Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Oruçlar ve Günler

I Çevrimdışı

islami bilgiler

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بســـم الله الرحمن الرحيم


Oruçlar ve Günler


Bu meseleyi şöyle açıklayabiliriz:

Şeriat koyucu (Allah ve Peygamber) oruç tutma bakımından günleri üçe ayırmıştır:

1 - Bu günlerin bir kısmında oruç tutmayı farz kıldı, Ramazan ayı gibi.

2 - Diğer bazı belirli günlerde oruç tutmayı müstahab (özendirilecek bir davranış) saydı, Aşure günü gibi.

3 - Bazı günlerde de oruç tutmayı kesinlikl e yasakladı, Ramazan ve Kurban bayramı günleri gibi.

Bazı günleri de oruç tutmak için belirleme yi yasakladı, Cuma günü ile Şaban ayının son günü gibi. Fakat bu son kesim günlerde bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile birlikte oruç tutulacak olursa, bu davranışı nafile oruç tutmak için belirlers e, ister bu belirleme yi maksatlı olarak yapmış olsun, ister maksat gütmemiş olsun ve ister bu günlere üstünlük tanısın, isterse tanımasın, şeriat koyucu (Peygamber imiz) bunu yasaklama ktadır.

Bilinen bir şeydir ki, eğer bu davranışın (bazı günleri özel olarak oruç tutmak için belirleme nin) zararı, başka bir sebepten değil de sırf özellikle belirleme tutumunda n ileri gelmemiş olsa idi, bu günlerde oruç tutmak, ya bayram günlerinde olduğu gibi yasaklanır veya Arefe gününde olduğu gibi serbest bırakılırdı. Bu zarar, bu yıkım diğer günlerde yoktur. Öyle olmasaydı, o zaman özel olarak belirleye rek yasaklama nın hiç bir anlamı olmazdı.

O halde açıkça anlaşılıyor ki, Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) sözleri ile vurguladığı gibi, buradaki zarar ve sakınca aslında özelliği olmayan bir şeye özellik ve üstünlük tanımaktan ileri geliyor.

Bilindiği gibi, bazen yasaklana n veya emredilen davranışların kendileri yasaklanm a veya emredilme sebebini içerebilirler. Tıpkı, Peygamber imizin “Müşriklere ters düşünüz (Muhalefet ediniz)” şeklindeki ifadesi gibi.

Buna göre her hangi bir zaman parçasını (vakti) oruç tutmak veya namaz kılmak için özel olarak belirleme yi yasaklaya n ifade, buradaki zarar ve sakıncanın (fesadın) özel olarak belirleme tutumunda n kaynaklan mış olmasını gerektiri r.

Buna göre cuma günü namaz kılmanın, dua etmenin, zikretmen in, Kur'an okumanın, yıkanmanın, güzel koku sürünmenin ve temiz elbise giyinmeni n diğer günlerden farklı olarak müstahab sayıldığı bir gün olması, o gün nafile oruç tutmanın diğer günlerin nafile orucundan daha üstün olduğunun sanılmasına yol açmış ve o gece nafile ibadet yapmanın, tıpkı o günkü nafile oruç gibi, diğer gecelerde yapılabilecek olan nafile ibadetler den daha faziletli sayılmasını düşündürmüştür.

İşte Peygamber imiz de sadece “özel olarak belirleme” tutumunda n kaynaklan an bu sakıncayı, bu zararı bertaraf etmek amacı ile bu günü özel olarak belirleme yi yasaklamıştır.

Ramazanı oruçlu karşılamak da böyledir, Ramazan orucu ile ilgili olarak ihtiyatlı ve tedbirli bir davranışı sergilediği gerekçesi ile faziletli bir tutum olduğu sanılabilir. Oysa, şeriat bu tutumu faziletli saymamıştır. İşte bu yüzden Peygamber imiz Ramazanı (bir veya iki gün önceden) karşılamayı yasaklamıştır.

İşte bu incelik ve bağıntı elimizdek i meselede de var. Halk kitleleri bu yabancı bayram ve yıldönümlerini, onları üstün saydıklarından özel olarak nafile ibadet için (meselâ oruç tutmak) belirliyo rlar. İşte bu zaman parçalarını nafile oruç veya namaz için belirleme tutumu, bu zaman parçalarının diğer vakitlerd en üstün oldukları inancına yol açabileceği için -ki aslında böyle bir üstünlük söz konusu değildir- bu zaman parçalarını özellikle belirleme k yasaklandı. Çünkü özellikle belirleme tutumu, ancak özel olarak belirlenm iş olma inancından kaynaklanır.

Biri ortaya çıkar da “söz konusu gün ve gecede (Regaib adı ile anılan gün ve gece) oruç tutup namaz kılmak diğer vakitlerd e tutulan oruç ve kılınan namaz gibidir. İnancım budur. Bununla birlikte bu gün ve gecelere özellik tanıyorum” derse, adamın bu davranışı ya taklitçilikten ya yaygın adetlere uymaktan ya kınanma endişesinden veya bunlara benzer bir başka sebepten ileri gelebilir . Yoksa adam yalan söylüyor demektir. Buna göre bu davranış, mutlaka asılsız bir inançtan veya din dışı başka bir gerekçeden kaynaklanıyor demektir ki, bunlar batıl itikatlar dır.

Kesinlikl e öğrendik ki, ne Peygamber Efendimiz ne sahabiler ve nede diğer imamlar bu günün (Regaib adı ile anılan günün) üstünlüğü veya özellikle bu gün oruç tutup bu gece ibadet etmenin faziletli olduğu hakkında tek bir söz söylemiş değillerdir. Bu gün ve bu gece ile ilgili olarak var olduğu ileri sürülen hadis uydurmadır (mevzudur).

Böyle bir gün ve gecenin İslâma maledilme si girişimi, hicrî dördüncü yüzyıldan sonra ortaya çıkmıştır.

Durum böyleyken bu gece ve bu günün üstünlük taşıması caiz değildir. Çünkü var olduğu ileri sürülen bu üstünlükten, eğer ne Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) ne sahabiler (Allah hepsinden razı olsun) ne ikinci kuşak müslümanları (tabiin) ve nede diğer imamların haberi, bilgisi yoksa, Allah'a yaklaşmanın yegâne aracı olan bu din hakkında Peygamber imizin, sahabiler in, ikinci kuşak müslümanlarının ve öbür imamların bilmedikl eri bir şeyi bizim bilebilme miz imkânsızdır.

Yok eğer bu saydıklarımız söz konusu gecenin ve günün üstünlüğünden haberdar idiler ise, salih ameli, salihi işlemeye ve halka öğretmeye karşı taşıdıkları bunca sevgiye rağmen bu üstünlüğü hiç kimseye söylememiş ve bu konuda hiç amel işlememiş olacaklarını düşünmek imkânsızdır.

Madem ki, ileri sürülen bu üstünlük iddiası ya Peygamber imizin ve bütün yüzyılların en hayırlı müslümanlarının, Allah'ın dininin bir unsurunu bilmemiş olmalarını veya bildikler i halde hem şeriatımızın ilkelerin e ve hem de şahsî tutumlarına aykırı olarak, bu bilgileri ni saklamış ve hiç uygulamamış olmalarını gerektiri yor. Bu iki gerekli sonucun (bilmek ile bildiğini söylememenin) her ikisi de ya şeriate veya hem şeriat ve hem adetlere göre olmayacak, hatta düşünülemeyecek şeyler olduğuna göre, bizi bu sonuçlarla karşı karşıya bırakan üstünlük iddiası da asılsızdır.

Ayrıca bid'at nitelikli amel ya dinde sapıklık olan bir inancı veya Allah'dan başkasına ibadet işlemeyi gerektiri r. Oysa ne bozuk inançlar taşımak ve nede Allah'dan başkasına dönük ibadet yapmak caiz değildir.

Zaten gerek bu söz konusu ettiğimiz ve gerekse öbür tüm bid'atler, kesinlikl e ve görünüşe göre caiz olmayan bir şeyi yapmayı gerekli kılarlar. Gerekli kıldıkları bu caiz olmayan şeyler, haram olmadıkları durumlard a en azından mekruh şeylerdir. Dine sonradan sokulmuş bütün bid'atler için bu kural geçerlidir.

Bir de bu sapık inanca saygı duymak ve yüce tutmak gibi bazı duygular eşlik eder ki, bu duygular da Allah'ın dininde yeri olmayan asılsız saplantılardır.

Farzedeli m ki bu bid'atleri işleyen biri “Ben bunların üstünlüğüne inanıyor değilim” demiş olsun. Eğer sözünü ettiğimiz ibadetler i yapıyorsa kalbindek i saygı ve yüceltme duygularını gideremez . Saygı ve yüceltme gibi duygular ancak bu yoldaki bir inançtan kaynaklan abilir. Eğer bu adam, bu durumun kaçınılmaz bir şey olduğu kanısında ise bilmesi gerekir ki, eğer belirli bir şeyin üstünlüğü ile ilgili düşünce şuurundan silinecek olursa, artık o şeye saygı duymaz olur, fakat saygının yerini karmaşık duygular alır.

Böyle bir kimse söz konusu davranışın bid'at olduğuna inandığı için, bu mananın sonucu olarak o davranışa saygı duymaması gerekir. Fakat o davranışlarla ilgili çeşitli rivayetle rin veya onun bunun bu davranışı işlemelerinin kalbinde uyandırdığı duygular, yahud söz konusu davranışı işlemenin kendisine sağlayabileceği yarar yüzünden o davranışı işlemeye ve ona saygı göstermeye devam eder.

Demek ki, bu bid'atleri işlemek, taşımak zorunda olduğumuz inançlara ters düşer. Peygamber lerin Allah (c.c.) katından getirmiş oldukları ilkelerle çatışır ve gizli de olsa kalblerde münafıklığın çöreklenmesine -yol açarlar.

Bu durum Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) zamanında bazı kimseleri n, ya mevkileri nden ya servetler inden ya asaletler inden ya gördükleri yardımlardan veya kendileri ne bağımlı olduklarından dolayı Ebu Cehil ve Abdullah b. Ubeyy b. Selül gibi ileri gelen kâfir ve münafıklara saygı göstermesine benzer.

Nitekim Peygamber imiz ya bu küfür ve münafıklık önderlerini küçük düşürücü bir söz söyleyince ya hoş görülmelerine ya da öldürülmelerini emredince halis imanlı kimseler için mesele yoktu. Fakat böyle olmayan bazılarının kalblerin de sahih inançlarının gereği olarak Peygamber imize uymakla, eski asılsız saplantılarına bağlı kalmaya devam etmek şıkları arasında çatışma meydana geliyordu .

Kim bu gerçekleri derinliğine düşünürse kesinlikl e anlar ki, bid'atler imanı zayıflatan zehirler taşırlar. Bundan dolayı “Bid'atler, küfrün (kâfirliğin) türevleridir” demişlerdir.

Bu kural, şeriat koyucu tarafından hiç bir özelliği olmadığı için yasaklana n bütün ibadetler için geçerlidir. Mezarlar önünde namaz kılmak ve putlar karşısında kurban kesmek gibi. Her ne kadar bu tip ibadetler i yapanlar onların özel ve ayrıcalıklı olduklarına inanmasal arda yaptıkları hareketle r böyle bir özellik anlayışı taşıdıkları şüphesini uyandırıcı nitelikte dir. Çünkü üstünlüğü isbatlama k nasıl amaç ise, şeriata aykırı üstünlüğü ortadan kaldırmak aynı şekilde amaçtır.

Sözlerimizin burasında bize şöyle denebilir:

“Siz böyle diyorsunu z, ama meselâ, bu anma günleri ile ilgili ibadetler i bazı alim ve faziletli kimseler ile daha alt düzeyde müminlerin işledikleri görülüyor. Bu ibadetler in müminin kalbine ve başka taraflarına yansıyan kalb arınması, gönül yumuşaması, günahların izlerinde n sıyrılma ve duaların kabul olunması gibi bir çok yararları vardır. Bunlar yanında namazın ve orucun üstünlüğünü belirten genel nitelikli özendirmeleri de göz önünde tutmalıyız.

Bilindiği gibi Cenab-ı Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Görüyor musun, şu engel olanı?! Bir kula, namaz kılarken.” (Alâk:9-10)

Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) bir hadisinde:

“Namaz, ışık ve sahibi lehine kesin delildir” buyuruyor . (Müslim, K. Temizlik -Taharet-, Bab: Abdestin Fazileti, H. No: 223, c. 1, s. 203; Ahmed, El-Müsned, c. 5, s. 343. Başka hadiscile r de bu hadisi nakletmişlerdir.)

Kur'an ve hadiste çok sayıda böyle özendirici ifadeler vardır.”

Bu itiraza karşı vereceğimiz cevap şudur:

“Hiç şüphesiz bu tip ibadetler i belirli bir yoruma, ilmî araştırmaya (içtihada) ve taklide dayanarak yapan kimse iyi niyetine ve meşru içerikli ameline karşılık sevap kazanır.

Ayrıca eğer ictihad ve taklidind e hoş görülenler (mazur görülenler) arasına girebiliy orsa bu ibadetler in bid'at yönleri de affa uğrar. Bu ibadetler de olduğu belirtile n bütün yararlar, içerdikleri meşru unsurlard an, yani namaz, zikir, Kur'an okumak, rükû, secde (Allaha yönelik) temiz niyet ve dua ibadet birimleri nden dolayıdır. Bunun yanında bu ibadetler de mekruh yönler de vardır ki bu yönler, ictihad veya taklid sebebi ile affa uğrayabilmektedir. Bu özellik yararlı yönleri olduğu söylenen bütün mekruh bid'atlerde vardır.

Fakat bu kadarlık bir yarar, sözü edilen ibadetler in mekruh olmasına, onu önleyip yerine bid'atsız meşru ibadet kaynak gerekliliğini engelleme z. Nitekim bayram namazlarında ezan okuma adetini çıkaranların durumu da böyledir. Hatta yahudiler ve hristiyan lar bile kendi tapınmalarında çeşitli yararlar bulmaktadırlar. Çünkü onların tapınmaları mutlaka bazı meşru ibadetler in benzerler ini içerdiği gibi söyledikleri arasında da mutlaka peygamber lerden kalma bazı doğrular vardır. Fakat bunun böyle olması, onların tapınmalarının uygulanma sını ve sözlerinin dayanak olarak sayılmasını gerektirm ez.

Sebebine gelince bütün bid'at nitelikli unsurlar, mutlaka içerdikleri iyilikler e baskın gelen kötülükler taşırlar. Eğer iyi yönleri baskın olsaydı şeriat onları göz ardı etmezdi.

Biz bu hareketle rin bid'at oluşunu, onların kötülüklerinin iyilikler ine baskın olduğuna delil sayıyoruz ki, bunlarla ilgili yasağın asıl gerekçesi budur.

Şunu da belirteyi m ki, söz konusu bid'atın günahı, ictihad ve benzeri sebepler yüzünden bazı kimselerd en düşebilir. Tıpkı klâsik müctehidler arasında tartışma konusu olan faiz ve meyva suları konusunda, müctehidler için faiz ve alkollü içki terimleri nin söz konusu olmayışı gibi. Fakat bu böyle olmakla birlikte bunların şeriat bakımından durumunu açıklamak, onları helâl sayanlara uymamak ve asıl nitelikle rini ortaya koyacak bilgiyi elde etmek için uğraşmakta kusur etmemek gerekir.

Göstermiş olduğumuz deliller, bu bid'atlerin bozuk inançlar veya Peygamber imizin (salât ve selâm üzerine olsun) getirip öğretmiş olduklarına aykırı davranış bozuklukl arı içerdiklerini ve taşıdıkları ileri sürülen yararların bu zararlara denk olamayaca k cılız şeyler olduklarını açıkça belirtmey e kâfidir.

Konuyu biraz daha açmak istersek diyebilir iz ki;

Eğer bu bid'atı (Regaib günü ve gecesi kutlamasını) bazı faziletli kişiler işliyorsa, onlarla aynı dönemde yaşayan bazı kimseler de mekruh olduğu gerekçesi ile onu işlememişler ve diğer bazı kimseler de ona karşı çıkmışlardır.

Gerek onu işlemekten kaçınanlar ve gerekse ona karşı çıkanlar, sözü edilen faziletli kimselerd en eğer daha üstün değiller ise daha aşağı da değillerdir. Eğer faziletçe daha aşağı oldukları farzedile cek olursa, o zaman bu meselede yetkili uzmanlar (ulul emr) anlaşmazlığa düşmüşler demektir ki, böyle durumlard a Allah'a ve Rasûlüllah'a baş vurmak gerekir. Oysa bu konuda Allah'ın Kitab'ı (Kur'an) ile Peygamber imizin sünneti bu davranışa izin verenlerd en yana değil, onu mekruh sayanlard an yanadır.

Ayrıca yakın dönemin alimlerin den daha faziletli olan ilk dönem bilginler i (mutekaddi min) de bu işten uzak duranların ve ona karşı çıkanların yanındadırlar. Bu asılsız ama gününün (Regaib kandilini n) var olduğu söylenen faydaları karşısında bidat olmak niteliğinden kaynaklan an zararları daha başkadır ve başlıcaları şunlardır:

 
Üst Ana Sayfa Alt