Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Resmi Nikah Caiz mi?

Z Çevrimdışı

zeyni

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selam hidayete tabi olanlara olsun..

acil yardıma ihtiyacım var..Allaha hamd olsun tagutu tevhidi yeni anlayıp iman etttim..taguta muhakeme olmanın imanda zan yarattığına da iman ettim..ben nişanlıyım nisan ayı içinde düğünüm olucak ..ancak tevhidin şartalırnı ve tağutu aileme tebliğ ettikten sonra kendilerinden resmi nikahı istemediğimi bunun tağuta muahkeme olduğunu anlattım ..bana verdikleri cevap subhanallah !! sen bize yeni bir din getirdin oldu..eğer resmi nikah olmazsa evleneemzsin dediler..!!ben bayan olduğum için dirayetimde acziyet yaşadım Rabbim beni affetsin...!! ve susutum...sonuç olarak resmi nikahla evlendirecekler beni..ancak kesinlikle taguta muhakeme olmak istemiyorum Rabbim beni sakındırsın..amacım kendime göre bir fetva bulmak değil Allah da şahit..!!ailem yaptığım tebliğin ardından bana kitap okumamı ve kısmen interneti yasakladı..bu seebple doğru bilgiye ulaşamıoyrum..bana yardımcı olurmusunuz..
resmi nikah yaparsam ama kalben tamamen inkar etsem yinede boyun eğmiş konumda mı olurum..!!

bekliyorum yardımınızı!!
fiemanillah
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
zeyni;136633' Alıntı:
selam hidayete tabi olanlara olsun..

acil yardıma ihtiyacım var..Allaha hamd olsun tagutu tevhidi yeni anlayıp iman etttim..taguta muhakeme olmanın imanda zan yarattığına da iman ettim..ben nişanlıyım nisan ayı içinde düğünüm olucak ..ancak tevhidin şartalırnı ve tağutu aileme tebliğ ettikten sonra kendilerinden resmi nikahı istemediğimi bunun tağuta muahkeme olduğunu anlattım ..bana verdikleri cevap subhanallah !! sen bize yeni bir din getirdin oldu..eğer resmi nikah olmazsa evleneemzsin dediler..!!ben bayan olduğum için dirayetimde acziyet yaşadım Rabbim beni affetsin...!! ve susutum...sonuç olarak resmi nikahla evlendirecekler beni..ancak kesinlikle taguta muhakeme olmak istemiyorum Rabbim beni sakındırsın..amacım kendime göre bir fetva bulmak değil Allah da şahit..!!ailem yaptığım tebliğin ardından bana kitap okumamı ve kısmen interneti yasakladı..bu seebple doğru bilgiye ulaşamıoyrum..bana yardımcı olurmusunuz..
resmi nikah yaparsam ama kalben tamamen inkar etsem yinede boyun eğmiş konumda mı olurum..!!

bekliyorum yardımınızı!!
fiemanillah

Kardeşim ; verdiğin selam şekli kafirlere verilen selam biçimidir.
Evet tağutu, tevhidi tanımışsın fakat şu ara yeni, işin başında olduğunu söylediğin için mazur görüyorum. İnşeallah tekfirde aşırılığa kaçmadan gerektiğinde usulune göre tekfir edenlerden olursun .
Şimdi meselenize gelelim :


Konuyu fazla detaylandırmadan bayan olmanız sebebiyle size yapmanız gerekeni kendime göre cevaplandırayım.

Evvela evleneceğim kişi de benim inandığım tevhid anlayışına sahip mi?
Değilse nikaha kadar hızlandırılmış tağut kovma, put parçala derslerine O'nu da katmalıyım ki muvahhid bir eşim olsun.
İkinci olarak nikah zamanı önce, Dini nikahı kıyıp Allahın huzurunda karı- koca olunmalıdır.
Son olarak ikrah ve zaruretleri def etmek açısından evlilik cüzdanı almak için belediyeye giderim.
Belediye nikahına 2 bayan veya 1 erkek 1 bayan şahid götürerek daha işin başından İslama göre kıyacağı nikahın iptalini , geçersizliğini sağlarım. (O kendi kendine nikah kıydığını sansın.)


Önce dini nikahı kıyıp Karı koca olduktan sonra, belli başlı meselelerde sorunları def edebilmek kastı ile Evlilik cüzdanı almak için belediyeye gidenin (Allahın affedeceği, mahzurlu olacağına) kafir olmayacağına inanıyorum.

Rabbim hayırlısını nasib etsin .


ORİJİNİ VE DEVAMI :

https://www.islam-tr.org/konu/resmi-nikah-soruya-cevap.11655/
 
!sLaM4eVeR Çevrimdışı

!sLaM4eVeR

لا اله الا الله
Admin
Merak ediyorum acaba bu meseleler nereye gidecek eskiden çorabın ucunda 1 cm delikle mi yoksa 2 cm çapında deliklemi mesh geçersiz olduğu tartışılırdı şimdi ise gelen soruların komikliği almış başını gidiyor.

Kardeşim tevhid anlayışınızı tek kalıb ile yontarsanız(birilerinin ağzıyla) yarınınız sanırım zindan olacaktır ki bu anlayışınızda samimiyseniz.

Bir insan neden devlet nikahı alır. Müslümanlar devlet nikahını, dini nikahdan üstün tuttukları için zaten almazlar.

Kocanız olacak kişi çalışıyorsa sosyal güvencesi olacakdır, ileride siz yada yine ileride doğacak çocuklarınız varsa kocanızın sosyal güvencesinden yararlanmanız için resmi nikah şarttır.

Yok efendim o da tağuttur derseniz hem kocanızın hemde sizin babanızdan olan sosyal güvencelerini red etmeniz gerekecektir.

Bu amaç dışında dini nikah yapan varsa yazsın.
 
Z Çevrimdışı

zeyni

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
selam şeklimi kafire verliecek kast ile yapmadım mazur görün..haklısınız!! evvela..

esselamu aleykum !

elhamdulillah ben tevhidi nasıl işitip iman ettiysem evleneceğim şahıs da aynen bu akidede..zaten evliliğimizn problem oluşu da bundan kaynaklanıyor..

dediğiklerinizi anladım Allah razı olsun..ancak taktir edersiniz ki çok fazla bu konuda konuşan var ve aklım bulanık bir su şekline geldi..bir kısım birbinizden veli edininiz deyip nikah husununda devlet görevlilerini veli edinmenin küfür olduğunu anlatıyor..yani devletin bana verdiği kocanla birlikte aynı evde yaşayabilrisin ehliyetinnin kafiri veli edinmek olduğunu vurguluyor..dediğiniz gibi zaruret hali hasıl .. benim kalbim sizin söylediğinizden yana çünkü düşünüp düşünüp" yaşam gereklilikleri" hususunda işin içinden çıkamıyoruz..!!yani resmen nikah olmazsa yani evlilik cüzdanı alınmıyorsa..o halde tc kimliği de alnımamalı...gibi gibi binlerce soru..!

Allah razı olsun cevap yetiştiridniz yalnız birtek bu şahit meselesini ben anlayamadım daha ayrıntılı bir kez daha anlatabilrimisiniz vaktiniz olursa..??

esselamualeykum ve rahmetullah
 
B Çevrimdışı

bilinmez

Üye
İslam-TR Üyesi
kardeş abdulhak kardeş onlara şahitlrle git demiş,geçenlerde tesettürlü diye nikah kıyılmadı haberleri bile tv vardı.
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
selam şeklimi kafire verliecek kast ile yapmadım mazur görün..haklısınız!! evvela..

esselamu aleykum !

elhamdulillah ben tevhidi nasıl işitip iman ettiysem evleneceğim şahıs da aynen bu akidede..zaten evliliğimizn problem oluşu da bundan kaynaklanıyor..

dediğiklerinizi anladım Allah razı olsun..ancak taktir edersiniz ki çok fazla bu konuda konuşan var ve aklım bulanık bir su şekline geldi..bir kısım birbinizden veli edininiz deyip nikah husununda devlet görevlilerini veli edinmenin küfür olduğunu anlatıyor..yani devletin bana verdiği kocanla birlikte aynı evde yaşayabilrisin ehliyetinnin kafiri veli edinmek olduğunu vurguluyor..dediğiniz gibi zaruret hali hasıl .. benim kalbim sizin söylediğinizden yana çünkü düşünüp düşünüp" yaşam gereklilikleri" hususunda işin içinden çıkamıyoruz..!!yani resmen nikah olmazsa yani evlilik cüzdanı alınmıyorsa..o halde tc kimliği de alnımamalı...gibi gibi binlerce soru..!

Allah razı olsun cevap yetiştiridniz yalnız birtek bu şahit meselesini ben anlayamadım daha ayrıntılı bir kez daha anlatabilrimisiniz vaktiniz olursa..??

esselamualeykum ve rahmetullah

Aleykum selam we rahmetullah kardeşim

İşe Nikahın şartlarıyla başlamamız gerekmektedir.

Nikahın şartları şunlardır :

1- İcab - Kabul :
Hanefîlere göre ister koca isler kadın olsun, akdi yapanlardan biri tarafından ilk söylenen icaptır. Kabul ise, öbür taraftan ikinci olarak söylenen lafızdır.
Cumhura göre icap, kocanın veli veya onun vekili durumunda olan kimse tarafindan söylenen sözdür. Çünkü kabul icab için olur. Eğer icaptan önce olursa manasız olacağından kabul olamaz. Kabul ise, kadının koca tarafından söylenen, evliliğe razı olmasına delâlet eden sözdür

2- Şahidlik :
Velinin dışında iki kişinin şahidliği olmaksızın evlilik sahih olmaz.
Aişe, RasuIullah (s.a.v.)'dan rivayet eder:
"Veli ve iki adil şahid olmaksızın nikâh olmaz." (Dârakutnî ve İbni Hibbân Sahihinde rivayet etmişlerdir)

Darakutnî, Aişe'den şöyle bir hadîs rivayet eder:
"Nikâhta mutlaka dört şey olmalıdır: Veli, koca ve iki şahid."

Tirmizî de İbni Abbas'tan şöyle rivayet eder:
"Fahişe olan kadınlar kendilerini bir delil olmadan eğlendirenlerdir." (Neylu'l-Evtâr,VI, 135.)

Çünkü şahidlik, zevcenin ve çocuğun haklarının korunmasını sağlar. Babanın çocuğunu reddetip nesebinin kaybolmasını eşlerin töhmet allında kalmasını önler. Evliliğe özen ve önem verme gereğini ortaya koyar.

Şahidlerin erkek olması Hanefiler dışında cumhura göre şarttır.
Evliliğin değeri ve öneminden dolayı sadece kadınların ya da bir erkek ve iki kadının şahitliğiyle evlilik yapılmaz. Mallar ve malî muamelelere ait şahidlik bu durumun dışındadır.
Zuhrî der ki: "Sünnete göre hadlerde, nikâhta ve boşanmada kadınların şehadeti caiz değildir." (Sünnetten kasdolunan da Nebevi sünnettir ) Çünkü bu bir akittir, mal değildir, mal elde etmek maksadıyla da yapılmaz. Çoğu hallerde bu akitte erkekler bulunabilir. Dolayısiyle hadlerdeki gibi bunda da kadınların şahidliği ile akit sabit olmaz.

Hanefîlere göre ise, evlilik akdinde bir erkek ve iki kadının şahidliği mallarda olduğu gibi caizdir.
Çünkü kadın şahidliği yüklenme ve yerine getirme ehliyetine sahibdir. Hadlerde ve kısasta şahidliğin kabul edilmeyişi ise unutma, dikkatsizlik ve emin olmama ihtimali sebebiyle şüphe bulunduğu içindir. Hadler ise şüpheyle ortadan kalkar.

3- Velinin İzni :
Hanefîler hariç cumhura göre şarttır.
Allahu Teâlâ'nın, "Eşleriyle evlenmelerine engel olmayın." (Bakara, 232) buyruğuna göre, evlilik velisiz sahih olmaz.

Şafifler şöyle demektedirler: Bu ayet velinin gerekliliğinin en açık delilidir, yoksa engel olmasının bir anlamı kalmazdı. Peygamber (s.a.v.)'ın "Velisiz nikâh olmaz" (Ebu Musa el-Eşari'den Ahmed ve Sunen musannifleri rivayet etmişlerdir. Ibnul-Medinî, Tirmizî ve İbni Hibbân tashih edip irsalinde illet olduğunu belirtmişlerdir. Subulu's-Selâm, II, 117) hadîsi bir başka şer'î hakikati nefyetmektedir.
Buna da Aişe'nin şu hadîsi delâlet etmektedir:
"Hangi kadın, velisinin izni olmadan nikahlanma, nikâhı batıldır, batıldır, batıldır. Eğer erkek onunla zifafta bulunursa uzvundan yararlandığı için kadına mehir vardır. İhtilâf ederlerse velisi olmayanın velisi sultan (hükmeden kişi)dir." ( Neseî hariç Ahmed ve dört Sunen rivayet etmişlerdir. Tirmizî, Ebu Evane, Ibni Hıbban, el-Hakim, lbni Mu'in ve diğer hafızlar tahsis etmişler ve sahih olduğunu söylemişlerdir. Subutu's-Seiâm, III 127 vd)

Birinci hadîsi için kâmil manada olmadığı şeklinde anlamak sahih değildir, çünkü şari'in sözü şer'î hakikatlere hamledilir. Velisiz şer"î bir nikâh olamayacağı gibi şeriatte de bu yoktur.
İkinci hadîsten de evliliğin sıhhatinin velinin izni ile olacağı anlaşılmaz. Çünkü genellik ifadesine haizdir, başka şekilde anlaşılmasına gerek yoktur; genelde ise kadın velinin izni olmadan evlenir. Üçüncü bir hadîs de onu doğrulamaktadır:
"Kadın, kadını ve kendisini evlendiremez." (Ebu Hurayra'dan İbnî Mace ve Dârakutnî güvenilir kişilerden rivayet etmişlerdir. Subulu's-Selâm, III, 129 vd)
Kadının kendi kendini veya bir başkasını evlendirmede velayet hakkına sahib olmadığına delâlet etmektedir. Nikâhta icap ve kabulün yerine getirilmesinde etkinliği yoktur. Kendi kendini veya başkasını velinin izniyle evlendiremez. Kendinden başkasını velayet ve vekâletle de evlendiremez. Nikâhı da ne velâyel ne de vekâletle kabul edemez.

Özet olarak: Cumhura göre nikâh kadınların sözüyle kıyılamaz. Bir kadın kendi kendini ve başkasını cvlcndirse veya velisinden başkasını velisinin izniyle kendisini evlendirilmeye vekil kılsa, nikâhın şartı olan velinin olmaması sebebiyle nikâhı sahih olmaz.

Ebu Hanife ve Ebu Yusuf'tan gelen rivayette (zahiru'r-rivâye) Hanefîlere göre akıllı ve baliğ olan kadın kendini ve küçük kızını evlendirebilir. Başkalarının yerine de vekil olabilir. Fakat kendine denk olmayan kabul ederse velileri itiraz edebilirler.
Durumu şöyle ifade etmektedirler:
Velisi kıymasa bile hür, akıllı ve baliğ olan kadının nikâhı kendi rızasıyla kıyılabilir. İster bakire ister evlenmemiş kadın olsun, Ebu Hanife ve Yusuf a göre durum aynıdır. Veli bulunması sadece mendub ve mustehabdır. Muhammed'e göre, mevkuf olarak akit yapılabilir.

Kur'an'dan delilleri : Üç ayetle nikâhın kadına isnad edilmesidir: "Bundan sonra bir kadını boşarsa, kadın başka birisiyle evlenmedikçe bir daha kendisine helâl olmaz." (Bakara, 230),
"Kadınları boşadığınızda müddetleri sona ermişse kocaları ile evlenmelerine engel olmayın." (Bakara, 232).
Hitab, cumhurun dediği gibi velilere değil, eşleredir. "Müddetleri sona erdiğinde, onların kendi haklarında uygun şekilde yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur." (Bakara, 234).
Bu ayetler açıkça göstermektedir ki, kadının evlilik kararı kendine aittir.

Sünnetten delilleri: "Evli olmayan kadın kendi hakkında karar vermede velisinden daha önceliklidir. Bakireye sorulur, onun izni ise susmasıdır." (İbni Abbas'tan Muslim rivayet etmiştir. Subulus-Selâm, III, 119) hadîsidir.

Bir rivayette de "Eyyim (kocasından ölüm ya da boşanmayla ayrılan)'a sorulmadan, bakireden de izin alınmadan nikâhı kıyılmaz.
Dediler ki: Ey Allah'ın Rasulu! Onun izni nasıldır?
Dedi ki: Susması."
(Ebu Hurayra'dan rivayet edilmiş olup muttefekunaleyhtir. Subulus-Selâm, III, 118)

Hadîs evli olmayan kadının, evliliğinde karar verme hakkının kendine ait olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bakire de onun gibidir. Fakat hayasının çokluğu sebebiyle şeriat onun rızasına delâlet edecek bir şekilde izin alınmasını yeterli bulmuştur. Bu tutum onun umumi ehliyetinin olmasına rağmen akde katılma hakkım elinden almak anlamına gelmez.

Şafıîlerden fıkıh âlimi Ebu Sevr'in orta bir görüşü vardır: "Evlilikte kadın ve velinin rızası mutlaka birlikte olmalıdır. Onlardan biri diğerinin nzası ve izni olmadan evliliğe tek başına karar verme hakkına sahip değildir. Ne zaman razı olurlarsa, o zaman her biri akdi kıyma hakkına sahiptir. Çünkü kadın tasarruflarında tam ehliyete sahiptir." (el-Muhezzeb, II, 35)

*** Mehir :
Kadının, kocasının kendisi ile evlenmek için akit yapması veya gerçekten zifafta bulunmasıyla hak ettiği maldır.
Fethu'l-Kadir kenarında bulunan el~ İnaye kitabının muellifi mehri şöyle tarif etmiştir:
"Nikâh aklinde koca üzerine kadının buz'u (ondan cinsî yönden yararlanma) karşılığında ya belirlenerek (tesmiye) ya da akit sebebiyle vacip olan maldır."

Bazı Hanefiler ise şöyle tarif etmişlerdir:
"Mehir, kadının nikâh akdi veya cinsî ilişki sebebiyle haketliğidir."

Malikîler ise şöyle tarif etmişlerdir:
"Kendisinden yararlanmanın karşılığı olarak kadına verilen haktır."

Şafiîler ise şöyle tarif etmişlerdir:
"Nikâh ve cinsî ilişki sebebiyle veya süt emzirme, şahidlerin vazgeçmesi gibi mecburen buz' (kadından cinsî bakımdan yararlanma) hakkının elden çıkması sonucu icab eden şeydir."

Hanbelîler de şöyle tarif etmişlerdir:
"İster akidde isterse sonradan hakim veya her iki tarafın rızasıyla belirtilsin, nikâhın veya nikâhın benzerlerinin karşılığıdır (Şubheye dayanarak yapılan cinsî ilişki veya mukrehe (ilişkiye zorlanan kadın) ile yapılan ilişki gibi)."

Mehrin vâcib olmasının delilleri : (el-Muğnı, VI, 679; el-Muhezzeb, II, 55)

Kur'an'dan:
Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "Nikâh ettiğiniz kadınların mehirlerini seve seve verin." (Nisa, 4).
Yani bu Allah tarafından verilmiş bir armağan veya bir hediyedir.
Çoğunluğa göre ayetin muhatabı kocalardır. Veliler olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü cahiliye döneminde veliler mehri alıyorlardı ve ona nihle adını vermekteydiler. Bu da mehrin kadına ikramda bulunmanın ve onunla evlenmeye rağbeti bulunduğunun sembolü sayılıyordu.

Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"O hâlde, onlardan hangisi ile faydalandınızsa mehirlerini kendilerine farz olarak verin." (Nisa, 24),

"Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin." (Nisa, 25),

"Haram kılınanların dışında kalanlar namuslu ve zinaya sapmayan insanlar halinde yaşamanız şartıyla imallannızla (yani mehir vererek) arayıp nikahlamanız için size helâl kılındı." (Nisa, 24)

Sünnetten:
Rasulullah (a.s.) evlenmek isteyene şöyle demiştir:
"Demir bir yüzük oba bile bul ve getir"
(Muslim, Buhari ve Ahmed üzerine ittifak etmişlerdir. Sehl b. Sa'd'dan alınmıştır. Neylu'l-Evtâr, VI, 170)

Rasulullah (a.s.) hiçbir evliliği mehirsiz bırakmamıştır.
Mehrin akid esnasında tesbit edilib belirtilmesi sünnettir. Çünkü Peygamber (a.s.) hiçbir nikâhı mehirsiz bırakmamıştır. Böyle yapmak husumeti (anlaşmazlığı) önleyicidir. Bir de kendini Peygamber (a.s.)'e hibe eden kadının nikâhına benzememesi için böyle yapılır.


İcma:
Nikâhta mehrin meşru olduğunda Müslümanlar icma etmişlerdir.


Mehrin vacib olmasının hikmeti:

Bu akdin önemini ve yerini ortaya koymak, kadını izzetli kılmak ve ona değer vermek, onunla karşılıklı saygıya dayalı bir evlilik hayatı kuracağını göstermek, onunla uyumlu bir hayat yaşayacağına dair iyi niyetini belirtmektir. Ayrıca evlilik için gerekecek elbise ve masraflar için kadının hazırlanmasına imkân sağlanmış olur.
Mehrin kadına değil sadece erkeğe vacip olması şeri kâidelerin "Kadın, ister eş ister kız isterse de anne olsun hiç bir nafaka göreviyle yükümlü değildir." kaidesi ile uyum arzetmektedir.
Mehir veya geçim nafakası ve başka şeyler olsun nafakadan erkek sorumludur, çünkü erkek rızk peşinde koşmaya ve kazanmaya daha yatkındır.
Kadının görevi ise evi düzenlemek, çocukları terbiye etmek ve nesli devam ettirmektir. Bu da kolay ve basit olmayan bir yüktür. Eğer mehrin verilmesiyle yükümlü kılınır, onu elde etmeye mecbur bırakılırsa yeni zorluklar yüklenmek zorunda bırakılmış olur ki, bu yolda onun saygınlığı da azaltılmış olur.
Kur'an-ı Kerim kadınla erkek arasında malî sorumlulukların dağılımını belirtmiştir. Allahü Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
"Erkekler, kadınlar üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi islerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler (onlara) mallarından infak etmekte, harcama yapmaktadırlar." (Nisa, 34).

Mehir, evliliğin ruknu veya şartı değildir:

Mehrin -akidde vâcib olmasına rağmen- evliliğin ne bir şartı ne de bir ruknu olmadığını evliliğin şartlan bahsinde belirtmiştik.
(el-Bedayi, II, 274; Keşşafu'l-Kına, V, 144,174; et-Muhezzeb, II, 55,60; Muğni'l-Muhtac, III, 229 Bidayetel-Muctehid, III, 25; eş-Şerh es-Sagir, II, 449)

Gerçekte evliliğin üzerine terettüp eden sonuçlardan biridir. Bu sebeple onda meydana gelecek olan basit bir bilmezlik ve düzeltilmesi mümkün olan aldanma affedilmiştir:
Çünkü evlilikten amaç kadın erkeğin bir araya gelmesi ve yararlanmadır. Eğer akid mehirsiz gerçekleşirse sahihtir ve ittifakla kadına mehir verilmesi vâcib olur.
Bunun delili ise şu ayettir:
"Kendilerine dokunmadığınız (yani zifaf yapmadığınız) yahut kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşadınızsa bunda size günah yoktur" (Bakara, 236)

Mehirin tesbitinden ve zifaftan önce boşanmayı Allah teâlâ mubah kılmıştır. Bu da mehirin şart ve rükün olmadığının delilidir.

Sünnetten delil:
Alkame'den gelen şu rivayettir:
"Abdullah İbni Mesu'ud'a zifafta bulunmadan ve bir mehir de tesbit etmeden ölen bir adamın karısı hakkında soruldu. Abdullah dedi ki: "Emsali (benzeri) kadınların aldığı miktarda mehri alması, miras alması ve iddet beklemesi görüşündeyim."

Ashabdan Ma'kıl b. Sinan el-Eşcaî bunu duyunca Peygamberin (s.a.v.) de Vâşık kızı Berva' hakkında aynı şekilde hüküm verdiğine şahidlik etti."

(Beşler -Ahmed ve diğer sünen sahipleri- rivayet etmiş, Tirmizi de tashih etmiştir. Hakim, Beyhaki ve İbni Hıbban da rivayet etmişlerdir, ibni Mehdi de tashih etmiştir. Neylu'l-Evtar, VI, 172.)

Ukbe b. Amir'in hadisi de aynı görüşü desteklemektedir. "Derki: Rasulullah (a.s.) bir adama şöyle dedi:
"Seni filancayla evlendireyim mi?"
Evet, dedi.
Kadına da dedi ki: "Seni filanca ile evlendirmemi kabul ediyor musun?"
Kadın da: Evet, dedi.
Onları birbirleriyle evlendirdi. Adam kadınla gerdeğe girdi. Ama herhangi bir mehir tesbit etmemişti.
Bir süre sonra kendisine ölüm vakti geldiğinde ise şöyle dedi: "Rasulullah (a.s.) beni filanca ile evlendirdi. Ona herhangi bir mehir tesbit etmemiştim. Başka bir şey de vermedim. Şimdi ona mehir olarak Hayber'deki hissemi veriyorum"
Kadın o hisseyi alıp yüz bin dirheme sattı."
(Ebu Davud ve Hakim rivayet etmişlerdir.)

Buna binaen eğer karı-koca mehirsiz evlenir veya şer'î olarak mülk edinilmesi caiz olmayan domuz, içki ve koyun dışkısı gibi bir şeyi mehir yerine tesbit ederlerse Malikiler dışında cumhura göre akit sahihtir.
Kadın için de ölüm veya ilişki olması hâlinde mehr-i misil vacib olur.

Malikiler ise şöyle dediler:
Kan-koca mehrin olmamasına ittifak ederlerse nikâh fasittir.


---------------------



Nikahın şartlarını izah ettikten sonra ; 2 bayan yada 1 i bayan 2 Şahid meselesine tekrar gelecek olursak bu Cumhura göre (Belediye) nikahının zaten baştan batıl ve hükmünün olmaması içindir. (Benim tercihimdir).
Çünkü nikahın geçerli olabilmesi için 2 erkek şahid şarttır.

Nikahın şartlarınında Nikahı ilan edeni veli edinmek , velayeti ona vermek diye bir şart bulunmamaktadır.
Bu sebeble Belediyenin nikahında, "nikahı kıyan işçinin velayeti veya onu veli edinmek" diye bir husus olmaz, işi yokuşa sürmek isteyenlerin zorlama yorumlarıdır.

Nikah demek; evlenecek olanların, "evlenmek istiyor, karı-kocalığa kabul ediyormusun" sorusuna şahidlerin huzurunda evlendiklerini açıkça ilan eden sözlerini ifade etmeleridir.
Soruyu soran şahsın sorunun başında-sonunda dua etmesi farz değil sunnettir. Nikahın farziyatıyla alakası yoktur.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Üç şeyin ciddisi de ciddîdir, şakası da ciddidir. Bunlar nikâh, boşama ve ric'adır."
(Ebu Dâvud. Tirmizî ve İbni Mace, Ebu Hurayra'den rivayet etmişlerdir. Keşşafu'l-Hafa, 1,389)
Şartları yerine gelen nikah veya talak sahihtir.

İlk mesajda yazdığım yazıyı şimdi tekrar okursan daha iyi anlayacaksındır :

Dini nikahı kıyıp Allahın huzurunda karı- koca olunmalıdır.
Son olarak ikrah ve zaruretleri def etmek açısından evlilik cüzdanı almak için belediyeye giderim.
Belediye nikahına 2 bayan veya 1 erkek 1 bayan şahid götürerek daha işin başından İslama göre kıyacağı nikahın iptalini , geçersizliğini sağlarım. (O kendi kendine nikah kıydığını sansın.)

Önce dini nikahı kıyıp Karı koca olduktan sonra, belli başlı meselelerde sorunları def edebilmek kastı ile Evlilik cüzdanı almak için belediyeye gidenin (Allahın affedeceği, mahzurlu olacağına) kafir olmayacağına inanıyorum.

Evet biz belediyeye nikah kıymaya değil , zaten nikah kıydığımız için sonraki işlerimizde sorunları def edebilmek, yapabilmek için kağıt almaya gideceğiz. Bu aynen vergi levhası, tapu almak gibi düşünülebilir.

Birde şunu merak ettim . Nişanlınız size tevhidi anlatmış vesile olduğunu söylüyorsunuz. Kendisi bu meseleyi nasıl aşmayı düşünüyor?
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
abdulhak kardeşim çok güzel açıklamış müsadenizle bende bir kaç şey eklemek isterim

İslâm Hukukundaki Boşanma Sistemi ve Kadının Boşanma hakkı
İslâm hukukunda evlilik akdi, sona erdirilmesi mümkün olmayan ilâhî bir akid olarak görülmemekte, belki diğer akitler gibi tarafların karşılıklı rızaları ile doğan ve erkeğin boşanma irâdesine ağırlık verilmekle beraber, karşılıklı rıza ile de sona erebilen rızai bir akit olarak kabul edilmektedir. İslâm hukukunda boşanma yasağı yoktur. Ancak çok önemli neticeler için kurulan aile yuvasının, hissi ve basit sebeplerle hemen yıkılmaması için de her çeşit tedbir alınmıştır. Erkeğe "talâk" adıyla karısını, kendi hür iradesiyle ve hâkimin yahut bir din adamının müdâhalesi olmadan boşanma hakkı tanınmış ise de, bu hakkın suistimal edilmemesi için herçeşit tedbir de alınmıştır. "Allah'ın katında en hoş olmayan helâl, talâk yani boşanmadır(Ebû Dâvud, Talâk 3) "Allah, evlenme ve boşanmayı, kendi nefsi heveslerine âlet yapanlara lanet etsin" ve benzeri mânevi tedbirler yanında, maddi müeyyideli tedbirlerle "talâk hakkının" suistimal edilmesi önlenmiştir.

Peki, kadının boşanma hakkı var mıdır? Bu sorunun cevabı evet'tir. Ancak erkeğinkine göre belli şartlara bağlanmıştır. Şu dört halde kadın da boşanma yetkisine sahiptir.
1 — Erkek, karısına boşama yetkisi verebilir. "Tefviz-i talâk" denilen bu müessese, fıkıh kitaplarında uzun uzadıya anlatılmıştır.(2)

2 — Kadın, evlenme akdi yapılırken, boşama hakkının kendisine de tanınmasını şart koşabilir. Hukuk-ı Aile Kararnamesi, bu görüşü kanunlaştırmıştır. (3)
3 — Kocanın cinsi iktidarsızlığı, akıl hastası olması veya bulaşıcı hastalıkları bulunması gibi evlilik hayatını çekilmez hale getiren sebeplerin varlığı halinde, kadın, evliliğin sona erdirilmesi için hâkime başvurabilir. Hâkim de karı—kocayı ayırır. Buna "tefrik" adı verilir. (4)
4 — En önemlisi ve hukuk tarihimiz boyunca en çok tatbik edilen bir usul de karı-koca'nın karşılıklı rızâ ile ayrılmalarıdır. Boşanma teklifi kadından geldiği gibi erkekten de gelebilir. Buna "muhâla'a" adı verilir. Karı ile koca arasında eski tabir ile "hüsn-i muâşeret" bulunmadığı ve evlilik hayatı çekilmez hale geldiği zaman, Kur'ân'ın tavsiye ettiği "muhâla'a" yoluna başvurulur. (5). Osmanlı Devleti zamanında tutulan Şer'iye Sicilleri tetkik edildiği zaman, evliliğin sona erme hallerinde, bu şekilde ayrılmanın % 60'a varan bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Şimdi bu binlerce mahkeme kararından misâl olarak bir tanesini zikredeceğiz.

Karı-Koca'nın Karşılıklı Rızâ ile Boşandığına Dair Bir Belge
İslâm hukuku, meyvesi insan olan aile ağacının uzun yıllar sağlam olarak yaşaması için önemli tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin başında karı-koca arasındaki hak ve borçlar dengesinin korunması gelir. Erkeğe, hür irâdesi ile boşama hakkı tanıyan İslâm hukuku, bu hakkını rastgele kullanmaması için bazı yollara başvurmuştur. Bunun karşılığında kadına da, erkeğin yüklenmekle mükellef olduğu mehir borcu, karısını boşadığı takdirde vermek mecburiyetinde bulunduğu iddet nafakası ve mesken masraflarını karşılama mükellefiyeti gibi avantajlar sağlamıştır. Kadın, kocasından şikayet eder ve ayrılmak isterse, bu avantajlardan vazgeçmek şartıyla her zaman ayrılma isteğinde bulunabilir. İşte geçimsizlik ve benzeri sebeplerle kadının, sözkonusu nikâhdan doğan haklarından vazgeçerek ayrılmayı istemesi, bir "muhâla'a" muâmelesidir. Tarih boyunca erkek de, talâk hakkının kendisine yükleyeceği mali mükellefiyetlerden kurtulma imkânı da bulunduğu İçin, hep karısı ile anlaşarak karşılıklı rıza ile boşanmayı tercih ettiğini görüyoruz. İşte bunlardan bir tanesi, Konya Şer'iye mahkemesi'nin 1736 tarihinde verdiği bir karardır. Orijinalini, transkripsiyonunu ve sadeleştirilmiş metnini ayrı ayrı vereceğiz.

Transkripsiyon: "Medine-i Konya'da Muhtar Mahallesi sâkinlerinden Amine bint-i Hasan nâm hâtun, meclis-i şer'i hatirde, zevci muhâlı'ı hâfız'ul—kitab Süleyman bin Ahmed nâm kimesne mahzarında ikrâr ve takrir-i kelâm edüp, "zevcim mezbur Süleyman ile beynimizde hüsn-i zindegâni olmamağla, zimmetinde mütekarrir olan beş guruş mehr-i müeccelimden fâriğa olub ve na-faka-i iddet-i ma'lume ve meunet-i süknâm dahi kendi üzerime olmak üzere zevcim mezkur Süleyman ile muhâla'a-i sahiha-i şer'iye ile hul' olub zevciyete müte'allık âmme-i deavi ve mutâlebâtdan biri birimizin zimmetini ibrâ ve iskat eyledik. Birbirimizde hak ve alâkamız kalmadı" dedikde, gıbb'ettasdik "iş-şer"i mâ vaka'a bit-taleb ketb olundu.
(Fil-yevm is'sâmin min Zilhiccetişşerife li seneti semânin ve erbaine ve mietin ve elf)

El-Hac Mehmed b. Emrullah
Hacı Halil b. Hacı Ömer,
Seyyid Ahmed binHacı Hüseyin,
Hüseyin bin Şa'ban,
Mehmed bin Ahmed,
Hacı Süleyman bin Hacı Şa'ban,
Seyyid Süleyman bin Hacı Ömer."

Sadeleştirilmiş Metin:
"Konya şehrinde Muhtar mahallesinde oturan Hasan kızı Amine adlı hanım, şer'i mahkemede muhâla'a yaptığı kocası Ahmed oğlu Süleyman adlı şahıs huzurunda şöyle ikrar ve beyânda bulundu:

Adı geçen Süleyman'la güzel geçinemediğimiz için Süleyman'ın bana karşı borçlu bulunduğu mehr-i müeccelimden, iddet nafakamdan ve mesken masrafları hakkımdan vazgeçerek, sözü geçen Süleyman ile geçerli ve meşru' olmak üzere karşılıklı rızâ ile boşandık (muhâla'a yaptık). Bundan böyle karı—kocalığa ait bütün da'va ve taleplerden birbirimizin zimmetini umumi ibrâ ile ibrâ ve iskat eyledik. Birbirimizde hak ve alâkamız kalmadı.

Kadının bu beyân ve ikrârı, şer'i mahkemece tasdik edildikten sonra, durum, talep üzerine sicile kaydedildi.

(8 Zilhicce 1148/1736)
Şahitleri:
Emrullah oğlu Mehmed,
Hacı Ömer oğlu Halil,
H.Hüseyin oğlu Seyyid Ahmed,
Şa'ban oğlu Hüseyin,
Ahmed oğlu Mehmed,
Hacı Şa'ban oğlu Hacı Süleyman,
Hacı Ömer oğlu Seyyid
Süleyman." (6)

Günümüz hukuk sistemlerinin asırlar sonra, yukarda belgeyle isbat edilen, karı-kocanın karşılıklı rızâ ile boşanabilmeleri anlayışına yaklaşmaları düşündürücüdür. Eski mahkeme kararları demek olan şer'iye sicillerinde, gayr-i müslimlerin dahi bu yolla ayrılmak üzere şer'iye mahkemelerine başvurduğunu gösteren belgelerin bulunuşu dikkat çekicidir. Ve de gerçek tarihimizin böylesine mefahir ile dolu olmasına rağmen, aksi sadâların şu zemin kubbesinin duvarları olan yayın organlarında yansıması ise ibret vericidir. Netice olarak en büyük düşmanlarımızdan birisi cehalettir. Onunla mücâdele de ancak ilim ve marifet ile mümkündür

2) Akgündüz, Ahmet, İslâm Ve Osmanlı Hukuku Külliyâtı, Dicle ünv.Hukuk Fak.Yay.Diyarbakır 1986, 205 -206.
3) Akgündüz, Külliyat, 342.
4) Cin, Eski Hukukumuzda Boşanma, 128 - 131.
5) Kur'ân, Bakara, âyet, 229.
6) Konya Şer'iye Sicilleri, Mevlâna Müzesi, No: B-17/60, ayrıca bakınız: Akgündüz/Hey'et, Şer'ye Sicilleri. 1/278 -283.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
NIKÂH-İMAN MÜNÂSEBETI
SAĞLAM İMANI OLMAYANIN NIKÂHI OLUR MU?




Evlilik Bir İbâdettir
Dâvâ Evliliği

Ahmed KALKAN


Evlilik Bir İbâdettir

İslâm, akıllı ve büluğ yaşını aşmış bütün müslümanları aile yuvası kurmaya çağırdığı gibi, evliliği ve aile hayatını da bir ibâdet olarak değerlendirir. İslâm hukukuna göre nikâh akdi hem medenî bir muâmele, hem de bir ibâdettir. Çünkü nikâhın rükûn ve şartlarını İslâm belirler ve evlilik sebebiyle eşlerin pek büyük ecirlere ulaşacakları açıklanır. Bu konuda İbnül-Hümâm (ö. 861/1457) şöyle der: "Nikâh, ibâdetlere daha yakındır. Hattâ evlenmek, devamlı nâfile ibâdet etmek kasdıyla bekâr kalmaktan daha faziletlidir." (İbnül-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, II, 340).

Son devir İslâm hukukçularından İbn Abidîn (ö. 1252/1836), Reddül-Muhtar adlı ünlü eserinde nikâh konusuna şu cümlelerle başlar: "Bizim için Hz. Âdem devrinden bugüne kadar meşrû olmuş, sonra Cennette de devam edecek, nikâh ile imandan başka ibâdet yoktur" (İbn Abidîn, II, 258). Nikâhın câmi içinde akdedilmesi ve mümkünse cuma gününe rastlatılması müstehaptır. Bu da onun ibâdet yönünü güçlendirir (İbn Hacer el-Askalânî, Bülûğu’l-Merâm, Sönmez Y., 1967, III, 229).

Şâfiîlerin dışında cumhûr, yani çoğunluk fakihler evliliğin ibâdet olduğu konusunda hemfikirdir. Zâten, insanın yaratılış sebebi olan ibâdet (51/Zâriyât, 56), hayatın tümünü kapsar, insanın tüm davranışlarını kuşatır. Genel ve geniş anlamda, Allah'ın hoşnut ve râzı olduğu her iş, müslüman için ibâdettir. İslâmî esaslara göre kurulan ve buna göre yürütülen evlilik de ibâdet kabîlindendir.

Çünkü nikâh akdi ile, nefsi haramlardan korumak ve nesli sürdürmek gibi birçok toplum maslahatı gerçekleşir. Nitekim Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) "Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır" (Müslim, Zekât 52; Ebû Dâvud, Tatavvû' 12, Edeb 160; Ahmed bin Hanbel, V/167, 168) buyurmuştur. Allah’a ibâdetin öncelikli temel şartı, sahih bir imandır. İmanı tam olmayanın ibâdeti de geçerli olmaz.

Eş seçmek, büyük ve küçük imam seçmekten pek farklı değildir. Tâğutları reddetmeyen ve her çeşit şirkten kaçınmayan kimsenin imamlığı nasıl geçerli değilse, nikâhı da geçerli değildir. İmanına şirk karıştıran bir kimsenin nikâhı da olmaz. Böyle bir kimsenin karşı cinsten biriyle beraberliği de (genel anlamda her şey ibâdet/kulluk/tapınma ile irtibatlı olduğundan) ibâdet sayılır; ama bu Allah’a değil; hevâsına, hevesine, keyfine, zevkine yapılmış bir ibâdet/tapınmadır.

“Kur’an ve mütevâtir sünnetle "aile" nin nasıl teşekkül edeceği izah buyurulmuştur. Bu hudutların dışındaki her türlü ilişki (siyasî yönetimler, kanunlarla tâyin etse de, etmese de) fuhuştur. Çünkü insanların kendi hevâ ve hevesleriyle, aile sistemi kurmaları kat'iyyen haramdır. Aile, İslâm'ın belirttiği hudutlarla teşekkül eder.” (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İnkılâb Y., s. 268)

Müslüman karı kocanın onu yaparak ibâdet (sadaka) sevabı kazandığı şeyi, nikâhı geçerli olmayan evli kimsenin eşiyle yapması zinâ sayılacak, bu beraberlikten de “meşrû olmayan nesil” meydana gelecektir. Günümüzde fesâdın bin bir çeşidinin, kapkaçın, terörün, ahlâksızlığın… hızla yaygınlaşmasının sebeplerinden biri de bu neseb-i gayri sahih zinâ ürünleri olsa gerektir. O yüzden aile, hem dünya hem âhiret açısından ya cennet bahçesi veya cehennem çukurudur.

Toplumu İslâmlaştırmanın, İslâmî toplum oluşturmanın küçük örneği ve aşamasıdır evlilik. Aile, iman ve kulluk bilincine dayanır. Toplum, devlet ve dünya büyük bir aile; aile de küçük bir ümmet ve minyatür bir devlettir. Ailelerinde İslâm'ı hâkim kılamayanların; sokaklarına, işyerlerine, toplum ve devletlerine şeriatı hâkim kılmaları beklenemez. İslâmî değişim ve dönüşümü dillendirenlerin samimi olup olmadıkları, evlerine ve evlerinde uyguladıkları davranışlara bakarak kolayca test edilebilir.

İslâm’ın ibâdet kabul ettiği nikâh/evlilik, “ev” adı verilen Allah’ın indirdiğiyle hükmedilecek İslâm devletine halife ve vezir tâyin etmek demektir. Doğacak çocuğunun temel eğitim göreceği “ev” adlı baba ve ana okulunun öğretmenini seçmektir nikâh. Hatta doğacak çocuğunun dinini tâyin etmektir. Çünkü İslâm fıtratıyla doğan çocuk, ana ve babası aracılığıyla hıristiyanlaşacak, yahûdileşecek, mecûsileşecek, müşrikleşecektir (Buhârî, Cenâiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22 - 25).

Dindar ve güzel ahlâklı bir eş seçmeye çalışmayan kimse, doğacak çocuklarının da bu özelliklere sahip olmamasını istemiş olmaktadır. Kendisi için de dünyada huzur ve mutluluğu, âhirette cenneti; ya da dünyada fitne, stres, kavga ve huzursuzluğu, âhirette de sonsuz azâbı seçmek demektir eş seçimi. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (66/Tahrîm, 6)

Müslümanın evliliği, kâfirlerin yuva kurmalarından çok farklı ve Allah'ın hudûdu çerçevesinde olacağı için bir ibâdettir; her ibâdette aranacak ilk şartın da iman olduğu unutulmamalıdır. Bireysel ve sosyal hayatında olduğu gibi, âile hayatıyla ilgili tüm hususlarda da imanını ispat etmek zorundadır mü'min. Nikâhın imanla kopmaz bir bağı vardır. Allah’a, âhiret gününe… iman etmeyen bir kimseyle kıyılan nikâh geçersiz olduğu gibi, evlendikten sonra eşlerden biri veya her ikisinin ağzından çıkan imana zıt bir söz, kafasında oluşan bir küfür düşüncesi, gönlünü kirleten bir şirk sebebiyle de nikâh gidecek, eşler, birbiriyle zinâ yapmış olacaktır.

Tevhidî iman, dünyada huzur ve mutluluğun, âhirette sonsuz nimetlerin temel sebebi olduğu için, eşlerden biri veya her ikisi, içine şirk karıştırılmamış bu imandan yoksun ise, her çeşit felâkete adım atılmış demektir. Aile yuvasının âhirette de devam edecek bir huzur ve mutluluk ortamı oluşturması, nikâhın ve karı-koca sevgisinin bir ibâdet/sevap olması için Kur'an'ın istediği tevhidî iman ilk esastır.

İmamların/hocaların eskiden, 32 farzı bilmeyenlerin nikâhını kıymamaları, gerçek anlamda ve sağlam bir şekilde iman edip inancını yaşamaya çalışmayanın nikâhının geçersiz olacağı gerçeğiyle ilgilidir. Kişinin, bulunduğu halle ilgili bilgileri (ilm-i hâlini) öğrenmesi farzdır. Evlenecek kişilerin nikâhla, talâkla, aile ve evlilik konularıyla ilgili dinî hükümleri; karı-koca ve çocukla ilgili görevleri ve hakları bilmeleri şarttır. Ama bütün bu bilgilerden de önce imanla, irtidatla, şirkle ilgili konuları ve bu hususlardaki güncel problemleri bilmek ve tevhide inanıp İslâm’ı hayata geçirmeye çalışmak başta gelir.

Çünkü iman gidince nikâh da gider. Evli (zannedilen) karı-kocanın zinâsı; ef’âl-i küfür, elfâz-ı küfür ve elfâz-ı talâk sebebiyle olmaktadır. Tevhidi, şirki, kendini, toplumun ve düzenin konumunu, nikâhın nasıl sahih olacağını, mihri, talâkı, hayızı, nifası… bilmek, büluğa ermiş ve evlenme çağına gelmiş her müslümanın öncelikli görevidir. İslâm’ı, hayatı, geleceği tanımayan, daha kötüsü yanlış tanıyan bugünün genci soracak elbette: “İlköğretim temel bilgilerinden, Atatürk’ü tanıyıp tüm hayatını her yıl döne döne öğrenmekten, İngilizce’den, diplomadan, romandan, diziden, popçuların soy kütüğünden, topçuların hangi mevkide oynadıklarından, iyi sayılabilecek maaş ve makamdan, babaların hayatî önem atfettiği çok para kazanmaktan, anaların olmazsa olmaz gördüğü çeyizden de mi önemli?” diye.

Elbette en önemli ve öncelikli uğraş, İslâm’ı doğru olarak bilmek ve gereğini yapmaktır; zâten yaratılış amacı da bu değil mi insanın? “Bunca iş-güç arasında (faydasız bilgi ve davranıştan) zaman mı kalıyor?” diyen kimse bilsin ki, hayra zaman bırakmayan vakit katili boş şeyler, faydasız olmaktan çıkmış, en zararlı olmaya başlamıştır.

Zinâkâr olma ihtimali küçük olmayan ve hangi zihniyete/inanca sahip olduğu meçhul (veya olumsuz olarak mâlum) olanlar, müslüman kız babasının kapısını çalar, dünürcü olur. Kız babasının ilk sorusu dâmat adayının maddî durumudur, işidir, maaşıdır. Sağlam bir akîdeye sahip olup olmadığını önemsemez, önemsemiş olsa bile bunu ortaya çıkaracak araştırmalar yapmaz.

Tabii, bu erkek tarafı için de geçerlidir; gelin adayı bunca kız içinde niçin tercih edilmiştir, bu seçimde dinin tavsiyesine ne kadar uyulmuştur? Gerçi artık dünürcülük, görücü usûlü kız isteme tarihe karışmak üzere. Artık gençler (hatta başörtülü ve namazlı olanlar) sokakta, işte, okulda, ya da internette tanışma, hatta çıkma ve flört gibi altyapıyı tamamladıktan sonra ailelerini lütfen haberdar ediyorlar artık. Bu tavır da, erkek ya da kızın karşı cinste ne aradığını zaten tümüyle ortaya koyuyor.

Tevhidî imana sahip olmayan bir erkekle evlenmek, müslüman bir bayan için kesin bir yasak olduğundan cehennemi tercih etmek ve dünya hayatını da cehenneme çevirmek olduğu kadar, böyle bir evliliğin İslâm’da ibâdet kabul edilen geçerli bir nikâh kapsamına da girmeyeceği unutulmamalıdır.

Müşrik, putperest, ateist ya da İslâm düşmanı bir kadınla evlenmek de erkek için aynı kapıya çıkar. Sıradan herhangi bir hıristiyan ve yahûdi ile, ya da “ben hıristiyanım”, ya da “yahûdiyim” diyenle evlenmek de İslâm’ın onayladığı bir hüküm değildir; Ancak bazı şartlara sahip olan ehl-i kitap bir bayanla evlenmek, -tavsiye edilmemekle birlikte- ruhsata bağlanmıştır.

Öncelikle bilinmelidir ki; Kur’an’daki “ehl-i kitap” ve “kendilerine kitap verilenler” ifâdesi, tahrif edilmiş de olsa Kitab’a (Tevrat ve İncil’e) vurgu yapmaktadır. Bu da, başta inanç ve düşünce sistemi olmak üzere hayatını (atmalar ve katmalarla tahrif edilmiş ya da şirke götüren yorumlara kurban edilmiş de olsa) vahyin şu veya bu oranda yönlendirdiği kişidir. “Ehl-i Kitab” Kitab’ın dışına çıkmayan, ona teslim olan, dünya görüşü ve yaşama biçimini, inandığı kutsal kitabının yönlendirdiği bir insandır ki, günümüz Batı dünyası böyle hıristiyan ve yahûdiler nasıl olmuş da hâlâ kalabilmişse dinozor kalıntısı muâmelesi yapıp müzelere yerleştiriyor, kendinden saymayıp dışlıyor.

Batıyı yeterince tanımayanlar için bu değerlendirme tuhaf gelebilir, ama “elhamdü lillâh müslümanım!” diyen nice insanın bile bu iddiasında yalancı olduğunu, İslâm düşmanlarının bile gerektiğinde bu iddianın arkasına sığındığını görmesi ya da Kur’an’ın şu hükmünü bilmesi, bu karşılaştırmayı yapmasına yeterli gelir: “İnsanlardan bazıları vardır ki, ‘Allah’a ve âhiret gününe iman ettik’ derler, halbuki onlar mü’min değildir!” (2/Bakara, 8).

Elbette “hıristiyanım” diyenlerin de önemli bir kesimi hıristiyan (ehl-i Kitap) değildir. Gerçekten kutsal kitabına her şeyiyle teslim olup onu yaşamaya çalışan Kitap ehli bayanın, müslüman bir erkekle evlenmesi için ekstra şartlar da vardır. Bunları tahriften tümüyle uzak Kitab’ımızdan okuyalım: “…Mü’min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine Kitap verilenlerden iffetli kadınlar da nâmuslu olmak, zinâ etmemek ve gizli dostlar tutmamak üzere, mehirlerini vermeniz şartıyla (onları nikâhlamanız) size helâldir. Kim imanı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır.” (5/Mâide, 5)

"Tertemiz hanımlar, tertemiz erkeklere lâyıktır. Tertemiz erkekler de, tertemiz hanımlar içindir." (24/Nûr, 26).

Allah (c.c.), bir müslümanın evleneceği kimsede tercih etmesi gereken ilk şartın iman olduğunu açıklar: "(Ey Müminler,) iman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin. Mümin bir câriye/köle, hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından hayırlıdır. (Mü’min kadınları) iman etmedikçe müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Mü’min bir köle, hoşunuza gitse bile (hür) bir müşrikten hayırlıdır. Bunlar (sizi) cehenneme çağırırlar; Allah ise, izniyle, cennete ve mağfirete dâvet ediyor. İşte, Allah, düşünüp ibret alsınlar diye, âyetlerini insanlara böyle açıklar.” (2/Bakara, 221)

“…Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (60/Mümtehıne, 10)

“Zinâ eden erkek, zinâ eden veya müşrik bir kadından başkası ile evlenemez; zinâ eden kadınla da ancak zinâ eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.” (24/Nûr, 3).

Sadece evlenecek kızın değil; erkeğin de bekâretinin bozulmamış olması gerekmektedir. Kızda aranan iman, başından zina geçmemiş olma ve edep, hayâ, nâmus, dâmat adayında da aranacak ilk vasıf olmalıdır.

Kadın ve erkeği dünya huzuruna, saâdete ve sonsuz âhiret ödülüne ulaştıran, çocukları da müslümanca yetişip hayata ve âhirete hazırlayan “aile”nin, en hayatî kurum olmasından dolayı, dinimiz yuva kuracak gençlerin, birbirlerinin dinî ve ahlâkî durumlarını araştırmalarını emretmiştir. Tevhîdî iman sahibi müslümanlar, kendileriyle yuva kurmayı düşündükleri eş adaylarında birinci özellik olarak sağlam bir imanı şart görmelidirler. Evliliğin ve eş seçiminin imanla, ibâdet ve sünnetle ilgisi bakımından şu hadis-i şerifler hayli önemlidir:

“Kadın dört özelliği için nikâhlanır: Malı için, nesebi (soyu) için, güzelliği için, dini için. Sen dindar olanını seç de huzur bul/mutlu ol.” (Buhârî, Nikâh 15; Müslim, Radâ 14, 53, Ebû Dâvud, Nikâh 2; Nesâî, Nikâh 13; İbn Mâce, Nikâh 6; Dârimî, Nikâh 4; Muvattâ, Nikâh 21; Ahmed bin Hanbel, II/428)

"Kadınlarla (sadece) güzellikleri dolayısıyla evlenmeyin; olabilir ki, güzellikleri onları kötülüğe sevkeder. Malları için de evlenmeyin; olabilir ki malları da onları size karşı isyâna sevkeder. Fakat onlarla dinleri dolayısıyla evlenin. Dindar olan siyahî/zenci bir câriye, diğerlerinden daha üstündür" (İbn Mâce, I/572)

"Nikâh, benim sünnetimdir. (Bu) Sünnetimi uygulamayan benden değildir. Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyâmet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim." (İbn Mâce, Nikâh 1; Ahmed bin Hanbel, II/72)

“En güzel dünya nimeti, insanın sahip olabileceği nimetlerin en hayırlısı: Zikreden dil, şükreden kalp ve insanın iman doğrultusunda (müslümanca) yaşamasına yardımcı olan kadındır.” (Tirmizî, Birr 13)

"Sizden birinizin evliliğinde sadaka sevabı vardır" (Müslim, Zekât 52; Ebû Dâvud, Tatavvû' 12, Edeb 160; Ahmed bin Hanbel, V/167, 168)

"Allah'a isyanı emreden kişiye itaat olunmaz." (Buhârî, Ahkâm 4; Müslim, Cihad 40)

Erkekle kadın, birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler. Yarısı çürük bir elmanın çürük kısmı kesilip atılmazsa diğer yarısını da çok kısa zamanda çürütecektir. Diğer yarısı ne kadar sağlam olursa olsun, çürük olan diğer yarımı sağlamlaştıramayacaktır. Müşrik insan, çürümüş, kurtlanmış meyveden farksızdır. "Onlar (hanımlar) sizin için bir elbise; siz de onlar için bir elbisesiniz." (2/Bakara, 187).

Elbise, hem ayıplarımızı kapatan, bizi zarar verecek dış etkenlerden koruyan bir sığınak, hem de hoşa giden bir süs olduğu gibi, takvâ ile de ilişkilidir (Bkz. 7/A'râf, 26). Demek ki, kocası olmayan kadın çıplak olduğu gibi, karısı olmayan adam da çıplaktır. Geciktirilmeden yıkanmak şartıyla elbisenin bazen tozlanıp kirlenmesi olağan görülse bile; pislikten, necâsetin kendisinden elbise olmaz. Müşrikler de (necis/pis değil), birer necestir/pisliktir (9/Tevbe, 28).

Tevhidle, cennet adayı müslümanın temizliğiyle uzlaşması ve tevhide bulaşması mümkün olmayan pislikle nasıl iç içe yaşanabilir, pislik nasıl hoş görülebilir, Allah düşmanına nasıl sevgi beslenebilir? Müşrik, hayvandan daha aşağıda olduğuna göre (7/A’râf, 179; 8/Enfâl, 22, 55), en şerli yaratıkla beraber aynı yemlikten yemlenmek için çirkin ahırda yaşamayı, güzel bir müslüman huzurlu bir yuvaya nasıl tercih edebilir?

Dâvâ Evliliği

Türkiyeli eski komünist erkeklerin çoğu, evlenecekleri, ya da beraber olacakları kişi için, başkalarının “komünistler çirkinlik yarışmasında birinci olmasını eş adayları için şart koşuyorlar” dedirtecek bir tercih yaparlardı; ideolojik evliliği, yoldaşlığı eşte aranacak her şeyin önüne geçirirler, gerçekten güzel-çirkin aramadıklarını, iyi bir komünist aradıklarını ispat ederlerdi.

Şimdi ortalıkta komünist de kalmadığı için bu dâvâ evlilikleri pek gözükmüyor. “Hiçbir şey önemli değil; sadece benim dâvâmın en iyi askeri olsun yeter!” diyen gençler tarihe karışıyor. “Ben güzellik yarışmasında ilk sıralarda yer alan birinden başkasıyla evlenmem; ama yüz ve deri güzelliği değil aradığım, takvâ güzelliğine vurgunum ben, tevhidî iman bilinci yönünden zengin arıyorum, aradığım asâlet güzel ahlâk cinsinden, diploma ve makam değil istediğim, ilim ve cihad âşığı dâvâ adamı/hanımı biriyle evleneceğim ben, başkasıyla değil!” diyenler (küçük istisnâlar dışında) yok artık bu ülkede.

Kişinin, eş adayında aradığı özellik, kendi iman ve takvâsını ele veren bir ölçüdür aslında. Evlilikte başarı, yalnız aradığı kişiyi bulmakta değil; aynı zamanda aranan kişi olmaktadır. Aradığı ve araması gereken vasıfların kendisinde ne kadar yer ettiğini düşünmeden bencilce ve hevâsını öne çıkararak tercihde bulunuyor insanlar.

Bir tarafta Hz. Peygamber’in “dindar olanını tercih et!” tavsiyesi, diğer tarafta hevâsının istekleri. Hangi taraf ağır basıyorsa kendi safını da belirlemiş oluyor delikanlı. Yüz milyondan fazla müslümanı barındıran Endonezya ve Malezya, sırf İslâm’ı yaşamak ve yaymak için oralarda dâvâ evliliği ile, bu bilinçle evlenen tüccarlar sebebiyle müslümanlaştı; hiç silâhlı cihada başvurulmadan.

Bu güzellikler, sadece eski zamanlar için sözkonusu değil; bir de şimdiki zamandan örnek verelim: Cihadın olanca sıcaklığını yaşayan bir ülkede genç kızlar, uzun kuyruklar oluşturup resmî makamlara müracaat ediyor. Yaralı bir mücâhide en iyi eşinin bakabileceğini, onlar gibi cihad sevâbına ulaşma nimetinden mahrum olmamak için gâzilerden biriyle evlenmek istediklerini belirtiyorlar, bu seçimin de kendi beğenilerine bırakılmayıp yetkililer tarafından bakıma en muhtaç, gerekirse ağzı yüzü en çok hasar görmüş kişinin uygun görülmesi ve yüzünü, yaralı vücudunu görmeden bir mücâhid gâzi ile evlenmeye hazır olduklarını belirtiyor kızlarımız.

Mangalda kül bırakmayan günümüz müslüman genci, “çok şuurlu bir müslüman, ama sözgelimi bir gözü kör kızı”, diğer vasıflara sahip olan ama şuursuz ve dâvâ insanı olmayan kıza tercih edebilir mi dersiniz? Ya da “bekâr ama dindar olmayan kız mı, dul ama şuurlu, çok seviyeli biri mi?” bu ikisinden birini tercihle baş başa kalan erkek, hangisini tercih eder? Günümüzde erkek olsun, kız olsun, eş arayanların aradıkları özellikleri duyunca, insanın “dâvâ nire, günümüz müslümanı nire?” diyesi geliyor. Hacı amcalar çocukları için, başörtülü ya da sakallı gençler de kendileri için dâmat ve gelin adayında aradıkları şeyler arasında sahih, güçlü, şirke bulaşmamış, amel ve eylemlerle ispatlanmış iman, kaçıncı sırada yer alıyor dersiniz? “Olmazsa olmaz” mıdır bu özellikler günümüz müslümanı için; yoksa “olsa güzel olur ama, onlardan daha önemlileri var” değer(sizliğ)inde midir?

Kâfirlerin velâyet hakkı yoktur (4/Nisâ, 141). Velâyet, hem yöneticiliği hem de dostluk ve sevgi ilişkisini kapsar. “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri velî/dost kabul edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” (4/Nisâ, 144)

“Mü’min erkeklerle mü’min hanımlar birbirlerinin velîleridir (dostları ve yardımcılarıdır). Onlar (birbirlerine) iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekât verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Çünkü Allah azîzdir/güçlüdür, hakîmdir (hüküm ve hikmet sahibidir).” (9/Tevbe, 71).

Âyetler, gerçek iman sahibi birisi dururken, tevhidî inanca sahip olmayan birini sevip dost kabul etmeyi şiddetle kınamakta, aynı zamanda kadın mü’minlerle erkek mü’minlerin birbirlerinin gönül dostları (evliyâ) olduğunu belirtmekle, hayat ve imanın sorumluluğunu taşımada iki cinsi eşit görmüş olmaktadır. Kadın erkeğin hayat arkadaşıdır, eşidir.

“Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözünü diğer arkadaşlıklardan önce hayat arkadaşı için, ömür boyu beraber olacağı birini seçmek için değerlendirmeliyiz: “Eş adayını, eşini, dâmât ve gelinini söyle, kim olduğun belli olsun!”

“…Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.” (4/Nisâ, 101) “Takvâ sahipleri (Allah’a saygı duyup sorumluluk bilincine sahip, kötülükten sakınanlar) hâriç, (dünyada) dost olanlar o gün birbirlerine düşman kesilirler.” (43/Zuhruf, 67)

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının…” (64/Teğâbün, 14)

“Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir/imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.” (64/Teğâbün, 15).

Bunlar sakınılması gerekenler. Yapmamız gerekenlerden biri olarak sâdıklarla berâber olmamız emredilmiştir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla/doğrularla beraber olun.” (9/Tevbe, 119). Peki, kimdir sâdıklar? “Gerçek mü’minler, ancak Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte sâdıklar ancak onlardır.” (49/Hucurât, 15)

Evliliğe, namuslu ve iffetli yaşamaya, Allah’a hakkıyla ibâdet ve kulluk yapmaya engel olmak için dört değil; on dört taraftan saldırıyor şer güçler. Düzen ve başta eğitimle ilgili olmak üzere tüm kurumları ile, kitle imha silahı konumundaki medya ve özellikle TV ile sürekli bombardımana tutuluyor insanımız. İslâm’ı hayat biçimi olarak kabullenmiş olan şuurlu müslümanlara karşı topyekün savaş açan Batıya ve her çeşit bâtıla karşı direnebilecek seviyede güçlü bir iman gerekiyor.

Eşine müslümanca destek verip onu cihada hazırlayacak hanımlara, hanımını cennet yolculuğuna çıkarmaya çalışırken dünyada da huzur veren erkeklere ihtiyaç var bu yolda. Çocuğunu, eşini ve kendini ateşten koruyacak davranışlara yapışan, âhiret yolculuğuna beraber hazırlanıp imtihanı kazanmada eş ve çocuklarına yardımcı olacak güçlü bir iman ve cihad eri olmaları gerekiyor eşlerin. Yol çetin, yol arkadaşı güçlü gerek.

Kur’ân-ı Kerim’de Kıyâmet günü azaptan kurtulacak mü’minlerin vasıfları anlatılırken şöyle buyrulur: “Ve onlar ki, ‘Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!’ derler.” (25/Furkan, 74).

Göz aydınlığı olacak eş ve zürriyetlerin, takvâ sahibi olması, hatta Allah’tan hakkıyla sakınan ve sorumluluk bilincine sahip muttakîlere önderlik yapacak dâvâ adamı olmaları gerekiyor. Âyetteki vurguya göre, bu özelliğe sahip eş ve çocuklar, Allah’ın bağışıdır; kavlî ve fiilî duâ ile bu vasıftaki eş ve çocuk talep edilmelidir.

Unutmayalım, insan ömrünün en önemli olayı, iyi bir eş seçimidir. İyi bir eş de iyi bir mü’minden olur

Selametle Kalınız...
 
Z Çevrimdışı

zeyni

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah razı olsun ..cevabınızdan.. benim sorum sadece nikahı batıl kılmak için şahitler hakkındaydı diğer hususları da eklemişsiniz teşekkür ederim
nişanım la elhamdulillah bu yola başkoyduk tevhidi kendisi vasıtasıyla öğrendim..onun düşüncesi" biz nikahımızı Allahın şetriatına göre yaparız bunu geçerli kılarız ancak devlet nikahını kalben desteklemeden usulen yaprız bu yapılan zaten bütün müslümanlarca bilinen birşeydir hiçbir müslüman senin devlet nikahını esas aldığını zaten düşünmez oldu.." kendisi de zaruret halinde kalben desteklemdiğimz taktirde Allahın affecedeği düşüncesinde..ancak benim karşıma bu mevzuyla ilgili kesinlikle taviz verilmemesi yönünde bir çok görüş çıktı bu sebebple kalbimi tatmin etmek istedim..bu bilinmez rumuzlu kardeşimizin verdiği bilgilere yakın bir çok bilgiyle karşılaştım ..haliyle müşrik olmaktan ..şirk koşup amellerin boşa gitmesinden ..ve bu halde yaptığım tüm amellerin zayi olmasından korkarım..!!

Rabbim en doğrusunu kalbime sevdirsin!..inşaallah.. Rabbim tüm halime şahittir..kalplerdeki gizlileri ancak o bilir..!
 
B Çevrimdışı

bilinmez

Üye
İslam-TR Üyesi
abdulhak kardeşim çok güzel açıklamış müsadenizle bende bir kaç şey eklemek isterim

İslâm Hukukundaki Boşanma Sistemi ve Kadının Boşanma hakkı
İslâm hukukunda evlilik akdi, sona erdirilmesi mümkün olmayan ilâhî bir akid olarak görülmemekte, belki diğer akitler gibi tarafların karşılıklı rızaları ile doğan ve erkeğin boşanma irâdesine ağırlık verilmekle beraber, karşılıklı rıza ile de sona erebilen rızai bir akit olarak kabul edilmektedir. İslâm hukukunda boşanma yasağı yoktur. Ancak çok önemli neticeler için kurulan aile yuvasının, hissi ve basit sebeplerle hemen yıkılmaması için de her çeşit tedbir alınmıştır. Erkeğe "talâk" adıyla karısını, kendi hür iradesiyle ve hâkimin yahut bir din adamının müdâhalesi olmadan boşanma hakkı tanınmış ise de, bu hakkın suistimal edilmemesi için herçeşit tedbir de alınmıştır. "Allah'ın katında en hoş olmayan helâl, talâk yani boşanmadır" "Allah, evlenme ve boşanmayı, kendi nefsi heveslerine âlet yapanlara lanet etsin" ve benzeri mânevi tedbirler yanında, maddi müeyyideli tedbirlerle "talâk hakkının" suistimal edilmesi önlenmiştir.

Peki, kadının boşanma hakkı var mıdır? Bu sorunun cevabı evet'tir. Ancak erkeğinkine göre belli şartlara bağlanmıştır. Şu dört halde kadın da boşanma yetkisine sahiptir.
1 — Erkek, karısına boşama yetkisi verebilir. "Tefviz-i talâk" denilen bu müessese, fıkıh kitaplarında uzun uzadıya anlatılmıştır.(2)

2 — Kadın, evlenme akdi yapılırken, boşama hakkının kendisine de tanınmasını şart koşabilir. Hukuk-ı Aile Kararnamesi, bu görüşü kanunlaştırmıştır. (3)
3 — Kocanın cinsi iktidarsızlığı, akıl hastası olması veya bulaşıcı hastalıkları bulunması gibi evlilik hayatını çekilmez hale getiren sebeplerin varlığı halinde, kadın, evliliğin sona erdirilmesi için hâkime başvurabilir. Hâkim de karı—kocayı ayırır. Buna "tefrik" adı verilir. (4)
4 — En önemlisi ve hukuk tarihimiz boyunca en çok tatbik edilen bir usul de karı-koca'nın karşılıklı rızâ ile ayrılmalarıdır. Boşanma teklifi kadından geldiği gibi erkekten de gelebilir. Buna "muhâla'a" adı verilir. Karı ile koca arasında eski tabir ile "hüsn-i muâşeret" bulunmadığı ve evlilik hayatı çekilmez hale geldiği zaman, Kur'ân'ın tavsiye ettiği "muhâla'a" yoluna başvurulur. (5). Osmanlı Devleti zamanında tutulan Şer'iye Sicilleri tetkik edildiği zaman, evliliğin sona erme hallerinde, bu şekilde ayrılmanın % 60'a varan bir paya sahip olduğunu görüyoruz. Şimdi bu binlerce mahkeme kararından misâl olarak bir tanesini zikredeceğiz.

Karı-Koca'nın Karşılıklı Rızâ ile Boşandığına Dair Bir Belge
İslâm hukuku, meyvesi insan olan aile ağacının uzun yıllar sağlam olarak yaşaması için önemli tedbirler almıştır. Bu tedbirlerin başında karı-koca arasındaki hak ve borçlar dengesinin korunması gelir. Erkeğe, hür irâdesi ile boşama hakkı tanıyan İslâm hukuku, bu hakkını rastgele kullanmaması için bazı yollara başvurmuştur. Bunun karşılığında kadına da, erkeğin yüklenmekle mükellef olduğu mehir borcu, karısını boşadığı takdirde vermek mecburiyetinde bulunduğu iddet nafakası ve mesken masraflarını karşılama mükellefiyeti gibi avantajlar sağlamıştır. Kadın, kocasından şikayet eder ve ayrılmak isterse, bu avantajlardan vazgeçmek şartıyla her zaman ayrılma isteğinde bulunabilir. İşte geçimsizlik ve benzeri sebeplerle kadının, sözkonusu nikâhdan doğan haklarından vazgeçerek ayrılmayı istemesi, bir "muhâla'a" muâmelesidir. Tarih boyunca erkek de, talâk hakkının kendisine yükleyeceği mali mükellefiyetlerden kurtulma imkânı da bulunduğu İçin, hep karısı ile anlaşarak karşılıklı rıza ile boşanmayı tercih ettiğini görüyoruz. İşte bunlardan bir tanesi, Konya Şer'iye mahkemesi'nin 1736 tarihinde verdiği bir karardır. Orijinalini, transkripsiyonunu ve sadeleştirilmiş metnini ayrı ayrı vereceğiz.

Transkripsiyon: "Medine-i Konya'da Muhtar Mahallesi sâkinlerinden Amine bint-i Hasan nâm hâtun, meclis-i şer'i hatirde, zevci muhâlı'ı hâfız'ul—kitab Süleyman bin Ahmed nâm kimesne mahzarında ikrâr ve takrir-i kelâm edüp, "zevcim mezbur Süleyman ile beynimizde hüsn-i zindegâni olmamağla, zimmetinde mütekarrir olan beş guruş mehr-i müeccelimden fâriğa olub ve na-faka-i iddet-i ma'lume ve meunet-i süknâm dahi kendi üzerime olmak üzere zevcim mezkur Süleyman ile muhâla'a-i sahiha-i şer'iye ile hul' olub zevciyete müte'allık âmme-i deavi ve mutâlebâtdan biri birimizin zimmetini ibrâ ve iskat eyledik. Birbirimizde hak ve alâkamız kalmadı" dedikde, gıbb'ettasdik "iş-şer"i mâ vaka'a bit-taleb ketb olundu.
(Fil-yevm is'sâmin min Zilhiccetişşerife li seneti semânin ve erbaine ve mietin ve elf)

El-Hac Mehmed b. Emrullah
Hacı Halil b. Hacı Ömer,
Seyyid Ahmed binHacı Hüseyin,
Hüseyin bin Şa'ban,
Mehmed bin Ahmed,
Hacı Süleyman bin Hacı Şa'ban,
Seyyid Süleyman bin Hacı Ömer."

Sadeleştirilmiş Metin:
"Konya şehrinde Muhtar mahallesinde oturan Hasan kızı Amine adlı hanım, şer'i mahkemede muhâla'a yaptığı kocası Ahmed oğlu Süleyman adlı şahıs huzurunda şöyle ikrar ve beyânda bulundu:

Adı geçen Süleyman'la güzel geçinemediğimiz için Süleyman'ın bana karşı borçlu bulunduğu mehr-i müeccelimden, iddet nafakamdan ve mesken masrafları hakkımdan vazgeçerek, sözü geçen Süleyman ile geçerli ve meşru' olmak üzere karşılıklı rızâ ile boşandık (muhâla'a yaptık). Bundan böyle karı—kocalığa ait bütün da'va ve taleplerden birbirimizin zimmetini umumi ibrâ ile ibrâ ve iskat eyledik. Birbirimizde hak ve alâkamız kalmadı.

Kadının bu beyân ve ikrârı, şer'i mahkemece tasdik edildikten sonra, durum, talep üzerine sicile kaydedildi.

(8 Zilhicce 1148/1736)
Şahitleri:
Emrullah oğlu Mehmed,
Hacı Ömer oğlu Halil,
H.Hüseyin oğlu Seyyid Ahmed,
Şa'ban oğlu Hüseyin,
Ahmed oğlu Mehmed,
Hacı Şa'ban oğlu Hacı Süleyman,
Hacı Ömer oğlu Seyyid
Süleyman." (6)

Günümüz hukuk sistemlerinin asırlar sonra, yukarda belgeyle isbat edilen, karı-kocanın karşılıklı rızâ ile boşanabilmeleri anlayışına yaklaşmaları düşündürücüdür. Eski mahkeme kararları demek olan şer'iye sicillerinde, gayr-i müslimlerin dahi bu yolla ayrılmak üzere şer'iye mahkemelerine başvurduğunu gösteren belgelerin bulunuşu dikkat çekicidir. Ve de gerçek tarihimizin böylesine mefahir ile dolu olmasına rağmen, aksi sadâların şu zemin kubbesinin duvarları olan yayın organlarında yansıması ise ibret vericidir. Netice olarak en büyük düşmanlarımızdan birisi cehalettir. Onunla mücâdele de ancak ilim ve marifet ile mümkündür

2) Akgündüz, Ahmet, İslâm Ve Osmanlı Hukuku Külliyâtı, Dicle ünv.Hukuk Fak.Yay.Diyarbakır 1986, 205 -206.
3) Akgündüz, Külliyat, 342.
4) Cin, Eski Hukukumuzda Boşanma, 128 - 131.
5) Kur'ân, Bakara, âyet, 229.
6) Konya Şer'iye Sicilleri, Mevlâna Müzesi, No: B-17/60, ayrıca bakınız: Akgündüz/Hey'et, Şer'ye Sicilleri. 1/278 -283.
1.Allah ın kadına vermediği bir hakkı erkek nasıl verebilir.2.Allah ın kadına vermediğihakkı kadın nasıl ve neye göre şart koşa bilir.3. kadın koca arasındaki bu gibi sıkıntılar sınav gereği ve sabır isteyen bir durummu yoksa boşanmaya sebeb mi, ve hagi kadının evliliği fravunla evli olan hz asiyenin evliliğinden daha çekilmazdir de hemen boşanmaya koşuluyor.4,ALLAH KADINA BOŞAMA HAKKI VERMEMİŞTİR BUNU VEREN VE ALAN NEYE GÖRE VERİP ALIR BUNUDA BEN BİLMİYORUM,BU HAKKIDA KENDİMDE GÖRMÜYORUM...TEVHİD SÖZLE DEĞİL KARŞILAŞTIĞIMIZ BATIL EYLEMLERE RABBANİ BİR TAVIRLA DURA BİLMEKTİR.pıratiğe dönüşmeyen eylem askıda kalır....(birde ALLAH KATINDA EN HOŞ OLMAYAN HELAL SÖZÜNÜN ASLI NEDİR,çünkü islamın hükümleri doğrultusunda evlenmek nasıl ibadettse ,Allah ın hükümleri doğrultusunda boşanmakda ibadettir.,birbirine zulum edecek sevyeye gelinmiş bir evlilikte zulum haram ,boşanmak helaldir.)
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz. Eşler, Allah'ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa, o başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız, kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)

Evliliğin yürümeyeceği endişesine kapılan kadın, durumu yetkililere bildirir. Onlar da aynı endişeyi duyarlarsa kadına iftidâ yetkisi verirler. Kadın, ayrılmaya karar verirse, kocasından aldığını geri verir. Âyette geçen, “Onlara verdiklerinizden...” ifadesi, kadının kocasından aldığı mehir ve hediyelerin tamamı olarak anlaşılabileceği gibi, bir kısmı olarak da anlaşılabilir. Bunlardan ne kadarının geri verileceğine yetkililer karar verirler. Kocanın suçu yoksa tamamını geri vermek gerekir.
Yetkili makam mahkemedir. Mahkemenin olmadığı yerde hakeme başvurulur. Mahkeme de işi hakeme havâle edebilir.

Aşağıdaki örneklerde kadın, peygamberimize ve halife Ömer’e başvurmuştur.
Ensar’dan Sehl’in kızı Habibe, Sabit b. Kays ile evliydi. Bir gün Peygamberimiz sabah namazına çıkmıştı. Habibe’yi, alaca karanlıkta kapısının önünde buldu. “Sen kimsin?” dedi. “Sehl’in kızı Habibe’yim” diye cevap verdi. “Neyin var?” dedi. “Sâbit ile birlikte olamayacağım” dedi. Kocası Sâbit gelince Peygamber ona: “İşte Habîbe! Allah ne vermişse söyledi.” dedi. Habîbe dedi ki: “Ey Allah’ın Elçisi, onun bana verdiklerinin hepsi duruyor.” Allah’ın Elçisi Sâbit’e dedi ki; “Al o malı ondan”. O da aldı ve Habîbe ailesinin yanında oturdu(el muvatta talak11)

Konu ile ilgili farklı rivâyetler şöyledir:
“Sâbit b. Kays’ın eşi şöyle dedi: Onu ahlak ve din yönünden suçlamıyorum fakat müslüman olduktan sonra nankör olmak istemem. Elimde değil[ Buhârî, Talâk 13]. Ondan nefret etmekten kendini alamıyorum[İbn Mâce, Talak 22]. Allah korkusu olmasa yanıma geldiğinde yüzüne tükürürdüm[ İbn Mâce, Talâk 22].”

“Habîbe Peygamberin komşusu idi. Sâbit onu dövmüştü[Darimi, Talâk, 7.]. O, sert mizaçlı biri idi[İbn Sa’d, VIII/326 (Ârim b. Fadl Hammad ibn Zeyd’den tahdisen, o Yahya b. Said b. Kays b. Amr b. Sehl’den nakledilmiştir]. O kocasından olabildiğince nefret ediyor ama kocası onu çok seviyordu[Kurtubî, Tefsir, III/95].”

“Allah’ın Elçisi; “Sana verdiği bahçeyi iade eder misin?” dediğinde Habibe, fazlasını dahi verebileceğini söyledi. Allah’ın Elçisi: “Fazlasına hayır. Fakat bahçesini verirsin” dedi[ Şevkânî , VI/277 ].”

Sahabe döneminde de şöyle bir olay oldu: Ömer b. el-Hattab’a kocasını şikâyet eden bir kadın geldi. Kadın, içerisinde saman (çer-çöp) bulunan bir eve hapsedildi ve geceyi orada geçirdi. Sabah olduğunda Ömer gecesinin nasıl olduğunu sordu. Kadın “Böyle parlak bir gece geçirmedim” dedi. Bunun üzerine Ömer kocası hakkındaki düşüncesini öğrenmek istedi. Kadın onu övdü ve ardından “O yok mu o!? Fakat elimden başka bir şey gelmiyor!” dedi. Bunun üzerine Ömer iftidâ hususunda ona izin verdi[Mâlik b. Enes, Müdevvene, II/341].

Ömer, kadının kocasıyla birlikte yaşayıp yaşayamayacağını anlamak istemişti.
Gerek Peygamberimiz gerekse Ömer, nefretin nedenini sormamıştır.
Şu âyet, iftidâ konusuna açıklık getirmektedir:
“Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların bunlara harcadıklarını geri verin. Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur. Kâfir kadınların ismetlerine yapışmayın; onlara harcadığınızı isteyin. Onlar da kendi harcadıklarını istesinler. Bu Allah'ın size hükmüdür; aranızda o hükmeder. Allah bilir, doğru karar verir.” (Mümtahine 60/10)

Peygamberimizin Mekkeli müşriklerle yaptığı Hudeybiye antlaşmasının maddelerinden biri şöyleydi: “Senin dininden de olsa, bizden hangi adam sana gelirse bize geri göndereceksin” Sonra Hudeybiye’de bir grup Mekkeli Müslüman kadın çıka geldi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi[Buhârî, Şürut, 15.]. Antlaşma şartında “adam” diye tercüme ettiğimiz (رجل = erkek) kelimesi vardı. Kadınlar o kapsama girmediğinden Peygamberimiz, âyetteki şartlara uyan o kadınlarla biat etti ve onları geri çevirmedi[Safiyyurrahman el-Mubarekfûrî, er- Rahîk’ul-mahtûm, Beyrut – Lübnan, 1408/1988, s. 314].

Âyet, evli olduğu halde, inançları sebebiyle kaçıp Müslümanlara sığınan kadınları konu etmektedir. Onların bu tavırları, kocalarından ayrılmaya karar verdiklerini gösterir. Yoksa bu kararı vermediği için Mekke’de kalan müslüman hanımlar da vardı. Hudeybiye ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Eğer onların arasında olan ve henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları ezmeniz ve ondan dolayı size leke sürülmesi ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dileyeni ikramı içine almak için böyle yaptı. Eğer onlar ayrılmış olsalardı ,onların kâfir olanlarını acı bir azaba çarptırırdık.” (Fetih 48/25)

Mümtahine Suresinin 10. âyetini bölümler halinde inceleyelim:
1- "Müminler! Mümin kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin. Onların imanlarını en iyi Allah bilir. Eğer mümin olduklarını öğrenirseniz, onları kâfirlere geri çevirmeyin. Bunlar, onlara helal olmazlar. Onlar da bunlara helal olmazlar."
Kadının hicret etmesi; eşini, ailesini ve yurdunu terk etmesi anlamına gelir. Göç etmesinin sebebini tespit için imtihandan geçirilmesi emredilmiştir. Bu, o kadınların gerçekten inançları sebebiyle göç edip etmediklerini anlamak içindir. Bunun tespiti Müslümanlara maddi külfet yükleyecektir. Çünkü o kadının kocasından, bu şekilde ayrılma kararının onaylanması, bir iftidâ işlemidir. Bu işlemden sonra o artık kocasına helal olmaz. Ama kararla birlikte kocanın kadına yaptığı harcamayı iade etmek gerekir.
2- "Onların bunlara harcadıklarını iade edin."
Bu, Habibe’nin Sabit b. Kays’a yaptığı ödeme gibidir. Hicret eden kadının malı olamayacağından ödemeyi Müslümanların yapması emredilmiştir. Bundan sonra kadın, istediği erkekle evlenebilir. Âyetin üçüncü bölümü onu göstermektedir.
3- "Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize engel yoktur."
Âyet gösteriyor ki, onların önceki kocalarına yapılan ödeme, Müslümanların bu kadınlara bağışıdır. Yeniden evlenmeleri halinde yeni kocalarından alacakları mehirle o borcu ödemeleri gerekmez.
Burada önemli bir husus daha vardır: Ne bu âyet, ne bakara 229, ne de Habibe hadisi, iftidâda bulunan kadına iddet bekleme görevi yükler. Boşanmada iddet emri, birinci ve ikinci talaktan sonradır. Bu, ailenin yeniden kurulması için alınmış bir tedbirdir, yoksa kadının rahminde çocuk olmadığını tespit değildir. Bu tespit bir tek adet ve temizlik süresi ile yapılabilir. Buna istibra denir. İftidâda gerekli olan da budur.
Bu âyet, devletler hususi hukuku ile ilgili hükümler içermektedir. Âyette müslüman kadınlara tanınan hakların aynısı, Müslümanların nikahı altında bulunan müşrik kadınlara da tanınmıştır. Bunu âyetin diğer bölümlerinden öğreniyoruz.
4- "İnkarcı kadınların ismetlerine yapışmayın." ( و لا تمسكوا بعصم الكوافر )
Âyette geçen (ısam = عصم), (ısmet = عصمة)’in çoğuludur. Ismet Arapça’da engelleme ve koruma anlamlarına gelir[el-Feyrûzâbâdî, el- Besâir, عصم maddesi]. Kadın, kocanın koruması altındadır. Bu sebeple onun, bazı davranışlarına engel olabilir. Burada müslüman kocadan ayrılıp Mekke’ye gitmek isteyen kafir kadın konu edilmektedir. “İnkarcı kadınların ismetlerine yapışmayın” emri, bu kadınlara engel çıkarmayın, anlamına gelir. Konunun devleti ilgilendiren tarafı da vardır. Dolayısıyla âyet, “o kadınların ülkeyi terk etmesine engel olmayın” anlamına da gelebilir. Ömer, bu âyetin indiği gün, iki müşrik karısını serbest bırakmıştı. Onlar Mekke’ye gitti ve biri Ebû Süfyan ile diğeri de Safvân b. Umeyye ile evlendi[Buhârî, Şürut 15. Buhârî, Ömer’in karısını boşadığını yazmaktadır. Biz, o kelimeyi “serbest bıraktı” diye tercüme ettik. Çünkü hadis rivayet eden kişiler, duydukları kelimelerle değil, o kelimelerin kendi zihinlerinde bıraktığı anlam ile naklederler. Buhârî hadis öğrenimine hicrî 205 yılında başlamıştır. Ölümü 256’dır. Yani olay ile kendi arasında en az 220 yıl vardır. Daha önce görüldüğü gibi sahabe döneminden sonra iftidâ unutulmuş, yerini muhâlaa almıştır. Böyle bir ortamda hadis nakleden kişilerin karı-koca arasındaki her ayrılığı boşama diye algılamaları normaldir. ]. Ebû Süfyan Mekke’nin fethi sırasında, Safvân b. Umeyye ise Huneyn savaşından sonra müslüman oldu[Muvatta’, Nikah.
Kafir kadının müslüman koca ile yaşamak istememesi bir iftidâ talebidir. Bu talebin sonuçlanması, kocasından aldığını iade etmesine bağlıdır. Âyetin ilgili hükmü şöyledir:
5- "Onlara harcadıklarınızı isteyin."
Bu kadınlar, müslüman kocalarının kendilerine verdikleri mehir ve aldıkları hediyeleri iade edince, Habibe gibi serbest kalırlar.
6- "Onlar da kendi harcadıklarını istesinler."
Nasıl müslümanlar yaptıkları harcamayı istiyorlarsa, müşrikler kendi harcamalarını isteyebilirler. Yani onlara böyle bir talep hakkı tanınır.
Müslümanların müşrik eşleri kaçıp kendi dindaşlarının yaşadığı ülkeye sığınır da kocaları onlara yaptıkları harcamayı alamazlarsa onlar için aşağıdaki hüküm uygulanacaktır:
“Eşlerinizden biri kâfirlere kaçar, sonra onlardan öcünüzü alırsanız ganimetten, eşleri kaçıp gitmiş olanlara, harcadıkları kadar ödeme yapın...” (Mümtahine 60/11)

Sonuç olarak âyetler, kadına evliliği sona erdirme hakkı tanımış, Peygamberimiz uygulamasıyla konuya açıklık getirmiştir.
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ALLAHIN RAHMETİ VE BEREKETİ ÜZERİNE OLSUN BİLİNMEZ KARDEŞİM YAZDIKLARIMDA KURAN VE SÜNNETE MUHALEFET (ALLAH KORUSUN)BİR DURUM VARSA AYET VE HADİSLERLE YAZ BENDE KENDİMİ DÜZELTEYİM........YOKSA DA BİRBİRİMİZİ İNCİTMEYELİM(AYRICA SORDUĞUN HADİSİN KAYNAĞINIDA YAZDIM DÜZELTTİM YAZIDA)
 
ruveyda Çevrimdışı

ruveyda

İyi Bilinen Üye
Site Emektarı
ha birde unutmadan ekliyim

Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de “Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler” (Nisa 34) buyuruyor bu ayeti kerime gereği fıkıh alimleri boşanma hakkının erkeğe ait olduğuna ittifak etmişlerdir.

Onlara verdiklerinizden bir şey almanız size helâl olmaz. Eşler, Allah'ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa, o başka. Allah’ın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından siz de korkarsanız, kadının fidye verip kendini kurtarmasında her ikisi için de bir günah yoktur. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Onları aşmayın. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa, işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 2/229)

bu ayeti kerime gereğiylede nikah sırasında ve sonrasında kadının bu talep te bulunabileceği hususuna bağlamışlardır.

şartları şöyle Nikâh sırasında kadın isterse boşama hakkının kendisine de verilmesi şartıyla nikâha evet diyebilir. Bu hak, ömür boyu olabileceği gibi, belli bir müddet için de olabilir. Bu müddet zarfında erkeğinden emin olan kadın, boşama hakkını gününden önce de terkedebilir. Erkek nikâh esnasında verdiği bu boşama hakkını sonradan pişmanlık eseri gösterip de geri alamaz. Ne söz vermişse ona sadık kalmaya mecbur ve mahkûmdur.

hepinizin bildiği gibi koca muhayyerlik hakkını verdikten sonra kadın nikahlı kalmayı seçerse, boşanma vuku bulmaz. Hz. Ömer, Hz. Abdullah bin Mes'ud, Hz. Aişe, Hz. Ebu'd-Derda, İbn Abbas ve İbn Ömer bu görüştedirler. Daha birçok fakih de bu görüşü kabul etmişlerdir.

Kur'an-ı Kerim'de:
ey!peygamber zevcelerine de ki; "- Eğer siz dünya hayatını ve onun zinet ve ihtişamını arzu
ediyorsanız, gelin size boşanma bedellerini vereyim de, hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer
Allah'ı ve ahiret yurdunu diliyorsanız, şüphe yok ki, Allah içinizden güzel hareket edenler için
büyük bir mükafat hazırlamıştır.(ahzap 28-29)" hükmü beyan buyurulmuştur. Mesrûk, bu konuda Hz. Aişe'ye (ra) sorduğunda şu cevabı vermiştir: "Hz. Peygamber (s.a) eşlerini muhayyer(serbest) bıraktı, onlar da onun nikahı altında yaşamayı seçtiler. Öyleyse bu talak sayılabilir mi?" Bu konuda gelen rivayetlere göre, Hz. Ali ve Hz. Zeyd (r.a) böyle bir durumda bir ric'i talakın meydana geldiği görüşündedirler. Fakat başka bir rivayete göre, bu iki sahabî de talakın meydana gelmeyeceği görüşündedirler.

 
B Çevrimdışı

bilinmez

Üye
İslam-TR Üyesi
ALLAHIN RAHMETİ VE BEREKETİ ÜZERİNE OLSUN BİLİNMEZ KARDEŞİM YAZDIKLARIMDA KURAN VE SÜNNETE MUHALEFET (ALLAH KORUSUN)BİR DURUM VARSA AYET VE HADİSLERLE YAZ BENDE KENDİMİ DÜZELTEYİM........YOKSA DA BİRBİRİMİZİ İNCİTMEYELİM(AYRICA SORDUĞUN HADİSİN KAYNAĞINIDA YAZDIM DÜZELTTİM YAZIDA)
Yarabbi beni kendime beni insanlara birfitne konusu yapma duasında bulunduktan sonra kardeşime selamun aleykum,kardeş amacım ne sizi nede başka birini incitmek değildir.1.verdiğiniz bakara 229 ayeyeti,(onlara verdiklerinizden bir şey almanızda size helal olmaz..........)ve ayet devam ediyor burda hem hitap mehri veren erkeklere dir hemde bu ayetin devamında kadına boşama hakkı tanınan bir ibare yok eğer kadın erkeğin talebi dışında ona verilen mehri kendi isteği ile vermesinde bir behis yoktur.mümtahine ayetinde ise kafirlerden kaçıp sığınan iman etmişlerden bahsediyor zaten iman edenlerin kafir ve müşriklerle evlenmemesi gerektiğini bakara 221 de rabbimin emridirhudeybiyedekide müşriklerden kaçanlardır buda yine bakara 221 cevaplıyor .ve ayrıca ben boşama hakkının sadece erkeye ait olan görüşe iman edenlerdenim sizde zaten bununla ilgili ayeti yazmış ve geçmiş alimlerin delilide bu ayettir demişsiniz tekrear selamun aleykum
 
Üst Ana Sayfa Alt