Hocam bende uzun süredir 5-6 yıldır kronik kabızlık hastalığı var. Her türlü tedaviyi denedim ama pek birşey fark etmedi.
Bu kabızlığım öyle bir şey ki sürekli karnımda gaz birikiyor ve HİÇBİR vakit namazını abdestli kılamıyorum. Sadece gaz sıkıntısı da çekmiyorum. Karnımda biriken dışkı idrar torbama bastırdığı için idrar torbamı da tam boşaltamıyorum. Abdest alırken veya eğilip kalkarken bir iki damla idrar çıkıyor. İç çamaşırımın içine kağıt yerleştiriyorum ve her vakit değiştiriyorum ve böyle namazımı kılıyorum. Bu caiz mi?
Coğu zaman abdest alırken kaçıyor abdestim ve 2-3 defa aynısı olunca artık pes ediyorum ve o şekilde abdest alip kılıyorum.
Bir de bizim burada kışın öyle ikindi akşam peşpeşe oluyor 3 saat içinde. Abdest tutamadığım için sürekli abdest almak zor oluyor. Acaba öyle-ikindiyi cem etmek caiz mi bu durumda?
Vallahi hocam bu durumum öyle bir hal aldı ki namazlarıma hiç konsantre olamıyorum artık Allah teala affetsin.
Allah size rahmet etsin..
Hastalık kanı gören kadın için, devamlı akan idrar, aniden çıkan yel gibi özürlerden herhangi bir özür, vaktin tümünde mevcutsa, veya bu özürlerden kurtulmak mümkün değilse, her namaz için abdest almak gerekir. Bu özürlerle beraber namazları sahih kabul edilir.
Bir Namaz vaktinin başlangıcından itibaren özür hâli başlasa ve bu hâl, o namaz vakti geçinceye kadar hiç kesilmeden devam etse, bu kişi için özür hâlinin başlama şartı gerçekleşmiş olur. Artık bundan sonraki her namaz vakti içinde en az bir kere bu kanama hâli görülse, o kimse "özürlü" kâbul edilir. Çünkü, her namaz vakti içinde özür hâli tekerrur ettiği için, özrün devam ettiği ortaya çıkmış, özürlü sayılmanın ikinci şartı da böylece gerçekleşmiştir. Özür durumunun ortadan kalkması için, özür hâlinin bir namaz vakti içinde tamamen ortadan kalkması, hiç görülmemesi gereklidir. Böyle olan kimse, artık özürlü sayılmaktan çıkmış olur.
Fatıma b. Hubeyş, Peygamber'e gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlu! Bende bir kanama oluyor, bir türlü temizlenemiyorum. (Yani akıntı hiç kesilmiyor). Namazı hiç kılmayayım mı?" dedi.
Bunun üzerine Peygamber (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ): "Hayır. Bu âdet kanaması değil, bir damar (rahatsızlığı)dır. Adetin üzere kanama gelince namazlarını kılma. Âdetin üzere (hastalıktan önce) kanamanın kesildiği gün gelince yıkan, temizlen ve namazını kıl. Bundan sonra da her vakit için abdest al" buyurdular.
(Buharı ve Ebu Dâvud)
عَنْ عَبَّادِ بْنِ تَمِيمٍ عَنْ عَمِّهِ أَنَّهُ شَكَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الرَّجُلُ الَّذِي يُخَيَّلُ إِلَيْهِ أَنَّهُ يَجِدُ الشَّيْءَ فِي الصَّلَاةِ، فَقَالَ: لا يَنْفَتِلْ أَوْ لَا يَنْصَرِفْ حَتَّى يَسْمَعَ صَوْتًا أَوْ يَجِدَ رِيحًا
[ رواه البخاري ومسلم ]
"Abbâd b. Temîm'den, O da amcasından rivâyet ettiğine göre; [ رواه البخاري ومسلم ]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e, namaz sırasında bir şeyler hissettiği duygusu gelen (dübüründen koku veya ses çıktığı /yellendiği kendisine hayal edilen) kişinin durumundan şikâyette bulunulunca,
O şöyle buyurmuştur: (Dübüründen) bir ses işitmedikçe veya bir koku hissetmedikçe namazı bırakmasın."
(Buhârî; Hadis no: 137. Muslim; Hadis no: 362. Lafız, Muslim'e aittir.)
Hadisten kastedilen şey; yel sesini işitmek veya kokuyu hissetmekle abdestin bozulmasının birbiriyle bağlantılı olması değildir. Aksine hadisten kastedilen şey; bir ses işitmese veya koku hissetmese bile insanın kendisinden bir şey çıktığından emîn olmasıdır. (Nevevî'nin Sahih-i Muslim Şerhi; C 4, Sf: 49)
Şeyhu'l İslâm İbn-i Teymiyye (rahimehullah) bu konuda şöyle demiştir: "Bir namaz kılma süresi kadar abdestini koruma (bozmama) imkânı olmayan kimse, abdest alır ve namazını kılar. Namaz sırasında kendisinden çıkan şeyin ona hiçbir zararı yoktur. İmamların oybirliğiyle bununla onun abdesti de bozulmaz. Bu kimse için en çok gereken şey; her namaz için abdest almasıdır." (Mecmû'u Fetâvâ Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye; C: 21, Sf: 221)
ÖZÜRLÜ KİMSENİN TEMİZLENMESİ VE NAMAZLARIN EDÂSI
Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların omuzlarındaki zorluk ve sıkıntıları kaldıran açık seçik nasslarla gelmiştir. Buna ilişkin olarak Yüce Allah (c.c.) buyurur ki:
“Din işlerinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” (Hacc 78)
İçinde zorluk ve sıkıntı olan şeyleri yapmak, mükellefe vâcib değildir. Özürlere örnek olarak, insanı işten geri bırakmayan hastalıkları gösterebiliriz. Meselâ mesâne zayıflığından kaynaklanan ve kesintisiz olarak her zaman veya çoğu zaman sidik damlaması veya mezî ve vedî gibi sıvıların damlaması diyebileceğimiz akıntı hastalığı, sürekli ishal hastalığı, kan ve irin damlaması şeklinde görülen kanlı dizanteri hastalığı bunun örneklerindendir. Bu hastalıklara mubtelâ olan kimseler, abdest ve benzeri temizleme işlemlerinde hastalıklarına özgü bir muameleye tâbi tutulurlar.
Fıkıhta sürekli burun kanaması, idrarını tutamama, sürekli kusma, yellenme, yaranın sürekli kanaması ve akması, kadınların istihaze durumları gibi abdesti bozan ve süreklilik taşıyan bedenî rahatsızlıklara özür, böyle kimselere de özür sahibi denir. (Kâsânî, Bedâî’, I, 28, 29; Merğînânî, el-Hidâye, I, 217-219; İbn Âbidîn, Reddu’l-muhtâr, I, 504)
Bir kimsenin ibadet konusunda özür sahibi sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıb namaz kılacak kadar bile kesilmemesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması gerekir. Özür hâli, sebebin tam bir namaz vakti süresince kesilmesiyle ortadan kalkar. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 504-505)
Özür sahibi kimse Hanefî mezhebine göre her namaz vakti için abdest alır. Zira Peygamber (s.a.v..) özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhârî, Vudû’, 63). Özür sahibi, özür hâlinin abdesti bozmadığını varsayarak o vakit içinde aldığı abdestle, onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vâcib, sünnet, kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kâbe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir (Merğînânî, el-Hidâye, I, 219-220). Ancak özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. Dolayısıyla yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir.
Özür sahibi kimsenin abdesti özür hâli dışında abdesti bozan diğer şeylerle bozulur. (Kâsânî, Bedâî’, I, 28) Mesela idrarını tutamayan ve bu sebeble özür sahibi sayılan kimsenin, burnunun kanamasıyla veya yellenmesiyle abdesti bozulur.
İmam Şâfiî’ye göre özür sahibi kimsenin bir namaz vakti içinde kılacağı her farz namaz için ayrı ayrı abdest alması gerekir. Zira onun abdesti kıldığı namaz bitince son bulmuş olur. Bu abdest ile dilediği kadar nafile namaz kılabilir. (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 175)
Mâlikî mezhebine göre özür sahibinin abdesti, vaktin girmesi veya çıkması ile değil, özrün dışında abdesti bozan bir şeyin meydana gelmesi ile bozulur. (İbn Ruşd, Bidâye, I, 35; Desûkî, Hâşiye, I, 114-118)
Hanefi Mezhebine Göre :
Bu konuyu üç şıkta ele almak gerekir:
1. Akıntı hastalığının tanımı,
2. Hükmü,
3. Özürlünün yapması gereken davranışlar.
1. Tanımı: Akıntı hastalığı olan kimsede sidik damlaması, yellenme gevşekliği, rahimden olur olmaz kan akması, sürekli ishal ve bunlara benzer bilinen hallerden biri veya birkaçı meydana gelebilir. Bu sakatlıklardan birine düşen kimse özürlü sayılır. Ve bu özrü, hastalığının hemen başlangıcında sabit olmaz, ancak bu haller peş peşe ve sürekli olarak her namaz vaktinde görülürse bunlara mubtelâ olan kişi özürlü sayılır. Eğer sürekli olmazsa özürlü sayılmaz. Aynı şekilde özrünün kalkması da damlamanın, bir farz namazının vakti boyunca baştan sona kadar hiç görülmemesiyle sabit olur. Özrün, sabit olduktan sonra devam etmesi için, damlamanın bazı vakitlerde olsa bile vukû bulması kâfi olur. Meselâ öğle vaktinin başlangıcından sonuna kadar sidik damlaması olursa özürlü olur. Böylece özrü sabit olduktan sonra damlama, tam bir vakit boyunca kesilse bile bu kişi özürlü kalmakta devam eder. Yani özürlülüğü sabît olduktan sonra ikindi vaktinin başlangıcından çıkışına kadar damlama görülmezse yine özürlü kalmakta devam eder.
2. Özürlünün Hükmü: Bu durumdaki bir şahıs, her vakit için abdest alır. Bu abdestle de dilediği kadar farz veya nafile namaz kılabilir. Aynı vakit içinde kılacağı her farz için abdest almasına gerek yoktur. Farz olan vakit çıkınca da özründen önceki hadesinden ötürü abdesti bozulur. Şöyle ki: Bu kişi, kendisinde özrün sabit olmasından önce abdestli olmuş olsaydı, vaktin çıkışıyla abdesti bozulmayacaktı. Ancak vücûdun başka bir yerinden kanama olması veya yellenme gibi başka bir sebeble abdesti bozulabilecekti. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; abdestin bozulmasının şartı, farz olan vaktin çıkmasıdır. Ama bayram namazını kılmak için güneşin doğuşundan sonra abdest alınır da bilahere öğlen vaktinin girmesiyle abdest bozulmaz. Çünkü öğlen vaktinin girmesi abdesti bozmayacağı gibi, bayram namazı vaktinin çıkması da abdesti bozmaz. Çünkü bu, farz bir namazın vakti değildir. Tersine bu, mühmel bir vakittir. Öğle vaktinin çıkıp ikindi vaktinin girişine kadar bayram namazının abdesti ile dilediği kadar namaz kılabilir. Öğle vakti çıkınca da abdesti bozulur. Özürlü kişi, güneşin doğuşundan önce abdest alırsa güneşin doğmasıyla farz vakti çıktığından ötürü abdesti bozulur. Öğle namazından sonra abdest alırsa ikindi vakti girdiğinde, öğlen vafcti sona ermiş olduğu için abdesti bozulur.
3. Özürlü kimsenin görevi: Özürlünün görevi kendisinde bulunan özrü zarar vermeyecek şekilde gidermeye veya azaltmaya çalışmaktır. Gücü yettiği kadarıyla bunu doktorlara tedavi ettirmektir. Eğer bunu doktorlar vasıtasıyla tedavi ettirmesi mümkünse bundan geri durması günahkâr olmasına neden olur. Zîrâ fıkıh âlimleri, bu tür hastalıklara mubtelâ olanların bu hastalıklarını tedavi ettirmeleri ve imkânlarının elverdiği kadarıyla vücûdlarını koruyup savunmalarının gerekli olduğunu sarahatle ifade etmişlerdir. Buna dayanarak diyebiliriz ki: Gücü yettiği halde bu hastalıklarını tedavi ettirmeyip şiddetlenmesine ve ağırlaşmasına sebebiyet verenler günahkâr olurlar. Bir şey bağlamak veya olur olmaz rahminden sızıntı yapan kadının yaptığı gibi mahfaza kullanmak akıntıyı önlüyor veya azaltıyorsa bunu yapmak vâcib olur. Eğer ayakta namaz kılmaktan ötürü idrar veya kan damlıyorsa bu durumda oturarak namaz kılmak gerekir. Eğer rukû ve secdelerden ötürü damlama oluyorsa, rukû ve secde yapılmaksızın sadece işaretle namaz kılınır. Özürlü kimsenin akıntısından bir şeyler elbisesine bulaşırsa veya kılmak istediği namazı henüz bitirmeden yeniden akıntı olacağına inanıyorsa bu bulaşığı yıkaması vâcib olmaz. Ama namazını tamamlayıncaya kadar yeniden akacağını tahmin etmezse bu bulaşığı yıkaması vâcib olur.
Hanbeli Mezhebine Göre :
Sidik veya mezî akıntısı veya yellenme gevşekliği olan özürlü kimselerin abdesti bazı şartlarla bozulmaz. Şöyle ki:
1. Pislik akan yeri yıkayıp bir bez parçası veya benzeri bir şeyle bağlaması, mümkün mertebe akıntıyı durduracak pamuk parçalarını içine tıkaması ve akıntıyı dışarıya kaçırmamaya çalışması gerekir. Eğer bu sayılan önlemleri almadan bir akıntı vukû bulursa abdesti bozulur. Ama her türlü önlemi aldıktan sonra yine de akıntı olursa abdesti bozulmaz. Pislik akan yeri yıkayıp orasını bağladıktan sonra bunu her namaz kılışta yenilemesi gerekmez.
2. Sızıntı veya akıntı devamlı olmalıdır. Eğer bu sızıntı veya akıntı aynı vakitte yeniden abdest alıb namaz kılacak kadar bir süre kesilirse ve bu, her zaman görülebilen bir hâl ise namazını bu kesinti zamanında kılması gerekir. Ve bu kişi, özürlü de sayılmaz. Eğer abdest alıb namaz kılmaya yetecek süreli olan bu kesinti kendisinde âdet hâline gelmemiş ve fakat geçici olarak vukû bulmuşsa abdesti bozulur.
3. Vaktin girmesidir. Özürlü kişi vaktin girmesinden önce abdest alırsa abdesti sahîh olmaz. Ancak bir kaza namazı veya cenaze namazı için abdest alırsa abdesti sahîh olur. Elinde olmayan bu akıntılar vuku buldukça her vakit için abdest alması vâcib olur. Bu akıntılar vukubulmazsa ve abdest bozucu başka bir durum da meydana gelmezse abdesti bozulmaz. Özürlü kişi, almış olduğu abdestle dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Eğer ayakta durmasından ötürü akıntı oluyorsa namazını oturarak kılar. Eğer rukû ve secdeye gitmekten ötürü akıntı olsa bile namaz kılarken yine rükû ve secdeyi yerine getirir. İşaretle namaz kılmak bu gibi hâllerde yeterli olmaz.
Maliki Mezhebine Göre :
Hastalık hâlinde insandan akan idrar ve benzeri şeylerin akıntısı abdesti, bazı şartların gerçekleşmesi ile bozmazlar:
1. Bu özür kişide, namaz vaktinin çoğunda veya en az yarısı kadar bir zamanda devamlı olarak bulunmamalıdır. Meselâ sabahleyin sidik akıntısı görülür, iki saat sonra da kesilirse bu durumdaki bir kimse özürlü sayılmaz. Akıntısı kesilinceye kadar sabretmeli ve sonra da öğle için abdest almalıdır. Yellenme boşluğu olan ve kendisinde sürekli ishal bulunan da böyledir. Bu özürler, namaz vaktinin yarısı veya daha fazla bir sürede devam ederlerse sahibleri özürlü sayılır. Yoksa sayılmazlar.
2. Akıntıların düzensiz olmaktan ötürü hangi zamanlarda geldiğini kişi aklında tutamamalıdır. Bu özürlerin hangi saatlerde vukûbulduğunu aklında tutabilen kişi bu saatlerde abdest almamalıdır. Meselâ öğle vaktinin sonlarına doğru akıntının kesileceğini bilirse, öğle namazını bu saate kadar geciktirip abdestini alır ve namazını kılar. Aynı şekilde akıntının, öğlenin ilk vaktinde kesileceğini bilirse namazını geciktirmeden hemen bu saatte kılmalıdır. Namazı, özürsüz kimselerin yapabildiği gibi vaktin sonuna ertelemesi mubah olmaz. Eğer akıntı öğle vaktinin tümünde devam ediyor ve ikindi vaktinin de sadece son kısmında kesiliyorsa, öğle namazını bu vakte erteleyip ikindi namazıyla birlikte “cem-i te'hîr” yaparak kılmalıdır.
Eğer akıntı ikindi vaktinin tümünde devam ediyor ve öğle vaktinin sadece son kısmında görülmüyorsa, ikindi namazını öne alarak öğle namazıyla birlikte “cem-i takdim” yaparak kılmalıdır.
3. Özürlü kişi kendisindeki bu özrü ilâçla tedavi ederek veya evlenerek ortadan kaldırmaya muktedir olamamalıdır. Eğer gücü yeter de yapmazsa özürlü sayılmaz. Tedaviyi terk etmekten ötürü günahkâr da olur. Tedaviye başlayacak olursa, tedavi günlerinde muaf tutulur.
Kendisinde mezî akıntısı görülen kimsenin mezîsi, bir hastalıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzeti duyulmaksızın akıyorsa özür sayılır. Ama bir hastalıktan ötürü değilse, bekârlıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzetiyle akıyorsa, örneğin bir kadına bakmaktan veya onu düşünmekten ötürü akıyorsa özür sayılmaz. Her aktıkça da abdesti bozar. Bu durumda sürekli olarak aksa bile yine özür sayılmaz.
Bu sayılan şartların gerçekleşmesi hâlinde akıntılardan ötürü abdestin bozulmayacağı, Mâlikî mezhebinin meşhur görüşüdür.
Hastalar için hafifletici bir hüküm sayılabilecek olan bir başka görüşleri daha vardır ki, bu görüş meşhur değildir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Bu sayılan şartlar gerçekleşmeseler bile, akıntılardan ötürü abdest bozulmaz. Ancak bu akıntılar sürekli değilse abdest tazelemek müstehab olur. Ama bu akıntılar sürekli vukû bulmakta iseler abdest tazelemek müstehab olmaz. Özürlü kimselerin zorluk ve sıkıntı anlarında her ne kadar meşhur değilse de bu görüşü taklid etmeleri sahîh olur. Çünkü bu, birçok insanın durumuna uygun düşmektedir. Bunu taklid etmelerine bir engel de yoktur.
Şafii Mezhebine Göre :
Kendisinde akıntı görüleri özürlü kişinin, akıntı yerini tıkayıp bağlayarak korunması vâcibtir. Bu önlemi aldıktan sonra abdest alır, ancak bilâhare harhangi bir akıntı meydana gelirse bunun namaz kılmaya ve diğer ibadetleri yapabilmeye zararı olmaz. Özürlü kimsenin abdestinin namaza elverişli olması için birtakım şartların gerçekleşmesi gerekir. Şöyle ki:
1. Abdestten önce istincâ yapılmalıdır.
2. İstincâyı yapar yapmaz yukarıda anlatılan korunma önlemini hemen almalıdır. Korunma önlemi de alınır alınmaz hemen abdest alınmalıdır. Bunu biraz daha açalım: Önce istincâ yapılacak. İstincâdan hemen sonra aradan zaman geçmeksizin, akıntı gelen veya dışkı süzülen yeri temiz bir bezle tıkayıp bağlamalıdır. Ama bu bağ, zarar verici bir bağ olmayıp doktorun pansuman bağını andırmalıdır. Bunu yapar yapmaz da acilen abdeste başlanmalıdır. Öyle ki, istincâ ile bağlama arasına fasıla konulmayacağı gibi bağlama ile abdest arasına da herhangi bir fasıla konmamalıdır.
3. Abdest organlarından biri kurumadan hemen öbürünü yıkamaya geçmelidir. Meselâ önce yüzü, sonra araya fasıla koymaksızın acelece elleri yıkamalıdır.
4. Abdest alır almaz araya fasıla koymaksızın hemen namaza durmalıdır. Çünkü abdestten sonra başka bir işe başlanacak olursa abdest bâtıl olur. Ancak araya mescide gitmek gibi namazla ilgili bir işi sokacak olursa bunun pek zararı olmaz. Meselâ istincâyı evinde yapıp gerekli yeri bağladıktan sonra abdestini alıp mescide giderse bunun pek zararı olmaz. Abdest aldıktan sonra yürüyerek mescide gitmesinin abdest için bir sakıncası yoktur. Yine abdest alır ve fakat cemâati veya Cumua namazını beklerse bunun da zararı olmaz.
5. Bütün bu saydığımız işleri vaktin girmesinden sonra yapmalıdır. Vaktin girmesinden önce yapılan istincâ ve alınan abdestin geçerlilikleri yoktur. Özürlü kimse, anlattığımız şekilde aldığı abdestle sadece bir farz namazını kılabilir. Her farzı kılmak için, bu saydığımız işleri yeniden yapması gerekir. Nafile namazlara gelince, bu abdestiyle kıldığı farz namazın yanısıra dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Nafileleri farzdan önce kılabileceği gibi, farzdan sonra da kılabilir.
Niyet bahsinde de anlattığımız gibi özürlü kişi, abdest alırken bununla, namaz kılmayı kendine mubah etmeye niyet etmelidir. Meselâ, “Bu abdestimle şâriin, namaz kılmayı bana mubah etmesine niyet ettim” demelidir. Bu abdest, gerçek bir abdest olmayıp, damlayan sidik ve benzeri şeylerden ötürü bozulmaktadır. Ancak İslâm dîni, müsamaha göstererek bu abdestle namaz kılınmasına musâade etmiştir. Böylece özürlü kimseler, sevâbtan yoksun kalmamış olmaktadırlar. Çünkü İslâm hukuku, insanların maslahatlarını, dünya ve âhirat menfaatlerini gözetmeye büyük îtinâ göstermektedir.
(Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 132-136)
Hanefiler özürlüyü şu şekilde tarif etmektedirler:
"Kendisinde sürekli bevl (sidik) akıntısı olan ve bu akıntıyı tutamayan yahut karın rahatsızlığı sebebiyle dışkısını tutamayan yahud iradesi dahilinde olmaksızın sürekli yellenmesi olan yahud sürekli burnu akan yahut bir yarasından sürekli kan gelen yahut istihazesi olan yahut bunun gibi kulak, meme, göbek gibi organlarından ara vererek kan, irin, cerahet gelen yahut yarasından su veya başka bir akıntı gelen yahut sivilcesinden, memesinden, gözünden veya kulağından su gelen kimse özürlüdür."
Hanefilere göre, bir kimsenin özel durumu bir farz namaz vakti boyunca devam etmedikçe özürlü sayılmaz.
Bu vakit içinde abdest almasına imkan verecek kadar bir süre bulamayacak derecede hadis durumunun (yani abdeste engel durumun) devam etmesi gerekir. Mesela öğle namazı vaktinin başından, ikindi namazı vaktinin girmesine kadar abdest almaya fırsat verecek kadar bir süre dahi durmaksızın bevl damlamasının veya kan akıntısının devam etmesi böyledir. Eğer bir kimsede böyle bir vakit içinde hadese sebeb olan (abdeste engel) özel durum devam ederse, o artık özürlü sayılır. Böyle biri hakkında özürlülerle ilgili hükümler geçerlidir. Bu şekilde özürlü sayılan bir kimsede söz konusu özür durumu, sonraki namaz vakitlerinin herhangi bir parçasında bir kere bile ortaya çıksa, onda özür durumu devam ediyor demektir. Yani özürün başlangıcı konusunda özel durumun bir farz namaz vakti boyunca devam etmesi esastır. Ancak devam ettiğine hükmedilmesi konusunda bir vakit içerisinde sadece bir kere bile görülmesi yeterlidir. Buna göre bir öğle vaktinde kendisinden sürekli kan gelmesi sebebiyle özürlü olan kimse, o öğle vaktini takib eden ikindi vaktinde ve akşam vaktinde bir kere dahi kanın aktığını görürse, özürü devam ediyor demektir. Daha sonrası için de aynı şey söz konusudur. Yani istisnai durumun bir vakit boyunca devam etmesi şartı, sadece ilk vakit içindir. Sonraki vakitlerde ise özürünü sadece bir kere görmesi yeterlidir.
Malikilere göre bir kimsede bir günün bir parçasında özür durumu devam ederse, o kimse özürlü sayılır.
Hanefilere göre bir kimsede bütün bir namaz vakti boyunca özrün hiç görülmemesi, özürlü kişinin özürlü olmaktan çıkmasını sağlar. Artık bundan sonra onun hakkında özürlülerle ilgili hükümler uygulanmaz. Yeniden özürlü sayılabilmesi için, kendisinde yeniden bir namaz vakti boyunca özür durumunun devam etmesi gerekir. Eğer bu durum ortaya çıkarsa yeniden özürlü hükmüne girer.
Hanefilere göre bir kimse özürlü hükmüne girerse, onun her farz namazı için, o namazın vaktinin girmesinden sonra abdest alması gerekir. Onun özürü abdestini bozmaz. Dolayısıyla bu abdestle, vakit içerisinde istediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Ancak özürü abdestini bazmamakla birlikte, özürü dışında abdest bozucu bir şeyin ortaya çıkması, abdestinin bozulmasına sebeb olur.
Belli bir farz namaz için vakit sayılmayan hüküm dışı bırakılmış bir vakit bulunmaktadır ki, bu vakit güneşin doğmasından, öğle namazının girmesine kadar olan vakittir. Bu vakit içinde abdest alan birinin, o abdestle öğle namazını kılması câizdir ve özürü, abdestini öğle namazının vakti çıkıncaya kadar bozmaz.
Özürlü kişinin mümkün olduğunca özürünü hafifletmeye çalışması gerekir. Mesela istihazeli olan biri, güzelce sarınmalı, yahut akıntı mahallîne sargı koymalı, erkek de özür mahaline sargı sarmalıdır. Eğer özür mahallinin sarılması bir zarar vermez ve özrün kesilmesine sebeb olursa, namazda bu mahallin sarılması vâcib (gerekli) olur.
Hanefilerin fetvalarına göre özürlü bir kimse akan pislikten elbisesine bulaşan şeyi yıkaması durumunda, daha namazda iken gelecek akıntı ile pis olacağına kanaat getirirse, elbisesine bulaşan bir dirhemden fazla pisliği temizlemez. Ama eğer namazdan çıkmadan önce pislenmeyecekse o zaman yıkaması gerekir.
Mâlikilere göre necasetten taharat sünnettir. Zorluk durumunda bu ruhsattan yararlanılması mümkündür. Bunun yanısıra Mâlikilere göre bir kimsede özür durumunun 24 saatte bir kere ortaya çıkması halinde, o kişinini özürlü sayılacağı ve bu durum devam ettikçe onun özürlü hükmünde olacağı sabittir. Dolayısıyla onlara göre bu durumdaki bir kimsenin, kendinde özürünün dışında abdest bozucu bir şeyin ortaya çıkmaması halinde abdest alması mustehabdır.
İlim adamları değişik konularla ilgili fetvalar verirken kendi mezheblerine göre fetva vermeye ve ihtiyata daha uygun olması durumunda diğer mezheblerin fetvalarını gözetmeye de teşvik etmeye dikkat ederler.
Mâlikilerin söylediklerine göre özürlü bir kimsenin özürüyle ilgili şey, istisnai şekilde değil de normal şekilde çıktığı zaman, bizzat özüründen dolayı da abdesti bozulur. Mesela bevlini tutamayan biri normal şekilde bevlederse, yahut kendisinden sürekli mezi gelen biri şehvetle mezi çıkarırsa yahut sürekli yellenen biri kasıtlı olarak yellenirse abdesti bozulur. Bu gibi uygulamalarında özürlü kişinin özürsüzlerden farkı olmadığı ortaya çıkmaktadır.
Hanbeliler bir kimsenin özürlü sayılması, özürlülüğünün devam etmesi ile ilgili ölçüler konusunda ve özürlünün namaz vaktinin girmesinden sonra abdest almasının zorunlu olduğu konusunda Hanefilerin görüşlerine katılmaktadırlar.
Özürlüler konusuyla ilgili meselelerden biri de şudur:
Özürlü bir kimse daha namaz vakti girmeden abdest alır ve vakit girdikten sonra namazını kılar ve bu arada kendisinden özürü hiç gelmezse (yani özürlü sayılmasına sebeb olan akıntı hiç gelmezse) kıldığı namaz geçerlidir. Ancak daha sonra özürü gelir ve yeniden namaz kılmak isterse bu zaman mutlaka yeniden abdest alması gerekir.
Hanbeliler şöyle söylemişlerdir:
"Özürlü bîr kimsenin abdest alırken sadece kendisindeki hades durumunu gidermeye niyetlenmesi yeterli olmaz ayrıca namaz kılmaya elverişli duruma gelmeye de niyet etmesi gerekir."
Şafiiler şöyle söylemişlerdir:
"Bir kimse oturarak abdestini tutabilirse namazda oturması gerekir ve bu şekilde kıldığı namazı daha sonra iade etmez."
(Durru'l-Muhtar, 11202 ve sonrası; Muğni, 11240 ve sonrası ; Fıkhu'l-İsîami, 1/288 ve sonrası; Said Havva, El Esas Fi’s Sunne, Hadislerle İbadet Ansiklopedisi, Hikmet Neşriyat: 2/166-168)