Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Orucun Kişisel Faydaları, Ruh Üzerindeki Tesirleri:

ikraislam Çevrimdışı

ikraislam

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Orucun Kişisel Faydaları, Ruh Üzerindeki Tesirleri:


Oruç, hayatın yalnız yeme-içme, egoist duygu ve şehevî arzuları tatmin etme felsefesine dayanmadığını öğreten bir ibâdettir.


Oruç, köklü bir irâde terbiyesi verir, insanı her yönüyle olgunlaştırır, kendi içinden gelen bazı olumsuz duygulara gem vurmasını öğretir. İnsanı "aşağılık duygusu"ndan kurtarır, kendine güven duygusunu arttırır.


Oruç, insanlara her türlü zorluklara tahammül etmeyi, yeme-içme ve cinsî zevk gibi insanın en doğal ihtiyaçlarında bile aşırılığı önlemeyi öğretir. Ahlâkî güzelliklerin ve başarıların kaynağı sabırdır. Oruçla sabır arasındaki bu ilgiyi Yüce Peygamberimiz şöyle dile getirir: "Oruç sabrın yarısıdır." (Tirmizî, Deavât, 86, 87, hadis no: 3519)


Oruç, sadece yeme-içmeyi ve cinsel ilişkiyi belirli bir zaman terketmek değildir. Oruçlu insan, ağzını ve cinsel organını her türlü ahlâksızlıktan, günah ve kötülükten de koruyacak, oruç sâyesinde en olgun ahlâk sahibi olmaya çalışacaktır. Kötülükleri ve günahların çoğu bu iki organ (ağız ve tenâsül organı) vâsıtasıyla yapıldığından, bu organları oruçlu kimse sıkı bir disipline tâbi tutacaktır. Çünkü oruçlunun yalan ve çirkin sözler söylemesi, iftira ve dedikodu ile uğraşması, haramlara bakması, şehvetini tahrik edici çeşitli işler yapması oruçsuz müslümana göre daha ısrarla yasaklanmış, hakiki orucun ancak böyle gerçekleşeceği belirtilmiştir.


Oruçta temel esas, insanın mide ve cinsiyet şehvetlerinden alıkonmasıdır. Kim oruçlu iken nefsini bu iki şehvetten uzak tutabilirse, diğer şehvetlerden rahatlıkla uzak durabilir. Kim de oruç ve Ramazan'dan sonra,bu şehvetleri (Ramazan'da alıştığı üzere) bir disipline ve düzene sokar, helâl sınırların dışına çıkmazsa, o kimse cennet yolundadır. Bu hususu Peygamber Efendimiz, bir hadis-i şerifde şöyle belirtmiştir: "Kim bana iki dudağının arasıyla, iki bacağının arasındaki et parçalarını garanti ederse (bu organları her türlü günah ve çirkinliklerden korursa), ben de ona cenneti garanti ederim."


Oruç, gösteriş ve çıkar duygusu karışmaksızın, yalnız ALLAH için yapılabilen bir ibâdettir. Çünkü, kişinin oruçlu olduğunu hakikaten yeme-içme gibi gizli de yapılabilecek şeylerden kaçtığını ancak ALLAH bilir. Bu özelliğinden dolayı oruç, ruha kemal yollarını açan, sadece ALLAH için, O'nun rızâsını kazanma niyetiyle yapılacak fedâkârlıkları sembolleştiren bir ibâdettir. Dolayısıyla mü'minlere ALLAH için iş yapma, menfaat beklemeksizin meşakkat ve mahrûmiyetlere katlanma gibi eğitim ve alıştırmaları oruç yeterince yerine getirir.


İnsanlarda nefis ve akıl, hayvanlarda ise sadece nefis vardır. İnsanlara menfaati, yeme-içme ve zevk almayı herşeyin üstünde gösteren, kişisel çıkar için her çeşit kötülük, ahlâksızlık ve haramları normal gösterip sahibine emreden duygunun adıdır nefis. İnsanın melekten ayrılan en önemli yönü, insanda nefsin bulunmasıdır. Hayvandan ayrılan en önemli yönü ise, aklını kullanarak nefsine hâkim olması, onu sınırlamasıdır. İnsanlar, nefislerinin her isteklerine uyarlarsa, yeryüzü menfaat kavgalarından geçilmeyen, sömürü, zulüm ve karagaşa içindeki bir arenaya döner. Nefsi sınırlamak, hem kişi, hem de toplum menfaati açısından zarûrîdir. Bu nefsin arzu ve isteklerini, şehvetlerini kırmak için en güzel yol, kişinin dış baskılarla değil; insanda doğuştan mevcut din duygusuyla Rabbından korkarak, O'nun emir ve yasaklarına boyun eğmektir. İnsan bu mücâdelede, nefsine gâlip gelirse, egoist arzularına ve şehvetlerine sınır koyarsa, melekleşir ve hatta derece itibarıyla onlardan daha yükselir. Çünkü yiyip içmek ve cinsî zevkler meleklerin şânından değildir. Kişi, bunları sınırlayarak meleklerin ALLAH'a yakınlığı gibi O'na yakın olup günahsızlaşabilir.


Kişi, nefsine ambargo koyamayıp ona esir olursa, aklını, kendi benliğini nefsi yönetmeye kalkarsa, Rasûlullah (Selamun Aleykum.s.)'ın ifadesiyle büyük savaştan mağlûp olarak çıkar, dünya imtihanını kaybetmiş olur. Dünyada da hem kendi, hem başkaları zarar görür. Nefis ve şehvetleri, insanın yapısına gâlip olursa, insan canavarlaşır, Kur'an tâbiriyle hayvandan daha aşağı olur: "Onlar için kalpler vardı, fakat onunla (yeterince) düşünmezler. Onların kulakları vardır, onunla (hakkı) duymazlar. Onların gözleri vardır, fakat bunlarla (hakkı) görmezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da aşağı derecededirler. İşte asıl gâfiller onlardır." (7/A'râf, 179)


Bedeni, akıl ve ruha tâbi kılmak, bedenin kuvvetini frenlemek ve ruhun gücünü arttırmak gerekir. Bu hususta hiçbir şey açlık, susuzluk ve hayvanî arzulardan vazgeçmek kadar, yani oruç kadar tesirli değildir. İnsan tabiatı, bazen ruha ve akla uyma, bazen de isyan halindedir. Bu itibarla bir kimsenin hayvanî arzularına, nefse gem vurması için, şartlarına riâyet ederek oruç gibi bir ibâdeti yerine getirmeye de ihtiyacı vardır.Yememek-içmemek, meleklerin özelliğinden olduğu için, bu rejimi (orucu) yerine getirmekle insan, gittikçe kendini meleklere benzetir. Bunu da ALLAH'a itaat kasdıyla yaptığından O'na yaklaşır ve O'nun rızâsını elde eder ki bu da bir müslümanın ilk ve en son ve de en önemli gâyesidir.


İşte nefse hâkimiyeti ve onu sınırlamayı insana öğreten en güzel okul Ramazan ve oruçtur. Müslüman da bu okulda her sene en az bir ay hem eğitim, hem de öğretim yapmak zorundadır. Dinimizin, olgun aklın ve müsbet ilmin yasakladıklarından korunup sakındıran bir ibâdettir oruç. Meselâ, çok yemenin, sigara veya içmenin zararlı olduğunu bildiği ve bırakmak istediği halde irâdesine sahip olamayan insan, oruç sâyesinde uzun müddet bunları yapamayacak, sonunda irâdesine ve nefsine hâkim olup, bu güzel antrenmanla (Ramazan boyunca oruçla) bunları bırakmış olacaktır.


İnsanın kötülüklere ve günahlara meyletme yönünü kırmada en önemli etken olan orucun bu yönünü Kur'an şöyle anlatmaktadır: "...Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan korunursunuz." (2/Bakara, 183). Kur'an'ın verdiği mâlûmattan da anlıyoruz ki, Hz. Âdem'den beri, kendilerine peygamber gönderilen her topluluğa oruç farz kılınmıştır. Hıristiyanlığı iyi bilenler de kabul ederler ki, oruç hıristiyanlığın aslında da mevcuttur.


Karşı cinse meyilli olarak yaratılan, hayvanlarla ortak yönlerinin en başında üreme şekli ve bunun için karşı cinsi arzu etme özelliği gelen insanoğlu, bu duygusunu meşrû ölçülerle sınırlamak zorundadır. Kendisini, ileride kuracağı mutlu bir yuvanın annesi olarak hazırlaması, bunun yolunun kocasını aldatmayı aklından bile geçirmemek olduğunu kabul etmesi gereken bir genç kız, nâmusunu korumak, bir hazine gibi saklamak, diğer erkeklerin de nâmusunu düşünerek, onların şehevî yönden tahrik edecek her şeyden kaçınmak zorunda olursa, neler kaybeder, neler kazanır? Yine bir erkek, kendi karısı ve kızının nâmusunu düşünür, onların kötü yola düşmelerini nasıl arzu etmezse, kendisi gibi başka bir erkeğin kadın ve kızlarının nâmusuna da aynı anlayışla saygı göstermesi gerekmez mi? İslâm Dini, kadın-erkek ilişkilerini her iki cinsin de değerini yükselterek, nâmus, ahlâk, iffet, hayâ açısından değerlendirip âile hayatına çok büyük önem vermiş, sarsılmasını istememiş ve zinâyı en büyük suçlardan saymıştır. Zinâya giden her türlü yolu yasaklamış, oruçla da insanı, kadın-erkek ilişkilerinde aşırılığı önleyecek, cinsel duygularını bastırabilecek seviyeye yükselmiştir.
Orucun Sağlık Açısından Faydaları: Orucun bize kazandıracağı şeyler şüphesiz ne yalnız dünya ile, ne de sadece âhiretle sınırlandırılabilir. “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz” nebevî tavsiyesine karşın, orucun maddî faydaları müslümanlar için hep ikinci planda gelmiştir. Bunun sebebi, Ramazan ayıyla birlikte herkesin gözlemleyebildiği mânevî iklim ve ön plana çıkan sosyal ve kültürel silkiniş olsa gerek.


Orucun Sağlık Yönüyle Faydaları: Orucun kilo kontrolü, kan yağlarının düşürülmesi ve sindirim sisteminin dinlenmesine yönelik yararları biliniyor. Diğer yandan, bunlar tam açlık ve diyetle sağlanamıyor. Tam açlık ve sıkı diyetlerin yan etkileri fazladır; zira yeterli enerji alımı olmadığından negatif enerji dengesi söz konusudur. Oruçta ise -iftar ve sahurda aşırı yememek kaydıyla- optimum bir enerji dengesi vardır. Bu da faydalarının organizmaya zarar vermeden elde edilmesini sağlıyor. Genellikle bir veya birkaç besin ögesinden mahrum kalma prensibi üzerine oturan zayıflama amaçlı diyetlerden farklı olarak oruç fıtrîdir, helâl yiyeceklerde bir kısıtlama yoktur.


Normal, sağlıklı, hatta istisnâlar dışında rahatsız bir bünye için orucun vücut üzerinde zararlı bir etkisinin olmadığı birçok tıbbî araştırma ve incelemeler neticesinde açıklık kazanmış, isbatlanmıştır. Oruç tutanların yaşayarak bildikleri, oruç tutmayan insanların da çoğunun kabul etmek zorunda kaldığı gibi, bazılarının zannettiklerinin tam aksine, orucun vücuda da birçok faydası vardır.


Kur'ân-ı Kerim'in ilgili âyetlerinden ve hadis-i şeriflerden de açıkça anlaşılır ki İslâm dini, insanların kaldıramayacağı ağır yükleri onlara yüklemediği için (meselâ, bkz. 2/Bakara, 286, 183-185), kadınların aylık rahatsızlıklarında, hâmilelik ve doğum sonrasında anne ve çocuk için orucun zarar verdiği zamanlarda, uzun yolculuk ve şiddetli rahatsızlık/hastalık hallerinde oruç, başka bir münâsip zamanda tutulmak üzere ertelenir. Bu, İslâm dininin gösterdiği kolaylık ve sağlığa verdiği önemi gösterir.


Normal, sağlıklı ve bülûğ yaşını doldurmuş müslümanların tutmak zorunda oldukları Ramazan orucunun insan vücudu üzerindeki faydalarından bazılarını belirtmeye çalışalım:


Orucun vücudumuzun deveran, sinir ve sindirim sistemleri üzerinde dinlendirici ve şifâ bahşedici tesirleri pek çoktur. Bunun içindir ki Peygamberimiz (s.a.s.): "Oruç tutunuz ki, sıhhat bulasınız" buyurarak Ramazan'da olduğu gibi, bu ayın dışında da sık sık oruç tutmamız hususunda müslümanları teşvik etmişlerdir.


Küçük bir bebeğin mamasını veya anasının memesini ilk ağzına alışından tâ insanın ölümüne kadar iç organlar ve sindirim organları devamlı çalışmaktadır. Sindirim organlarını dinlendirmek, Allah'ın en güzel şekilde yarattığı, her şeyiyle en mükemmel bir fabrikaya benzeyen vücudun iç yapısını revizyona ve bakıma almak, elbette makinelerin sağlamca çalışması için gereklidir. Onun için birçok hastaya perhiz tavsiye edilir veya tedâvi için belli saatlerde yemekten alıkonulur. "Mide, hastalıkların evi, perhiz ise tedâvinin başıdır" sözü tarihin çok eski devirlerinden beri birçok doktor tarafından tekrar edilmiş, tecrübe eden halk tarafından doğrulanmıştır.


Az yemenin çok yemekten daha iyi olduğu bir gerçektir. Vücut için, yeterli enerji alındıktan sonra belli zamanlarda yemek yemek; faydalı-faydasız şeylerle mideyi doldurmaktan daha iyi, daha sıhhîdir. Aslında bu özellik, oruçlunun iftar sırasında da az yemesiyle gerçekleşir. O zaman orucun faydası daha büyük olur. Rasûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ve tavsiyesi de budur.


İlim de kabul etmektedir ki, çok yemek zararlıdır. Romatizma, kalp hastalıkları, kan dolaşımındaki bozukluklar, şeker vb. hastalıklarda, bu hastalıkları başlatan veya artıran büyük etkenlerin başında çok yemek gelir. Çok yemekte vücudun lüzumundan fazla kilo alması vardır ki, bu sebeple kalbin etrafı yağ tabakasıyla kaplandığı için, insan rahat nefes alıp veremez. Kollestrin (kanda yağ birikmesi) denilen hastalığın başlıca sebebi yine çok yemektir. Çok yemek neticesinde böbrekler vaktinden önce yorulur ve bozulur, vazifesini yapamaz olur. Mide doğal halini kaybeder, büyür, elastikiyetini muhâfaza edemez. Dolayısıyla yenilenleri kolay kolay hazmedemez. Bu yüzden bütün vücut da rahatsız hale gelir. Çok kere mide ülseri, mide veya kalın bağırsakda çıban da meydana gelir. Bu saydıklarımız ve daha birçok rahatsızlıklar hep çok yiyip içme neticesi meydana gelen zararlardandır. Bu gibi hastalıkların oruç tutulmayan yerlerde ve oruç tutmayan kimselerde daha çok bulunduğunu hatırlatalım. Onun için her yıl, on iki aydan birinde vücudun dinlendirilmesinde büyük faydaların olduğu inkâr edilemez.


Müslüman, oruçla irâdesini ve mide şehvetini gemleme gücünü kuvvetlendirir. Sigara ve benzeri kötü alışkanlıkları varsa, vücuduna zarar veren bu gibi şeylerden orucun yardımıyla kurtulur. Vücut bakımından sağlam ve karakterli insanların yetişmesinde orucun büyük faydaları vardır. Peygamberimiz ve asr-ı saâdet devrinde insanların çok az hasta olduğunu, çok az yedikleri halde maddî ve mânevî yönden çok kuvvetli insanların mevcut olduğunu tarih haber vermektedir. Asırlardır müslümanların (dinlerinin emirlerini yaşayan, oruç tutan ve az yiyen dindar müslümanların) durumu da bunu isbatlamıştır. Tabii bütün bunları görebilmek için gören göze, idrâk eden akla ihtiyaç vardır.


Fizyolojik ve Biyokimyasal Etkiler: Kan şekerinde kısmî düşme (özellikle ilk günlerde) ve kan yağlarında daha uzun vâdede düşme beklenir. Kolesterol ve büyük (sistolik) tansiyon düşer. Aslında Ramazan orucu, hafif ve orta derecede ve düzende olan, İnsüline bağımlı olmayan diabet, şişmanlık, esansiyel hipertansiyon, gastrit gibi bazı hastalıkların düzelmesi için ideal bir fırsattır.


1994’de yapılan uluslararası katılımlı “Sağlık ve Ramazan” konulu kongrede geniş kapsamlı toplam 50 çalışmada bu tip hastalıkları olanlarda orucun hastalık parametrelerinde düzelme sağladığı, kötüleşme görülmediği bildirilmiştir. Diğer yandan şiddetli hastalıkları olanlarda, tip 1 (İnsüline bağımlı) diyabet, koroner arter hastalığı, böbrek taşı gibi hastalıklarda oruç tutulmaması gerektiği kanaati ortaya konmuştur.


Psikososyal değişiklikler: Suç oranlarının Ramazan ayında azaldığı saptanmıştır. Oruç tutanlarda huzur ve sükûnet hali ön plana çıkar. Sinirli ve taşkın hareketlerin azalmasında fizyolojik bir mekanizmanın da payı olduğu düşünülmektedir: Kan şekerinin yükselmesine aşırı cevap veren İnsülin karşıtı sistem’in oluşturduğu ‘reaktif hipoglisemi’ diye bilinen, stresli bir tablo oruç tutan bir insanda gelişmez. Oruçluyken tartışmak bile yasaklanmıştır; bu da kişisel düşmanlık hisleri ve gerilimi minimum düzeyde tutar.


Bunalımı doğuran şey beklentidir. Tartışma beklentisi olmazsa gerilim azalır. Cinsel beklentiler olmadığında başıboş şehvet hisleri ortaya çıkmaz. Helâl olan gıdadan bile ümidini en azından yarım gün kesebilen “insan”, harama dair düşüncelerden ve beklentilerden uzaklaşmak için bulunmaz bir fırsata kavuşur. İşte o nimet; oruçtur. Peygamberimiz: “Oruç, sabrın yarısıdır” (Tirmizî, Deavât, 87, hadis no: 3519) buyurmuşlardır. İnsanı bunalımlara ya da yanlış yollara sürükleyen de hep sabırsız olması değil mi?


Orucun Sosyal Faydaları: Fiilî bir fakirlik hali olan oruç, sosyal adâlet fikrini ve orzusunu kafalara ve kalplere işleyen bir ibâdettir. Çünkü hem, her arzu ettiğini yiyebilecek durumda olan zengin, hem de yiyeceğini bile zor temin eden insan, oruçlu iken aynı bedenî durumdadır. Zengin bir mü'mini bedenen ve rûhen fakirliğin sınırları içine çeke oruç, böylece yardım edilecek insanların sıkıntılarını pratik olarak insana yaşatır. Tedaviyi yapabilecek olana hastalığı teşhis ettirir. Yardımlaşma duygularını geliştirir.


Kiminin yiyip kiminin baktığı, zenginle fakir arasındaki kıskançlık ve düşmanlığın büyük boyutlara ulaştığı, açlıktan ölen insanların milyonları aştığı günümüz dünyasında, toplum huzurunun ve iç barışın sağlanmasında, tokun aç insanın halinden anlamasını kolaylaştırdığı için orucun sosyal faydası çok büyüktür.


Bu sebeplerden dolayı oruç tutan müslümanlar, Ramazan ayında daha çok cömert olurlar, evlerine misafir götürüp sofralarında başkalarının ve özellikle fakirlerin bulunmasına gayret ederler. Yine Ramazan ve orucun bu sosyal atmosferinden dolayı, müslümanlar, kendi mallarından, fakirlerin hakkı kabul ettikleri % 2,5 oranında bir tasarrufta bulunarak bu kesintiyi bu ayda fakirlere dağıtırlar. Akraba veya tanıdıkları, hatta tanımadıklarına bu ayda maddî yönden yardımları artar, sadaka verirler.


Her devlet, halkı ileride ihtimal dâhilinde olabilecek olan savaşa hazırlar, onun için hemen hemen her ülkede askerlik sistemi vardır. Gençler arkere alınıp ileride çıkması muhtemel bir savaşın her türlü eğitimine ve zor şartlarına dayanabilecek duruma getirilmeye çalışılır. Savaş, her türlü zor şartlara sabretmeyi, aç ve susuz kalmayı gerektirebilir. Oruç, tüm insanları, ileride toplumların savaş, doğal âfet ve benzeri sosyal çalkantılarda doğabilecek zor şartlara karşı hazırlar.


Bazı yiyecekler, bazı memleketlerde hiç değilse bazı zamanlarda azalabilir, kısmen de olsa toplum veya önemli bir çoğunluk, yokluklarla, hatta açlıkla karşı karşıya kalabilir. Oruç, insanları, bazı nimetlerden mahrum kalmayı normal karşılamayı, böyle bir durum olursa, çalkantı ve kargaşalık olmadan bunları atlatmayı, böylesine sıkıntılara insanların hazır olmaları gerektiğini öğretir.


Cinsel duygulara gem vurmayı öğretmesi yönünden, toplum ahlâkını düzeltmek doğrultusunda orucun faydalarını hatırlamak yerinde olur. İnsanoğlu, içgüdüsel olarak karşı cinse eğilim duyacaktır. Fakat bunu, toplum kurallarını ve genel ahlâkı zedeleyecek boyutlara vardırısa bir sürü problem ve kargaşa kendini gösterecektir. Bugün dünya gençliği, seks buhranını en acı şekilde yaşıyor. Aile hayatları temelinden sarsılmış, üremeler iyice azalmış, sağlıklı nesiller yerini yalnız hayvanî duygulardan başka bir şey düşünmeyen gençliğe bırakmıştır. Kız veya kadınlar, erkeklerin cinsel duygularına her yönüyle hitab edip, onu kendine ve cinsel duygularına esir etmiş, erkekler de kadınları kendi zevklerine yarayan bir makine, bir eğlence aracı olarak görmüş, karı-kocanın yatakta yaptıklarını sokakta her türlü kuralları çiğneyerek açıktan ve hiç utanmadan yapabilen, bu konuda hayvanlaşan insanlar hep tarafı kaplamıştır. Bir-iki nesil sonra, bu ahlâksızlığın sonunun nereye varacağı, endişeleri aşan bir sorudur; cevabı da annelik-babalık kavramının bile tarihe karışabileceği, her türlü ahlâksızlığın sanat kabul edileceği, cadde ortasında karşı cinslerin, hatta eşcinsellerin birbirleriyle zinâ yapabileceği, birçok toplumun bu ahlâk buhranından dünyada bile çok büyük kapyıplar ve sarsıntılar geçireceği de muhakkaktır.


İşte bütün bunları önlemenin en büyük yolu, cinsel duyguları frenlemeyi, Allah'ın yasaklarına yaklaşmamayı öğreten oruçtur. İnsan oruçlu iken (Allah'ın, oruçlunun dışındakilere helâl kıldığı) hanımı ile beraber yatmasını bile terkedecek, hele hele başkalarının kadın ve kızlarına şehvet nazarıyla bakmayacak, kötü düşünce ve sözlerden bile sakınacak, şehvetini kontrol altına alacak, zinâya ve ahlâksızlığa götüren her yoldan oruçlu olmadığı zamanlara göre daha fazla kaçacak, hem kendini hem de toplum ahlâkını en güzele götürecektir. Bunun için Yüce Peygamberimiz, orucun ahlâk ve özellikle toplum ahlâkı açısından bu faydasını şu mübârek tavsiyesiyle dile getirmiştir: “Ey gençler topluluğu! Sizden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Zira evlenme, gözü (haramdan) daha çok önler ve iffeti de o nisbette korur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse de oruca devam etsin. Çünkü oruç onun için bir kalkandır.” (Buhârî, Savm 10, Nikâh 2, 3; Müslim, Nikâh 1, 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Nesâî, Sıyâm 43, Nikâh 3; İbn Mâce, Nikâh 1; Dârimî, Nikâh 2; Ahmed bin Hanbel, I/378, 424, 425). Böylece oruçlu genç, hem kendi ahlâkını korumuş, hem de topluma ahlâk yönüyle zararı olmamış olacaktır. Cinsel suç ve sapıklıkların toplumları derinden etkilediği, insanların cinsel duygularını, hem de paralar harcatarak sömüren binlerce mihrak bulunduğu günümüz dünyasında insanların oruca ve orucun yetiştirdiği talebelere ihtiyacının büyük olduğu her akıl sahibi insan tarafından kabul edilmelidir.



Orucun alıştırdığı az yemede başka faydalar da vardır. Bunlardan bir kısmına kısaca değinelim:


Az yemede kalbin/gönlün safâsı, inceliği, hassâsiyeti vardır. Gönlün Hakk'a bağlılığı artar. Çok yemekle kalp katılığı oluşur, kalbin nuru kaybolur. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Kalplerinizi çok yemekle öldürmeyin. Ekinleri çok suyun öldürdüğü gibi, muhakka fazla yemekle de kalp ölür" buyurmaktadır.


Az yemekle kalpte tatlı bir hüzün, güzel bir kırıklık olur. Şımarıklık yok olur. Lüzumsuz ferah ve taşkınlığın başlangıcı olan, aynı zamanda büyük mahrûmiyetlerin sebebi olan gurur ve böbürlenme duygusu gider. Nefis açlıkla kırıldığı kadar hiçbir şeyle kırılmaz.


İnsan, açlıkta, belâları unutmaz. Zararlara ve âfetlere dûçar olanları hatırlar, sömürülen, zayıf düşürülen insanları ve fakirleri, ezilmişleri aklından çıkarmaz.


Az yemek, insana tembellik, uyuşukluk ve ahmaklık veren fazla uykuyu def eder. Çok yiyenin gafleti artar. Gafleti çok olan ise zarara uğrar ve pişman olur. Bütün bunlardan dolayı Peygamberimiz: "Âdemoğlu, midesinden daha şerli/zararlı bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter." (Tirmizî, Zühd 47; İbn Mâce, Et'ıme 50). İsa (a.s.)'nın da şöyle söylediği rivâyet edilir: "Sizler karnınızı aç tutunuz, fazla yemeyiniz. Ola ki kalbinizle Rabbinizi göresiniz."


Az yemekle ibâdete devam kolaylaşır; çok yiyen, ibâdetlere zor eğilir. Az yemeyi alışkanlık yapan, az mala da kanaat eder. Sade bir hayat sürer, sıkıntısı olmaz. Hem kendisi, hem içinde yaşadığı sistem israftan, ekonomik ve itisadî zorluklardan, lüzumsuz harcamalardan kurtulur. Borç-harç içinde huzursuzca yaşama, yerini "azıcık aşım, ağrısız başım" anlayışına götürür. Müslümanın kazancı, daha çok yiyebileceği rahat bir yaşama biçimine müsâitse,bunu toplum için daha hayırlı yerlere sarfeder. Az yemenin kanaati doğurduğu, kanaatin de tükenmez bir hazine olduğu dinimizce beyan edilir. Peygamberimiz (s.a.s.) de: "İktisatlı yaşayan (israf ve lüzumsuz harcamalar yapmayıp tutumlu olan) fakir olmaz" buyurmuştur.


Çok yemek, ilim ve idrâki, zekâyı azaltır. Çok yiyen değil; koşudan önce rejim yapan bir at koşuyu kazanır. İnsanın, vücudundan ve ruhundan âzamî istifadesi için de az yemesi şarttır.


Hindistan millî kahramanı Mahatma Gandhi, kendisi müslüman olmadığı halde, aynen İslâm'da olduğu gibi sık sık oruç tutar, önemli bir karar öncesi veya duâ edeceği mühim bir durum olunca, orucu ihmal etmezdi. Orucun faydalarını, müslümanlar üzerinde gördüğünü başkalarına anlatırdı.


Çok yemekte çok yorgunluk ve çok zahmet vardır. Çok yemeğe yetecek kadar para kazanmakta, yemekleri hazırlamakta, hatta yiyip sonra da hazmedeceğim diye uğraşmakta çeşitli zahmet ve meşakkatler mevcuttur. Az yemekte ise bütün bu zahmetler de azalacak, insanoğlu daha yüce işler için fazlaca vakit ayırabilecek, vakitlerini ilimle, ibâdetle geçirebilecektir.




Mü'minler, Allah'a itaat ve ibâdet etmekten başka şeylere fazla önem vermezler. Bütün bu sayılanlar, oruç tutmada esas gaye değildir. Gâye, Allah'ın emirlerine sarılmaktır. Bütün bu sayılanlar, yeterince bilinirse, ibâdetler daha bir şevkle yapılmış olur. Bunlar mü'minlerin imanını arttıracak hikmetlerdir. Kâfirlerin de akıllarını kullanıp İslâm dinini seçmeleri, dünya ve âhiretlerini kurtarmaları için en güzel fırsatlardır. İslâm'da her ibâdet, dünyada bazı faydalar sağladığı için değil; Allah'a itaat ve ibâdet etmek ve O'nun emir ve yasaklarına uymak için, Allah'ın rızâsını kazanmak için yapılır. Böyle olunca, âhirette cennet müjdesi olduğu gibi, dünyada da birçok faydalar beraberce müslümanı kuşatır. Sadece oruçta değil, İslâm'ın her emir ve yasaklarına uymak, daha dünyada bile birçok tesbit edilen ve edilemeyen, sayılan ve sayılamayan faydalar sağlar. Bu dünyevî faydalar, âhiretteki büyük ödülün avanslarıdır. Allah, her emir ve yasağını bizim dünyadaki istifâdelerimiz için, aynı zamanda da bizi imtihan edip, kazananları cennetine koymak için hükmetmiştir.
 
Üst Ana Sayfa Alt