ibn-i arabinin bazı küfür sözleri
“ …. Hak ile halk arasını ayıramazsın.Şu halde her varlık hak’tır,yahut her şey halk’tır dersin. Yahutta,o bir bakımdan hak’tır,bir bakımdan da halk’tır diyebilirsin …. “
FİSUS UL-HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Yaratan,yaratılan,halık,mahluk,hep O’dur.O’nun dışında,O’nun varlığı haricinde hiçbir varlık tassavur edilemez.Çünkü Vücut birdir. “
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Var olan kimdir ? Varlık nedir ? Varlıkta bir belirme vardır.O beliren var olan zatın kendisidir.O’nu umumileştiren hususileştirmiş oldu,O’nu hususi gören de,umumileştirmiş oldu. Tek varlıktan başka varlık yoktur.Şu halde nur ile zulmet aynıdır “
FİSUS UL - HİKEM : 99.S – İST- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 190.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Ey nefsinde varlıkları yaratan,sen yarattığın şeylerin hepsisin. Varlığı nihayetsiz olan şeyi sen vücudunda yaratırsın.Şu halde sen hem dar hem de genişsin “
FİSUS UL-HİKEM : 55.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Bir vakit olurki kul şüphesiz rabb olur.Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derecesine iner ….. “
FİSUS UL-HİKEM : 57.S – İST- KİTABEVİ 1981
“ Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona,Bir halde ben Onu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkâr ederim…. “
FİSUS UL-HİKEM : 48.S İSTANBUL- KİTABEVİ 1981
FİSUS UL-HİKEM : 13.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“ Sen kulsun ve sen Tanrı'sın ; kulluğun kimin kulu olduğunu bildiğin içindir….. “
FİSUS UL-HİKEM : 101.S M.E.B YAYINLARI İST-1992
“…Çünkü bu kitap, nefis arzularından münezzeh ve içine fesad karışmamış olan en kudsî makamdan indirilmiştir… Çünkü ben ancak bana ilham olunan şeyi söyledim ve bu yazılı kitapta ancak bana indirilmiş olan hakikatleri dile getirdim.” (Fusûsül Hikem. Muhyiddin-i Arabî. M.E.B Çev:Nuri Gençosman s.20)
“…Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi… O, bana imlâ ediyor ve ben (bunları) kendi elimle yazıyordum… Benim lisânım, Hakk’ın lisanıdır, sözüm O’nun sözüdür…”(El Futûhât El-Mekkiyye. Muhyiddin-i İbn Arabî. Kültür Bakanlığı/1184 Çev: Prof.Dr.Nihat Keklik divandan nakille s.455)
“Biz, bütün söylediklerimizde ancak Allah’ın bize ilka ettiği (ulaştırdığı) şeye dayanırız…(El Futûhât El-Mekkiyye.S.19) Sufiler delil ikame etmekten münezzehtir…”(aynı eser s.25)
Muhyiddin-i Arabî “Fusûsü’l-Hikem’de” geçen şiirlerinde şunları söylüyor:
“Bir vakit olur ki kul şüphesiz Rab olur.
Başka bir vakitte de iftirasız kulluk derekesine iner.
Allah beni över, ben de O’nu. O bana kulluk eder, ben de O’na.
Ey nefsinde varlıkları yaratan! Sen halk ettiğin şeylerin hepsisin.
Küfür ve isyan ehli cehenneme girseler de, orada kendileri için bir zevk ve lezzet vardır. O da onlar için bir cennettir.
Ancak onların cennetleri Huld cennetlerine benzemez. İkisi birdir amma aralarında tecelli farkı vardır… (Said Nursi benzer ifadeleri Ebu Talib için anlatıyor. Mektubat.s.366)
İster Hakk ol, ister Halk ol, Allah ile Rahman olursun…” (Fusûsül Hikem.s.83,93,95,104,190) diyen İbn Arabî;
“Mükemmel arif, tapılan her şeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet edildiğini görendir. Onun için kendisinde fena bulduğu (kadın) suretine girerek tekrar kendisine dönmesi için yıkanma (gusül) ile onu temizlemiştir… (Erkeğin) Allah’ı kadında müşahede etmesi tam ve en mükemmelidir… Allah maddelerden soyut olarak hiçbir zaman müşahede edilemez…” der. (Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.s.118)
“Tasavvufun Şeyh-i Ekber’i teslis inancından daha çok ileri giderek, Allah’ın leş ve putlarda, Samirî’nin buzağısında, Hz.Musa’nın Firavun’unda ve pislik içinde yuvarlanan vücutlarda tecessüd ettiğine inanmış, şehvetleri alevlenen, güdüleri tutuşan ve her günahkarın önünde sere serpe açılıp günah bataklığına taşıyan ahlaksız kadının vücuduna büründüğünü söylediği bir tanrı anlayışına sahiptir.” (Teorik ve Pratik Açıdan Tasavvuf ve İslâm.s.120)
İbn Arabî bir şiirinde şöyle der: “Nübüvvet makamının mevkii rasûlün üstünde ve velinin altında bir yerdir.”(Şerhu Akidetü’t-Tahaviye,II/743.”
“Kur’ân âyr-etlerini tahrif ederek kafir Hûd kavminin sırat-ı mustakim üzere olduklarını, Firavun’un iman-ı kamil bir mü’min olduğu gibi, Nûh kavminin de mü’min bir kavim olduğu ve bu imanlarından dolayı Allah, onları mükafatlandırıp vahdet deryasına batırdığını, nimetini tatmaları için ilahi sevgi ateşine soktuğu, Hz.Harun’un İsrailoğullarını buzağıya tapmaktan alıkoyarak yanıldığını, çünkü buzağının gerçek mabud veya onun sûretinden bir sûret olduğunu, Nûh kavminin Ved, Yegus, Yeûk, Suva ve Nasr putlarına tapmayı bırakmamakla isabet ettikleri, çünkü bu putların ilahın birer görünümü olduklarını, tatlılık kökünden gelen azabın gerçekte rahmet ve hoş bir şey olduğunu, rahmete uğramayan ve rızaya kavuşmayan hiçbir insanın bulunmadığını, bir şey var olmadan önce Allah’ın onu bilemeyeceği, çünkü bir şeyin varlığının Allah’ın varlığının tercümesi olduğunu ve benzeri şeyleri söylemesine rağmen İbn Arabî bunların hepsini eksiltmeden ve çoğaltmadan doğrudan Rasûlullah’tan, hatta Allah’tan aldığını söylemiş ve Rasûlullah’ın, kendisine bunları insanlara tebliğ etmesini emrettiğini de iddia etmiştir