Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Nureddin Yıldız Hoca Hakkında Bilgi

  • Konbuyu başlatan takva1
  • Başlangıç tarihi
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
T Çevrimdışı

takva1

Misafir
Kardeşler sosyal doku vakfının Nureddin yıldız hocanın bazen sohbetlerini dinliyorumda. Hocaefendi hakkında şahsiyeti,itikadi görüşleri hakkında bilgi verebilirmisiniz ?
sohbetlerinden bir tanesi..

Demokrasi Putu

 
Ebu Muhammed Eymen Çevrimdışı

Ebu Muhammed Eymen

Bir adım öteside, Bin adım öteside toprak..
Frm. Yöneticisi
bu nasıl görüştür böyle insanlari cihadın asıl manasindan uzaklastirmak için herşeyi söylemiş Subhanallah
 
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
bu nasıl görüştür böyle insanlari cihadın asıl manasindan uzaklastirmak için herşeyi söylemiş Subhanallah

Zâlim Sultana Karşı
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
1988 - Eylul, Sayı: 031, Sayfa: 009

Ebû Saîd el-Hudrî, radıye anhu'1-Barî, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir:

"Cihadın en üstünü zâlim sultana karşı doğruyu söylemektir."(1)

TESBİT

Dinimiz hayr ve mutluluk idealini ferd ve toplum planında gerçekleştirecek esaslara ve sisteme sahiptir. Bu esasların uygulamasının kontrolünü de ayrıca belli prensiplere bağlamıştır. Her kademede geçerli olan emir bi'l-ma'rûf ve nehiy ani'l-münker, konuya ait temel prensibin adıdır. Bunun tarih içinde İhtisab Müessesesi ile kurumlaştığına şahid olmaktayız.

İslâmiyet, hak ve adalet duygularıyla donattığı mü'min gönülleri, haktan yana olmak idealiyle olgunlaştırdığı ruhları, her türlü gelişmeye ve günlük olaylara aynı hassasiyet ve hak duygusuyla bakma, gerekli tavrı alma duyarlılığına ve sorumluluğuna çağırmaktadır. Bu sebeple mü'min etrafında gördüklerine "adam aldırma da geç git" diyemez. Kendisini çevre-sinde olup bitenlerden sorumlu hisseder ve bildiği doğrular istikametinde tam bir hayranlıkla hareket eder bunu kutlu bir "görev" bilir. Herhalde zaman, zaman gündeme gelen ve aranan "sosyal denetim" ya da "toplum denetimi" de böyle davranışlarla teşekkül eder.

Öte yandan cihad, en genel ifadesiyle, Allah rızası dışında hiç bir karşılık beklemeksizin, düşman güçlere karşı hak adına gerekeni yapmak, yani iyilik idealinin bedelini ödemek demektir. Bu sebeple de Sevgili Peygamberimiz tarafından "din binasının zirvesi"(2), yani din adına yapılacak en üst seviyede en soylu hareket olarak tanımlanmıştır. "Hakkı yaşama ve yayma" teşebbüslerinin her türlüsüne delâlet eden ve bizatihi fazilet olan cihad'ın zaman zaman, yer yer, ya da farklı açılardan değerlendirildiğinde, "en üstün" olan değişik şekilleri ile karşılaşmak mümkün ve tabiîdir. Ya da her kişi için "en üstün" bir cihad türü daima vardır. Hadisimiz ise, hemen herkes için "en zor" bir cihad türüne dikkatlerimizi çekmektedir: "Zâlim sultana karşı gerçeği söylemek.."

UNSURLAR

Hadisimizde cihad, gerçeği söylemek, sultan ve zulüm kavramları yer almaktadır. Cihad'ı çok genel bir şekilde tarif ettik. Gerçeği söylemek, hadiste "kelime-i hak veya kelime-i adl" şeklinde yer almaktadır. Her ikisi de aynı anlamdadır. Pek tabiî olarak da söylenecek hak sözün, uzun bir nutuk olması ile tek bir kelime olması arasında hiç fark yoktur. Önemli olan gerçek ve zâlim yetkiliye karşı söylenmiş olmasıdır.

Bize öyle geliyor ki hadisimizde sultan, toplumdaki güç odaklarının, toplumu en geniş ölçüde etkileme imkanlarına sahip bulunan özel ve tüzel kişilerin en üst seviyede temsilcisidir. Geçmişte toplumları imam, emir, sultan vb. kelimelerle anılan başkaları büyük ölçüde etkilemekteydi. Bugün bu etkileme, değişik kapsam ve anlam içinde özerk ya da kendilerine tanınan yasal çerçevede bağımsız bazı kurum ve kuruluşlarca da sürdürülebiliyorsa, topluma hakimiyet oranlarına göre onları da "sultan" kabul etmek ve onlara da "gerçeği" söylemek "en üstün cihad niteliğinde" bir hareket olarak değerlendirilebilir. Özellikle bugün kitle iletişim ve haberleşme vasıtaları yazılı ve sözlü yayın organları -ki bunlar kendilerini toplumu etkilemekte "birinci güç" ilan etmektedirler- "yönlendirici güç" anlamı içinde sultan kabul edilip hakikati onlara karşı söylemek ve savunmak bunların gerçek güçleri ölçüsünde en üstün ya da en etkili cihad olarak düşünülmelidir.

Sultana karşı gerçeğin söylenmesini "en üstün cihad" kılan şey, sultanın zulümle sıfatlanmış, zulmü kendisine hak sanmış olmasıdır. Bu sebeple hadisimizin bütün rivâyetlerinde değişmeyen tek kelime, zâlim anlamına gelen "cair"dir. Râviler diğer kelimeleri aynı mânâya gelen farklı lafızlarla değiştirdikleri halde bu kelimeyi aynen muhafaza etmişlerdir.

YORUMLAR

Tabiatıyla ulemâ, ta başlangıçtan beri "zâlim sultan katında söylenecek hak ya da doğru sözün neden en üstün cihad" sayıldığını yorumlamaya çalışmışlardır.

İlk yorum, Sünen-i Ebî Dâvud'un ilk şârihi Hattâbî (V.388/998)'ye aittir. O şöyle diyor: Düşmana karşı cihada çıkan ölüm korkusu, yaşama ümidi arasındadır. Yenecek mi, yenilecek mi bilemez. Halbuki sultan, bütün yetki ve gücüyle karşıdadır. Ona hakkı söyleyen, onu bir kötülükten men etmeye kalkan, kendisini telefe hedef etmiş demektir. Sonucu baştan belli bir işe girişmiştir. Bu sebeple de cihad türlerinin en üstünü zâlim sultana karşı gerçeği söylemektir.

Aliyyu'l-Kârî'ye kadar bütün şarihler Hattâbî'nin bu yorumunu nakletmekle yetinmişlerdir. Aliyyu'l Kaarî ise başka yorumlara konuyu biraz daha zenginleştirmiştir. Mesela o diyor ki: Sultana hakikati söylemek en büyük cihad olmuştur. Çünkü sultanın zulmü, emri altındaki çok büyük bir topluluğa yöneliktir. İnsan sultanı zulümden nehyetti mi, bunun faydası büyük kalabalıklara ulaşır. Halbuki cihad ederek bir kafiri öldürmek böyle değildir. Zâlim sultana karşı söylemekte bir toplumun kurtarılması, mutluluk ve rahatını temin etmek vardır. Asıl cihadda ise, bir veya birkaç kafirin kanını akıtmak vardır. Bu ikisi mukayese edilecek olursa, "cihadın en üstünü"nün müslümanları zülmden kurtarmak olduğu anlaşılır.

Öte yandan bir müslümanı katilden kurtarmak, bir kâfiri katletmekten elbette üstündür. ".. Kim onu ölümden kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur"(3) âyetinde bu konuya işaret vardır. Nitekim bu sebeple hadis kitaplarında nikah bölümleri daima cihad ve siyer bölümlerinden öne alınmıştır. Zira bir mü'mini ihyâ, bir kâfiri öldürmek (itlaf)tan evlâdır.

Gazzâlî de "emîr'i kötülükten alıkoymak güç ister. Bu da herkeste bulunmaz. Büyük sakıncalar doğurabilir. Fitne ve anarşi yaygınlaşabilir. Eğer ortaya çıkması muhtemel sakınca sadece gerçeği söyleyenin nefsi içinse, caiz, hatta mendûb olur. Yok eğer umuma şâmil bir kötü netice doğuracaksa o zaman caiz değildir." demektedir.

SELEFİN ÂDETİ

Hataları ihtar, sözünü hiç çekmeden söylemek selefin uygulamaları arasındadır. Onlar bunu cihad ve şehitlik olarak bilir ve kabullenirlerdi. Onlar öyle yetiştirilmişlerdi.Yöneticiler de buna baştan razı idi. Yönettiklerini buna teşvik ederlerdi... İşte ilk halife Hz. Ebû Bekr, daha halife seçildiği ilk gün, "Ben Allah ve Resûlü'ne itaat ettiğim sürece, siz de bana itaat ediniz. Ben bu çizgiden çıkarsam, sizin de bana itaat etmeniz gerekmez." derken, ne ölçüde duyarlı bir toplum istediğini de ortaya koymuş oluyordu.

"Ben hak ve adaletten ayrılırsam bana ne yaparsınız?" sorusunu çevresindekilere yöneltip, "Seni kılıçlarımızla doğrulturuz" cevabını alınca; "Beni kılıçlarıyla düzeltecek insanlar var, hamdolsun ya Rabb" diye şükürler, teşekkürler eden adil Ömer... Toplumdaki duyarlığın kalite ve boyutuna şükrediyordu.

DUYARLIK - TAKVA İLİŞKİSİ

Yüce kitabımızdaki dua ayetlerinden biri, duyarlı bir toplumu hem tarif ediyor hem de yöneticilerin böyle bir arayış ve dilek içinde bulunmaları gereğini hatırlatıyor. En küçüğünden en büyüğüne kadar cemaat ve devlet hatta imparatorluk yöneticilerinin hep bu niyet ile yönettiklerine dikkat etmelerini istiyor:

" .. Bizi Allah saygısı ile dopdolu olanlara imam (lider) yap!" (4)

"Allah saygısı" diye ifâde etmeye çalıştığımız takvâ, mü'min duyarlığının adı olurken, yönettiklerinin bu kalitede olmasını istemek de uyanık ve mü'min yöneticilerin görevi ve dileği olmaktadır. İnsanlardan değil, Allah'tan korkan ve çekinen insanlara lider olmak, onları yönetmek oldukça kolay ve rahattır. Zira onlar, daima iyilik ve hak adına yöneticilerin yardımcıları, haksızlıklar ve haksızların düşmanıdırlar.

Duyarlığın en büyük engeli insanlardan çekinmedir. Hadîsimizin bir rivayeti bu gerçeği gözler önüne şöylece sermekte ve bu noktada da hak adına cesaret istemektedir: "Zalim sultan karşısında söylenen doğru sözden daha üstün bir şey yoktur. Binaenaleyh insanlardan çekinme duygusu, hiç birinizi gördüğü ya da duyduğu gerçeği söylemekten alıkoymasın. (5)

TEPKİ İSTEĞİ

Duyarlık, tepki ile tezahür eder. Tepki ise, tasvîb-takdir, red ve tenkid şeklinde ortaya konur. Zamanında tepki görmeyen yanlışlar ya da takdir edilmeyen doğrular zamanla önlenemez sıkıntıların amili olabilirler. Kişiler için vurdumduymazlık ne ise, toplumlar için de tepkisizlik odur. Aslında her düşünce ve ideoloji kendi ilke ve prensipleri adına toplumda belli bir duyarlık yani tepki ister ve bekler. Buna her sistemin ihtiyacı vardır. Hadisimiz, hak adına zalim sultan karşısında bile bu tepkinin gösterilmesi gereğini ve şerefini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla hadisimiz, en üst düzeyde hakkı, doğruyu söyleyebilmek için o imkan ve güce sahip olunması lazım geldiğine de işaret etmektedir.

Hasılı, zâlim sultan karşısında gerçeği söylemek, tehlikesi söyleyene; faydası ise, topluma yönelik olduğu için en büyük, en üstün ve en soylu cihad olmaktadır.

Dipnotlar : 1- Ebû Davud, melahim 17; bk. Tirmizî, fiten 13; Nesâi, bey'at 37; İbn Mace, fiten 20; Ahmed b. Hanbel, III, 19,61; IV, 314, 315; V, 251, 256. Beyhakî, es-Sünenu'l-kübra, x, 91; Beğavî, Şerhu's-sünne, x, 65-66, 2- Tirmizî, iman 8, 3- el-Maide (5), 32, 4- el-Furkan (25), 74, 5- Ahmed b. Hanbel, III, 161

https://www.islam-tr.org/hadis-ve-h...sultana-hakki-soylemek-en-buyuk-cihaddir.html
 
Ömer İbn Abdulaziz Çevrimdışı

Ömer İbn Abdulaziz

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
x post: 0"' Alıntı:
vallahi ben anlamıyorum bunun itikadı ne şunun itikadı ne forumda hep görüyorum bizleri ilgilendirir mi biz zaten itikadımızı kişilerden alacak değiliz biz sözün en güzeline uyanlardan değil miyiz? ben bir kaç güzel konuşmasını dinledim itikadını bilmiyorum.. diyeceğim o ki birinden fayda ve zararı ayırd edebilecek düzeydeysek ondan her türlü faydalanabiliriz takva1 kardeşim yanlış anlama genel söylüyorum

Bizim dönemimiz gibi bir fitne döneminde insanların itikadını sormak ve ona göre o kimseyi takip etmekte hiçbir sakınca yoktur. Tam aksine böyle olması gerekir. Aksi halde birkaç tevhid'i söylemi olan Alparslan Kuytul gibi İslam'ın asıllarından cahil olan kimseler dahi alim olarak tanıtılabiliyor.

Konuyu açan arkadaşta İslam'i bazı söylemleri olan bir kimsenin doğal olarak itikadını merak etmiş ve sormuş. Sen ise bizleri ilgilendirir mi demişsin. Evet ilgilendirir çünkü bidat ve sapıklık ehli kimselerin kitaplarını okumak, sohbetlerini dinlemek insanın kalbine şüphe sokabilir. Bu sebeple alimler bidat ehli kimselerin meclislerinde bulunmaktan, onlardan ilim taleb etmekten nehyetmişlerdir.

Abdullah İbn Mubarek (Rahmetullahu aleyh) diyor ki:"Sahabe'nin ihtilafı meselesinde Kufe ehlinden, kılıç konusunda Şam ehlinden, kader meselesinde Basra ehlinden bir şey alma. İrca meselesinde Horasan ehlinden, sarf meselesinde Mekke ehlinden, şarkı meselesinde Medine ehlinden bir şey alma. Onların her birinden bu zikrettiklerimizi alma."

(İmam Berbehari - Şerhu's Sunne)

Abdullah İbn Abbas'ın talebelerinden Ata ibn Rebah Mekke'deydi ve bir gün Ebu Hanife ona soru sormak için geldi. Ata Ebu Hanife'ye dedi ki:"Nereden geliyorsun?" Ebu Hnaife "Kufe'den" dedi. Ata:"Dinlerini parça parça edenlerin olduğu yerden geliyorsun" dedi ve sordu "Sen kimlerdensin?" Ebu Hanife dedi ki:"Ben Selefe sövmeyen, kadere iman eden, bir Müslümanı büyük günahı sebebiyle tekfir etmeyenlerdenim" Bunun üzerine Ata :"Yaklaş, sen bendensin" dedi.

Gördüğümüz gibi Ata ibn Rebah fitne beldesinden gelen Ebu Hanife'ye görüşlerini soruyor ve Ebu Hanife'de cevap veriyor. Buna benzer birçok rivayet alimlerin kitaplarında nakledilmiştir. Şirkin ve küfrün bu denli yaygınlaştığı bu asırda ise bir kimsenin alim olarak tanınan birilerinin itikadını sorması çok normaldir. Hatta olması gerekendir. Aksi halde dediğim gibi İslam'la hiçbir ilgisi olmayan adamlar alim olarak anılıyor. Ki Nurettin Yıldız'da bunlardan biridir. Sofilik, Laiklik, demokrasi aleyhine yaptığı birkaç sohbet yüzünden bugün Tevhid'i cemaatler tarafından bile hoca olarak anılıyor.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
E Çevrimdışı

Ebu & Dücane

Misafir
Hepiniz Alimsiniz Cihad hakkında ki konuşmalarını yazıp CİHADIN farzı ayn olduğunu söyleyip hala burada bulunabiliyorsunuz öyle mi ?

Belki sırasını yada vaktini bekleyenler vardır,hemen hüküm verme.Konu önder olarak bilinen alimlerin bu konudaki vaziyetleridir.

[FONT=&amp]ÖYLE BİR ZAMAN GELECEK Kİ [FONT=&amp]“Âyetlerimizi İptal Etmek İçin Yarışırcasına Koşanlara da,
Azabın En Kötüsünden Acıklı Bir Azap Vardır.”[FONT=&amp]
(Sebe’: 5)[FONT=&amp]“İnsanlar Üzerine Öyle Bir Zaman Gelecektir ki
İslâm’ın Yalnız İsmi, Kur’an’ın İse Resmi Kalacak.
Mescidler Dış Görünüşleri İle Mamur, Fakat İçleri Hidayetten Mahrum Olacak.
Onların Âlimleri Gökkubbe Altındakilerin En Şerlileridir.
Fitne Onlardan Çıktı ve Yine Onlara Dönecektir.”[FONT=&amp]
(Beyhakî)


[TD="width: 500"] [FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İnsan, bizim kendisini nutfeden (kerih bir sudan) yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Allah-u Teâlâ’ya hasım kesilenlerle, Allah-u Teâlâ ile alay etmek isteyenlerin iç durumunu ve âkıbetlerini size açıklıyorum.



[FONT=&amp]Mucize Hadis-i Şerif:[FONT=&amp]Hazret-i Ali -radiyallahu anh- Efendimiz’den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar ki:[FONT=&amp]“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki İslâm’ın yalnız ismi, Kur’an’ın ise resmi kalacak. Mescidler dış görünüşleri ile mamur, fakat içleri hidayetten mahrum olacak.[FONT=&amp]Onların âlimleri gökkubbe altındakilerin en şerlileridir. Fitne onlardan çıktı ve yine onlara dönecektir.” [FONT=&amp](Beyhakî)[FONT=&amp]Bu zamana “Seyyiat zamanı” denir. Bu seyyiat zamanında “İslâm’ım” diyenlerin hali bu olacak.[FONT=&amp]Hazret-i Kur’an’ı güzel kılıflar içerisinde evlerinin duvarlarına asacaklar, “Bak benim Kur’an’ım var!” diyecekler. Bazıları da eline alıp okuyacak, veya ezberleyecek, fakat onun ahkâmı mucibince amel etmeyecek.[FONT=&amp]Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bugünkü mescidleri olduğu gibi görmüşler. Kubbeli kubbeli camiler, yeşil yeşil halılar ne kadar güzel, ne kadar imarlı, fakat içinde adam yok.[FONT=&amp]Tahareti bilmez, istibraya dikkat etmez, daha camiye girmeden abdesti bozulmuştur, abdestsiz namaz kılar. Namaz kılanların yüzde doksanbeşi abdestsizdir. Ya nikâhsızdır, ya fâizcidir, ya bölücüdür ve dinin yasak ettiği diğer kötülükler kendilerinde mevcuttur, saymakla bitmeyen kötülükleri rahatlıkla yaparlar ve yine camiye de girerler. İçi adam dolu, fakat hidayetten mahrum.[FONT=&amp]Ulemânın durumu ise meydanda. Bunların yaptığı tahribatı hiçbir kâfir yapamaz. Çünkü onların cephesi var, tedbirini alırsın. Fakat bunlar İslâm gibi göründükleri için, çok büyük tahribat yaparlar. Dinleyenler sözüne inanır, müslümansa İslâm’dan çıkar, kâfir ise zaten küfründe devam eder.[FONT=&amp]Onlar fitneyi çıkardılar. Fakat Allah-u Teâlâ’nın bu fitneyi başlarına geçireceğini yine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz haber veriyorlar. Bunlar yanlarına kalmayacak. Dünyada da ahirette de. Çünkü bunlar münafıktır, yerleri esfel-i sâfilindir.[FONT=&amp]Nitekim Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:[FONT=&amp]“Allah’ın nurunu ağızlarıyla üfleyip söndümek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.” [FONT=&amp](Tevbe: 32)[FONT=&amp]Onun içindir ki gökkubbe altında en şerli insanlardır. “Gökkubbe altında en şerli” demek; papazdan da, hahamdan da, mecusiden de, yezididen de ve bütün bu gayri dinlerin en aşağısında olan demektir.[FONT=&amp]Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:[FONT=&amp]“Şüphesiz ki benden sonra ümmetimden bir zümre gelecektir. Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an’ın feyzi onların boğazlarından öteye geçmeyecektir. (Yalnız dilde kalacaktır.) Nitekim onlar okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, bir daha da ona dönemeyeceklerdir. İşte bütün insanların ve hayvanların en kötüsü bunlardır.”[FONT=&amp] (Müslim: 1067)[FONT=&amp]Bu mucize bir Hadis-i şerif’tir. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz 1400 sene sonra olacak hadiseleri mucize olarak haber vermiştir.[FONT=&amp]Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’de şöyle buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Şüphesiz ki Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü kâfir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.”[FONT=&amp] (Enfâl: 55)[FONT=&amp]Onların iman etmeleri beklenilemez.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Din-i mübin’i yıkmak için her türlü çareye başvurulmaktadır.[FONT=&amp]Şöyle ki; “Bir şehirde Ezan-ı muhammedî’yi bir yerde bir kişi okusun bütün camilerden dinlensin.” derler. Bu icraatları ile müezzinliği ve minareleri yok etmek isterler. Halbuki bunlar İslâm’ın sembolüdür. Her müezzinin çıkıp minarede ezan okuması lâzım. Zira onun memurudur. Allah için yapanlar çıkıyordu ya... Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:[FONT=&amp]“İnsanlar, müezzinlikte ve birinci saftaki sevabı bilseydiler, kurasız kimse ezan okuyamaz, birinci safta yer bulamazdı.” [FONT=&amp](Buhârî. Tecrîd-i sarîh: 366) “Kim yedi yıl sevabına inanarak ezan okursa; Allah bunu, onun ateşten kurtulmasına bir senet yapar.” (Tirmizî: 206)[FONT=&amp]“Müezzin, sesinin gittiği yer boyunca mağfiret olunur. Yaş ve kuru herşey onun lehine şehâdet eder.” [FONT=&amp](İbn-i Mâce: 724)[FONT=&amp]“Kıyamet günü boyunları en uzun olanlar müezzinlerdir.” [FONT=&amp](Müslim)[FONT=&amp]Yarın denilecek ki: “İmam bir kişi olsun, cemaat o bir kişiye uysun.” Bu defa camileri, imametle cemaati kaldırmak isteyecekler.[FONT=&amp]İslâm maskesi altında yine diyecekler ki: “Kur’an-ı kerim bir yerde okunsun, halk dinlesin.” Böylece Hazret-i Kur’an’ı yok etmek isterler. Bütün Kur’an-ı kerim’e âit olan bilgileri ilgileri böyle kaldırmak isterler. Bunların maskesini çıkarmak lâzımdır.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Bunların gökkubbe altındakilerin en şerlileri oluşları; maskeleri İslâm maskesi, içyüzleri ise “Asluhu kâfir, cismuhu necis” oldukları içindir.[FONT=&amp]Niçin necistirler? İçlerinde öyle kimseler var ki, müslüman bile değildirler; abdest almazlar, gusül yapmazlar, namaz kılmazlar, müslüman gibi görünürler.[FONT=&amp]Balık otu yutmuş müslümanlar da bunları seyrederler.[FONT=&amp]Yani böylece ilâhî emirleri inkâr ediyorlar. Din-i mübin’i yıkmak, hükmünü kaldırmak istiyorlar. Dinin ismini bırakmak, aslını kaldırmak istiyorlar. Yarın huzur-u ilâhîye ne yüzle çıkacaksınız?[FONT=&amp]Bu kâfirlerin oyununa düşmeyin, uyanın![FONT=&amp]Tahribat ve Tahrifat:[FONT=&amp]Cühelâ gürûhu nefislerini ilâh edinmişler, Allah-u Teâlâ’ya hasım kesilmişler, İslâm’mış gibi görünüyorlar ve fakat küfre hizmet ediyorlar. Din-i İslâm’ı tahrif ve tahrip etmek için çalışıyorlar. Din-i İslâm’da olmayan şeyleri; hurafe, bid’at, yalan-yanlış olarak bütün güçleriyle yaymaya çalışıyorlar. Öyle ki Hazret-i Kur’an’ın üzerine münakaşa yapıp çekişerek bu yolla tahrip ve tahrif etmeye çalışıyorlar. Böylece de münafık durumuna düştüler.[FONT=&amp]Kötü âlimler Allah-u Teâlâ’nın dinini bıraktıkları, şeytanın adımlarına uydukları için bu hale düşmüşlerdir.[FONT=&amp]Âlim olduklarını sandılar, ulemâ sıfatı altında cehaletlerini ve küfürlerini yaydılar. Bu gibi kimselerin ifsatları çok, tahribatları büyüktür.[FONT=&amp]Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:[FONT=&amp]“Onların çoğu zanna uyarlar. Gerçekte ise zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez.[FONT=&amp]Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını tamamen bilmektedir.”[FONT=&amp] (Yunus: 36)[FONT=&amp]Bunlar nefis putunu ilâh edinmişler, şeytanın yoluna girmişler, hem kendileri sapmışlar, hem de başkalarını sapıtmışlardır.[FONT=&amp]Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-dan rivayet edildiğine göre Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:[FONT=&amp]“Şüphesiz ki Allah-u Teâlâ ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ilmi, âlimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir âlim bırakmadığı vakit, insanlar bir takım kara cahilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur. İlimsiz fetvâ verirler. Bu suretle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.”[FONT=&amp] (Müslim: 2673)[FONT=&amp]Onlar Allah-u Teâlâ ile ilgilerini kesmişler, halk ile ilgilerini kurmuşlar. Onların alış-verişi halk iledir. Yalnız ve yalnız nam, şöhret, gösteriş, riyaset ve mevki düşünürler. Şeytanın izindedirler.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Onlar hem insanları Kur’an’dan menederler, hem de kendileri ondan uzak dururlar.[FONT=&amp]Böylece ancak kendilerini helâke atarlar da farkına varmazlar.”[FONT=&amp] (En’am: 26)[FONT=&amp]Kendileri Hazret-i Kur’an’ın nur ışığından faydalanamadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına engel oluyorlar.[FONT=&amp]Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:[FONT=&amp]“Dinin felaketine yol açan üç sebep vardır: Günahkâr fakih, zâlim devlet başkanı ve cahil müctehid.”[FONT=&amp] (Feyz-ül Kadir)[FONT=&amp]Çünkü onlar hükm-ü ilâhîye değil de kendi zanlarına uymuşlar, kendi mesnetsiz iddiâlarını hüküm yerine koymuşlardır.[FONT=&amp]Dine uymak şöyle dursun, dini kendilerine uydurmaya çalışırlar. Dinde yenilik isterler. Asıl gayeleri ise dini aslından çıkarmak, bid’at ve küfrü yaymaktır. Bunlar din-i İslâm’ı eğlenceye alanlardır.[FONT=&amp]“Allah’a karşı yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kim olabilir?Zâlimler şüphesiz ki iflâh olmazlar.” [FONT=&amp](En’am: 21)[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Dışarıdan âlim zannettiğiniz fesatçılar Allah-u Teâlâ’nın hudutlarını kaldırmak isterler. Kendilerine âlim süsü veren bu gibi kimseler, hem İslâm’ın ön safında görünmek isterler, hem de din-i mübini kendi arzu ve heveslerine uydurmaya çalışırlar, ifsat ve tahrif ederler.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime’sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:[FONT=&amp]“Bunlar güya Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler.”[FONT=&amp] (Bakara: 9)[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Âlim geçinen, fakat aslında zâlim olan bu gibi kimselerin bu cehaletleri, din adına işlenen bir cinayettir. Dinimizin maruz kaldığı en büyük tehlikedir.[FONT=&amp]Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde:[FONT=&amp]“Şerlilerin en şerlisi kötü âlimlerdir.”[FONT=&amp] buyurmuşlardır. (Dârimî)[FONT=&amp]Onların kalpleri nifak ve şüphe ile doludur.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurur:[FONT=&amp]“Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.[FONT=&amp]Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle onlara elem verici azap vardır.”[FONT=&amp] (Bakara: 10)[FONT=&amp]Onlar Kitabullah’a itibar etmeyince, Allah-u Teâlâ da bu hastalığı taşıyanların hastalığını daha da artırmıştır. Bu yüzdendir ki Allah-u Teâlâ’nın kahrına müstehak olmuşlardır.[FONT=&amp]Kendilerinin nasıl bir cehalet ve dalâlet çukuruna düşmüş olduklarının hiç farkında değildirler.[FONT=&amp]“Kendilerine ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın!’ denildiği zaman ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.”[FONT=&amp] (Bakara: 11)[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ onların bu cevaplarını şiddetli bir şekilde reddederek Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:[FONT=&amp]“İyi bilin ki asıl ortalığı ifsad edenler kendileridir. Lâkin anlamazlar.”[FONT=&amp] (Bakara: 12)[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ’nın hükmünü kaldırmaya çalışıp kendi arzusunu hüküm yerine koymaya çalışmak bir şirktir, bunu yapan müşriktir. Bu bir ulûhiyet dâvâsıdır.[FONT=&amp]Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:[FONT=&amp]“Resulüm gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)”[FONT=&amp] (Furkan: 43)[FONT=&amp]O’nun hükmü böyledir. Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara tâbi olan kimse, bunları ilâh olarak kabul etmiştir.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ bunların içyüzünü Âyet-i kerime’sinde şöyle vasıflandırıyor:[FONT=&amp]“Hevâ ve hevesini ilâh edinen, Allah’ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?”[FONT=&amp] (Câsiye: 23)[FONT=&amp]Görülüyor ki sapanların ve nefsine tapanların Allah-u Teâlâ gerçekten kalplerini mühürlemiştir ve onlar böylece gizli şirke sapmışlardır.[FONT=&amp]Burada görülüyor ki bunlar gökkubbe altındaki en şerli ve en tehlikeli insanlardır.[FONT=&amp]Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif'lerinde:[FONT=&amp]"Ümmetim için saptırıcı imamlardan korkarım." [FONT=&amp]buyurmuştur. (Müslim)[FONT=&amp]Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- Ashâb-ı kiram'dan İbn-i Hudayr -radiyallahu anh-'a “İslâmı yıkacak olan şeyleri biliyor musun?” diye sorunca, o da: “Hayır!” cevabını verdi.[FONT=&amp]Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-:[FONT=&amp]“İslâm'ı yıkacak olan şeyler, ilmin ortadan kalkması, münafıkların Kur'an üzerinde cedelleşmeleri ve saptırıcı imamların hükümleridir.”[FONT=&amp] buyurdular. (Darimi-Sünen, Katade: 22)[FONT=&amp]En Büyük Mucize:[FONT=&amp]Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize verilen mucizelerin en büyüğü ve devamlı olanı Kur’an-ı kerim’dir. Hem mânâsı hem de lâfzı itibarı ile mucizedir. Asr-ı saâdetten zamanımıza kadar hiçbir âyeti, hiçbir kelimesi, hiçbir harfi, hiçbir noktası bile değişmemiştir ve aslâ değişmeyecektir.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde Kur’an-ı kerim’in hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, hidayeti dalâletten ayırt eden ilâhî bir söz olduğunu beyan buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Şüphesiz ki bu Kur’an (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür.” [FONT=&amp](Târık: 13)[FONT=&amp]Bir müslümana düşen; hüküm ve irşadlarından öğüt almak, nûru ile aydınlanmaktır.[FONT=&amp]“Doğrusu o (Kur’an) takvâ sahipleri için bir öğüttür.”[FONT=&amp] (Hakkâ: 48)[FONT=&amp]Kur’an-ı kerim’den faydalanabilmenin birinci şartı muttaki olmaktır. Her şeyden önce Hazret-i Allah’tan korkan, Âyet-i kerime’ler okunduğu zaman imanları artan müminler ondan faydalanırlar. Onun hidayeti ile yollarını bulurlar, dünyâ saâdetine âhiret selâmetine ererler.[FONT=&amp]Allah’tan korkmayanlara gelince, onların kalpleri katılaşmış, kararmış, o nûru göremez olmuş, gaflet içinde kalmışlardır.[FONT=&amp]“Bununla beraber biz biliyoruz ki, İÇİNİZDE onu yalanlayanlar vardır.”[FONT=&amp] (Hâkka: 49)[FONT=&amp]Kur’an-ı kerim’in Allah kelâmı olduğunu bildiği halde; işine gelmediği, menfaatine ters düştüğü için bazı hükümlerini inkâr ve iptal etmeye kalkışmaktadırlar. Değil bir hükmünü, bir harfini bile inkâr eden dinden çıkar.[FONT=&amp]Hazret-i Allah’ın indirdiğinden tiksinenler işte bunlardır.[FONT=&amp]“Muhakkak ki o, kâfirler için bir üzüntüdür (bir iç yarasıdır.)”[FONT=&amp] (Hâkka: 50)[FONT=&amp]Kur’an nûrunun etrafa yayıldığını, beşeriyetin nurlanmaya başladığını gördükçe içleri yandığı gibi; âhirette Kur’an nûruyla münevver olanların aldıkları mükâfâtı görünce, ebedi bir pişmanlık içinde kalırlar.[FONT=&amp]“Ve kesinlikle o, şüphe olmayan bir gerçektir.”[FONT=&amp] (Hâkka: 51)[FONT=&amp]Yalanlayanların yalanlamalarına, hükümlerini çürütmeye çalışmalarına rağmen hakk’al-yâkin bir kitaptır. Kendisinde aslâ kuşku ve tereddüt bulunmayan doğru ve gerçek haberdir.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde İslâm dinine dâvet edilen kimselerin bir kısmının kabul edip bir kısmının da kabul etmeyeceğini ve imandan mahrum olanların mesuliyetlerinin kendilerine âit olacağını beyan buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Aralarında ona (Kur’an’a) inanan da vardır, inanmayan da vardır. Rabbin fesat çıkaranları en iyi bilendir.” [FONT=&amp](Yunus: 40)[FONT=&amp]Fesatları sebebiyle sapıklıkta kalmayı hakeden ifsatçıları en iyi bilen Allah’tır.[FONT=&amp]“İçlerinden sana kulak verip dinleyenler eksik değildir. Fakat sağırlarsa sen mi duyuracaksın? Hele akıllarını da kullanmıyorlarsa!” [FONT=&amp](Yunus: 42)[FONT=&amp]Sen sağırlıkları ile birlikte akılları da olmayan kimselere işittirebileceğini umuyor musun?[FONT=&amp]“İçlerinden sana bakanlar da vardır. Fakat körlere sen mi doğru yolu göstereceksin? Üstelik de hiç görmüyorlarsa!” [FONT=&amp](Yunus: 43)[FONT=&amp]Baş gözünün körlüğüyle kalp gözünün körlüğü bir araya gelirse, onlara hakikatı duyuracağını mı sanıyorsun?[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Kur’an-ı kerim’in nâzil olduğu Asr-ı saâdet yıllarında münafıklar gizliden gizliye nifak çıkarıyorlar, Kur’an-ı kerim üzerinde şüpheler uyandırmaya çalışıyorlardı.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde münafıkların Kur’an âyetlerini nasıl karşıladıklarını, ilâhî hükümleri nasıl telâkki ettiklerini haber vermekte, günümüzdeki münafıkların içyüzlerini de bu vesile ile ayan beyan ortaya koymaktadır:[FONT=&amp]“Ne zaman bir sûre indirilse, onlardan (münafıklardan) bazıları ‘Bu sûre hanginizin imanını artırdı?’ derler.”[FONT=&amp] (Tevbe: 124)[FONT=&amp]Böylece aldatılması mümkün olanları yoldan çıkarmak için, kendi aralarında müminlerle alay eder tarzda buna benzer sorular ortaya atıyorlar, böylece küfür ve nifaklarını etraflarına bulaştırmaya çalışıyorlardı.[FONT=&amp]Onların bu alay ve inkârlarına cevap olarak Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:[FONT=&amp]“Halbuki o, iman edenlerin imanını artırmıştır ve onlar birbirleriyle müjdeleşirler.”[FONT=&amp] (Tevbe: 124)[FONT=&amp]İman neşesi ile müjdelenip bunun sevincini yaşarlar, bu durum kalplerinde yakîn bir ilmin tecellisine vesile olur, bir kısım hakikatlere vâkıf olmalarını temin eder.[FONT=&amp]Nâzil olan her sûre ve âyet, müminlerin iman ve irfanını artırırken, münafıkların ise kalplerinde nifak hastalığını artırır.[FONT=&amp]“Kalplerinde hastalık olanlara gelince, (o sûre) murdarlıklarına murdarlık katmıştır.”[FONT=&amp] (Tevbe: 125)[FONT=&amp]Her sûrenin gelişiyle müminlerin iman şulesi ve neşvesi perderpey nasıl artıyorsa, ahlâkları güzelleşip nasıl olgunlaşıyorsa, buna karşılık münafıkların da her inkârında küfürleri, katılıkları ve ahlâksızlıkları bir kat daha artıyordu.[FONT=&amp]“Ve kâfir olarak ölüp gittiler.”[FONT=&amp] (Tevbe: 125)[FONT=&amp]Bu haber Allah-u Teâlâ’dan gelen kesin bir hükümdür.[FONT=&amp]Mütebâki Âyet-i kerime’lerde münafıkların belâ ve musibetlerden ders almadıkları, intibaha gelmedikleri, küfürlerinde ısrar ettikleri beyan buyurulmaktadır:[FONT=&amp]“Onlar her yıl bir veya iki defa çeşitli belâlara uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?[FONT=&amp]Böyleyken yine de tevbe etmiyorlar, ibret de almıyorlar.”[FONT=&amp] (Tevbe: 126)[FONT=&amp]Zaman zaman kendilerine suçlarını itiraf ettirecek durumlara düşüyorlar. Tevbeyi hatırlatacak türlü türlü belâlara, hastalık gibi musibetlere uğratılıyorlar. Kendilerine gidişatlarının ne kadar vahim olduğunu, küfre kaydıklarını, dinden çıktıklarını hatırlatanlar da bulunuyor. Fakat ne mümkün? Başlarına gelen belâların neden ileri geldiğini anlamıyorlar. Kendilerine verilen öğütlerin ne kadar uyulmaya lâyık olduğunu mülâhaza etmiyorlar. Nifaklarına tevbe edip, İslâm’a sarılmaya yanaşmıyorlar. Ne içinde bulundukları nifaktan dönüyorlar, ne de ibret alıyorlar.[FONT=&amp]“Allah onların kalplerini imandan çevirmiştir. Çünkü onlar gerçeği anlamayan kimselerdir.”[FONT=&amp] (Tevbe: 127)[FONT=&amp]Kıt düşünceleri, hakikatı aramaktan mahrumiyetleri sebebiyle bu âkıbete müstehak olmuşlardır.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Hazret-i Allah’ın indirdiğinden tiksinenlerin durumlarını arzetmeye devam ediyoruz.[FONT=&amp]Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kur’an-ı kerim’inde insanlara misalleri, öğütleri, açık delilleri değişik üslûplarla açıklamıştır. Ki hakikatı öğrensinler de, içinde bulundukları sapıklıktan kurtulsunlar, hidayete ersinler, cennete ve Cemâlullah’a kavuşsunlar.[FONT=&amp]“Andolsun ki biz, düşünüp anlasınlar diye bu Kur’an’da sözü tekrar tekrar açıkladık. Fakat bu, onlara daha da kaçıp uzaklaşmaktan başka bir yarar sağlamıyor.”[FONT=&amp] (İsrâ: 41)[FONT=&amp]Yine tiksiniyorlar, yine nefret ediyorlar, yine kendi zan hükümlerini bırakmıyorlar.[FONT=&amp]“Biz onları korkutuyoruz. Fakat bu korkutmamız onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şeyi artırmıyor.”[FONT=&amp] (İsrâ: 60)[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ’nın bütün korkutma ve uyarıları, onların dalâlet içinde daha da gömülüp gitmelerine sebep oluyor.[FONT=&amp]“Biz Kur’an’dan öyle şeyler indiriyoruz ki, müminler için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”[FONT=&amp] (İsrâ: 82)[FONT=&amp]Kur’an-ı kerim’in nûru ile nûrlanan müminler Allah-u Teâlâ’nın rahmetine mazhar oldukları gibi; onun hidayetine sırtını dönen kimseler ise, o nûrdan istifade edemezler, karanlıklar içinde kalırlar.[FONT=&amp]Hazret-i Allah’ın indirdiğinden tiksinenler hakkında diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:[FONT=&amp]“Âyetlerimiz açık açık kendilerine okunduğu zaman, kâfirlerin suratlarında hoşnutsuzluk sezersin. Onlar âyetlerimizi okuyanlara neredeyse saldıracak gibi oluyorlar.[FONT=&amp]Onlara de ki:[FONT=&amp]‘Size bundan (bu kin ve öfkenizden) daha kötü bir şey haber vereyim mi? Ateş!’ Allah onu kâfirlere vâdetmiştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!”[FONT=&amp] (Hacc: 72)[FONT=&amp]Onları bu Âyet-i kerime’lerden tanıyacaksınız. Bu Âyet-i kerime’ler okunup onlar bu hâli kesbettiği zaman, durumlarını açık olarak görün.[FONT=&amp]Nitekim Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Onlara ‘Allah’ın indirdiği Kur’an’a ve Peygamber’e gelin!’ denildiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.”[FONT=&amp] (Nisâ: 61)[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ’nın ulvî hükümlerine uymak istemezler. Bunlar din-i İslâm’ı eğlenceye alanlardır.[FONT=&amp]İşte Âyet-i kerime:[FONT=&amp]“Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak.”[FONT=&amp] (En’am: 70)[FONT=&amp]Bu gibi kimseler, uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun ve eğlence edindiler. Dini hükümleri kendi arzularına göre yalan-yanlış yorumlamaya kalkıştılar. Zan, nam, gaye, maksat ve menfaatleri için bu Din-i mübin’i vasıta olarak telakki ettiler.[FONT=&amp]İşte Allah-u Teâlâ “Onları bırak!” diye emir veriyor. Onlar büyük bir azaba uğrayacaklar, elim bir cezaya çarptırılacaklardır.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Onlara Rahman’dan yeni bir öğüt geldiğinde mutlaka ondan yüz çevirirler.”[FONT=&amp] (Şuarâ: 5)[FONT=&amp]Onlar bunu; apaçık delilin ortaya konulmasına, emrin ve nehyin açık ve kesin olmasına rağmen böyle yaparlar.[FONT=&amp]“Üstelik yalanladılar. Fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında kendilerine gelecektir.”[FONT=&amp] (Şuarâ: 6)[FONT=&amp]Yalanladıkları ve yüz çevirdikleri şeyin cezası başlarına gelecek, böylece âkıbetlerine kavuşmuş olacaklar.[FONT=&amp]“Azap onlara öyle ansızın gelir ki, onlar hiç farkında olmazlar. O zaman ‘Acaba bize mühlet verilir mi?’ derler.”[FONT=&amp] (Şuarâ: 202-203)[FONT=&amp]Kendilerine çok az bir süre verilmesini isterlerse de onların bu istekleri kabul edilmeyecektir.[FONT=&amp]“Onlara ‘Yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işler hakkında Allah’tan korkun, umulur ki size merhamet olunur!’ denildiği zaman (yüz çevirirler.)”[FONT=&amp] (Yâsin: 45)[FONT=&amp]Böylesine güzel olan bir nasihata aldırış etmezler.[FONT=&amp]“Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.”[FONT=&amp] (Yâsin: 46)[FONT=&amp]Onlar kelâmullah olan Kur’an-ı hakîm’in ulvî beyanlarını olduğu gibi kabul edip de İslâm’la müşerref, imanla münevver olmak istemezler.[FONT=&amp]“Onlardan yüz çevir. (Dâvetine uymamalarından dolayı) sen kınanacak değilsin.”[FONT=&amp] (Zâriyat: 54)[FONT=&amp]En Büyük Mahrumiyet:[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ yeryüzünde haksız yere büyüklenenlerin, koyduğu hükümlerden yüz çevirenlerin, ne kadar delillerle karşılaşsalar bile inanmayanların, doğru yolu apaçık görseler bile o yolda yürümeyenlerin, dalâlet yollarına daldıkça dalanların durumlarını ve âkIbetlerini bir Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmaktadır:[FONT=&amp]“Yeryüzünde haksız yere böbürlenip büyüklük taslayanları âyetlerimi idrakten çevireceğim, anlamaktan mahrum edeceğim.” [FONT=&amp](A’raf: 146)[FONT=&amp]Kalpleri öyle mühürlenecek ki; dinin inceliklerini, ilâhî hükümlerdeki hikmet ve hakikatleri anlamazlar, gerçeklere nüfuz edemezler.[FONT=&amp]“Onlar bütün âyetleri görseler yine de inanmazlar.” [FONT=&amp](A’raf: 146)[FONT=&amp]Büyüklük taslamaları onları tasdik etmelerine mâni olur, tefekkür etmezler, ibret almazlar.[FONT=&amp]“Doğru yolu görseler onu yol edinmezler.” [FONT=&amp](A’raf: 146)[FONT=&amp]Kendilerini sapıklık kapladığı için Hakk’a yönelmezler ve o yolun doğru olduğunu görmelerine rağmen o yolu tutmazlar.[FONT=&amp]“Azgınlık yolunu görseler hemen onu yol edinirler.” [FONT=&amp](A’raf: 146)[FONT=&amp]Hevâ ve heveslerine uygun ve bâtıl arzularına ulaştırıcı olmasından dolayı, dalâlet yolunu kendilerine hiç ayrılmayacakları bir yol olarak seçerler.[FONT=&amp]“Çünkü onlar âyetlerimizi yalanladılar ve onları umursamaz oldular.” [FONT=&amp](A’raf: 146)[FONT=&amp]Onların bu gafletleri yanılmak ve bilgisizlikten kaynaklanan bir gaflet değil, Hakk’a ve hakikate yüz çevirmelerinden kaynaklanan bir gaflettir.[FONT=&amp]•[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde eski İsrâiloğullarına halef olan bir takım kimselerin, Tevrat’ın hükümlerine uymaları için kendilerinden söz alınmış olmalarına rağmen, o kitabın hükümlerine muhalefet ederek dini dünyaya âlet ettiklerini, dünyanın geçici menfaatine yöneldiklerini haber vererek onları kıyamete kadar gelecek insanlara numune-i imtisal olarak göstermiştir:[FONT=&amp]“Arkalarından onların yerine Kitab’a vâris olan bir takım kimseler geldiler.” [FONT=&amp](A’raf: 169)[FONT=&amp]Okumasını yazmasını öğrendiler, fetvâ ve hüküm verme mevkilerine geçtiler. Şu kadar var ki kendileri o kitaba sahip çıkmadılar, hükümlerine sarılmadılar. Gönüllerinde onun azametini hissetmediler. O kitapta bulunan emir ve yasakları, helâl ve haramları bildikleri halde gereğince amel etmediler. Onu keyiflerine göre, işlerine geldiği gibi kullandılar.[FONT=&amp]Allah-u Teâlâ’nın hüküm olarak koymuş olduğu dine uymayıp muhalefet etmeye kalkışmak, dünya hırsı adına yapılan fenalıkların ve şirklerin başında gelir.[FONT=&amp]“Şu aşağılık dünyanın geçici menfaatini alıyorlar.” [FONT=&amp](A’raf: 169)[FONT=&amp]Gerçeği saptırıyorlar, gayrımeşru yollarla geçici menfaatlarını elde ediyorlar, sonra da bu yaptıkları hareketi tevile yelteniyorlardı.[FONT=&amp]“Ve: ‘Biz nasıl olsa bağışlanacağız.’ diyorlardı.” [FONT=&amp](A’raf: 169)[FONT=&amp]Elde etmiş oldukları bu dünyalık sebebiyle, bu menfaatlarından dolayı Allah-u Teâlâ’nın kendilerini mesul tutmayacağını iddiâ ediyorlardı.
İ.Sarı
(alıntı)
 
Angaralı Çevrimdışı

Angaralı

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Belki sırasını yada vaktini bekleyenler vardır,hemen hüküm verme.Konu önder olarak bilinen alimlerin bu konudaki vaziyetleridir.


Birçok kişi bunlara bakarak nasıl cevap yazıyorsa bende size aynı şekilde cevap veriyorum sana ayet veya hadisle cevap vermeye çalışacağımı sanma bu DİN tam bir DİN ve ben Alim değilim sende değilsin varsa ilmin tebliğ de kullan burada cidalla çürütme.

De ki; "Herkes kendi kişiliği ve inancı uyarınca hareket eder. Rabbiniz kimin daha doğru yolda olduğunu herkesten daha iyi bilir.İSRA 84.Fizilal-il Kur-an
 
Angaralı Çevrimdışı

Angaralı

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Aleykümselam ve Rahmetullahı ve Berekatuhu
akhim o sancılar bende de var, ben dikkat ettiysen fazla yorumdan kaçıyorum ilmim az ve Tam manasıyla anlamadığım bir ayet ve hadis üzerinden konuşmayı da kendime hak kabul etmiyorum. diyeceğim bu ümmete kim nasıl gayret ediyor bunu ne kadar belki Nurettin Hocanın yaktığı mumdur biz karşımızda kocaman bir ateş göreceğiz, onun yaktığı mumu belkide bu şekilde söndüreceğiz, siteden kaç kişiyi kazanabildik kaç kişiyi derneğimize getirebildik. Sözlerimizde Yaşam nizamımıza uyan ve Ümmetin Vahdetini düşünerek konuşup yazmalıyız. Şunu demiyorum açık bir küfrü gizleyelimde öyle anlatalım. ben yine çok konuştum,
 
K Çevrimdışı

kunyem yok

Üye
İslam-TR Üyesi
ben nureddin hoca'ya kefilim elhamdulillah. bu sistemde oy kullanılmayacağını kendi ağzından canlı canlı duydum. cihad kelimesi hocanın başlıca dusturudur. o nedenle nureddin hoca hakkında bilgi dahilinde olmadan konuşmayın derim. madem cihad perestsiniz ben şahidim ki, nureddim hoca bir dakikasını bile islama hizmetten başka şeyle geçirmiyor. sizler madem cihadı bu kadar önemsiyorsunuz, neden yerlerinizde oturuyorsunuz?

konuyu açan kardeşim, dinlemeye devam et emin ol çok nasiplenirsin.
 
K Çevrimdışı

kunyem yok

Üye
İslam-TR Üyesi
o halde madem o kadar yiğitsin hadi seni suriye meydanlarına uğurlayalım, internet meydanından sonra biraz zor olucak ama..
 
M Çevrimdışı

morueqq

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
cihadperest de ne demek bu terim nerden çıktı.itikadi bir meselede küfre kapı açmanın vebali nedir kendisine sorun isterseniz bu meseleler hakkında ebu suud efendinin bile fetvası var çok da yeni değil alimler hakkında oldukça fazla kafa yormuş ve hiçbiri de ruhsat vermemiş hele ki TC meslisi diğer parlamentolara kıyasla daha kötüdür her adımında küfür ve şirk vardır Abdullah Azzam da türkiye'de parlamentonun hükmüne değinmiş ve kesinlikle girilmemesi,desteklenmemesi gerektiğini söylemiş

şimdi oy vermeye karşı dedin bak aşağıda ne diyor işi insanların vicdanına bırakıyor

Referandumda oy kullanmak | Fetva Meclisi

Oy vermek | Fetva Meclisi
 
K Çevrimdışı

kunyem yok

Üye
İslam-TR Üyesi
yattığın yerden ağzın var işkembeden konuşmakla olmuyor. senin kadar kimse bilmiyor dimi cihadın ne demek olduğunu. sen cihadı duyduğun birkaç ezgide ki melodi sanıyorsun galiba.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Ana Sayfa Alt