bu nasıl görüştür böyle insanlari cihadın asıl manasindan uzaklastirmak için herşeyi söylemiş Subhanallah
Zâlim Sultana Karşı
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
1988 - Eylul, Sayı: 031, Sayfa: 009
Ebû Saîd el-Hudrî, radıye anhu'1-Barî, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:
"Cihadın en üstünü zâlim sultana karşı doğruyu söylemektir."(1)
TESBİT
Dinimiz hayr ve mutluluk idealini ferd ve toplum planında gerçekleştirecek esaslara ve sisteme sahiptir. Bu esasların uygulamasının kontrolünü de ayrıca belli prensiplere bağlamıştır. Her kademede geçerli olan emir bi'l-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker, konuya ait temel prensibin adıdır. Bunun tarih içinde İhtisab Müessesesi ile kurumlaştığına şahid olmaktayız.
İslâmiyet, hak ve adalet duygularıyla donattığı mü'min gönülleri, haktan yana olmak idealiyle olgunlaştırdığı ruhları, her türlü gelişmeye ve günlük olaylara aynı hassasiyet ve hak duygusuyla bakma, gerekli tavrı alma duyarlılığına ve sorumluluğuna çağırmaktadır. Bu sebeple mü'min etrafında gördüklerine "adam aldırma da geç git" diyemez. Kendisini çevre-sinde olup bitenlerden sorumlu hisseder ve bildiği doğrular istikametinde tam bir hayranlıkla hareket eder bunu kutlu bir "görev" bilir. Herhalde zaman, zaman gündeme gelen ve aranan "sosyal denetim" ya da "toplum denetimi" de böyle davranışlarla teşekkül eder.
Öte yandan cihad, en genel ifadesiyle, Allah rızası dışında hiç bir karşılık beklemeksizin, düşman güçlere karşı hak adına gerekeni yapmak, yani iyilik idealinin bedelini ödemek demektir. Bu sebeple de Sevgili Peygamberimiz tarafından "din binasının zirvesi"(2), yani din adına yapılacak en üst seviyede en soylu hareket olarak tanımlanmıştır. "Hakkı yaşama ve yayma" teşebbüslerinin her türlüsüne delâlet eden ve bizatihi fazilet olan cihad'ın zaman zaman, yer yer, ya da farklı açılardan değerlendirildiğinde, "en üstün" olan değişik şekilleri ile karşılaşmak mümkün ve tabiîdir. Ya da her kişi için "en üstün" bir cihad türü daima vardır. Hadisimiz ise, hemen herkes için "en zor" bir cihad türüne dikkatlerimizi çekmektedir: "Zâlim sultana karşı gerçeği söylemek.."
UNSURLAR
Hadisimizde cihad, gerçeği söylemek, sultan ve zulüm kavramları yer almaktadır. Cihad'ı çok genel bir şekilde tarif ettik. Gerçeği söylemek, hadiste "kelime-i hak veya kelime-i adl" şeklinde yer almaktadır. Her ikisi de aynı anlamdadır. Pek tabiî olarak da söylenecek hak sözün, uzun bir nutuk olması ile tek bir kelime olması arasında hiç fark yoktur. Önemli olan gerçek ve zâlim yetkiliye karşı söylenmiş olmasıdır.
Bize öyle geliyor ki hadisimizde sultan, toplumdaki güç odaklarının, toplumu en geniş ölçüde etkileme imkanlarına sahip bulunan özel ve tüzel kişilerin en üst seviyede temsilcisidir. Geçmişte toplumları imam, emir, sultan vb. kelimelerle anılan başkaları büyük ölçüde etkilemekteydi. Bugün bu etkileme, değişik kapsam ve anlam içinde özerk ya da kendilerine tanınan yasal çerçevede bağımsız bazı kurum ve kuruluşlarca da sürdürülebiliyorsa, topluma hakimiyet oranlarına göre onları da "sultan" kabul etmek ve onlara da "gerçeği" söylemek "en üstün cihad niteliğinde" bir hareket olarak değerlendirilebilir. Özellikle bugün kitle iletişim ve haberleşme vasıtaları yazılı ve sözlü yayın organları -ki bunlar kendilerini toplumu etkilemekte "birinci güç" ilan etmektedirler- "yönlendirici güç" anlamı içinde sultan kabul edilip hakikati onlara karşı söylemek ve savunmak bunların gerçek güçleri ölçüsünde en üstün ya da en etkili cihad olarak düşünülmelidir.
Sultana karşı gerçeğin söylenmesini "en üstün cihad" kılan şey, sultanın zulümle sıfatlanmış, zulmü kendisine hak sanmış olmasıdır. Bu sebeple hadisimizin bütün rivâyetlerinde değişmeyen tek kelime, zâlim anlamına gelen "cair"dir. Râviler diğer kelimeleri aynı mânâya gelen farklı lafızlarla değiştirdikleri halde bu kelimeyi aynen muhafaza etmişlerdir.
YORUMLAR
Tabiatıyla ulemâ, ta başlangıçtan beri "zâlim sultan katında söylenecek hak ya da doğru sözün neden en üstün cihad" sayıldığını yorumlamaya çalışmışlardır.
İlk yorum, Sünen-i Ebî Dâvud'un ilk şârihi Hattâbî (V.388/998)'ye aittir. O şöyle diyor: Düşmana karşı cihada çıkan ölüm korkusu, yaşama ümidi arasındadır. Yenecek mi, yenilecek mi bilemez. Halbuki sultan, bütün yetki ve gücüyle karşıdadır. Ona hakkı söyleyen, onu bir kötülükten men etmeye kalkan, kendisini telefe hedef etmiş demektir. Sonucu baştan belli bir işe girişmiştir. Bu sebeple de cihad türlerinin en üstünü zâlim sultana karşı gerçeği söylemektir.
Aliyyu'l-Kârî'ye kadar bütün şarihler Hattâbî'nin bu yorumunu nakletmekle yetinmişlerdir. Aliyyu'l Kaarî ise başka yorumlara konuyu biraz daha zenginleştirmiştir. Mesela o diyor ki: Sultana hakikati söylemek en büyük cihad olmuştur. Çünkü sultanın zulmü, emri altındaki çok büyük bir topluluğa yöneliktir. İnsan sultanı zulümden nehyetti mi, bunun faydası büyük kalabalıklara ulaşır. Halbuki cihad ederek bir kafiri öldürmek böyle değildir. Zâlim sultana karşı söylemekte bir toplumun kurtarılması, mutluluk ve rahatını temin etmek vardır. Asıl cihadda ise, bir veya birkaç kafirin kanını akıtmak vardır. Bu ikisi mukayese edilecek olursa, "cihadın en üstünü"nün müslümanları zülmden kurtarmak olduğu anlaşılır.
Öte yandan bir müslümanı katilden kurtarmak, bir kâfiri katletmekten elbette üstündür. ".. Kim onu ölümden kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur"(3) âyetinde bu konuya işaret vardır. Nitekim bu sebeple hadis kitaplarında nikah bölümleri daima cihad ve siyer bölümlerinden öne alınmıştır. Zira bir mü'mini ihyâ, bir kâfiri öldürmek (itlaf)tan evlâdır.
Gazzâlî de "emîr'i kötülükten alıkoymak güç ister. Bu da herkeste bulunmaz. Büyük sakıncalar doğurabilir. Fitne ve anarşi yaygınlaşabilir. Eğer ortaya çıkması muhtemel sakınca sadece gerçeği söyleyenin nefsi içinse, caiz, hatta mendûb olur. Yok eğer umuma şâmil bir kötü netice doğuracaksa o zaman caiz değildir." demektedir.
SELEFİN ÂDETİ
Hataları ihtar, sözünü hiç çekmeden söylemek selefin uygulamaları arasındadır. Onlar bunu cihad ve şehitlik olarak bilir ve kabullenirlerdi. Onlar öyle yetiştirilmişlerdi.Yöneticiler de buna baştan razı idi. Yönettiklerini buna teşvik ederlerdi... İşte ilk halife Hz. Ebû Bekr, daha halife seçildiği ilk gün, "Ben Allah ve Resûlü'ne itaat ettiğim sürece, siz de bana itaat ediniz. Ben bu çizgiden çıkarsam, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez." derken, ne ölçüde duyarlı bir toplum istediğini de ortaya koymuş oluyordu.
"Ben hak ve adaletten ayrılırsam bana ne yaparsınız?" sorusunu çevresindekilere yöneltip, "Seni kılıçlarımızla doğrulturuz" cevabını alınca; "Beni kılıçlarıyla düzeltecek insanlar var, hamdolsun ya Rabb" diye şükürler, teşekkürler eden adil Ömer... Toplumdaki duyarlığın kalite ve boyutuna şükrediyordu.
DUYARLIK - TAKVA İLİŞKİSİ
Yüce kitabımızdaki dua ayetlerinden biri, duyarlı bir toplumu hem tarif ediyor hem de yöneticilerin böyle bir arayış ve dilek içinde bulunmaları gereğini hatırlatıyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar cemaat ve devlet hatta imparatorluk yöneticilerinin hep bu niyet ile yönettiklerine dikkat etmelerini istiyor:
" .. Bizi Allah saygısı ile dopdolu olanlara imam (lider) yap!" (4)
"Allah saygısı" diye ifâde etmeye çalıştığımız takvâ, mü'min duyarlığının adı olurken, yönettiklerinin bu kalitede olmasını istemek de uyanık ve mü'min yöneticilerin görevi ve dileği olmaktadır. İnsanlardan değil, Allah'tan korkan ve çekinen insanlara lider olmak, onları yönetmek oldukça kolay ve rahattır. Zira onlar, daima iyilik ve hak adına yöneticilerin yardımcıları, haksızlıklar ve haksızların düşmanıdırlar.
Duyarlığın en büyük engeli insanlardan çekinmedir. Hadîsimizin bir rivayeti bu gerçeği gözler önüne şöylece sermekte ve bu noktada da hak adına cesaret istemektedir: "Zalim sultan karşısında söylenen doğru sözden daha üstün bir şey yoktur. Binaenaleyh insanlardan çekinme duygusu, hiç birinizi gördüğü ya da duyduğu gerçeği söylemekten alıkoymasın. (5)
TEPKİ İSTEĞİ
Duyarlık, tepki ile tezahür eder. Tepki ise, tasvîb-takdir, red ve tenkid şeklinde ortaya konur. Zamanında tepki görmeyen yanlışlar ya da takdir edilmeyen doğrular zamanla önlenemez sıkıntıların amili olabilirler. Kişiler için vurdumduymazlık ne ise, toplumlar için de tepkisizlik odur. Aslında her düşünce ve ideoloji kendi ilke ve prensipleri adına toplumda belli bir duyarlık yani tepki ister ve bekler. Buna her sistemin ihtiyacı vardır. Hadisimiz, hak adına zalim sultan karşısında bile bu tepkinin gösterilmesi gereğini ve şerefini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla hadisimiz, en üst düzeyde hakkı, doğruyu söyleyebilmek için o imkan ve güce sahip olunması lazım geldiğine de işaret etmektedir.
Hasılı, zâlim sultan karşısında gerçeği söylemek, tehlikesi söyleyene; faydası ise, topluma yönelik olduğu için en büyük, en üstün ve en soylu cihad olmaktadır.
Dipnotlar : 1- Ebû Davud, melahim 17; bk. Tirmizî, fiten 13; Nesâi, bey'at 37; İbn Mace, fiten 20; Ahmed b. Hanbel, III, 19,61; IV, 314, 315; V, 251, 256. Beyhakî, es-Sünenu'l-kübra, x, 91; Beğavî, Şerhu's-sünne, x, 65-66, 2- Tirmizî, iman 8, 3- el-Maide (5), 32, 4- el-Furkan (25), 74, 5- Ahmed b. Hanbel, III, 161
https://www.islam-tr.org/hadis-ve-h...sultana-hakki-soylemek-en-buyuk-cihaddir.html