksızlıktan, küfür ve şirkten kurtarmak isterken kurtuluşun yolunu da göstermemiş midir? İslam hastalıkları teşhis ederken o hastalıkların reçetelerini de belirtmemiş midir? Topluma, "siz şöylesiniz", "sizler böylesiniz" derken onları öylece bırakmış mıdır?

Eğer böyle düşünenler varsa bilsinler ki, onlar islamı anlamamışlardır. Peygamberlik makamını, peygamberlere gönderilen kitapları anlamamış olan insanlardır. Belki peygamberlerin, peygamberimizin hayatını okumuşlar ama ders almak, ibret almak için okumamışlar, sırf okumak için okumuşlardır. Kur'an'ı sık sık okumuşlar, hattâ belki ayda bir defa, iki defa hatimler indirmişler ama okudukları kitabı anlamak, anladıkları ile amel etmek için okumamışlardır. Sırf okumak için okumuşlardır.

Bugün Türk milletinin durumu bu değil mi? Kur'an'ı anlamak, Kur'an'la dirilmek için okuyanların sayısı yüzde biri, yüzde ikiyi geçer mi? Kur'an'ı okumak için bulunduğu raftan alıp üç defa öperek alınlarına değdirip sonra da saygı ile oturup okumaya başlayanlar okudukları âyetlerin mânâlarını, hükümlerini anlamak için şöyle bir tefsir kitabını açıp okuyorlar mı? Okuyanlar da öğrendikleri hükümleri hayatlarında tatbik ediyorlar mı? Çoğumuzun evinde onlarca, yüzlerce, hattâ binlerce kitaplar var. Bir sürü hadis kitapları, onların şerhleri var. Onları okuyoruz da. Peki okuduklarımızla amel ediyor muyuz? Onları hayatımıza, âilemize, çevremize nakşedebiliyor muyuz? Peki, okunduğu halde içindeki hükümlerle amel edilmeyen bir kitabın faydası olur mu? Bunu bir misalle anlatalım; hasta olsanız, hastalığınızın tedâvisi için bir doktora gitseniz, doktor sizi muâyene edip hastalığınızı teşhis ettikten sonra size bâzı ilaçlar yazsa, siz de gidip o ilaçları eczaneden alsanız, eve gelip ilaçların içlerindeki reçeteleri defalarca okusanız ama ilaçları o reçetede belirtildiği gibi almasanız, o reçeteleri okumanızın size bir faydası olur mu? Reçetelerini okuduğunuz halde kullanmadığınız ilaçlar hastalığınıza çâre, dertlerinize devâ olur mu? İşte Kur'an'ı okuduğu halde içindeki hükümleri ile amel etmeyenlerin durumu da aynen böyledir.

Unutmayalım ki Kur'an vahşî bir topluma indirilmişti. O toplum, güçlülerin güçsüzleri ezdiği, başına buyruk, akıllarına göre yüzlerce ilah (put) uyduran, kızlarını diri diri toprağa gömmekten çekinmeyen bir toplumdu. Allah rasûlü böyle bir toplumu Kur'an'la yirmi üç senede bütün arap yarımadasına hükmeden medenî bir toplum haline getirdi. Allah rasûlünden on sene sonra, Hz. Ömer zamanında ise dünyanın en büyük devleti hâline geldiler. Peki onlar nasıl başardılar? Onlar da bizim gibi etten kemikten insanlar değil miydiler. Onların da bir kalbleri, iki kolları, iki ayakları yok muydu? Kalıp mı değiştirdiler, şekil mi değiştirdiler? Dış görünüşü ile elbette hayır. Ama iç âlemlerini değiştirdiler, kalblerindeki islamdan önceki bütün küfür, şirk düşünce ve inançlarını, islâmın ahlaksızlık ve hayâsızlık dediği bütün huy ve karekterlerini terkettiler. Kur'an'ı okudular, okudukları Kur'an'ın hükümlerini hemen tatbik ettiler. Ama, fakat, lâkin demediler. Peki bu hale nasıl geldiler? Birden bire mi dönüştüler. Elbette hayır. Serkeş bir atı birden bire uysal bir at hâline getremezsiniz. Eğitim ister, çaba ve gayret ister.

İslâm'ın Mekke dönemine baktığımız zaman inen âyetlerin genellikle îtikadla yâni îman ile ilgili âyetler olduğunu görürüz. Kur'an insanlara her şeyden önce Lâ dedirttirmek istiyordu. Lâ, bütün putlara, ilahlara, hayasızlıklara, ahlaksızlıklara, başı bozukluklara lâ. LÂ'yı kalblerde sağlamlaştırdıktan sonra da İLLALLAH dedirtiyordu. Yâni, Allah'tan başka ilah yoktur, Allah'tan başka kanun koyan, hüküm koyan, Allah'tan başka yağmur yağdıran, rızık veren, yaratan, yaşatan, öldüren, öldükten sonra yeniden diriltecek, dirilttikten sonra hesap soracak, cezâlandıracak, mükâfatlandıracak başka bir ilah, başka bir ma'bud yok. Sâdece Allah var.

İşte bu LÂ İLÂHE İLLALLAH gerçek mânâda söylendiği, bütün hücrelere nufûs ettiği, kalblerden, düşüncelerden bu LÂ İLÂHE İLLALLAH'a aykırı her şey atılıp temizlendiği zaman hükümler inmeye başladı. Çünkü kalblere, beyinlere Allah tam hâkim kılınmadıkça Allah'ın hükümleri hemen kabul edilemezdi. Ne zamanki sahâbeler kalblerine LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı silinmez bir şekilde yazdılar, nakşettiler, ondan sonra gelen her emiri, her yasağı tereddüt etmeden, duraksamadan, ama, fakat, lâkin demeden kabul ettiler. Kabul etmekle kalmadılar, hemen uyguladılar. Onlar, Peygamberlerinin mubârek ağzından çıkan her söze kulak kabartıyorlar, onun her fiilini dikkatle izliyorlar ve onun gibi olmaya, onun gibi yapmaya gayret ediyorlardı. İşte Allah onları bunun için yüceltti, bunun için onları övdü ve bunun için onları kıyâmete kadar gelecek olanlara örnek nesil olarak gösterdi.

Bu yazımı buraya kadar okuyanların NE YAPMALIYIZ? Sorusunun cevabını henüz alamadıklarından hayretle bakındıklarını görür gibiyim. Evet, ne yapmalıyız, ne etmeliyiz ki yeniden dirilelim, ayağa kalkalım. Kalkalım da yeniden ALLÂHU EKBER nidâları ile âlemi titretelim. Dosta güven, düşmanlara korku salalım. Mazlumları zulümden kurtarıp zâlimlere yaptıklarının cezasını ödetelim?

Evvela yukarda da anlatıldığı gibi, yani sahâbelerin yaptığı gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH'IN anlamını bilerek, bütün küfür, şirk ve bid'at düşüncelerden temizlenerek sadece dilimizle değil, kalbimizle, bütün hücrelerimizle LÂ İLÂHE İLLALLAH diyeceğiz. Allah'ı ve Allah'ın hükümlerini her işimizin mihenk taşı yapacağız. Peygamberi yegâne kılavuz, Kur'an'ı rehber edineceğiz. Kur'an'da yasak olarak ne bildirilmişse onları terkedeceğiz, emir olarak ne bildirilmişse onları da yerine getireceğiz. Bütün küfür düzen, sistem, ideoloji ve düşüncelerden uzak duracağız. İşte o zaman söylediğimiz LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı sözde değil özde söylemiş oluruz. İşte o zaman insanlara değil Allah'a kul oluruz. İşte o zaman insanlardan değil sâdece Allah'tan korkarız. Ve işte o zaman Allah düşmanların kalbimizdeki korkularını söküp atarak bizlerin korkusunu düşmanların kalbine yerleştirir. Yoksa dilden günde bin defa LÂ İLÂHE İLLALLAH desek de bize bir faydası olmayacak. LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde kâfirlerden, küfür sitemlerinden uzak durmuyorsak üstelik o sistemleri destekliyor, peşlerinden gidiyorsak söylemiş olduğumuz kelime-i tevhidlerin ne anlamı var?

LÂ İLÂHE İLLALLAH derken bizim gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH diyenleri tanıyacak ve onlarla kontak kuracağız. Sadece bulunduğumuz yerdeki tevhid ehli kardeşlerimizle değil, dünyadaki bütün tevhid ehli kardeşlerimizle aramızda köprüler kuracağız. Âilelerimizi islama uygun âileler hâline getireceğiz. Ticâretlerimizi islamın belirlediği hükümler etrafında yapacağız.

Bir başka mesele de, tek başımıza ne kadar donanımlı olursak olalım, yapacağımız çalışmaların sınırlı olacağıdır. Bu yüzden cemaat olmaya, çalışmalarımızı cemaat çatısı altında yürütmeye gayret etmek zorundayız. Çünkü islam dini cemaatlaşmaya önem veren, cemaattan devlete giden bir dindir. Bu yüzden Allah rasûlü Mekke'de kuvvetli bir cemaatın temellerini atmıştır. Daha Medine'ye hicret etmeden, Medine'deki Müslümanlar için nâibler atamış, onları kendi kabilelerinden sorumlu tutmuştur. “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır” (Müsned, IV, 375) buyuran bizim peygamberimizdir. Yine; “Cemaatten ayrılmayın, zira sürüden ayrılanı kurt kapar” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 46) buyuran da bizim peygamberimizdir.

Bizden görünen ama küfür sistemlerinin havârisi kesilen, bizden görünen ama bizi küfür ve şirk kanunları ile yönetmeye tâlip olanların bizden olmadıklarını, sâdece bizi kullanarak saltanatlarını yürüttüklerini anladığımız an her şey değişecektir. Yoksa LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde tâgutları kendimize velî (idâreci) seçtiğimiz müddetçe, onlara küfür yasa ve kanunlar çıkarmaları, Kur'an'ın haram dediklerine ruhsat vermeleri için vekâlet ve velâyet verdiğimiz müddetçe onlar bizi koyun sürüleri gibi gütmeye daha çook devam edeceklerdir. İnananlarla inanmayanların, kâfirlerle mü'minlerin safları belli olmadığı müddetçe güven ortamı oluşturulamaz.

Unutmayalım, dinimizi anadan babadan gördüğümüz, duyduğumuz kadar biliyor ve yaşıyorsak bu islam değildir. İslamı Allah'ın kitabında beyan ettiği gibi, peygamber efendimizin hadislerinde belirttiği, hayatıyla yaşayıp gösterdiği gibi öğrenir ve yaşarsak, Allah'ın yardımına nâil olmaya yine hak kazanacak, Allah'ın yardımı geldikten sonra da yine ayağa kalkacak ve yine asrı saadet gibi bir düzen kuracağız inşallah. Allah bizleri istikâmet üzere bulundursun ve kendi rızasına muvafık kılsın.

Necati Koçkesen
CezakAllahu hayran Necâti hocam, Rabb'im sizi hayırla mukafatlandırsın. Gerçekten çok kritik ve hassas konulara çok yerinde teşhisler ve tesbitlerle çözümü de sunmuşsunuz. İşte o zaman Kur'an ve sunnetin bizden istediği mûmin ve cemaatı oluşturup emsal teşkil edeceğizdir.
Allah (c.c.), bizleri küfürden ve düzenlerinden doğu ile batı arası gibi uzaklaştığı gibi, musluman kardeşleriyle de mıknatıslaşma misali bir binanın duvarını oluşturan kerpiçler gibi kenetlenerek söz ve eylem birliğiyle hareket eden ideal sahibi dava erleri kılsın. Allahumme Âmiin.
 
Nihat Alkış Çevrimdışı

Nihat Alkış

Mucem
İslam-TR Üyesi
NE YAPMALIYIZ?

Bu soru bugün islâm adına bir şeyler yazanlara, Müslümanları küfür sistemlerinden, şirk düzenlerinden uzak durmaya çağıran ilim ehline sık sık sorulan sorulardan birisidir. Sizin yazdığınız bir yazıyı okuyanlar sorularını hemen sıralıyorlar:

Peki, Ne yapalım?

Çâre nedir, çâre?

Dertlerimizi yazdın da bâri reçetesini de söyle!

Biz tek başımıza ne yapabiliriz ki?


Bu tip soruları soranların kahhar çoğunluğu da sorduğu sorunun cevabını alıp ona göre hareket etmek için sormuyor. Laf olsun diye, sizin yazdığınızı önemsemeyerek, bir şeyler yapılabileceğinden tamamen ümidini kesmiş olarak soruyor.

Peki, islam fertleri, toplumları içinde bulundukları bataklıktan, ahlaksızlıktan, küfür ve şirkten kurtarmak isterken kurtuluşun yolunu da göstermemiş midir? İslam hastalıkları teşhis ederken o hastalıkların reçetelerini de belirtmemiş midir? Topluma, "siz şöylesiniz", "sizler böylesiniz" derken onları öylece bırakmış mıdır?

Eğer böyle düşünenler varsa bilsinler ki, onlar islamı anlamamışlardır. Peygamberlik makamını, peygamberlere gönderilen kitapları anlamamış olan insanlardır. Belki peygamberlerin, peygamberimizin hayatını okumuşlar ama ders almak, ibret almak için okumamışlar, sırf okumak için okumuşlardır. Kur'an'ı sık sık okumuşlar, hattâ belki ayda bir defa, iki defa hatimler indirmişler ama okudukları kitabı anlamak, anladıkları ile amel etmek için okumamışlardır. Sırf okumak için okumuşlardır.

Bugün Türk milletinin durumu bu değil mi? Kur'an'ı anlamak, Kur'an'la dirilmek için okuyanların sayısı yüzde biri, yüzde ikiyi geçer mi? Kur'an'ı okumak için bulunduğu raftan alıp üç defa öperek alınlarına değdirip sonra da saygı ile oturup okumaya başlayanlar okudukları âyetlerin mânâlarını, hükümlerini anlamak için şöyle bir tefsir kitabını açıp okuyorlar mı? Okuyanlar da öğrendikleri hükümleri hayatlarında tatbik ediyorlar mı? Çoğumuzun evinde onlarca, yüzlerce, hattâ binlerce kitaplar var. Bir sürü hadis kitapları, onların şerhleri var. Onları okuyoruz da. Peki okuduklarımızla amel ediyor muyuz? Onları hayatımıza, âilemize, çevremize nakşedebiliyor muyuz? Peki, okunduğu halde içindeki hükümlerle amel edilmeyen bir kitabın faydası olur mu? Bunu bir misalle anlatalım; hasta olsanız, hastalığınızın tedâvisi için bir doktora gitseniz, doktor sizi muâyene edip hastalığınızı teşhis ettikten sonra size bâzı ilaçlar yazsa, siz de gidip o ilaçları eczaneden alsanız, eve gelip ilaçların içlerindeki reçeteleri defalarca okusanız ama ilaçları o reçetede belirtildiği gibi almasanız, o reçeteleri okumanızın size bir faydası olur mu? Reçetelerini okuduğunuz halde kullanmadığınız ilaçlar hastalığınıza çâre, dertlerinize devâ olur mu? İşte Kur'an'ı okuduğu halde içindeki hükümleri ile amel etmeyenlerin durumu da aynen böyledir.

Unutmayalım ki Kur'an vahşî bir topluma indirilmişti. O toplum, güçlülerin güçsüzleri ezdiği, başına buyruk, akıllarına göre yüzlerce ilah (put) uyduran, kızlarını diri diri toprağa gömmekten çekinmeyen bir toplumdu. Allah rasûlü böyle bir toplumu Kur'an'la yirmi üç senede bütün arap yarımadasına hükmeden medenî bir toplum haline getirdi. Allah rasûlünden on sene sonra, Hz. Ömer zamanında ise dünyanın en büyük devleti hâline geldiler. Peki onlar nasıl başardılar? Onlar da bizim gibi etten kemikten insanlar değil miydiler. Onların da bir kalbleri, iki kolları, iki ayakları yok muydu? Kalıp mı değiştirdiler, şekil mi değiştirdiler? Dış görünüşü ile elbette hayır. Ama iç âlemlerini değiştirdiler, kalblerindeki islamdan önceki bütün küfür, şirk düşünce ve inançlarını, islâmın ahlaksızlık ve hayâsızlık dediği bütün huy ve karekterlerini terkettiler. Kur'an'ı okudular, okudukları Kur'an'ın hükümlerini hemen tatbik ettiler. Ama, fakat, lâkin demediler. Peki bu hale nasıl geldiler? Birden bire mi dönüştüler. Elbette hayır. Serkeş bir atı birden bire uysal bir at hâline getremezsiniz. Eğitim ister, çaba ve gayret ister.

İslâm'ın Mekke dönemine baktığımız zaman inen âyetlerin genellikle îtikadla yâni îman ile ilgili âyetler olduğunu görürüz. Kur'an insanlara her şeyden önce Lâ dedirttirmek istiyordu. Lâ, bütün putlara, ilahlara, hayasızlıklara, ahlaksızlıklara, başı bozukluklara lâ. LÂ'yı kalblerde sağlamlaştırdıktan sonra da İLLALLAH dedirtiyordu. Yâni, Allah'tan başka ilah yoktur, Allah'tan başka kanun koyan, hüküm koyan, Allah'tan başka yağmur yağdıran, rızık veren, yaratan, yaşatan, öldüren, öldükten sonra yeniden diriltecek, dirilttikten sonra hesap soracak, cezâlandıracak, mükâfatlandıracak başka bir ilah, başka bir ma'bud yok. Sâdece Allah var.

İşte bu LÂ İLÂHE İLLALLAH gerçek mânâda söylendiği, bütün hücrelere nufûs ettiği, kalblerden, düşüncelerden bu LÂ İLÂHE İLLALLAH'a aykırı her şey atılıp temizlendiği zaman hükümler inmeye başladı. Çünkü kalblere, beyinlere Allah tam hâkim kılınmadıkça Allah'ın hükümleri hemen kabul edilemezdi. Ne zamanki sahâbeler kalblerine LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı silinmez bir şekilde yazdılar, nakşettiler, ondan sonra gelen her emiri, her yasağı tereddüt etmeden, duraksamadan, ama, fakat, lâkin demeden kabul ettiler. Kabul etmekle kalmadılar, hemen uyguladılar. Onlar, Peygamberlerinin mubârek ağzından çıkan her söze kulak kabartıyorlar, onun her fiilini dikkatle izliyorlar ve onun gibi olmaya, onun gibi yapmaya gayret ediyorlardı. İşte Allah onları bunun için yüceltti, bunun için onları övdü ve bunun için onları kıyâmete kadar gelecek olanlara örnek nesil olarak gösterdi.

Bu yazımı buraya kadar okuyanların NE YAPMALIYIZ? Sorusunun cevabını henüz alamadıklarından hayretle bakındıklarını görür gibiyim. Evet, ne yapmalıyız, ne etmeliyiz ki yeniden dirilelim, ayağa kalkalım. Kalkalım da yeniden ALLÂHU EKBER nidâları ile âlemi titretelim. Dosta güven, düşmanlara korku salalım. Mazlumları zulümden kurtarıp zâlimlere yaptıklarının cezasını ödetelim?

Evvela yukarda da anlatıldığı gibi, yani sahâbelerin yaptığı gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH'IN anlamını bilerek, bütün küfür, şirk ve bid'at düşüncelerden temizlenerek sadece dilimizle değil, kalbimizle, bütün hücrelerimizle LÂ İLÂHE İLLALLAH diyeceğiz. Allah'ı ve Allah'ın hükümlerini her işimizin mihenk taşı yapacağız. Peygamberi yegâne kılavuz, Kur'an'ı rehber edineceğiz. Kur'an'da yasak olarak ne bildirilmişse onları terkedeceğiz, emir olarak ne bildirilmişse onları da yerine getireceğiz. Bütün küfür düzen, sistem, ideoloji ve düşüncelerden uzak duracağız. İşte o zaman söylediğimiz LÂ İLÂHE İLLALLAH'ı sözde değil özde söylemiş oluruz. İşte o zaman insanlara değil Allah'a kul oluruz. İşte o zaman insanlardan değil sâdece Allah'tan korkarız. Ve işte o zaman Allah düşmanların kalbimizdeki korkularını söküp atarak bizlerin korkusunu düşmanların kalbine yerleştirir. Yoksa dilden günde bin defa LÂ İLÂHE İLLALLAH desek de bize bir faydası olmayacak. LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde kâfirlerden, küfür sitemlerinden uzak durmuyorsak üstelik o sistemleri destekliyor, peşlerinden gidiyorsak söylemiş olduğumuz kelime-i tevhidlerin ne anlamı var?

LÂ İLÂHE İLLALLAH derken bizim gibi LÂ İLÂHE İLLALLAH diyenleri tanıyacak ve onlarla kontak kuracağız. Sadece bulunduğumuz yerdeki tevhid ehli kardeşlerimizle değil, dünyadaki bütün tevhid ehli kardeşlerimizle aramızda köprüler kuracağız. Âilelerimizi islama uygun âileler hâline getireceğiz. Ticâretlerimizi islamın belirlediği hükümler etrafında yapacağız.

Bir başka mesele de, tek başımıza ne kadar donanımlı olursak olalım, yapacağımız çalışmaların sınırlı olacağıdır. Bu yüzden cemaat olmaya, çalışmalarımızı cemaat çatısı altında yürütmeye gayret etmek zorundayız. Çünkü islam dini cemaatlaşmaya önem veren, cemaattan devlete giden bir dindir. Bu yüzden Allah rasûlü Mekke'de kuvvetli bir cemaatın temellerini atmıştır. Daha Medine'ye hicret etmeden, Medine'deki Müslümanlar için nâibler atamış, onları kendi kabilelerinden sorumlu tutmuştur. “Cemaatte rahmet, tefrikada azap vardır” (Müsned, IV, 375) buyuran bizim peygamberimizdir. Yine; “Cemaatten ayrılmayın, zira sürüden ayrılanı kurt kapar” (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 46) buyuran da bizim peygamberimizdir.

Bizden görünen ama küfür sistemlerinin havârisi kesilen, bizden görünen ama bizi küfür ve şirk kanunları ile yönetmeye tâlip olanların bizden olmadıklarını, sâdece bizi kullanarak saltanatlarını yürüttüklerini anladığımız an her şey değişecektir. Yoksa LÂ İLÂHE İLLALLAH dediğimiz halde tâgutları kendimize velî (idâreci) seçtiğimiz müddetçe, onlara küfür yasa ve kanunlar çıkarmaları, Kur'an'ın haram dediklerine ruhsat vermeleri için vekâlet ve velâyet verdiğimiz müddetçe onlar bizi koyun sürüleri gibi gütmeye daha çook devam edeceklerdir. İnananlarla inanmayanların, kâfirlerle mü'minlerin safları belli olmadığı müddetçe güven ortamı oluşturulamaz.

Unutmayalım, dinimizi anadan babadan gördüğümüz, duyduğumuz kadar biliyor ve yaşıyorsak bu islam değildir. İslamı Allah'ın kitabında beyan ettiği gibi, peygamber efendimizin hadislerinde belirttiği, hayatıyla yaşayıp gösterdiği gibi öğrenir ve yaşarsak, Allah'ın yardımına nâil olmaya yine hak kazanacak, Allah'ın yardımı geldikten sonra da yine ayağa kalkacak ve yine asrı saadet gibi bir düzen kuracağız inşallah. Allah bizleri istikâmet üzere bulundursun ve kendi rızasına muvafık kılsın.

Necati Koçkesen
Hocam çok güzel özetlediniz. Yalnız pratikte nasıl olmalı sorunun cevabı havada kalıyor.
 
Üst Ana Sayfa Alt