Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Makale ÖLÜ YEMEĞİ YEDİRMEK

Necati Koçkesen Çevrimdışı

Necati Koçkesen

İyi Bilinen Üye
İslam-tr Yazar
ÖLÜ YEMEĞİ YEDİRMEK

Bir kardeşimiz şöyle bir soru sormuş:

Selâmun aleyküm hocam. İslamda ölü öldükten sonra ölü yemeği yedirmek diye bir âdet var mıdır? Delilleri ile açıklarsanız sevinirim. Şimdiden Allah râzı olsun.

Cevap: Aleyküm selam.

Değerli kardeşim, islam, Allah rasûlünün Allah’tan alıp tebliğ ettiği dinin adıdır. Her Müslümanın bu dine teslim olması gerektiğinden dolayı da onlara Müslüman denilmiştir. Allah kitabında Müslümanlara lâzım olan, gerekli olan her şeyi açıklamış ve eksik bırakmamıştır. Nitekim Mâide sûresi 3. Âyetinde şöyle buyrulur:

“…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim (en mükemmel hâle getirdim), size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim…”

Görüldüğü gibi Allah bu âyet-i celîlesinde dîni en mükemmel hâle getirdiğini ve tamamladığını beyan etmektedir. En mükemmel hâle getirilmiş ve tamamlanmış olan bir şeyde eksik, gedik bir şey olur mu? Bir başka âyette de şöyle buyrulmuştur:

“Biz kitabda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
(En’âm sûresi (6), 38)

Bâzıları diyebilirlerki, iyi de, biz bazı şeyleri kitapta bulamıyoruz. “Biz kitabda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” denilirken sâdece Kur’an’dan bahsedilmemektedir. Bunun içinde Kur’an vardır, sünnet vardır, sahâbe uygulaması vardır, icmâ vardır. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur:

“Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için, Allah’a ve Resûlüne başvurun.”
(Nisâ sûresi (4), 59)

Görüldüğü gibi âyette, Müslümanların ihtilafa düştükleri durumlarda o meseleyi Allah’a ve rasûlüne götürmeleri emredilmektedir. Demekki herhangi bir şey yapacağımız zaman önce Allah’ın kitabına bakacağız. Allah’ın kitabında bir şey bulamazsak Allah Rasûlünün sünnetine bakacağız ve meseleyi ona göre halledeceğiz. Bu konu ile ilgili en önemli âyetlerden birisi de şu âyettir:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.”
(Âl-i İmrân sûresi (3), 31)

Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde de bir şey bulamadığımız zaman Allah rasûlünün en yakın arkadaşları olan ashâb-ı kirâmı örnek almamız gerektiğini de şu âyetten anlıyoruz:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”
(et-Tevbe, 100)

Dikkat edilirse âyette; (İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur” denilerek, muhâcir olan ashâb ile onlara kol kanat geren, evlerini açan, onları kendi nefislereine tercih eden ensarı “güzellikle” tâkip etmemiz gerektiği vurgulanmaktadır. Âyette sâdece ashâb-ı kiram övülmemekte, “onlara güzellikle tâbî olanlar” da övülmektedir. Kimdir onlara güzellikle tâbî olanlar? Tâbiîndir, tebe-i tâbiîndir, müctehid imamlardır, hadis âlimleridir. Çünkü bu sayılanlar ashâba en güzel bir şekilde uyan insanlardır. Bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir."
[İmrân (radıyallahu anh) dedi ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum."] "Bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki, kendilerinden şahidlik istenmediği halde şahidlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimad olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhûr eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin taleb edilmeden yemin ederler." [Buharî, Şehâdât 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikak 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe, 214, (2535); Tirmizî, Fiten 45, (2222), Şehâdât 4, (2303); Ebu Dâvud, Sünnet 10, (4657); Nesâî, Eymân 29, (7, 17, 18).]

Demekki Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde, ashabın uygulamasında olmayan bir şeyin îcad edilerek dine sokulması bid’attır, dîne müdahaledir. Bilelim ki, her bid’at çıkaran kişi dinde eksiklik olduğunu iddiâ ederek, kendisinin çıkardığı bu yeni şeyle bu eksikliği giderdiğini iddiâ etmektedir. İşte bu iddiâsı sebebi ile de Allah’ı yalanlamaktadır. Çünkü Allah dinin tamamlandığını ve en mükemmel hâle getirildiğini beyan buyurmuştu. Unutmayalım, her bid’at dine bir sokuşturmadır ve sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir. Şimdi de konu ile ilgili hadisleri görelim:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”
(Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır.) (Müslim 867, Nesei 3/188)

Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur:

“Her bid’at dalalettir ve her dalalet (sahibi) ateştedir”
(bkz. Müslim, “Cumu’a”, 43; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6; en-Nesâî, “Iydeyn”, 21; İbn Mâce, “İmân”, 6-7; Ahmed b. Hanbel, III, 310, IV, 126; ed-Dârimî, “Mukaddime”, 16…)

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.”
(Buhârî, i’tisâm)

Müslim’in rivayeti de şöyledir:

“Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur, makbul değildir.”
(Müslim, Akdiye 17,18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 2)

Bid’at, Kur’an ve Sünnet’e dayalı bir temeli ve bu yönde ümmetin uygulaması bulunmayan şeydir. Burada ise dinde delili olmaksızın ortaya konulan yenilikler anlamında kullanılmaktadır.

Şimdi ey kardeşlerim, ölü öldükten sonra yedirilen ve adına “ölü yemeği” denilen şeye gelelim. Allah’ın kitabında böyle bir şey görüyor muyuz, biliyor muyuz? Peygamberin hayatında, sünnetinde böyle bir şey biliyor muyuz? Sahâbelerin böyle bir şey yaptıklarını okuduk mu? Allah rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi, sahâbeyi en güzel bir şekilde tâkip eden tâbîn, etbâi tâbiîn âlimlerinde böyle bir şey var mı? Müctehid imamlarının fıkhında buna benzer bir şey okuduk mu? Hayır, okumadık.

Peki nedir bu yapılan şeyin adı? Bid’attır, bid’at. Yâni sapıklıktır.

Unutmayalım, “her bid’at bir sünneti öldürür” denilmiştir. Peki, ölü yemeği yedirmek hangi sünneti öldürmektedir? Ölünün yakın komşularının üç güne kadar ölü evine yemek taşımaları sünnetini öldürmektedir. Bu konuda aslolan, ölünün komşularının ölü evine üç gün boyunca yemek götürmeleridir. Çünkü onlar acılı oldukları için, gelen gidenleri çok olduğu için yemek hazırlayamazlar. Nitekim Cefar b. Ebu Talib (ra) şehit olunca, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Caferin ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir."
(Ebû Dâvûd, Cenaiz, 25; İbn Mâce, Cenaiz, 59)

Buna fıkıh âlimleri üç güne kadar demişlerdir. Peki fıkıh âlimleri bu üç günü nereden çıkarmışlardır: Şu hadisten çıkarmışlardır:

Ebu Seleme’nin kızı Hazret-i Zeynep anlatır:

Resulullahın zevcesi Ümmü Habibe validemizin babası ölünce başsağlığı dilemek için yanına gittiğim zaman dedi ki: “Resulullahın, (Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helal değildir) dediğini duydum.” Cahş kızı Zeynebin kardeşi şehit olunca, o da aynı şeyleri söyledi. (Buhari)

Demekki ölü için üç güne kadar üzülebilineceği yâni yas tutulabileceği, üç günden sonra yas tutmanın ise câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Mâdemki ölü evi üç gün yaslı olacaklar, o halde komşularının üç gün o eve yemek götürmeleri de müstehabtır.

Bu konuda Cerir b. Abdullah şöyle demiştir:

"Eğer yemek yapmaya ihtiyaç varsa caizdir. Çünkü ölü evine cenaze ve taziye için köylerden ve uzak yerlerden gelenler olur, ölü evinde gecelemeleri gerekirse, o takdirde yemek yapılıp yedirilebilir."

Bu şu demektir; bugün olduğu gibi, köyde birisi ölse, onun akrabaları uzaktan, İstanbul’dan, İzmir’den, bir çok şehirden gelmekte ve ölü evinde kalmaktadır. Bunlar misâfir oldukları için yedirilip içirilmeleri gerekir. Aslında komşuların üç güne kadar ölü evine yemek getirmelerinin sebeplerinden birisi de budur. Eğer komşular yemek getirirlerse ölü sahipleri o yemeklerden hem kendileri yerler hem de misafirlerine ikrâm ederler. Ama komşular yemek getirmezlerse veya gelen yemek yeterli olmazsa misâfirleri ağırlamak ev sahibine düşeceğinden onlar için yemek hazırlamaları ölü yemeği yedirmek değil, misafire ikramdır. Bununla halka ölü yemeği yedirmek karıştırılmamalıdır.

Bir de şu var, bugün ölü yemeği yedirmek çok pahalıya mâl olmaktadır. Mesela ben kendi köyümden örnek vereyim. Bizim köy yaz günlerinde çok kalabalık olmaktadır. Bir ölü yemeğine beş yüz, altı yüz, hattâ yedi yüze kadar insan katılmaktadır. Hatta ölü yemeğine gelenler evlerinde yaşlı insanlar var da ölü yemeği verilen yere gelemiyorlarsa o yemekten onlara da götürülmektedir. Eğer ölü sâhipleri etli pide, ayran ve yanında tatlı verirlerse, bu yemek yedi binle on beş bin liraya kadar çıkmaktadır. Bazen özel aşçılar tutulmakta, kazanla pilav, kavurma pişirilmekte, yanında da ayran ve tatlı verilmektedir. Bu ise daha pahalıya mâl olmaktadır. Şimdi, zengin olanlar maddiyet olarak bunu yapabilirler belki ama ya fâkir olup parası olmayanlar ne yapacaklar? Onlar da halkın sırf “babasının veya anasının yemeğini yedirmediler, vay hayırsız evlatlar” dememeleri için borca harca giriyorlar ve yine de ölü yemeği yediriyorlar.

Şimdi de gelelim ölü yemeğini yemenin hükmüne! Ölü yemeği yedirmek âdet olmuş bir bid’attır. Âdet’e dayalı bid’at çıkarmak ise mekruhtur. Mekruh olan bir şeyi yapmak, yapana yardımcı olmak da mekruhtur. Buna göre, eğer ölü yemeğini veren ölünün yakını veya yakınları ise ve o ölü yemeğini bizzat kendi paralarından karşılıyorlarsa o yemeği vermek mekruh olduğu için o yemekten yemek de mekruhtur. Çünkü mekruh olan bir bid’at’a iştirak edilmektedir.

Eğer ölü yemeği ölen kimsenin bizzat kendi parasından veya malından karşılanıyorsa ve ölenin hâmile bir eşi veya akıl bâliğ olmamış çocuğu veya çocukları varsa, o ölü yemeğinden yemek haramdır. Çünkü bir kimse öldükten sonra malı mirasçılarına geçmiştir. Adamın karısının karnındaki çocuğun veya akıl bâliğ olmayan çocuklarının haklarını helal edip etmeyecekleri belli olmadığından kul hakkı yenilmektedir ve kul hakkı da haramdır. Bunların böyle bilinmesi gerekir. Allah en iyi bilendir. Selam ve dua ile.
 
Alketa Çevrimdışı

Alketa

2024 Resmi Kitap Sponsoru
İslam-TR Üyesi
Valla bu konuyu okuyunca çok şaşırdım, bilmediğim bi suru detay varmış konu hakkında.

Bizim gelenekte 7 gun ocak yanmaz 40 gun ışık sönmez, vefat edenin sevdigi yemek dağıtılır, helvasi kavrulur.

Yazinin son kismini okurken de ürktüm açikcasi, kul hakkina girilebilecek kadar detay iceren bir konuymuş bu.

Allah razı olsun
 
Ebu Tahir Çevrimdışı

Ebu Tahir

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
ÖLÜ YEMEĞİ YEDİRMEK

Bir kardeşimiz şöyle bir soru sormuş:

Selâmun aleyküm hocam. İslamda ölü öldükten sonra ölü yemeği yedirmek diye bir âdet var mıdır? Delilleri ile açıklarsanız sevinirim. Şimdiden Allah râzı olsun.

Cevap: Aleyküm selam.

Değerli kardeşim, islam, Allah rasûlünün Allah’tan alıp tebliğ ettiği dinin adıdır. Her Müslümanın bu dine teslim olması gerektiğinden dolayı da onlara Müslüman denilmiştir. Allah kitabında Müslümanlara lâzım olan, gerekli olan her şeyi açıklamış ve eksik bırakmamıştır. Nitekim Mâide sûresi 3. Âyetinde şöyle buyrulur:

“…Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim (en mükemmel hâle getirdim), size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim…”

Görüldüğü gibi Allah bu âyet-i celîlesinde dîni en mükemmel hâle getirdiğini ve tamamladığını beyan etmektedir. En mükemmel hâle getirilmiş ve tamamlanmış olan bir şeyde eksik, gedik bir şey olur mu? Bir başka âyette de şöyle buyrulmuştur:

“Biz kitabda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
(En’âm sûresi (6), 38)

Bâzıları diyebilirlerki, iyi de, biz bazı şeyleri kitapta bulamıyoruz. “Biz kitabda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” denilirken sâdece Kur’an’dan bahsedilmemektedir. Bunun içinde Kur’an vardır, sünnet vardır, sahâbe uygulaması vardır, icmâ vardır. Nitekim bir âyette şöyle buyrulmuştur:

“Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, çözüm için, Allah’a ve Resûlüne başvurun.”
(Nisâ sûresi (4), 59)

Görüldüğü gibi âyette, Müslümanların ihtilafa düştükleri durumlarda o meseleyi Allah’a ve rasûlüne götürmeleri emredilmektedir. Demekki herhangi bir şey yapacağımız zaman önce Allah’ın kitabına bakacağız. Allah’ın kitabında bir şey bulamazsak Allah Rasûlünün sünnetine bakacağız ve meseleyi ona göre halledeceğiz. Bu konu ile ilgili en önemli âyetlerden birisi de şu âyettir:

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.”
(Âl-i İmrân sûresi (3), 31)

Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde de bir şey bulamadığımız zaman Allah rasûlünün en yakın arkadaşları olan ashâb-ı kirâmı örnek almamız gerektiğini de şu âyetten anlıyoruz:

(İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur, onlar da Allâh’tan râzı olmuşlardır. Allâh onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.”
(et-Tevbe, 100)

Dikkat edilirse âyette; (İslâm dînine girme husûsunda) öne geçen ilk Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbî olanlar var ya, işte Allâh onlardan râzı olmuştur” denilerek, muhâcir olan ashâb ile onlara kol kanat geren, evlerini açan, onları kendi nefislereine tercih eden ensarı “güzellikle” tâkip etmemiz gerektiği vurgulanmaktadır. Âyette sâdece ashâb-ı kiram övülmemekte, “onlara güzellikle tâbî olanlar” da övülmektedir. Kimdir onlara güzellikle tâbî olanlar? Tâbiîndir, tebe-i tâbiîndir, müctehid imamlardır, hadis âlimleridir. Çünkü bu sayılanlar ashâba en güzel bir şekilde uyan insanlardır. Bu konuda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:

"İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir."
[İmrân (radıyallahu anh) dedi ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum."] "Bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki, kendilerinden şahidlik istenmediği halde şahidlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimad olunmazlar. Nezirlerde (adak) bulunurlar, yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhûr eder." Bir rivayette şu ziyade var: "Yemin taleb edilmeden yemin ederler." [Buharî, Şehâdât 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikak 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe, 214, (2535); Tirmizî, Fiten 45, (2222), Şehâdât 4, (2303); Ebu Dâvud, Sünnet 10, (4657); Nesâî, Eymân 29, (7, 17, 18).]

Demekki Allah’ın kitabında, peygamberin sünnetinde, ashabın uygulamasında olmayan bir şeyin îcad edilerek dine sokulması bid’attır, dîne müdahaledir. Bilelim ki, her bid’at çıkaran kişi dinde eksiklik olduğunu iddiâ ederek, kendisinin çıkardığı bu yeni şeyle bu eksikliği giderdiğini iddiâ etmektedir. İşte bu iddiâsı sebebi ile de Allah’ı yalanlamaktadır. Çünkü Allah dinin tamamlandığını ve en mükemmel hâle getirildiğini beyan buyurmuştu. Unutmayalım, her bid’at dine bir sokuşturmadır ve sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir. Şimdi de konu ile ilgili hadisleri görelim:

“Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.”
(Muhdes: Dinden olmayan şeyin din adına çıkarılmasıdır.) (Müslim 867, Nesei 3/188)

Bir başka hadiste de şöyle buyrulmuştur:

“Her bid’at dalalettir ve her dalalet (sahibi) ateştedir”
(bkz. Müslim, “Cumu’a”, 43; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 6; en-Nesâî, “Iydeyn”, 21; İbn Mâce, “İmân”, 6-7; Ahmed b. Hanbel, III, 310, IV, 126; ed-Dârimî, “Mukaddime”, 16…)

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez.”
(Buhârî, i’tisâm)

Müslim’in rivayeti de şöyledir:

“Kim bizim dinimizde olmayan bir şey yaparsa o merduttur, makbul değildir.”
(Müslim, Akdiye 17,18. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 2)

Bid’at, Kur’an ve Sünnet’e dayalı bir temeli ve bu yönde ümmetin uygulaması bulunmayan şeydir. Burada ise dinde delili olmaksızın ortaya konulan yenilikler anlamında kullanılmaktadır.

Şimdi ey kardeşlerim, ölü öldükten sonra yedirilen ve adına “ölü yemeği” denilen şeye gelelim. Allah’ın kitabında böyle bir şey görüyor muyuz, biliyor muyuz? Peygamberin hayatında, sünnetinde böyle bir şey biliyor muyuz? Sahâbelerin böyle bir şey yaptıklarını okuduk mu? Allah rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi, sahâbeyi en güzel bir şekilde tâkip eden tâbîn, etbâi tâbiîn âlimlerinde böyle bir şey var mı? Müctehid imamlarının fıkhında buna benzer bir şey okuduk mu? Hayır, okumadık.

Peki nedir bu yapılan şeyin adı? Bid’attır, bid’at. Yâni sapıklıktır.

Unutmayalım, “her bid’at bir sünneti öldürür” denilmiştir. Peki, ölü yemeği yedirmek hangi sünneti öldürmektedir? Ölünün yakın komşularının üç güne kadar ölü evine yemek taşımaları sünnetini öldürmektedir. Bu konuda aslolan, ölünün komşularının ölü evine üç gün boyunca yemek götürmeleridir. Çünkü onlar acılı oldukları için, gelen gidenleri çok olduğu için yemek hazırlayamazlar. Nitekim Cefar b. Ebu Talib (ra) şehit olunca, Hz. Peygamber (as) şöyle buyurdu:

"Caferin ailesine yemek yapıp götürün. Çünkü başlarına kendilerini meşgul edecek bir musibet gelmiştir."
(Ebû Dâvûd, Cenaiz, 25; İbn Mâce, Cenaiz, 59)

Buna fıkıh âlimleri üç güne kadar demişlerdir. Peki fıkıh âlimleri bu üç günü nereden çıkarmışlardır: Şu hadisten çıkarmışlardır:

Ebu Seleme’nin kızı Hazret-i Zeynep anlatır:

Resulullahın zevcesi Ümmü Habibe validemizin babası ölünce başsağlığı dilemek için yanına gittiğim zaman dedi ki: “Resulullahın, (Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helal değildir) dediğini duydum.” Cahş kızı Zeynebin kardeşi şehit olunca, o da aynı şeyleri söyledi. (Buhari)

Demekki ölü için üç güne kadar üzülebilineceği yâni yas tutulabileceği, üç günden sonra yas tutmanın ise câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Mâdemki ölü evi üç gün yaslı olacaklar, o halde komşularının üç gün o eve yemek götürmeleri de müstehabtır.

Bu konuda Cerir b. Abdullah şöyle demiştir:


"Eğer yemek yapmaya ihtiyaç varsa caizdir. Çünkü ölü evine cenaze ve taziye için köylerden ve uzak yerlerden gelenler olur, ölü evinde gecelemeleri gerekirse, o takdirde yemek yapılıp yedirilebilir."

Bu şu demektir; bugün olduğu gibi, köyde birisi ölse, onun akrabaları uzaktan, İstanbul’dan, İzmir’den, bir çok şehirden gelmekte ve ölü evinde kalmaktadır. Bunlar misâfir oldukları için yedirilip içirilmeleri gerekir. Aslında komşuların üç güne kadar ölü evine yemek getirmelerinin sebeplerinden birisi de budur. Eğer komşular yemek getirirlerse ölü sahipleri o yemeklerden hem kendileri yerler hem de misafirlerine ikrâm ederler. Ama komşular yemek getirmezlerse veya gelen yemek yeterli olmazsa misâfirleri ağırlamak ev sahibine düşeceğinden onlar için yemek hazırlamaları ölü yemeği yedirmek değil, misafire ikramdır. Bununla halka ölü yemeği yedirmek karıştırılmamalıdır.

Bir de şu var, bugün ölü yemeği yedirmek çok pahalıya mâl olmaktadır. Mesela ben kendi köyümden örnek vereyim. Bizim köy yaz günlerinde çok kalabalık olmaktadır. Bir ölü yemeğine beş yüz, altı yüz, hattâ yedi yüze kadar insan katılmaktadır. Hatta ölü yemeğine gelenler evlerinde yaşlı insanlar var da ölü yemeği verilen yere gelemiyorlarsa o yemekten onlara da götürülmektedir. Eğer ölü sâhipleri etli pide, ayran ve yanında tatlı verirlerse, bu yemek yedi binle on beş bin liraya kadar çıkmaktadır. Bazen özel aşçılar tutulmakta, kazanla pilav, kavurma pişirilmekte, yanında da ayran ve tatlı verilmektedir. Bu ise daha pahalıya mâl olmaktadır. Şimdi, zengin olanlar maddiyet olarak bunu yapabilirler belki ama ya fâkir olup parası olmayanlar ne yapacaklar? Onlar da halkın sırf “babasının veya anasının yemeğini yedirmediler, vay hayırsız evlatlar” dememeleri için borca harca giriyorlar ve yine de ölü yemeği yediriyorlar.

Şimdi de gelelim ölü yemeğini yemenin hükmüne! Ölü yemeği yedirmek âdet olmuş bir bid’attır. Âdet’e dayalı bid’at çıkarmak ise mekruhtur. Mekruh olan bir şeyi yapmak, yapana yardımcı olmak da mekruhtur. Buna göre, eğer ölü yemeğini veren ölünün yakını veya yakınları ise ve o ölü yemeğini bizzat kendi paralarından karşılıyorlarsa o yemeği vermek mekruh olduğu için o yemekten yemek de mekruhtur. Çünkü mekruh olan bir bid’at’a iştirak edilmektedir.

Eğer ölü yemeği ölen kimsenin bizzat kendi parasından veya malından karşılanıyorsa ve ölenin hâmile bir eşi veya akıl bâliğ olmamış çocuğu veya çocukları varsa, o ölü yemeğinden yemek haramdır. Çünkü bir kimse öldükten sonra malı mirasçılarına geçmiştir. Adamın karısının karnındaki çocuğun veya akıl bâliğ olmayan çocuklarının haklarını helal edip etmeyecekleri belli olmadığından kul hakkı yenilmektedir ve kul hakkı da haramdır. Bunların böyle bilinmesi gerekir. Allah en iyi bilendir. Selam ve dua ile.
Hocam Allah azze ve celle razı olsun ilminizi artırsın.
Burda anladığımız kadarıyla sünnet olan uygulama; komşuların cenaze evine yardımcı olup bir kaç gün oraya başsağlığına gelenlere yemek yapıp götürmesi ve ev sahibinin misafirlerle ilgilenmesi..
babalarımızın,annelerimizin anlattığına göre 30,40 yıl öncesine kadar bu uygulama varmış.fakat şimdi de şahit olduklarımıza binaen bırakın komşunun komşuya yemek yapmasını,selam dahi vermiyor hatta çoğu birbirini tanımıyor dahi.böyle vakıaların akabinde özellikle avrupada hatta türkiyede dahil ‘cenaze fonu’ diye birşey ortaya çıktı.buda aile başı yıllık cüzi bir miktar ödeme yapılarak üye olunuyor.daha sonra o aileden biri vefat ettiği zaman maalesef komşuların sahip çıkmadıkları cenaze sahiplerinin yemeklerini bu fon ayarlayıp getiriyor.tabi bazıları bunu tersten yorumlamış ve cenaze fonu ortaya çıktığı için komşular,yakınlar bu uygulamayı terk etti demişlerdir.lakin ortada böyle bir vakıa mevcut.her ne kadar bizler de buna karşı olsakta yarın birgün dünyadan göçüp gidince muhtemelen ailelerimiz de böyle yapmak zorunda kalacaklar maalesef.
Birde böyle bir durumda ölenin mirasından harcama yapılmıyor.
Bu arada cenaze fonunun caiz olup olmadığını da bilmiyorum.dışarıdan bakıldığında sigorta gibi geliyor lakin sonuç olarak insan oğlu mutlaka elbet bir gün ölüyor.
 
Son düzenleme:
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Hocam Allah azze ve celle razı olsun ilminizi artırsın.
Burda anladığımız kadarıyla sünnet olan uygulama; komşuların cenaze evine yardımcı olup bir kaç gün oraya başsağlığına gelenlere yemek yapıp götürmesi ve ev sahibinin misafirlerle ilgilenmesi..
babalarımızın,annelerimizin anlattığına göre 30,40 yıl öncesine kadar bu uygulama varmış.fakat şimdi de şahit olduklarımıza binaen bırakın komşunun komşuya yemek yapmasını,selam dahi vermiyor hatta çoğu birbirini tanımıyor dahi.böyle vakıaların akabinde özellikle avrupada hatta türkiyede dahil ‘cenaze fonu’ diye birşey ortaya çıktı.buda aile başı yıllık cüzi bir miktar ödeme yapılarak üye olunuyor.daha sonra o aileden biri vefat ettiği zaman maalesef komşuların sahip çıkmadıkları cenaze sahiplerinin yemeklerini bu fon ayarlayıp getiriyor.tabi bazıları bunu tersten yorumlamış ve cenaze fonu ortaya çıktığı için komşular,yakınlar bu uygulamayı terk etti demişlerdir.lakin ortada böyle bir vakıa mevcut.her ne kadar bizler de buna karşı olsakta yarın birgün dünyadan göçüp gidince muhtemelen ailelerimiz de böyle yapmak zorunda kalacaklar maalesef.
Birde böyle bir durumda ölenin mirasından harcama yapılmıyor.
Bu arada cenaze fonunun caiz olup olmadığını da bilmiyorum.dışarıdan bakıldığında sigorta gibi geliyor lakin sonuç olarak insan oğlu mutlaka elbet bir gün ölüyor.

30-40 yıl öncesi değil bu gün bazı ufak ve "gelişmemiş"! yerlerde hala sürüyor. Özellikle Kürt mıntıkasında...
 
Ebu Tahir Çevrimdışı

Ebu Tahir

لا إله إلا الله
İslam-TR Üyesi
30-40 yıl öncesi değil bu gün bazı ufak ve "gelişmemiş"! yerlerde hala sürüyor. Özellikle Kürt mıntıkasında...
Doğuda halen var olduğuna inanırım.bizim bölgede (konya,iç anadolu) bu konuda sıfır hatta bizim köyde kaç defa cahiller topluluğundan “yaw biri ölsede aş yesek” sözlerini duydum.tabi kendimi sakin tutmaya çalıştım aksi taktirde kendilerinin aşını yiyecektik.))
 
İmam Malik Çevrimdışı

İmam Malik

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Doğuda halen var olduğuna inanırım.bizim bölgede (konya,iç anadolu) bu konuda sıfır hatta bizim köyde kaç defa cahiller topluluğundan “yaw biri ölsede aş yesek” sözlerini duydum.tabi kendimi sakin tutmaya çalıştım aksi taktirde kendilerinin aşını yiyecektik.))

Bende diyorum abiye neden kanım ısınmış, hemşehriymişiz meğer :)
Bizim oralarda da nadirende olsa devam ettirmeye çalışan yerler var. Özellikle ovalılar denilen kesim
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt