Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nur Suresi 30 Ve 31 Ayeti Detaylı Tefsiri

H Çevrimdışı

Habibullah

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
30. Mü'mİnlere söyle ki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar. Böylesi onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah yaptıkları İşlerden çok iyi haberdar olandır.

Bu buyruğa dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız; [239]

1- Gözleri Haramdan Sakınmak:

Yüce Allah görülmemesi gereken şeyleri setredip örtmeyi söz konusu ettikten sonra; "mü'minlere söyle ki: gözlerini sakınsınlar" buyruğu İle görmekle ilgili hususu söz konusu etmektedir.
"Sakınsınlar" lafzı, "Gözünü sakındı sakınır" denilir. Şair de der ki:
"Gözünü sakın çünkü aen Numeyrlisin, Ne Ka'b'a ulaşırsın, ne de Kilâb'a." Antere de şöyle demiştir:
"Hanım komşum görünürse gözüme, sakınırım gözümü, Tâ ki komşumun barındığı yer onu örtünceye."
Yüce Allah gözün neden sakınılacağım ve mahrem yerlerinin neden korunacağını söz konusu etmemektedir. Ancak bu, âdeten bilinen bir husustur ve bundan kasıt da helâl olandan değil, haram olandan sakınmaktır.
Buhâri'de şöyle denilmektedir: Said b. Ebi'l-Hasen, el-Hasen'e dedi ki: Acem kadınları göğüslerini ve başlarını açıyorlar. (el-Hasen) dedi ki: Sen de gözünü ondan sakın. Yüce Allah: "Mü'mİnlere söyle ki; Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini de korusunlar* diye buyurmaktadır. Katâde de der ki: Kendilerine helâl olmayan şeylerden (sakınsınlar) demektir. "Mü'mİn kadınlara da deki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar..."
Yani kendisine yasak kılınan şeye bakmak demek olan "hain bakış"tan sakınsınlar (demektir)[240]

2- Gözlerin Sakınması:

Gözlerini" buyruğundakİ kelimesi, şanı yüce Allah'ın: "zaman da sizden hiçbir kimse bunu ona yapmamıza engel olamazdı" (el-Hakka, 69/47) buyruğunda olduğu gibi zâid (fazla) olduğu söylenmiştir. Bunun teb'îz (kısmîlik bildirmek) için olduğu da söylenmiştir, çünkü kimi bakmalar mubahtır.
"Sakınmak" eksiklik diye de açıklanmıştır, "Filan kişi filândan eksiltti" denilir. Buna göre eğer göz işini yapma imkânı verilmeyecek olursa, ondan bir şeyler düşülmüş ve eksiltilmiş demektir. Buna göre burada bu edat "sakınma"nın sılasıdır. Ne kısmîlik (teb'îz) bildirmek içindir, ne de fazladan gelmiştir. [241]

3- Görmek Kalbe Açılan En Büyük Kapıdır:

Görmek kalbe açılan en büyük kapıdır. Oraya ulaşan duyu yollarının en mükemmelidir. İşte bundan dolayı görme dolayısıyla düşüşler de pek çoktur. Ondan sakındırmak gerekti görülmüştür. Bütün haramlardan ve kendisi sebebiyle fitneye düşülmesi korkulan her husustan gözün sakınılması farzdır. Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Yollarda oturmaktan sakınınız," Ey Allah'ın Rasûlü! Bizim için orada oturmak kaçınılmaz bir şeydir. Biz oralarda sohbet ederiz, dediler. Şöyle buyurdu: "Madem oturmaktan başka şeyi kabul etmiyorsunuz, o takdirde yolun hakkını veriniz." Yolun hakkı nedir, ey Allah'ın Rasûlü! dediler. Şöyle buyurdu: "Gözün haramdan sakınılması, rahatsızlık verici şeylerin önlenmesi, selâmın alınması, iyiliğin emredilip kötülüğün sakındırılması." Bu hadisi Ebu Said el-Hudrî rivayet etmiş olup, Bu-hârî ve Müslim kitaplarına kaydetmişlerdir.[242]
Rasûlullah (sav) da, Ali (r.a)a şöyle demiştir: "Bir bakışın arkasına diğerini salma. Birincisi senin hakkın olabilirse de, ikincisi senin hakkın değildir."[243]
el-Evzaî de şöyle demiştir: Bana Harun b. Riâb'ın anlattığına göre, Gaz-van ve Ebu Musa el-Eş'arî birlikte bir gazada bulunuyorlardı. Bir cariye üzerini açtı, Gazvan ona baktı. (Ebu Musa) elini kaldırıp gözüne bir tokat indirdi, gözünü şişirdi ve dedi ki: Sen, sana zarar verecek ve sana fayda sağlamayacak bir şeye bakıyorsun. Ebu Musa ile karşılaşınca halini sordu ve dedi ki: Sen gözüne zulmettin, Allah'tan mağfiret dile ve tevbe et. Çünkü ilk bakışı onun lehine ise de bundan sonrası onun aleyhinedir. el-Evzaî dedi ki: Gazvan gerçekten kendi nefsine hakim oldu, ölünceye kadar gülmedi. Allah ondan razı olsun.
Müslim'in, Sahih'inde Cerir b. Abdullah'tan şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasûlullah (sav)a ani bakış hakkında sordum. Bana gözümü çevirmemi emretti.[244]
İşte bu "gözlerini" buyruğundaki "min" edatının teb'îz (kısmîlik bildirme) için olduğunu söyleyenlerin görüşlerini desteklemektedir. Çünkü ilk bakışa kişi hakim otamayabilir, o bakımdan ilk bakış hitabın teklifi kapsamına girmez. Zira ilk bakışın kasti olma İhtimali yoktur. Dolayısıyla bu günah kazandırıcı olmaz. O bakımdan bu hususta da mükellefiyet söz konusu olmaz. Bundan dolayı, bunun bir kısmının ele alınması gerekmektedir. Ancak "mahrem yerleri" için böyle buyurulmarfiıştır. Zira kişi mahrem yerine hakim olabilir. eş-Şa'bî kişinin kızına, annesine ya da kızkardeşine dahi uzun uzun ve devamlı bakmasını mekruh görmüştür. Elbetteki onun zamanı da bizim bu zamanımızdan çok daha hayırlıdır. Kişinin kendisi için muharrem kılınmış, mahrem birisine arzuyla ve tekrar tekrar bakması haramdır. [245]

4- Mahrem Yerlerin Korunması:

"Mahrem yerlerini de korusunlar." Yani heiâl olmayan kimsenin görmesine karşı örtsünler, gizlesinler. "Mahrem yerlerini* zinadan "korusunlar" diye de açıklanmıştır. Bu görüşe göre şayet "gözlerini sakınsınlar" buyruğunda olduğu gibi burada da edatı ile birlikte kullanılmış olsaydı, yine uygun düşerdi. Sahih olan, hepsinin kastedildiği ve lafzın da umumî olduğudur.
Behz b. Hakim b. Muaviye el-Kuşeyrî babasından, o dedesinden rivayetle dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlii! Biz mahrem yerlerimizden neyi bırakalım, neyi gösterelim. Şöyle buyurdu: "Sen mahrem yerini (avretini) zevcen ya da cariyen dışında herkesten korumalısın." Adam: Peki kişi kendisi gibi bir erkek- ile birlikte bulunursa? diye sorunca, şöyle buyurdu: "Eğer onun görmemesini sağlayabiliyorsan, bunu sağla." Bu sefer: Peki kişi ya tek başına kalırsa diye sordum, şöyle buyurdu: "Allah kendisinden haya edilmeye insanlardan daha bir layıktır."[246]
Âişe (r.anhâ), Rasûtullah (sav) ile kendisinin durumunu söz konusu ederek şöyle demiştir: Ne ben onunkini gördüm, ne de o benimkini.[247]

5- Umumi Banyolara (Hamamlara) Girmenin Hükmü:

İlim adamları bu âyet-i kerîmeye dayanarak peştemalsız hamama girmenin nass ile haram olduğunu belirtmişlerdir. İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bir adamın yaptığı en güzel infak, halvette kalacak şekilde hamama vereceği bir dirhemdir. Yine îbn Abbas'tan sahih olarak nakledildiğine göre o et-Cuhfe'de ihramlı olduğu halde hamama girmiştir. Buna göre erkeklerin peştemallı olmak şartıyla, hamama girmeleri caizdir. Ay-hali, lohusalık ya da bir hastalıkları dolayısıyla yıkanmak gibi bir zaruretten ötürü kadınlar için de hüküm böyledir. Ancak onlar için daha evla ve faziletli olan mümkün olduğu takdirde evlerinde yıkanmalarıdır. Ahmed b. Me-nî' şunu rivayet etmektedir: Bize el-Hasen b. Musa anlattı, bize İbn Lehîa anlattı. Bize Zebban, Sehl b. Muaz'dan anlattı. Sehl babasından, -o Um ed-Der-dâ'dan naklen- Um ed-Derdâ'yı şöyle derken dinledi: Rasûlullah (sav) ile hamamdan çıktığım bir sırada karşılaştım. "Nerden geliyorsun ey Um ed-Der-da?" dedi. Um ed-Derdâ: Hamamdan, deyince, şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki herhangi bir kadın elbiselerini annelerinden olmayan birisinin evinde çıkartacak olursa, mutlaka kendisi ile aziz ve celil olan Rahman arasmdaki her türlü perdeyi parçalamış olur."[248]
Ebubekr el-Bezzâr Tavus'tan rivayetine göre İbn Ab bas (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Hamam adı verilen bir evden sakınınız," Ey Allah'ın-Rasûlü! Kiri temizler, dediler. "O halde avretlerinizi setrediniz" diye buyurdu.[249]
Ebu Muhammed Abdu'l-Hakk[250] dedi ki: Bu hadisi insanlar Tavus'tan mürsel olarak rivayet etmelerine rağmen bu hususta isnadı en sahih olan hadistir. Ebû Davud'un bu konuda haram ve mübâhlığa dair naklettiği rivayete gelince, senedlerinin zayıflığı sebebiyle hiç sahih olanı yoktur. Tirmizî'nm rivayet ettiği de böyledir.
Derim ki: Bu zamanlarda hamama girmeye gelince, fazilet ve din ehli kimselere haramdır. Çünkü insanlar çoğunlukla cahildirler ve hamamın ortasına geldiler mi hükümlere hiç de aldırış etmezler. Peştemallannı bir kenara fırlatırlar, öyle ki yaşını başını almış bir adamın hamamın içinde ve dışında, ayakta, avreti açıkta, bacaklarını birbirine yaklaştırarak avretini kapatmaya çalışır, kimse de ona bu yaptığının yanlış olduğunu söylememektedir. Bu, erkekler arasında böyleyken ya kadınlar arasında durum nedir? Özellikle şu Mısır diyarında... Çünkü onların hamamları insanların gözlerine karşı setredi-ct özelliğe sahip değildir, taharetlenme yerleri de bulunmamaktadır. Lâ havle velâ kuvvete İllâ billahi'l-aliyyîl azîm. [251]

6- Hamama Girmenin Şartları:

İlim adamları der ki: Eğer hamama giren setr-i avrete riayet edecek olursa, şu on şarta da riayet ederek hamama .girebilir:
1- Hamama ancak ya tedavi ya da ter ve sıtmanın etkilerinden temizlenmek niyetiyle girmelidir.
2- Kimsenin olmadığı ya da insanların az bulunduğu vakitleri gözetmelidir.
3- Sağlam, iyi dokunmuş bir peştamal ile avretini örtmelidir.
4- Gözüne bakılması haram olmayan bir şey değmesin diye ya yere bakmalı ya da_ duvara dönmelidir.
5- Gördüğü münkeri yumuşak bir dille değiştirmeli, (mesela) tesettüre riayet et! Allah seni setretsin (hatalarını örtsün), demelidir.
6- Herhangi bir kimse ona masaj yapacak olursa, göbeğinden diz kapağına kadar olan avretine elinin değmesine -hanımı ya da cariyesi olması müstesna- fırsat vermemelidir. Baldırların bu açıdan avret olup olmadıkları hususunda görüş ayrılığı vardır.
7- Hamama şartlı olarak belli bir ücret ile veya insanların bu husustaki adetlerini kabul ederek girmelidir.
8- Suyu ihtiyaç kadar kullanmalıdır.
9- Şayet tek başına hamama girme imkânı yoksa ücreti kendisi vermek üzere, dinlerini gereği gibi koruyacak bir topluluk ile ittifak edip girmelidir.
10- Hamamda cehennemi hatırlamalıdır. Eğer bütün bunlan sağlama imkanını bulamıyor ise avretini iyice örtmeli ve gözünü haramdan sakınmaya gayret göstermelidir.
Tirmizî Ebu Abdullah, "Nevâdiru'l-Usûl" adh eserinde Tavus'tan şu rivayeti kaydetmektedir: Tavus, Abdullah b. Abbas (r.a)dan şöyle dediğini nakletmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Hamam adı verilen bir evden sakınınız." Ey Allah'ın Rasûlü! Orada kirler giderilir ve cehennem ateşini hatırlatır, denilince şöyle buyurdu: "Şayet mutlaka gidecekseniz, o takdirde avretinizi setrederek oraya giriniz."[252]
Ebu Hureyre yoluyla naklettiği hadise göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Müslüman adamın girdiği hamam denilen ev ne güzel evdir[253] -Çünkü oraya girdi mi Allah'tan cenneti ister ve cehennem ateşinden ona sığınır.- Adamın girdiği bir ev olan damat evi de ne kötü evdir." Çünkü bu da kişiye dünya şevkini aşılar, âhireti unutturur." Ebu Abdullah (Tirmizî el-Ha-kîm) dedi ki: Bu gaflet ehli için böyledir. Yüce Allah, bu dünyayı içindekilerle birlikte gaflet ehli için onlarla âhiretlerini hatırlamalarına sebeb teşkil etsin diye yaratmıştır. Yakın ehli olan kimselere gelince, zaten âhiret onların daima gözlerinin önündedir. Ne bir -hamam onu tedirgin eder, ne de bir damat evi onu korkutur. Çünkü dünya, içindeki bu iki tür özelliği ile âhire-te nisbetle çok cıhz kalır. Öyle ki bütün dünya nimetleri onların gözünde pek büyük bir sofradan geriye kalan yemek kırıntılarını andırır. Onların gözlerinde dünyanın bütün sıkıntıları, bütün dünya ehlinin çekeceği ceza türleri arasından öldürülmeyi ya da asılmayı haketmiş, günahkâr veya suçlu birisinin kendisi sebebiyle cezalandırıldığı bir öldürülme gibidir. [254]

7- Haramdan Sakınmanın Güzelliği:

"Böylesi" yani gözü haramdan sakınmak ve mahrem yerlerini korumak "onlar İçin daha temizdir." Dinleri bakımından daha temizdir ve dünya pisliklerinden daha bir uzaklaştırıcıdır.
"Şüphe yok ki Allah yaptıkları işlerden çok İyi haberdar olandır." Ne yaptıklarını çok iyi bilir. Bu, bîr tehdittir. [255]

31. Mü'min kadınlara da de ki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden görünen kısmı hariç süslerini göstermesinler. Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler. Zînetlerini eşlerinden, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kardeşlerinden, kardeşlerinin oğullarından, kızkardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, cariyelerinden, kadınlara meyli olmayan erkeklerden ve kadınların avret yerlerini henüz anlamayan erkek çocuklardan başkasına sakın göstermesinler. Gizledikleri zînetleri bilinsin diye de ayaklarını vurmasınlar. Ey iman edenler! Allah'a topluca tevbe edin ki, felah bulaşınız.

Bu âyet-i kerîmenin: "Mü'min kadınlara da de ki: Gözlerini sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar, dışarıda kendiliğinden görünen kısmı hariç süslerini göstermesinler" bölümüne dair açıklamalarımızı yirmiüç başlık halinde sunacağız: [256]

1- Mü'min Hanımlar da Gözlerini Haramdan Sakınmalıdır:

"Mü'min kadınlara da de ki" buyruğunda şanı yüce Allah te'kid yoluyla özellikle de hanımlara hitab etmektedir, Aslında "mü'minlere söyle ki,.." buyruğu yeterü idi. Çünkü bu buyruk umumî olup erkeğiyle, kadınıyla bütün mü'minleri kapsamaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'deki bütün umumî hitablarda olduğu gibi.
Bu buyrukta; "Sakınsınlar" kelimesinde tad'ıf (aynı harfin arka arkaya tekran)in çözüldüğünü görüyoruz. Halbuki (önceki âyette): "Sakınsınlar" kelimesinde çözülmemiştir. Çünkü bu âyette lâmu'l-fiil (fiifin son harfi) sakindir, önceki âyette ise hareketidir. Her ikisi de ce-vab olmak üzere cezm mahallindedir,
Ayet-i kerîmede mahrem yerlerinin korunmasından önce gözün haramdan sakmılmasının emredilmesi, görmenin kalbin yol göstericisi oluşundan dolayıdır. Ölümden önce humma şeklindeki ateş yükselmesinin öncü olması gibi. Bîr şair de bu anlamdan hareketle şöyle demektedir:
"Sen gözün, kalbin önderi olduğunu görmez misin?
İki göz ülfet sağladı mı, kalb daha da ısınır, bilmez misin?"
Haberde de şöyle denilmektedir: "Bakış İblis'in zehirli oklarından bir oktur. Kim gözünü sakınırsa, yüce Allah onun kalbine bir halâvet (tatlılık)[257]
Mücahid der ki: Kadın geldi mi şeytan onun başı üzerinde oturur ve bakan kimselere onu süsler, Geri gitti mi bu sefer onun kalçaları üzerine oturur ve ona bakanlara, onu süslü gösterir.
Halid b. Ebi İmran'dan, dedi ki: Arka arkaya bakışlarını sürdürme, çünkü kul kimi zaman bir defa bakar da ondan dolayı tıpkı yemeğin bozulup da kendisinden istifade edilemeyecek hale gelmesinde olduğu gibi, kalp de bozulur, gider.
İşte bundan dolayı şanı yüce Allah, mü'min erkeklere ve kadınlara helâl olmayan şeylere bakmaktan gözlerini sakınmalarını emretmiştir. Ne erkeğin kadına bakması helâl olur, ne de kadının erkeğe bakması. Çünkü kadının erkeğe ilgisi, erkeğin ona ilgisi gibidir. Erkek kadına ne maksatla bakıyorsa, kadın da aynı maksatla ona bakar.
Müslim'in, Sahih'inde yer aldığına göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Ben Rasûlullah (sav)ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz yüce Allah, Âdemoğ-lunun zinadan payını yazıp takdir etmiştir. Kaçınılmaz olarak bunu gerçekleştirecektir. Gözler zina eder, onların zinaları bakmaktır..."[258]
ez-Zührî de (yaşlan küçük olduğundan) ayhali olmayanlara bakma hususunda şöyle demektedir: Küçük dahi olsa, canın kendileri bakmaya çektiği kimselerin herhangi bir yerlerine bakmak uygun değildir.
Atâ da bir kimsenin satın almak İstemesi hali dışında Mekke'de satılan cariyelere bakmayı mekruh görmüştür.
Buhârî ile Müslim'deki rivayete göre Peygamber (sav), kendisine soru soran Has'amh kadına bakan el-Fadl'ın yüzünü başka bir tarafa çevirmiştir[259] Yine Peygamber (sav): "Gayret (kıskançlık) imandandır. Mİzâ (karşılıklı olarak birbirlerinden lezzet almak) İse münafıklıktandır" diye buyurmuştur.[260]
Miza, erkek ve kadınların bir araya getirilip sonra da birinin diğerinden lezzet almasını sağlayacak şekilde onları başbaşa bırakmak demektir. Bu kelime "mezi"den alınmadır. Bunun erkeklerin, kadınların üzerine salınması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu ifade meraya bırakılan atı anlatmak üzere; tabirinden alınmıştır. Erkek hakkında "mezi" dişi hakkında da "kazi" tabirleri kullanılır.
O halde Allah'a ve âhiret gününe iman eden herhangi bir kadının helâl olduğu veya ebedi olarak haram olduğu kimselerin dışında kalanlara zîne-tini göstermesi helâl değildir. Böyle bir kimseye zînetini gösterebilmesi ise, bu hususta erkek ondan ebediyyen ümit kestiğinden dolayı tabiatı itibariyle ona karşt bir hareket duymayacağından emin oluşundandır. [261]

2- Kadınların da Erkeklere Bakmaktan Sakınmaları:

Tİrmizî, Um Seleme'nin azatlısı Nebhân'dan rivayet ettiğine göre Peygamber (sav) İbn Um Mektûm bulunduktan yere girdiğinde, Peygamber (sav) ona ve Meymune'ye; "Hicab'ın arkasına geçiniz" demiştir. Onlar: Ama o âmâdır deyince, kendisi: "Siz de mi körsünüz, siz onu görmüyor nutsunuz?" diye buyurmuştur.[262]
Şayet: "Bu hadis nakil ehlince sahih değildir, çünkü bu hadisi Um Sele-me'den rivayet eden onun azatlısı Nebhân, hadisi delil gösterilmeyen kimselerdendir. Sahih olduğunu kabul etsek bile, bu Peygamber (sav)ın hicab hususunda işlerini sıkı tuttuğu gibi, hanımlarının hürmeti dolayısı ile işleri onlara karşı sıkı tutması kabilindendir. Nitekim Ebû Dâvûd ve başka hadis imamları da buna böylece işaret etmişlerdir.[263] Geriye bu hususu sabit olmuş sahih hadisin ifade ettiği manadan başka bir delil kalmaktadır. O da Peygamber (sav)ın Kays'ın kızı Fatıma'ya, Um Şerik'in yanında iddet beklemesini emrettikten sonra: "O kadının yanına ashabım gider gelir. Sen İbn Um Mektûm'un yanında iddetini bekle, çünkü o gözü görmeyen bir adamdır. Sen elbiselerini üzerinden bırakacak olursan, o sent görmez"[264] demesidir" denilirse, cevabımız şu olur:
Kimi ilim adamı bu hadisi delil göstererek, kadının erkeğin bazı yerlerini görmesi caiz olduğu halde erkeğin kadının aynı yerlerini görmesi caiz değildir. Baş, küpelerin takıldığı yer gibi. Ancak avret caiz değildir. Buna göre bu hadis yüce Allah'ın: "Mü'min kadınlara da de kb Gözlerini haramdan sakınsınlar" buyruğunun genel ifadesini tahsis etmekte ve bu durumda: edatı bundan önceki âyet-i kerîmede olduğu gibi teb'îz (kısmihk bildirmek) için zikredilmiş olmaktadır.
İbnu'I-Arabî der ki; Peygamber (sav)ın Fatıma bint Kays'a, Um Şerîk'in evinden, İbn Um Mektûm'un evine taşınmasını emretmesi, bunun onun için Um Şerik'in evinde kalmasından daha iyi ve uygun olmasından ötürüdür. Zira Um Şerik'in yanına gidip gelenlerin çokluğu gibi özel bir durumu vardı. Dolayısıyla Fatıma'yi görecek kişiler de çoğalırdı. İbn Um Mektûm'un evinde İse kimse onu görmezdi. Faüma'nın gözünü îbn Um Mektum'dan sakındırması ihtimali buna göre daha yüksek ve daha uygun düştüğünden, Peygamber bu hususta ona müsaade etmiş olmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [265]

3- Kadının Yabancılara Göstermesi Caiz Olmayan "Zînet’i:

Şanı yüce Allah kadınlara âyet-i kerîmenin geri kalan bölümünde istisna ettiği kimseler dışında zînetlerini kimseye göstermemelerini emretmektedir. Buna sebeb fitneye düşmekten ve düşürmekten sakınmaktır. Daha sonra görülebilecek durumdaki zîneti istisna etmiştir. İlim adamları bunun miktarı hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbn Mes'ud dedi ki: Zînetin görünen kısmı elbiselerdir. İbn Cübeyr yüzü de buna ekler. Yine Said b. Cübeyr, Atâ ve el-Evzaî: Yüz, eller ve elbiselerdir, demektedirler.
tbn Abbas, Katade ile el-Misver b. Mahreme derler ki: Zînetin görünen kısmı sürme, bilezik, kolun yarısına kadar olan kına, küpeler ve ellerde bulunan büyükçe yüzüklerdir. Bu ve benzerlerinin kadının yanına girenler tarafından görülmesi mubahtır.
Taberî, Katade'den "kolun yarısı"nın manası hakkında Peygamber (sav)dan gelmiş bir hadis zikretmektedir. Âişe (r.anhâ)dan, o da Peygamber (sav)dan diye zikrettiği başka bir hadise göre de Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve âhîret gününe iman eden bir kadının, ayhali olmaya başladığı takdirde yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini göstermesi helâl olmaz." Peygamber böyle derken kolunun yarısını da eliyle kavradı.[266]
İbn Atiyye dedi ki: Âyet-i kerîmenin lafızlan hükmü gereğince benim kuvvetli gördüğüm şudur: Kadın zînetini göstermemekle emrolunmuştur. Zînet sayılabilen herbir şeyi saklamak için gayret göstermelidir. Görünen kısmı, kaçınılmaz olan hareketler halindeki bir zaruret gereğince yahut üstünü, başını düzeltmek ve buna benzer hallerdeki zaruret gereğince istisna edilmiştir. Buna göre "görülen kısan" kadınlar için zaruretin kaçınılmaz kıldığı yerlerdir ve affedilmiş bulunan kısım da budur.
Derim ki: Bu güzel bir görüştür. Ancak yüz ve ellerin hem adet İtibariyle hem de namazda ve hacda ibadet esnasında görülmeleri çoğunlukla rastlanılan bir durum olduğundan dolayı bu istisnanın yüz ve ellere raci olması uygun düşmektedir. Buna da Ebû Davud'un rivayet ettiği şu hadis delil teşkil eder: Âişe (r.anhâ)dan: Ebubekir'in kızı Esma (r.anhâ), üzerinde şeffaf elbiseler olduğu halde Rasûlullah (sav)m huzuruna girdi. Rasûlullah (sav) ondan yüzünü çevirip ona: "Ey Esma! Kadın baliğ olup ay hali olmaya başladı mı onun şu kısmı müstesna görülmesi uygun olmaz" deyip yüz ve ellerine işaret etti.[267]
Bu, ihtiyat açısından daha güçlü görülmektedir. İnsanların fesada erdiklerini göz önünde bulundurarak kadın zînetinin görünen kısmı sayılan yüz ve ellerinden başkasını göstermemelidir. Başarıyı ihsan edecek olan kendisinden başka hiçbir rab bulunmayan Allah'tır.
Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımızdan İbn Huveyzimendâd der ki: Kadın güzel olup da yüz ve ellerinden ötürü fitneden korkulacak olursa, bunları da örtmesi gerekir. Şayet yaşlı yahut da çirkin kabul edilen birisi ise o takdirde yüz ve ellerini açması caiz olur. [268]

4- Zînetin Kısımları:

Zînet iki kısımdır. Birisi yaratılıştan gelir, diğeri ise kesbidir. Yaratılıştan gelen zînet kadının yüzüdür. Zînetin aslını, yaratılışın güzelliğini ve hayatiyetin manasını o ifade eder. Çünkü pek çok menfaat ve ilim edinme yolları yüzde toplanmıştır.
Kesbî zînet ise kadının kendi hilkatini güzelleştirmek için giriştiği çabalar sonucu ortaya çıkandır. Elbiseler, zînet eşyaları, sürme, kına gibi. Yüce Allah'ın; "Her mescidde zinetinizi alın" (el-A'raf, 7/3D buyruğu da bu kabildendir. Şair de şöyle demektedir:
"Zînetlerini takınırlar, gördüğün en güzel şekilde, Güzelliklerinden ötürü süslenmeyecek olurlarsa da onlar, süslenmeyen kadınların en hayırlılarıdır." [269]

5- Görünen ve Görünmeyen Zînet:

Zînetin kimi zahirdir (görünendir), kimisi bâtındır (görülmeyendir). Zînetin görünen kısmt her zaman için ister mahrem, ister yabancı olsun bütün insanlara mubahtır. Bu hususta ilim adamlarının görüşlerini zikretmiş bulunuyoruz. Zînetin görünmeyen kısmının ise, şanı yüce Allah'ın bu âyet-i kerîmede ismen zikrettiği kimseler ya da ontann yerini tutanlar dışındakilere gösterilmesi helâl olmaz.
Bilezik hususunda görüş ayrılığı vardır. Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Bilezik görünen süs kısmmdandır, çünkü o ellerdedir. Mücahid de dedi ki: O zînetin gizlenmesi gereken kısmına dahildir, çünkü ellerin dışındadır. O kollara takılır. İbnu'l-Arabî der ki: Kına ise eğer ayaklara yakılırsa, o batın (gizlenmesi gereken) zînet türündendir. [270]

6- Başörtülerini Taksınlar:

"Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler" buyruğunun: "İndirsinler" lafzmdaki "lâm" harfini cumhur sakin olarak okumuşlardır ki, bu da "emir lâm"ıdır. Ebu Amr ise İbn Abbas'ın rivayetine göre "emir lam"ının aslına uygun olarak esreli okumuştur. Çünkü "emir lanTında aslö-lan esreli olmasıdır. (Cumhûr'un kıraatinde) esrenin hazfedilmesi, ağırlığı do-layisıyladır. Sakin okunması ise, bir takım kelimelerin hafifletilmesi maksadıyla bazı esreli harflerinin sakin okunması kabilindendir. Bu fiil, emir olduğundan ötürü cezm mahallindedir. Şu kadar var ki, Sibeveyh'e göre maziye tabi kılmak suretiyle tek bir halde mebnidir.
Bu âyetin (nüzul) sebebi şudur: Kadınlar o dönemde başlarını örttükleri t takdirde, başörtülerini sırtlarının arka tarafına salıverirlerdi. en-Nekkaş der ki: Nabatilerin yaptıkları gibi yaparlardı. Böylelikle boyun ve göğüs kısımları, kulakları da örtülmeksizin açıkta kalırdı. Yüce Allah da başörtülerini yakalarının üzerine bükmelerini emretmektedir. Bunun şekli de kadının başörtüsünü göğsünü örtmek maksadı ile yakasının üzerinden geçirmesidir.
Buhârî'nin rivayetine göre Âişe (r.anhâ) şöyle demiştir: Allah, ilk muhacir hanımlara rahmet buyursun. "Başörtülerini de yakalarının üzerine İndirsinler" buyruğu nazil olunca, çarşaflarını yırttılar ve onlarla başlarını örttüler.[271]
Âişe (r.anhâ)nın huzuruna kardeşi Abdu'r-Rahman'ın kızı Hafsa -Allah hepsinden razı olsun- boynunu ve orada bulunanları gösterecek şekilde şeffaf bir örtü giyinmiş olduğu halde girdi. Âişe (r.anhâ) bunu alıp yırttı ve: Başörtüsü örten (alttakini göstermeyen) kalın bir şeyden olup yakanın üzerinden geçirilirse ancak (başörtüsü) olabilir.[272]

7- "el-Himar (Başörtüsü)":

"Başörtüleri" kelimesi in çoğuludur. Bu da kadının kendisiyle başını örttüğü şey demektir. "Kadın başörtüsüne büründü, bürünür" tabiri ile; "O kokusu hoş olandır" ifadeleri de buradan gelmektedir.
kelimesi, çoğulu olup, "yakalar" demektir. Bu da gömlek ya da entarinin (baştan geçirmek için) kesildiği yer manasınadır. Kesmek anlamına gelen; den türemiştir. Meşhur kıraate göre "yakalan" anlamındaki; kelimesinin "cim" harfi ötreli okunmuştur. Kimi Kûfeli-ler ise "ya" harfi sebebiyle esreli okumuştur. Nitekim: "Evler, yaşlılar" kelimelerini de böyle okurlar. Eski nahivciler böyle bir kıraati caiz kabul etmezler ve bu kelimelerin ilk harflerinin ötreli okunması gerektiğini söylerler. "Fels ve fulûs" gibi,
ez-Zeccâc der ki: Ötrenin yerine esre okumak (ibdâl yoluyla) caizdir. Ham-za'dan rivayet olunan hem ötre, hem de esreyi bir arada okuyuşa ise imkân yoktur. Çünkü -caiz olmayan imâ ile olması hali dışında- böyle bir telaffuza güç yetirebilmesine imkan bulunmamaktadır.
Mukatil der ki: "Yakalarının üzerine" buyruğu, göğüslerinin üzerine demektir. Yani yakalarının bulunduğu yerin üzerine başörtülerini indirsinler. [273]

8- "Yaka"nın Yeri ve Mahiyeti:

Bu âyet-i kerîmede "ceyb"in (yani yakanın), elbisede göğüs mahallinde olacağına delil vardır. Selefin -Allah onlardan razı olsun- elbiselerinde de yakalar böyle idi. Tıpkı günümüzde Endülüs'te kadınların ve Mısır diyarında da erkeklerin, çocukların ve diğerlerinin yaptığı gibi yaparlardı, Buhârî de -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun-: "Gömleğin ve başka giyeceklerin yakasının göğüs kısmında olduğuna dair'[274] diye bir başlık açmış ve sonra da Ebu Hureyre (r.a)ın rivayet ettiği şu hadisi kaydetmiş bulunmaktadır: "Rasûlullah (sav) cimri kimse ile tasaddukta bulunan kimsenin misalini üzerlerinde demirden iki cübbe bulunan, iki adamın misaline benzetmiştir. (Bu cübbeleri dolayısıyla) elleri mecburen göğüslerinin hizalanna ve boğazlarına kadar ulaşmıştır..." Bu hadis tamamiyle daha önceden geçmiş bulunmaktadır. (Bk. el-İsra, 17/29-âyet, l.başhk) Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır; Ebu Hureyre dedi ki: Ben Rasûlullah (sav)ın parmağı ile yakasına şöylece yaptığını gördüm. O yakasını genişletmek ister)cen, onun da bir türlü genişlemediğini bir görmüş olsaydın.[275]
İşte bu açıkça şunu göstermektedir: Peygamber (sav)ın yakası elbisesinin göğüs bölümünde idi. Zira yakası şayet omuz tarafında bulunsaydı, elleri göğsüne ve boğazına doğru zorunlu olarak toplanmış olmazdı. Bu da (bu hususta) güzel bir istidlaldir. [276]

9- Kadınların Zînetlerini Görebileceklerden: Kocaları:

"Eşlerinden" anlamındaki: lafzı Arap dilinde koca ve efendi anlamına gelen; çoğuludur. Cibril hadisinde Peygamber (sav)ın belirttiği: "Cariye, efendisini doğuracağı vakit"[277] buyruğunda bu lafız, "efendi" anlamındadır ve burada fütuhatın artması sebebiyle edinilecek cariyelerin çoğalacaklanna işarettir. Bunun sonuGunda cariye olan herbir anne, çocuğu sebebiyle hürriyetine kavuşacaktır. Sanki onu lütfedip, azad etmiş efendisiymiş gibi olacaktır. Çünkü azadlık onun sebebiyle gerçekleşmiş olmaktadır. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır.
Derim ki: Peygamber (sav)ın, Mariye (r.anhâ) hakkında söylediği: "Oğlu onu azad etmiştir"[278] sözünde hürriyeti oğluna nisbet etmesi de bu kabildendir. Bu hadise dair en güzel açıklama şekillerinden birisi budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Bu buyruğun bizim ile ilgili olan kısmı da şudur: Koca ve efendi, kadının zînet mahallini görebileceği gibi, zînetin ötesini de görmek durumundadır. Çünkü onun bedeninin tamamı koca ya da efendiye hem lezzet almak, hem de bakmak itibariyle helâldir. Bundan dolayı yüce Allah ilk olarak "eşlerMen söz etmiştir. Zira onların muttali oldukları, zînetin daha da İlerisidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar ırzlarını korurlar Eşlerine yahut sağ elleriyle sahip oldukları (cariyeleri)ne karşı müstesna. Çünkü onlar bundan dolayı kınanmazlar." (el-Mu'minûn, 23/5-6) [279]

10- Kocanın, Karısının Avret Mahalline Bakması:

İnsanlar kocanın, karısının fercîne bakmasının cevazı hususunda farklı iki görüşe sahihtirler. Bir görüşe göre caizdir, çünkü onun karısından lezzet alması caiz olduğuna göre bakmak öncelikle caiz olmalıdır. Caiz olmadığı da söylenmiştir. Çünkü Âişe (r.anhâ) kendisi ile Rasûlullah (sav)ın durumunu söz konusu ederken: "Ne ben onunkini gördüm, ne de o benimkini" demiştir.[280]
Ancak birinci görüş daha sahihtir. Buradaki ifade İse, edebe daha uygundur, diye açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmaktadır.
İlim adamlarımızdan Esbağ da: Diliyle yalaması dahi caizdir, demektedir. İbn Huveyzîmendâd der ki: Koca ve efendi, vücudunun diğer bölümlerine ve fercin -içine değil de- dış kısmına bakması caizdir. Kadının da kocasının, cariyenin de efendisinin avretine bakması aynı şekilde caizdir.
Derim ki: Peygamber (sav)dan şöyle dediği rivayet edilmektedir; "Ferce bakmak körlüğe sebebtir."[281] Yani bakanın kör olmasına sebeb teşkil edebilir. Denildiğine göre; onlardan doğacak çocuk kör doğar, doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [282]

11. Kadınların Zînetlerini Görebileceklerin Arasındaki Farklılık:
Yüce Allah öncelikle kocaları söz konusu ettikten sonra ikinci olarak mahrem olanları söz konusu edip, kendilerine süs yerlerinin gösterilmesi bakımından onları eşit seviyede zikretmiştir. Şu kadar var ki, insan nefsinde bulunana uygun olarak mertebeleri farklı farklıdır. Kadının, kocasının oğlu önünde zînet mahallini göstermekte baba ve kardeşine göre, daha ihtiyatlı olma gerektiğinde şüphe yoktur. Bunların herbirisinin önünde gösterilebilecek yerler farklı farklıdır. Elbetteki babanın görebileceği yerlerin bazıları, kocanın oğlunun önünde açılması caiz değildir. Kadı İsmail'in naklettiğine göre Hasan ve Hüseyin (r.anhuma) mü'minlerin annelerini görmezlerdi. İbn Abbas ise onların mü'nıînlerin annelerini görmeleri helâldir, demiştir. İsmail der ki: Zannederim Hasan ve Hüseyin bu kanaatlerine Peygamber (sav)ın hanımları ile ilgili âyet-İ kerîmede kocaların oğulları söz konusu edilmediğinden uiaş-mış olmalıdırlar. Bu âyet te yüce Allah'ın: "Hanımlar için babaları, oğulları, kardeşleri... hakkında günah yoktur." (el-Ahzab, 33/55) buyruğudur, en-Nûr Sûresi'nde de: "Zînetlerini eşlerinden... başkasına sakın göstermesinler" diye buyurmaktadır. İbn Abbas da bu âyet-i kerîmeden hareketle görüş belirtirken, Hasan ile Hüseyin diğer âyete dayanarak sözü geçen kanaate sahip olmuşla rdtr. [283]

12- Kocaların Oğulları:

Yüce Allah: "Kocalarının oğullarından" buyruğu ile kocaların erkek evlatlarını kastetmektedir.
Bunun kapsamına erkek veya dişilerden olma -oğulların oğulları ve kızların oğulları gibi- ne kadar aşağıya inerlerse insinler, çocukların çocukları girer.
Aynı şekilde erkekler tarafından babaların babalan ve annelerin babaları gibi ne kadar yukarı çıkarlarsa çıksınlar, kocaların babaları ve dedeler de bu kabildendir. Bunların oğullan da ne kadar aşağıya inerlerse insinler, aynı hükümdedir.
Ne kadar aşağı inerlerse insinler kızların oğullan da böyledir. Oğulların çocukları ile kızların çocukları arasında hiçbir fark yoktur. Kadınların kızkar-deşleri açısından da durum böyledir. Bunlar ise öz baba ve annelerden olma kardeşler ile ikisinden birisi vasıtasıyla kardeş olanlardır.
Erkek kardeşlerin ve kızkardeslerin oğullan da ne kadar aşağıya İnerlerse insinler aynı durumdadırlar. Bunların erkek ya da dişi olmaları farketmez. Kızkardeslerin oğullan ile kızkardeslerin kızlarının oğullan gibi. Bütün bunlar kendileri ile nikâhlanmaları da haram kılınanlar hükmündedirler. Nikâhta haramlık, doğum sebebiyle meydana gelen akrabalıktan ötürüdür, bunlar mahrem diye adlandırılırlar. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisâ Sû-"resi'nde (4/23. âyet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.
Cumhurun kanaatine göre amca ve dayı da, kadınlara bakmalarının caiz olması bakımından sair mahremler durumundadırlar.
Âyet-i kerîmede süt emmekten söz edilmemektedir. Önceden de geçtiği üzere süt emme yoluyla akrabalık, neseb yoluyla akrabalık gibidir. eş-Şa'bî »ve İkrime'ye göre ise, amca ve dayı mahrem olanlardan değildir. îkrime şöyle demektedir: Âyet-i kerîmede bunları söz konusu etmemesi (bu hususta) kendi oğullarına tabî olmalarından (yani amca ve dayı çocuklarının mahrem olmayışından) dolayıdır. [284]

13- "Kendi Kadınlarından":

"Kendi kadınlarından" buyruğu ile kastedilenler müslüman kadınlardır, müslüman cariyeler de bunun kapsamına- girer. Zimmet ehlinden olsun, başkalarından olsun müşrik kadınlar, kapsamın dışındadır. Mü'min bir kadının, kendisinin cariyesi olması hali müstesna müşrik bir kadının önünde bedeninin herhangi bir tarafını açması helâl değildir. Cariyelerin müstesna kili nması İse, yüce Allah'ın: "Cariyelerinden" buyruğu dolayısıyladır.
İbn Cüreyc, Ubade b, Nusey ve Hişam el-Kâri' hristiyan kadının, müslüman kadın ile öpüşmesini yahut avretini görmesini mekruh kabul ederlerdi. Onlar, "kendi kadınlarından" buyruğunu buna yorumluyorlardı.
Ubâde b. Nusey dedi ki; Ömer (r.a), Ubeyde b. el-Cerrah'a yazdığı mektubunda şunları söylemişti: "Bana ulaştığına göre zimmet ehli kadınları, müslüman kadınlarla birlikte hamamlara girmektedirler. Sen bunu yasakla ve buna engel ol. Çünkü zimmi bir kadının müslüman kadının açıkta bulunan bedeninin herhangi bir tarafını görmesi caiz değildir."[285] (Ubade) devamla dedi ki: Bunun üzerine Ebu Ubeyde kalktı, yüce Allah'a dua edip yakardıktan sonra dedi ki: Herhangi bir kadın mazeretsiz olarak sadece yüzünün beyazlaşması maksadı ile hamama girecek olursa, yüzlerin ağaracağı o günde Allah onun yüzünü karartsın.
İbn Abbâs (r.a) dedi ki: Yahudi ya da hristiyan bir kadının, müslüman bir kadını görmesi -kocasına nitelendirmemesi için- helâl değildir.
Bu mesele çerçevesinde fukahânın farklı görüşleri vardır. Şayet kâfir kadın, müsiüman bir kadının cariyesi ise hanımefendisine bakması caiz olur. Başkası İse caiz değildir. Buna sebeb ise müslümanfarla kâfirler arasında velayet bağının olmaması ile sözünü ettiğimiz hususlardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [286]

14- "Cariyelerinden":

"Kendi cariyelerinden" buyruğunun zahiri erkek köleleri, müslüman ve kitab ehli olan cariyeleri de kapsar, tlirn ehlinden bir kesimin görüşü de budur. Âişe ve Um Seleme (r.anhuraâ)nın görüşlerinin de bu olduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas der ki: Erkek kölenin, hanımefendisinin saçına bakmasında bir mahzur yoktur.
Eşheb der ki: Malik'e: Kadın hadım edilmiş kimsenin önünde başörtüsünü bırakır mı? diye sorulmuş, o da: Onun yahut da bir başkasının kölesi olduğu takdirde evet, ancak hürrün karşısında olmaz, demiştir. Şayet erkekliği yerinde olup yaşça büyük, karın tokluğuna çalıştırılan ve sahib olduğu kölesi ise, pek üstü başı muntazam olmayıp görünüşü de yerinde değilse, saçlarını görebilir. Yine Eşheb dedi ki: Malik dedi ki: Oğlun yahut da hanımın cariyesinin, adamın yanına tuvalete girmesi uygun değildir. (Çünkü) yüce Allah: "Yahut sahibi olduğunuz cariye(ler) ile yetinmelisiniz" (en-Nisâ, 4/3) diye buyurmaktadır.
Yine Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini nakletmektedir: Bayağı olan bir köle hanımefendisinin saçına bakabilir. Ancak kocanın kölesi için bunu uygun görmemekteyim. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Şu "cariyelerinden" buyruğu sakın sizi aldatmasın. Bununla sadece cariyeler kastedilmiştir, erkek
köleler kastedilmiş değildir.
eş-Şa'bî, erkek kölenin hanımefendisinin saçına bakmasını mekruh görürdü. Aynı zamanda bu Mücahid ile Atâ'nın da görüşüdür. Ebû Davud'un kaydettiği rivayete göre Enes (r.a)ın naklettiğine göre Rasûlullah (sav) bağışlamış olduğu bir köleyi Fatıma'nın yanına götürüp gitti. Fatıma'nın üzerinde de bir elbise vardı ki, onunla başını örtecek olursa, ayaklarına kadar ulaşmazdı. Ayaklarından itibaren örtmeye başlayacak olursa, başına kadar ulaşmazdı. Peygamber (sav) onun bundan çektiği sıkıntıyı görünce dedi ki: "Senin için bir mahzur yok, çünkü bunlardan birisi senin babandır, diğeri ise kölendir."[287]

15- Kadınlara Meyli Olmayan Erkekler:

"Kadınlara meyli olmayan erkeklerden" buyruğu kadınlara ihtiyacı kalmamış erkekler demektir. Âyet-i kerîmedeki; kelimesi, (mealde; meyil) ihtiyaç duymak demektir.
Mesela; Şuna ihtiyaç duydum, duyarım, denilir. da ihtiyaç demektir, çoğulu; diye gelir. Yüce Allah'ın: "Ve onunla başka ihtiyaçlarımı da görürüm" (Tâ-Hâ, 20/18) buyruğunda da bu kelime kullanılmıştır. Buna dair açıklamalar daha önceden (Tâ-Hâ, 20/17-18. âyetler 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Şair Tarafe de şöyle demektedir:
"Eğer kişi cahilce sözler, günah ve hayasızca sözler söyleyecek olursa, (Belki) bir gün ileri gidebilir (ama) sonra da bütün ihtiyaçları yok olur, gider (hiçbir ihtiyacını karşılayamaz.)"
İlim adamları "kadınlara meyli olmayan erkeklerden" buyruğunun an-lamt hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bunun kadınlara bir ihtiyacı olmayan ahmak kimse olduğu söylendiği gibi, ebleh diye de söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre insanlar arkasından gidip onlarla beraber yemek yiyen ve onlarla oturup kalkan kimse demektir, Böyle bir kimse zayıf ve güçsüa kişi olup kadınlar dolayısıyla içinde herhangi bir istek duymaz, onlan arzulamaz,
Kastın, erkekliği olmayan kimse olduğu söylendiği gibi, hayaları burulmuş, erkek de olmayan dişi de olmayan kimse olduğu da söylenmiştir. Pir-i fanî ve henüz hiçbir şeyin farkında olmayan küçük çocuk olduğu da söylenmiştir.
Bütün bu ayrı ifadelerin hepsinin anlamı birbirine yakındır. Ortak özellikleri, kadınların durumunu kavrayamayan ve bunlara dikkat edecek bir yanı bulunmayan kimse olduğudur. Rasûlullah (sav)ın yakınlarında bulunan ve hünsâ olan Hit de böyle idi. Peygamber (sav) onun Ğaylan kızı Bâdiye'riin güzelliklerini anlatırken söylediklerini işitince (hanımlarına) ondan perde arkasına saklanmalarını emretti. Buna dair hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Muvatta'ında Malik ile başkaları Hişam b. Urve'den, o Urve'den, o da Âişe (r.an-hâ)dan yoluyla rivayet etmişlerdir.[288]
Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) dedi ki: Abdu'l-Melik b. Habib, Malik'in kâtibi Habib'den rivayetle dedi ki: Malik'e dedim ki: Süfyan, Ğaylan'ın kızı hadisinde "kendisine Hit adı verilen bir Hünsâ" ifadesini ziyade etmiştir. Halbuki senin kitabında Hit kaydı yoktur. Malik: Doğru söylemiştir, o böyledir, dedi. Peygamber (sav) onu Zü'1-Huleyfe Mescidinin sol taraflarında bir yer olan el-Hima denilen yere sürgüne göndermişti. Habib dedi ki: Yine Malik'e dedim ki: Süfyan hadiste: Oturdu mu bir bina gibidir, konuştu mu yumuşacık konuşur, demiştir.[289] Malik dedi ki: Doğru söylemiştir, o (hadis) böyledir.
Ebu Ömer (b. Abdi'1-Berr) dedi ki: Malik'in kâtibi Habib'in, Süfyan'dan hadiste yani Hişam b. Urve'nin hadisinde söylediğini naklettiği: "Hit adı verilen bir hünsâ" ifadesi bu hadisi Hişam'dan rivayet eden hiçbir kimse ne İbn Uyeyne, ne de başkası tarafından bilinmemektedir. Yine hadisin ifadeleri arasında "Hît adı verilen bir hünsa" diye kimse söyleme mistir. Bunu sadece İbn Cüreyc hadisin tamamlanmasından sonra zikretmiştir. Süfyan'dan naklen onun hadiste: "Oturdu mu bina gibi oturur, konuştu mu yumuşacık konuşur" ifadeleri de bu şekildedir. Bunu da Hişam b. Urve yoluyla gelen hadiste ne Süfyan, ne de başkaları söylemiş değildir. Bu lafız sadece el-Vâkıdî'nin rivayetinde bulunmaktadır. Hayret edilecek şu ki, bunu Süfyan'dan nakletmekle, o da Malik'ten onun böyle olduğunu tasdik ettiğini de nakletmektedir. Buna bağlı olarak bu Malik'ten gelen bir rivayet olmaktadır. Halbuki bunu Malik'ten, Habib'ten başkası rivayet etmediği gibi, yine ondan başkası da bunu Süfyan'dan diye zikretmiş değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Mâlik'İn kâtibi olan Habib ise bütün hadis âlimlerine göre hadisi terkedi-len zayıf bir ravidir, onun hadisi yazılmaz. el-Vakidî ile el-Kelbî'nin Hünsâ Hit denilen şahsın, Um Seleme'nin baba bîr kardeşi olan annesi de Rasûlul-lah (sav)ın halası Atike olan, Abdullah b. Umeyye el-Mahzumî'ye söylediklerini belirttikleri sözlere de iltifat edilmez. Bu rivayete göre Hit kızkardeşi Um Seleme'nin evinde bulunan Abdullah b. Umeyye'ye, Rasûlullah (sav)ın da duymakta olduğu şu sözleri söylemiştir: Yarın Allah size Taif i fethetmeyi nasib ederse, sana Sakifli Gaylân b. Seleme'nin kızı Bâdiye'yi (Rasûlullah'tan istemeni) tavsiye ederim. O sana doğru gelince (şişmanlığından) dört lop et ile gelir, geriye döndüğünde sekiz ile gider. Papatya gibi bir ağzı vardır, oturdu mu yapı gibi oturur, konuştu mu şarkı söyler gibi konuşur. Bacaklarının arasındaki yüz üstü kapatılmış kapak gibidir. O Kays b. el-Hatim'in şu be-yitinde dediği gibidir:
"Bakan kimsenin dikkatini üzerinde toplar, kendisi ise hiç oralı olmaz,
Yüzünde sanki inceden inceye kan sızar.
Kadın çeşitleri arasında onun hilkati,
Mu'tedildir o, ne kaba sabadır, ne de son derece zayıf ve bir deri bir kemiktir.
Şanlı ve şerefli olarak uyur,
Yavaşça kalktı mı kırılır, dökülür gibidir."
Bunun üzerine Peygamber (sav) ona: "Ey Allah'ın düşmanı! Sen gerçekten ona inceden inceye ve dikkatlice bakmış bulunuyorsun." Sonra da onu Medine'den, el-Himâ denilen yere sürdü. el-Kelbî'nin dediğine göre Taif fethedilince, Abdu'r-Rahman b. Avf onunla (Bâdiye ile) evlendi ve ondan Bu-reyhe denilen oğlu dünyaya geldi. Hit, Peygamber (sav) vefat edinceye kadar orada sürgünde kaldı. Ebubekir halife seçilince, ona Hit'ten sözedildi, geri çevirmeyi kabul etmedi. Yine Ömer halife olunca tekrar ona Hit'ten bahsedildi, o da geri gelmesini kabul etmedi. Daha sonra Osman (r.a)a söz edildi ve ona şöyle denildi: O artık yaşlandı, zayıfladı ve ihtiyaç içindedir. Bunun üzerine her cuma Medine'ye girip bir şeyler dilenmesine ve tekrar yerine dönmesine izin verdi. Hit, Abdullah b. Ebi Umeyye el-Mahzumî'nin azatlısı idi. Aynı zamanda Abdullah'ın yine Tuveys adında bir kölesi de vardı.[290] Ebu Ömer dedi ki: Bu kadının adının "ya" harfi İle "Bâdiye" olduğu söylendiği gibi, "nun" harfiyle "Bâdine" olduğu da söylenmiştir. Ancak ilim adamlarına göre doğrusu "ya" ile olduğudur, çoğunluğunun kabul ettiği görüş de budur. ez-Zübeyrî de adının "ya" ile olduğunu böylece zikretmiştir.[291]

16- "Kadınlara Meyli Olmayanlar'a Dair Bir Açıklama:

Burada "erkekler", "kadınlara meyli olmamak" ile nitelendirilmiştir. Çünkü bizzat erkekler kastedilmiş değildirler. Bundan dolayı lafız nekre gibi olmuştur. "(Mealde): Olmayan" kelimesi katıksız bir nekre sayılmayacağından marife olan bir kelimenin vasfı (sıfatı) olabilir. Buna bedeldir de diyebilirsiniz. Buna dair yapılacak açıklamalar, daha önce: '...gazaba uğrayanların...kine değil" (el-Fâtiha, 1/7) buyruğu ile ilgili yapılan açıklamalara benzemektedir.
Âsim vcîbn Âmir bu lafzı nasb ile okumuştur. O takdirde bu istisna olur. Zînetlerini (kadınlara) meyli olanlar müstesna, tabi' olanlara (mealde erkeklere) gösterebilirler, demektir. Hal olması da mümkündür, yani kadınlara yaklaşmamdan acze düşmüş olup onlara tabi olan erkekler zînetlerini görebilirler demektir. Bu açıklamayı da Ebu Hatim yapmıştır. Zü'l-hal ise "et-tâbi-în (mealde; erkekler)"deki müzekker zamirdir. [292]

17- Çocuklar:

"Çocuklar" buyruğu çoğul anlamında cins ismidir. Buna delil ise "O kimseler ki..." ile nitelendirilmesidir. Hafsa'nın, Mushafında ise;.
"Çocuklar" şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Ergenlik yaşına yak-laşmadıkça (küçüğe) tıfl (çocuk) denilir.
"Kadınların avret yerlerini henüz anlamayan" ifadesi, kadınlarla ilişki kuracak durumda olmayanlar, demektir. Bu da yaşlan küçük olduğundan dolayı cima' maksadıyla kadınların avretlerini açmamış kimseler anlamındadır. Kadınlarla ilişki kurabilecek yaşa ulaşmamış çocuklar diye de açıklanmıştır. Nitekim; "O şeyi bildim" anlamındadır. Yine bu ifade, o şeyi kahrettim, ona güç yetirebildim anlamına gelir.
Cumhur "avret yerleri" kelimesindeki "vav" harfini sakin olarak okumuşlardır. Çünkü "vav"ın üzerinde hareke ağırdır. İbn Abbas'tan "vav" harfini üstün okuduğu rivayet edilmiştir, "(o-birj tt): Tencere, tencereler" gibi. el-Ferrâ da, Kayslıların bu kelimeyi "vav" harfini üstün olarak okuduklarını nakletmektedir. en-Nehhâs: Kıyas böyle söylenebilmesini gerektirir, çünkü bu bir sıfat değildir. Nitekim "Caz önce geçen) tencere, tencereler" kelimesinde de böyledir. Şu kadar var ki "Avret yerleri" kelimesi ve beherlerinde (vav harfini) sakin okumak daha güzeldir. Zira "vav" hareke alıp da, makabli de harekeli İse o takdirde elife kalbedilir. Bu şekilde söylenecek olursa da anlam ortadan kalkar. [293]

18- Yüz ve Ellerin Dışında Kalan Vücudun Sair Yerlerini Çocuğa Karşı Örtmenin Hükmü:

İlim adamları küçük çocuğun karşısında yüz ve ellerin dışında kalan bedenin diğer yerlerini örtmenin hükmü hususunda farklı görüşlere sahibtir. Bu görüşlerden birine göre bu, bağlayıcı değildir, zira çocuk mükellef değildir, sahih olan görüş de budur. Diğerine göre ise lazımdır, çünkü çocuk da bazen arzu duyabilir. Örtünmekle emrolunmuş olan kadın da arzu duyabilir. Şayet ergenlik çağına yaklaşacak olursa, tesettüre riayetin vücubu hususunda ergenlik yaşına basmış çocuk hükmündedir. Şehveti kaybolmuş yaşlı da onun gibidir. Yine onda da tıpkı küçük çocukta olduğu gibi, iki farklı görüş dile getirilmiştir. Sahih olan ise (avreti açmanın) haramlığının kalıcı olduğudur. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır. [294]

19-Avret Mahalli:

Ön ve arkanın hem erkek, hem kadın için avret olduğunu müslümanlar icmâ' ile kabul etmişlerdir. Yine kadının tamamen -yüz ve elleri müstesnâ-avret olduğunda da icmâ' etmişlerdir. Ancak yüz ve elleri hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İlim adamlarının çoğunluğu da erkeğin avretinin göbekten, diz kapağına kadar olduğunu kabul etmişlerdir ve bu avretinin görülmesi caiz değildir. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden el-A'râf Sû-resi'nde (7/26. âyet, 1. bastıkta) geçmiş bulunmaktadır. [295]

20- Kadınların Avreti ve Avretlerini Gösterebilecekleri Bazı Kimseler ile İlgili Açıklamalar:

Re'y ashabı derler ki: Kadının kölesine karşı avreti göbek île diz kapağı arasındadır.[296]
îbnu'I-Arabî der ki: Onlar sanki bu durumda hanımefendiyi erkek, köleyi de kadın gibi değerlendirmişlerdir. Yüce Allah ise kadına bakmayı ya da ondan zevk almayı mutlak olarak haram kılmış, ondan sonra kadından zevk almayı kocalara helâl ktldığı gibi, cariyeleri de helâl kılmıştır. Daha sonra oni-ki kişiye karşı süslenmeyi istisna etmiştir, köle de bunlardandır. Böyle bir kanaatle bizim nasıl ilgimiz olabilir? Bu yanlış bir görüştür ve doğruluktan uzak bir ictihaddtr. Bazıları yüce Allah'ın: "Cariyelerinden" buyruğunu yalnızca cariyeler hakkında te'vil etmiş, köleleri dışarda bırakmıştır. Said b. el-Musey-yeb bunlardan birisidir. Peki nasıl olur da bu açıklamalarında köleyi dışarda bırakırlar, sonra da erkek köleleri kadınlar gibi değerlendirirler? Bu gerçekten uzak bir ihtimaldir. İbnu'l-Arabî der ki; Şöyle de denilmiştir: İfadenin takdiri şöyledir: Yahut onların ihtiyaç sahibi olmayan köleleri ile kadınlara meyli olmayan erkekler... Bu açıklamayı da el-Mehdevî nakletmiştir. [297]

21- Ayakları Yere Vurmadan Yürümek:

"Gizledikleri zînetleri bilinsin diye de ayaklarını vurmasınlar" buyruğu şu demektir: Kadın yürüdüğü vakit ayağındaki halhalların sesleri İşitilmesin diye ay_ağını yere vurarak yürümez. Çünkü zînetin sesini işittirmek, tıpkı onu açıkça göstermek gibidir. Hatta daha da ileridir, oysa maksat tesettürdür.
Taberî senedini kaydederek el-Mu'temir'den, o babasından naklen şöyle dediğini zikreder: Hadramî'nin iddiasına göre bir kadın, biri gümüşten, biri de boncuktan iki halhal edinip bunları ayak bileklerine takınmış. Erkeklerin yanından geçtiğinde, ayağını yere vurunca halhal boncuğa isabet edip ses çıkarmış. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme inmiş.
Böyle bir 2Înetin sesinin işitilmesi onu açığa çıkarmaktan daha çok şehveti tahrik eder. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. [298]

22- Zîneti Dolayısıyla Şımarmak:

Zîneti dolayısıyla şımanp böyle yapan kadınların bu davranışları mekruhtur. Bunu süslenmek ve erkeklerin dikkatini çekmek için yapmak ise haramdır ve yerilmiştir.
Erkek de kendisini beğenerek (ucb) ayağını yere vurursa bu haramdır. Çünkü ucb büyük bir günahtır. Eğer bunu süslenmek kastı İle yaparsa, bu da caiz değildir. [299]

23- Bu Âyetteki Zamirlerin Sayısı:

Mekkî -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Kitabında bu âyetten daha çok zamir ihtiva eden bir başka âyet-i kerîme yoktur. Bu âyet-i kerîmede mecrûr ve merfû' olmak üzere mü'rain hanımlara ait yirmi beş zamir vardır.[300]

Bu âyet-i kerîmenin: "Ey İman edenleri Allah'a topluca terbc edin ki felah bulaşınız" bölümüne dair açıklamalarımızı da iki başlık halinde sunacağız.[301]

24- Tevbenin Gereği:

"Teybe edin" buyruğu bir emirdir. Tevbenin vacib ve bir farz-ı ayn olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. Buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisâ Sûresi (4/17-18. âyetler, 1. başlık ve devamı) ile başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bunları tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Buyruğun anlamı: Allah'a tevbe ediniz, çünkü sizler yanılmaktan, yüce Allah'ın haklannı edâ etmekte kusurlu hareket etmekten uzak kalamazsınız. O bakımdan durum ne olursa olsun tevbeyi terketmemelisiniz. [302]

25- "Ey: Eyyuhâ'nın Okunması:

Cumhur: "Ey" lafzım "he" harfini üstün olarak okumuştur. İbn Âmir ise ötreli okumuştur. Bunun izahı da "he" harfini bizzat kelimenin kendisinden kabul etmesi şeklinde yapılır. Bu durumda münâdanın i'rabı da onun üzerinde yapılmış olur. Ebu Ali ise bunun oldukça zayıf olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: İsmin sonu "ey'in ikinci "ya"sıdır. O bakımdan ötrenin ismin sonunda yer alması gerekir. Şayet burada kelime ile bir arada gelmesi dolayısıyla "he"nin ötreli olması caiz olursa, o takdirde "Allahumme" lafzında "mim" harfinin de uzunca bir ifadede, sonraki bir kelimeyle bir arada geleceğinden ötreli okunması da caiz olmalıdır. Sahih olan ise sudun Peygamber (sav)dan bir kıraat şekli sabit olduğu takdirde geriye dilde bunun doğru olduğuna inanmaktan başka bir şey kalmaz. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm delilin tâ kendisidir. el-Ferrâ buna şu beyiti de örnek gösterir:
"Ey başka bir şey kabul etmeksizin direten kalb,
Beyaz, güzel yüzlü ve siyaha çalan dudaklılardan ayılıp, kendine gel!"
Bazıları da: "Ey" üzerinde durak yaparlar, Bazıları da "elif" ile; diye durak yaparlar. Çünkü bunun vash halinde bu "elifin hazfedi-liş illeti hem kendisinin, hem de ondan sonra gelen "lâm"ın sakin oluşudur. Vakıf yapıldığı takdirde illet ortadan kalkar, dolayısı İle elif de eski haline döner. Nitekim: "İhramda iken aylanmayı helâl saymamak şartı İle" buyru-ğundaki "Helâl saymak" kelimesi üzerinde vakıf yapılırsa, "ya" aynı şekilde geri döner.
Burada sözünü ettiğimiz kıraat farklılığı yüce Allah'ın: "Ey sihirbaz" (ez-Zuhruf, 43/49) buyruğu ile "Ey ağır yükler altında bulunan iki fırka (insanlar ve cinler)" (er-Rahmân, 55/31) buyruklarında da aynı şekilde söz konusudur. [303]
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt