Mehmet Emin AKIN
M. İSLAMOĞLU’NUN EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNDEN RAHATSIZLIĞI
Sadece Bir Eleştiri midir, Yoksa Safevî Teşeyyu’un Aklımızı Ve Topraklarımızı Esir Alma Çabası mıdır?
Hadisi ve isnadi küçümsemek veya inkâr etmek Berahime ve İsmailî Batınîlerin (bugün Bahaîler) ve de Yahudilerin ortak projesidir. Berahime “haber”in sıdk ve gerçeklik içermediğini, nübüvveti inkâr için ileri sürüyordu. Türkiye’de de, Kur’an ayetleri üzerine “inşaî” “haberî” gibi cedeli bunun için yapıyor birileri.
Kim bu meselede İslam ehlinin kabul ettiği kaide ve usul üzere hadis hakkında konuşmuyorsa; bu zümrelerle ilgisi var ya da onlara hizmet ediyordur. Kur’an tercümesi üzerindeki Batınî savaş; Sünneti inkâr şüphelerini yayıp Kur’an’ın Rabbanî söylemini iptal etmek için Batınî yöntemlerle Kur’an’ın tefsirini ve te’vilini ele geçirmeye çalışıyor. Laiklik, Liberalizm ve demokratik özgürlükler ve de yasalar bu akımı destekliyor, cesaretlendiriyor, hukuken arkasında duruyor ve onu savunuyor.
Türkiye’de de bu mücadeleyi verenlerin hiç birisi bu amaçların dışında hareket etmiyor. Yahudileşme damarı ile Şiileşme damarı; birlikte Kur’an’ın sahih tefsiriyle ve Sünnetle savaşıyor. Türkiye’de M. İslamoğlu vb.lerinin verdiği mücadele, bize ez-Zahir Baybars [*] döneminde Fatimîlerin en tehlikeli ve derin dailerinden Ahmed Bedevî’nin faaliyetlerini hatırlatıyor.Yüzlerindeki perdeden ötürü bu ümmet kendisini helak edecek ve tarihî hezimete sürükleyecek olan aldanışın eşiğine getirilmek üzere.
Şah İsmail ölmedi aramızda yaşıyor. Şah Kulu [Baba Tekeli, ö.1511] (Şeytan Kulu) evlerimize TV kanalları ve internet üzerinden ve Kudüs davasının hararetli savunucularının propagandaları aracılığıyla giriyor. Bugün Türkiye’de vd. biçok İslam ülkesinde, Kur’an’a ve Sünnete karşı verilen mücadelenin temelinde; Babîlik-Bahaîlik, Kadiyanilik, İsmailîlik, teşeyyu’ ve Liberalleşmiş Materyalizm yer almaktadır.
M. İslamoğlu, bir yandan hadis âlimlerimize sataşır ve Şia akidesi kaynaklı eleştiri mantığı kullanırken, diğer yandan Müsteşriklerin iddialarını gündeme taşıdığını Müslümanlardan saklıyor. Türkiye’de bu tarz siyaset yapanlar; eğer Suriye’de İran ve Nusayrîler galebe çalarsa, o zaman yüzlerindeki bütün maskeleri indirecekler.
Şah İsmail; tahtını, Irak’a, Lübnan’a Şam’a kurmuş ve şimdi de İstanbul’a kurmak üzere. İran Safevî yayılmacılığını, İslamî ögeler ardına saklıyor. Tahran’da bir tek camimiz yokken, İstanbul İran’ın ve Şah İsmail’n adamları tarafından çok büyük bir Şiî dinî merkez haline getiriliyor.
Gaye hadis âlimlerinin kadrini küçültmek ve hevasına göre hadisler üzerinde ideolojik ve akılcı bir saldırı gerçekleştirmektir. Salâvat yağcılığı kavramı; hadis âlimlerimiz hakkında güvensizliğe ve kuşkuya Hadis âlimlerimize düşmanlığa kaynaklık etmektedir.
Ümmet’in Hadis âlimleri bunun Kur’an’dan ve Sünnet’ten aldıkları işaret ve onda buldukları delil ile yapmışlardır. Yoksa yapılamaması gerekeni Hadis imamları yapıp bid’at “ihdasında bulunmuş değiller”dir. Üstelik Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) adı anıldığında, O’na ve ashabına salâvat ve selamda bulunmamak bid’at ihdasıdır. Hatta Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu “cimrilik” olarak zikretmiştir.
عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
الْبَخِيلُ الَّذِي مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ
Ali İbn Ebi Talib’den
“Cimri kimse, yanında adım anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kimsedir” [1]
Peki, neden ümmetten gördüğü bizler; buna itiraz için sesimizi yükseltirken, M. İslamoğlu’nun sözleri karşısında Ehl-i Beyt taraftarı olduğunu söyleyen kalem sahiplerinden bugüne kadar kendisine bir tek eleştiri gelmemiştir, geldiyse de bunu bilmiyoruz?
Allah Azze ve Celle ve Rasulü (sallallahu aleyhi ve selem) Din’de olmayanı ihdası ve hüdanın dışındaki yollara uymayı Müslümanlara haram kılmıştır.
من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد
“Kim bizim bu emrimizde olmayanı ihdas ederse, onun ihdas ettiği -şey- merduttur” [2]
hadisi bu konuda daha açık ve kesin bir fikir verir.
Ebu Hureyre’den (radiyallahu anhu)
“مَا نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ فَاجْتَنِبُوهُ، وَمَا أَمَرْتُكُمْ بِهِ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَثْرَةُ مَسَائِلِهِمْ وَاخْتِلَافُهُمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ “
“Siz neden alıkoymuşsam ondan kaçının ve size neyi de işlemenizi emretmişsem gücünüzün yettiği kadar onu işleyin. Sizden öncekileri; ancak, çok soru sormaları ve nebilerinin getirdiklerine uymada ihtilaf etmeleri helak eyledi. ” [3]
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا
“..Rasul de size ne getirdiyse onu alın ve sizi neyi de işlemekten alıkoyduysa onu işlemekten de kaçının..” (Haşr.7)
Rabbanî uyarısı, Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) sözüyle ne demek istediğini şekke mahal bırakmayacak bize bilgi vermeketdir.
Peki, M. İslamoğlu Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) her adı anıldığında, salâvat getirmeye bu tepkiyi neden ortaya koyuyor? Onun maksadı, ihlâsı zedeleyen ve salih amellere riya karıştıranı ıslah etmek ise, bu üslup bu niyete münasip düşmüyor.
Eğer, kendisi bunun doğrusunun ne olduğunu kendi ağzından ve zihninin kendisine imla ettiğini değil de, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) ve ashabının bu konuda söylediklerini; nefislerimizi terbiye ve anlayışımızı tashih için zikretseydi bu, kalplerin ıslahı için daha uygun olurdu.
M.İslamoğlu’nun Müslümanların içinde bulundukları bunca ağır sorunlara rağmen, neden cedel meydanında bu gibi meselerle zihinleri bulandırıyor? M.İslamoğlu, neden daha ağır başlı ve ümmeti şüphelere düşürmeyecek olandan ve Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti üzere olan “birliğimizden söz etmiyor? Adeta Kur’an;’a dair her şeyin makâsıdını bilenler, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)sözlerine gelince, nasıl oluyor da onun makasıdını bilememiş oluyorlar?
M.İslamoğlu, rahatsız olduğu şeyleri, bizim de inkâr etmemizin yolunu mu bize gösteriyor, yoksa hakaret ve aşağılama ile ümmete bir ilim öğreteceğini mi sanıyor? Bu konuda çok fazla soru sormaya gerek yok. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine salâvat getirmemiz konusunda neler söylüyor, o neler söylüyor? Eğer onun maksadı Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) maksadı ise, zaten buna diyecek herhangi bir sözümüz olamaz. İslamoğlu’nun yaptığı, ilimde tashih ve yapıcı tenkid değil; doğrudan “istirzâl” (rezil etmek isteme) ilmi ifsad ve hakikatleri tersyüz etmedir. Daha doğrusu; İslamoğlu ilmiihya değil, onu tadlîl ve ifsadla katlediyor ve “şamata” -düşmanları sevindirme- gösterileri yapıyor. Ehl-i Sünnet’in âlimlerini kötüleyerek, zihinlerini bulandırdığı insanları, “Ehl-i Beyt Mektebi” edebiyatıyla arayışa sürüklemeye çalışıyor.. Ehl-i Beyt Mektebi diye bize yedirmeye çalıştığı şüpheli yemeği, döktüğü helal yemeğin yerine insanlara sunuyor.
İslamoğlu’nun, ısrarla; Buhari’yi, Müslim’i ve eş-Şafiî karalaması, ciddi bir projenin bir halkasıdır. Türkiye’de yıllardır, akidemize ve âlimlerimize hakaret eden (Mutahhari’nin Ebu Hanife’nin fıkhına kabak fıkhı demesi gibi -İmamet ve Rehberiyet- ( إمامت و رهبرى ) (*) Şia kaynaklı eserlerin tercümesiyle, haysiyet ve şahsiyet yıpranmasına ve akide fesadına uğrayan gençliğin ve nesillerin teşeyyu’una zemin hazırlanmaktadır.
Hakikatte bu sözleri söyleyen zat, Buharî’nin ve Müslim’in yanında bir değeri ve İmam eş-Şafiî’nin adının anıldığı yerde ilim ve Din adına, takva ve haşyet adına bir esamesi olduğundan bu sözleri sarfetmiyor. İslamoğlu’nun âlimlerimizle edeb ve hayâ dışı savaşımı bir projedir. Bu projeyi de tıpkı bir zamanlar Y.N.Öztürk’ün yaptığı gibi, küstahça yürütüyor. Öyle olmasaydı, Allah’ın ilmi hakkında tüm nasssları inkâr edercesine konuşan ve filhakika bu sözleriyle küfre giren bir adam için “onu çakallara yem etmeyeceği”ni (*) söyler miydi?
Kiminle evleneceğini dair Allah’ın bir ilminin olmadığını söyleyen bir adam İslam âlimi, onu eleştirenler ise “çakallar” oluyorlar. Dinden, ilimden ve Kur’an’dan söz edip Kur’an’ın anlaşılması için bunca ömür tükettiğini söyleyen insanın söyledikleri sözleri tartacak bir insaf mizanı var mı acaba? Adama bakınız; “Allah, onun ne zaman ve kiminle evleneceğini bilmezmiş..!”diyebiliyor. O zaman kiminle zina ettiğini de -hâşâ- bilmiyordur değil mi? Zina edeni de bilmediğine göre, o zaman “recm cezası” diye bir şey de olmayacaktır.
M.İslamoğlu, Prof.Dr. A. Bayındır’ı savunduğu yetmezmiş gibi, aklınca Nasr Hamid Ebu Zeyd’den aşırma fikirler ve safsatalarla İmamlarımızı lekelemeye ve en sonunda da eş-Şafiî’nin Kur’an’ın yanında hadisleri “nass”laştırdığını söyleyecek kadar kendinde cesaret bulabiliyor. M.İslamoğlu ve emsali; Türkiye’de Ehl-i Sünnet’in ilmi ve akidesi konusunda bunalım yaratma (!) projesini yürütmektedirler. Peki, bizim de eş-Şafiî’mizi (rahimehullah) “çakallara yem etmeme hakkımız” olacak mı acaba? Çakalları tenzih ediyorum, zira onlar âlimlerimizle savaşmıyorlar.
Ümmetin müctehid İmamları nezdinde ve tüm Müslümanların gözünde; fıkhın ve usulün zirvesi olan bir İmamızı, Arap kâfirleri ve laikleri aşağılıyor (başta Nasr Hamdi Ebu Zeyd) İslamoğlu’na ne oluyor ki, eş-Şafiî’yi çöplüğe atmaya kalkışıyor? Ona diyecek tek ve son sözümüz; M. İslamoğlu, Allah’ın “velilerine düşmanlık ediyorsun” bundan vazgeç demektir. ‘eş-Şafiî’ye bir çamur at da görsünler’ diyenlerin riyakâr bakışları, tebcil ve alkışları uğruna yapıyor bu zavallılıkları. Sen kim, Buharî ve eş-Şafiî kim dostum, haddini bil de sadede gel demek lazım gelmiştir.
Ehl-i Sünnet’in İmamlarına hakaret ve onları aşağılama Şia’nın akidesidir. Bunun dışında çağdaş Batınî laik ve liberal Marksist düşünürler de İmam eş-Şafiî’yi hedef almaktadırlar. Yahudi Müsteşrikler hadisi; isnad ve sened konusunda kuşkular ve şüpheler yayarak çürütmeye çalışırlarken, laik liberaller ve Şiiler de eş-Şafiî’yi siyasî ve felsefî olarak eleştirerek onun ve diğer imamların değerini düşürmek istemektedirler. Müslümanların Rabbanî âlimlerinin fıkhını ve değerlerini ümmetin hafızasından alıp atmanın adı, “eleştiri” olmuş. Bakmayın siz, M. İslamoğlu’nun eş-Şafiî’nin elini öperiz (fiili çoğul zamiriyle kullanıyor) demesine. Eğer eş-Şafiî yaşasaydı; M. İslamoğlu’na asla o mübarek ellerini verecek bir adam olmayacaktı..
İmam eş-Şafiî’ye (rahimehullah) saldıranlar ve onun ilmine ve izzetine ve de Müslümanların nezdindeki yerine zarar vermek ve onun hakkında zındık Ebu Zeyd’in söylediklerini söyleyenler; onun elini öpmüyorlar, hâşâ onun kıymetini düşürmek istiyorlar. Sırada zaten diğer İmamlarımız var. Ama Ebu Hanife meselesi, Türkiye’de hassas ve bir bakıma “kırmızıçizgi” olduğundan, el-Kuleynî’nin ona kâfir demesi bazıları için yetiyor. Mesela Ebu Hanife’nin (rahimehullah) hadis uydurmaya cevaz verdiğini söylerler.[4] el-Kuleynî’nin rivayetinde ise; Yedinci İmam, Ebu’l-Hasen Musa bir hadisinde (!) der ki:
“Size bildiğiniz bir ilim gelirse onu söyleyin. Eğer size bilmediğiniz bir ilim gelirse;-bu arada elini ağzına götürdü- Sonra dedi ki: Allah Ebu Hanife’ye la’net etsin, o şöyle diyordu: Ali dediyse, ben de diyorum ki; ben ve sahabe böyle diyoruz.” [5]
Muhammed İbn Amr el-Keşşî, Ricalu’l-Keşşî adlı kitabında Harice İbn Harun’dan rivayet ediyor: Diyor ki; Ebu Abdillah’a aleyhisselama;
“İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar [En’am:82] ayeti hakkında sordum, dedi ki: bu Ebu Hanife [*] ve Zürare’nin hak ettikleri şeydir. ” [6]
Sıra İmam Malik’e gelecek, zira onu da kâfir ve nasıbî (**)görüyorlar. İmamlarımızı mezbeleye atan bir akidenin sahiplerini sahipleniyor M. İslamoğlu. İftiralara bulaşıyor ve bu ümmeti aldatıyor. Hayır derse, o zaman ya Şia hakkında cahil olduğunu itiraf etmelidir ya da mestûr bir Şiî olduğunu ilan etmelidir. İmam Malik’e de dediğimiz gibi sıra gelecek ama onu M.İslamoğlu değil, bir başkasının eleştirmesi gerekiyor. Çünkü bu savaşta herkesin bir mevzii var, oradan saldıracak bir görev almış.
eş-Şafiî Arapların İmamı ve bizden biraz uzak diyarlarda takip edildiği için M. İslamoğlu’na ona dil uzatması kolay. Hakeza el-Evzaî. Zaten insanlarımız bu İmamları doğru dürüst tanımaz. Bunun için de halkın bu cehaletini çok iyi bilen takiyyeciler; bu durumdan yararlanıp amaçlarına en zararsız yoldan ve en kârlı şekilde ulaşmak istiyorlar. eş-Şafiî’yi aşğıdaki sözlerine rağmen hakaret ediyorlar..!
يا أهل بيت رسول الله حبكم فرض
من الله في القرآن أنزله
كفاكم من عظيم الفضل أنكم
من لم يصل عليكم لا صلاة له
“Ey Rasulullah’ın Ehl-i Beyt’i sevginiz
Allah’ın Kur’an’da indirdiği bir farzdır,
Size yüce bir fazilet olarak yeter,
Size salât getirmeyenin kabul olmaz namazı”
لو شق قلبي لرأوا وسطه
خطين قد خطا بلا كاتب
الشرع والتوحيد في جانب
وحب أهل البيت في جانب
“Eğer kalbim yarılsaydı, onun ortasından,
-birisinin- eli çizmeden iki çizgi olduğunu görürler;
Bir tarafta şeriat ve tevhid
diğer tarafta Ehl-i Beyt’in sevgisini”
Bu iman ve sıdk dolu sözleri, gerçek nasıbî ve ümmetin düşmanı bir zalim, Yusuf el-Bahranî nasıl cevaplandırıyor?
كذبت في دعواك يا شافعي
فلعنة الله على الكاذب بل حب أشياخك في جانب
وبغض أهل البيت في جانب عبدتم الجبت وطاغوته
دون الاله الواحد الواجب فالشرع والتوحيد في معزل
عن معشر النصاب يا ناصبي قدمتم العجل مع السامري
على الأمير ابن أبي طالب محضتهم بالود أعداءه
من جالب الحرب ومن غاصب
“İddianda yalan söyledin ey-Şafiî
Allah’ın laneti yalancının üzerine olsun,
bilakis senin şeyhlerinin sevgisi kalbinin bir tarafında
Ehl-i Beytin buğzu diğer tarafında,
Cibt’e ve Tağutu’na ibadet ettiniz [*]
Vahid olan ilahı ve tevhidi bırakarak bir tarafa
nasıbîlerin adına, Ey “Nasıbî!
Buzağıyla Samiri’yi Emir İbn Talib’den öne çıkardınız
Ve onun düşmanına sevgi beslediniz savaş isteyene ve gâsıba..” [7]
Aynı âlim el-Keşkûl isimli kitabında eş-Şafiî’nin -hâşâ- gayr-i meşru’ bir çocuk olduğunu söyler:
ونقل السيد المشار إليه في الكتاب المذكور نَقْلَ بَعْضِ عُلَمَائِهم أنَّ أمَّ محمد بن إدريس لما غاب عنها زوجها جاء إليها بعد أربع سنين فوجدها حاملاً بمحمد فوضعته
“..Muhammed İbn İdris’in annesi kocası kendisinden dört yıl uzak yaşadıktan sonra geri döndüğünde karısını hamile buldu.”[8]
Soruyorum, işte el-Kuleynî (Muhammed İbn Ya’kub İbn ishak, h.329), orada, işte el-Kummî (Ali İbn Babeveyhi, h. 329), el-Meclisî (Muhammed İbn Bakır,h.1037-1111) orada, işte el-Kef’amî (İbrahim İbn Ali, h.840-905), orada..! İşte Humeyni’nin dahi terennüm ettiği “Kureyş’in İki Putu Duası” (**)
M. İslamoğlu’nun Hadis konusunda bir ilmi varsa; onun sesi konumunda olan TV kanalında, el-Kuleynî’nin rivayetlerinden söz etsin. Muhammed Bakır el-Meclisî’nin bizleri nasıl tekfir ettiğine dair sözleri ve hükümlerini de masaya yatırsın ve Kur’an’la bunun sağlamasını yapsın. Hani bazı İslamcılarımız “Kur’an’la test etmek” diyorlar ya..!
Hadi lütfen buyursunlar,. et-Tusî’den söz etsinler. Ümmet’’in diğer yarısı olan bizlerin cenaze namazlarını kılmak zorunda kaldıklarında nasıl davrandıklarından söz etsin. Kârın onlara, kahrın bize mi Mustafa..? Şiî olmanız ya da olmamanız hiç de önemli değil. Şiî olmadığınıza inandık diyelim; peki, neden akıttığınız sular, Şia’nın hakikatine rağmen onların değirmenlerine akıyor? Onlar Ali’yi, Fatıma’yı ve el-Huseyn’i (radiyallahu anhuma) bütün nebilerden üstün görürlerken; istediğiniz kadar Şiî olmadığınızı, İmamiyye’den olmadığınızı, ma’sumiyete imana etmediğinizi ve Mehdi denen uydurma (!) şahsı beklemediğinizi söyleyip durun.(*)
Onlar sizin bu inancınızın batıl ve yalan olduğunu söylüyorlar:
Humeyni:
الخميني : إن من ضروريات مذهبنا أنه لا ينال أحد المقامات المعنوية الروحية للائمة حتى ملك مقرب ولا نبي مرسل كما روي عندنا بأن الأئمة كانوا أنواراً تحت ظل العرش قبل تكوين العالم … وأنهم قالوا : إن لنا مع الله أحوالاً لا يسعها ملك مقرب ولا نبي مرسل. وهذه المعتقدات من الأسس والأصول التي قام عليها مذهبنا”
“İmamlarının manevi makamına; ne yakın bir melek ve ne de mürsel bir nebi ulaşamaz. Bizde rivayet edildiğine göre, İmamlar âlem yaratılmadan Arş’ın gölgesindeki nurlardandır-yaratılmışlardır- Onlar şöyle demişlerdir:
Bizim Allah ile öyle hallerimiz vardır ki: Buna ne yakın olan melekler ve ne de rasul olan nebiler erişemez. Bu akideler, mezhebimizin üzerine kurulduğu esas ve usuldür”[9]
[9] Muhadaratun Fıkhiyye Havle’l-Hukumeti’l-İslamiyye ve Velayeti’l-Fakîh: c.2; konuşma:3 Necef, el-Hukumetu’l-İslamiyye: s.47-48, Amman, 1988;
Humeynî, Türkçe’ye tercüme edilen bir başka eserinde ise şöyle demektedir:
“Şunu bil ki ey sevgili: İsmet yuvasının halkı, âlemin yaratılışından önce, gaybî ruhanî makamda Hz. Peygamber’e ortaktırlar. Onların nurları o zamandan itibaren tesbih ve takdis etmektedirler. Bu husus ilmî bakımdan dahi insanın kuşatabileceği gücün üzerindedir. Nass-ı Şerif’te (!) şu ifadeler varid olmuştur: ‘Ey Muhammed! Allah, vahdaniyeti ile münferid idi. Sonra Muhammed’i ve Fatıma’yı yarattı. Binlik bir zaman süresince beklediler. Daha sonra bütün eşyayı (diğer şeyleri) yarattı. Onları da bu eşyanın yaratılışına şahid tuttu. Onlardan kendilerine itaat etmesini istedi. Kullarının işlerini onlara havale etti. O halde onlar, dilediklerini helal kılar, dilediklerini de haram kılarlar. Allah’ın dilemesi dışında bir şey dileyemezler…’
İmamların bedenlerinin tıyneti (çamuru) ruhlarının ve kalplerinin yaratılışı, kendilerine ism-i â’zamdan ihsan edilenler; nebilerin, meleklerin daha üstün olup benim ve senin gibilerin düşünemeyeceği ilahî gaybî hazinesinden verilen ilimler, ashabının muteber kitaplarında, özellikle de “Usul-i Kâfî”de faziletleri hususunda yer alan rivayet ve hadisler, akılları şaşkına düşürecek kadar çoktur ve o mukaddes zatlar dışında hiç kimse onların hakikat ve sırlarına vakıf olamaz!”
(el-Humeynî, Ruhullah el-Musevî, Şerh-i Erbaîne Hadîsen (40 Hadis Şerhi, Çev: Kadri Çelik, İhsan Yayınları, İstanbul, s. 509); Bkz. [Usûl-i Kâfî, c.1,s.441(Kitabu’l Hucce, 5. hadis) Daru Sa’b, h.1401.4.bsk. Beyrut]
M. İSLAMOĞLU’NUN EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİNDEN RAHATSIZLIĞI
Sadece Bir Eleştiri midir, Yoksa Safevî Teşeyyu’un Aklımızı Ve Topraklarımızı Esir Alma Çabası mıdır?
Hadisi ve isnadi küçümsemek veya inkâr etmek Berahime ve İsmailî Batınîlerin (bugün Bahaîler) ve de Yahudilerin ortak projesidir. Berahime “haber”in sıdk ve gerçeklik içermediğini, nübüvveti inkâr için ileri sürüyordu. Türkiye’de de, Kur’an ayetleri üzerine “inşaî” “haberî” gibi cedeli bunun için yapıyor birileri.
Kim bu meselede İslam ehlinin kabul ettiği kaide ve usul üzere hadis hakkında konuşmuyorsa; bu zümrelerle ilgisi var ya da onlara hizmet ediyordur. Kur’an tercümesi üzerindeki Batınî savaş; Sünneti inkâr şüphelerini yayıp Kur’an’ın Rabbanî söylemini iptal etmek için Batınî yöntemlerle Kur’an’ın tefsirini ve te’vilini ele geçirmeye çalışıyor. Laiklik, Liberalizm ve demokratik özgürlükler ve de yasalar bu akımı destekliyor, cesaretlendiriyor, hukuken arkasında duruyor ve onu savunuyor.
Türkiye’de de bu mücadeleyi verenlerin hiç birisi bu amaçların dışında hareket etmiyor. Yahudileşme damarı ile Şiileşme damarı; birlikte Kur’an’ın sahih tefsiriyle ve Sünnetle savaşıyor. Türkiye’de M. İslamoğlu vb.lerinin verdiği mücadele, bize ez-Zahir Baybars [*] döneminde Fatimîlerin en tehlikeli ve derin dailerinden Ahmed Bedevî’nin faaliyetlerini hatırlatıyor.Yüzlerindeki perdeden ötürü bu ümmet kendisini helak edecek ve tarihî hezimete sürükleyecek olan aldanışın eşiğine getirilmek üzere.
Şah İsmail ölmedi aramızda yaşıyor. Şah Kulu [Baba Tekeli, ö.1511] (Şeytan Kulu) evlerimize TV kanalları ve internet üzerinden ve Kudüs davasının hararetli savunucularının propagandaları aracılığıyla giriyor. Bugün Türkiye’de vd. biçok İslam ülkesinde, Kur’an’a ve Sünnete karşı verilen mücadelenin temelinde; Babîlik-Bahaîlik, Kadiyanilik, İsmailîlik, teşeyyu’ ve Liberalleşmiş Materyalizm yer almaktadır.
M. İslamoğlu, bir yandan hadis âlimlerimize sataşır ve Şia akidesi kaynaklı eleştiri mantığı kullanırken, diğer yandan Müsteşriklerin iddialarını gündeme taşıdığını Müslümanlardan saklıyor. Türkiye’de bu tarz siyaset yapanlar; eğer Suriye’de İran ve Nusayrîler galebe çalarsa, o zaman yüzlerindeki bütün maskeleri indirecekler.
Şah İsmail; tahtını, Irak’a, Lübnan’a Şam’a kurmuş ve şimdi de İstanbul’a kurmak üzere. İran Safevî yayılmacılığını, İslamî ögeler ardına saklıyor. Tahran’da bir tek camimiz yokken, İstanbul İran’ın ve Şah İsmail’n adamları tarafından çok büyük bir Şiî dinî merkez haline getiriliyor.
Gaye hadis âlimlerinin kadrini küçültmek ve hevasına göre hadisler üzerinde ideolojik ve akılcı bir saldırı gerçekleştirmektir. Salâvat yağcılığı kavramı; hadis âlimlerimiz hakkında güvensizliğe ve kuşkuya Hadis âlimlerimize düşmanlığa kaynaklık etmektedir.
Ümmet’in Hadis âlimleri bunun Kur’an’dan ve Sünnet’ten aldıkları işaret ve onda buldukları delil ile yapmışlardır. Yoksa yapılamaması gerekeni Hadis imamları yapıp bid’at “ihdasında bulunmuş değiller”dir. Üstelik Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) adı anıldığında, O’na ve ashabına salâvat ve selamda bulunmamak bid’at ihdasıdır. Hatta Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu “cimrilik” olarak zikretmiştir.
عَنْ عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
الْبَخِيلُ الَّذِي مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ
Ali İbn Ebi Talib’den
“Cimri kimse, yanında adım anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kimsedir” [1]
Peki, neden ümmetten gördüğü bizler; buna itiraz için sesimizi yükseltirken, M. İslamoğlu’nun sözleri karşısında Ehl-i Beyt taraftarı olduğunu söyleyen kalem sahiplerinden bugüne kadar kendisine bir tek eleştiri gelmemiştir, geldiyse de bunu bilmiyoruz?
Allah Azze ve Celle ve Rasulü (sallallahu aleyhi ve selem) Din’de olmayanı ihdası ve hüdanın dışındaki yollara uymayı Müslümanlara haram kılmıştır.
من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد
“Kim bizim bu emrimizde olmayanı ihdas ederse, onun ihdas ettiği -şey- merduttur” [2]
hadisi bu konuda daha açık ve kesin bir fikir verir.
Ebu Hureyre’den (radiyallahu anhu)
“مَا نَهَيْتُكُمْ عَنْهُ فَاجْتَنِبُوهُ، وَمَا أَمَرْتُكُمْ بِهِ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ، فَإِنَّمَا أَهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَثْرَةُ مَسَائِلِهِمْ وَاخْتِلَافُهُمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ “
“Siz neden alıkoymuşsam ondan kaçının ve size neyi de işlemenizi emretmişsem gücünüzün yettiği kadar onu işleyin. Sizden öncekileri; ancak, çok soru sormaları ve nebilerinin getirdiklerine uymada ihtilaf etmeleri helak eyledi. ” [3]
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا
“..Rasul de size ne getirdiyse onu alın ve sizi neyi de işlemekten alıkoyduysa onu işlemekten de kaçının..” (Haşr.7)
Rabbanî uyarısı, Rasul’ün (sallallahu aleyhi ve sellem) sözüyle ne demek istediğini şekke mahal bırakmayacak bize bilgi vermeketdir.
Peki, M. İslamoğlu Rasulullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) her adı anıldığında, salâvat getirmeye bu tepkiyi neden ortaya koyuyor? Onun maksadı, ihlâsı zedeleyen ve salih amellere riya karıştıranı ıslah etmek ise, bu üslup bu niyete münasip düşmüyor.
Eğer, kendisi bunun doğrusunun ne olduğunu kendi ağzından ve zihninin kendisine imla ettiğini değil de, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve selem) ve ashabının bu konuda söylediklerini; nefislerimizi terbiye ve anlayışımızı tashih için zikretseydi bu, kalplerin ıslahı için daha uygun olurdu.
M.İslamoğlu’nun Müslümanların içinde bulundukları bunca ağır sorunlara rağmen, neden cedel meydanında bu gibi meselerle zihinleri bulandırıyor? M.İslamoğlu, neden daha ağır başlı ve ümmeti şüphelere düşürmeyecek olandan ve Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) sünneti üzere olan “birliğimizden söz etmiyor? Adeta Kur’an;’a dair her şeyin makâsıdını bilenler, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem)sözlerine gelince, nasıl oluyor da onun makasıdını bilememiş oluyorlar?
M.İslamoğlu, rahatsız olduğu şeyleri, bizim de inkâr etmemizin yolunu mu bize gösteriyor, yoksa hakaret ve aşağılama ile ümmete bir ilim öğreteceğini mi sanıyor? Bu konuda çok fazla soru sormaya gerek yok. Allah’ın Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine salâvat getirmemiz konusunda neler söylüyor, o neler söylüyor? Eğer onun maksadı Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) maksadı ise, zaten buna diyecek herhangi bir sözümüz olamaz. İslamoğlu’nun yaptığı, ilimde tashih ve yapıcı tenkid değil; doğrudan “istirzâl” (rezil etmek isteme) ilmi ifsad ve hakikatleri tersyüz etmedir. Daha doğrusu; İslamoğlu ilmiihya değil, onu tadlîl ve ifsadla katlediyor ve “şamata” -düşmanları sevindirme- gösterileri yapıyor. Ehl-i Sünnet’in âlimlerini kötüleyerek, zihinlerini bulandırdığı insanları, “Ehl-i Beyt Mektebi” edebiyatıyla arayışa sürüklemeye çalışıyor.. Ehl-i Beyt Mektebi diye bize yedirmeye çalıştığı şüpheli yemeği, döktüğü helal yemeğin yerine insanlara sunuyor.
İslamoğlu’nun, ısrarla; Buhari’yi, Müslim’i ve eş-Şafiî karalaması, ciddi bir projenin bir halkasıdır. Türkiye’de yıllardır, akidemize ve âlimlerimize hakaret eden (Mutahhari’nin Ebu Hanife’nin fıkhına kabak fıkhı demesi gibi -İmamet ve Rehberiyet- ( إمامت و رهبرى ) (*) Şia kaynaklı eserlerin tercümesiyle, haysiyet ve şahsiyet yıpranmasına ve akide fesadına uğrayan gençliğin ve nesillerin teşeyyu’una zemin hazırlanmaktadır.
Hakikatte bu sözleri söyleyen zat, Buharî’nin ve Müslim’in yanında bir değeri ve İmam eş-Şafiî’nin adının anıldığı yerde ilim ve Din adına, takva ve haşyet adına bir esamesi olduğundan bu sözleri sarfetmiyor. İslamoğlu’nun âlimlerimizle edeb ve hayâ dışı savaşımı bir projedir. Bu projeyi de tıpkı bir zamanlar Y.N.Öztürk’ün yaptığı gibi, küstahça yürütüyor. Öyle olmasaydı, Allah’ın ilmi hakkında tüm nasssları inkâr edercesine konuşan ve filhakika bu sözleriyle küfre giren bir adam için “onu çakallara yem etmeyeceği”ni (*) söyler miydi?
Kiminle evleneceğini dair Allah’ın bir ilminin olmadığını söyleyen bir adam İslam âlimi, onu eleştirenler ise “çakallar” oluyorlar. Dinden, ilimden ve Kur’an’dan söz edip Kur’an’ın anlaşılması için bunca ömür tükettiğini söyleyen insanın söyledikleri sözleri tartacak bir insaf mizanı var mı acaba? Adama bakınız; “Allah, onun ne zaman ve kiminle evleneceğini bilmezmiş..!”diyebiliyor. O zaman kiminle zina ettiğini de -hâşâ- bilmiyordur değil mi? Zina edeni de bilmediğine göre, o zaman “recm cezası” diye bir şey de olmayacaktır.
M.İslamoğlu, Prof.Dr. A. Bayındır’ı savunduğu yetmezmiş gibi, aklınca Nasr Hamid Ebu Zeyd’den aşırma fikirler ve safsatalarla İmamlarımızı lekelemeye ve en sonunda da eş-Şafiî’nin Kur’an’ın yanında hadisleri “nass”laştırdığını söyleyecek kadar kendinde cesaret bulabiliyor. M.İslamoğlu ve emsali; Türkiye’de Ehl-i Sünnet’in ilmi ve akidesi konusunda bunalım yaratma (!) projesini yürütmektedirler. Peki, bizim de eş-Şafiî’mizi (rahimehullah) “çakallara yem etmeme hakkımız” olacak mı acaba? Çakalları tenzih ediyorum, zira onlar âlimlerimizle savaşmıyorlar.
Ümmetin müctehid İmamları nezdinde ve tüm Müslümanların gözünde; fıkhın ve usulün zirvesi olan bir İmamızı, Arap kâfirleri ve laikleri aşağılıyor (başta Nasr Hamdi Ebu Zeyd) İslamoğlu’na ne oluyor ki, eş-Şafiî’yi çöplüğe atmaya kalkışıyor? Ona diyecek tek ve son sözümüz; M. İslamoğlu, Allah’ın “velilerine düşmanlık ediyorsun” bundan vazgeç demektir. ‘eş-Şafiî’ye bir çamur at da görsünler’ diyenlerin riyakâr bakışları, tebcil ve alkışları uğruna yapıyor bu zavallılıkları. Sen kim, Buharî ve eş-Şafiî kim dostum, haddini bil de sadede gel demek lazım gelmiştir.
Ehl-i Sünnet’in İmamlarına hakaret ve onları aşağılama Şia’nın akidesidir. Bunun dışında çağdaş Batınî laik ve liberal Marksist düşünürler de İmam eş-Şafiî’yi hedef almaktadırlar. Yahudi Müsteşrikler hadisi; isnad ve sened konusunda kuşkular ve şüpheler yayarak çürütmeye çalışırlarken, laik liberaller ve Şiiler de eş-Şafiî’yi siyasî ve felsefî olarak eleştirerek onun ve diğer imamların değerini düşürmek istemektedirler. Müslümanların Rabbanî âlimlerinin fıkhını ve değerlerini ümmetin hafızasından alıp atmanın adı, “eleştiri” olmuş. Bakmayın siz, M. İslamoğlu’nun eş-Şafiî’nin elini öperiz (fiili çoğul zamiriyle kullanıyor) demesine. Eğer eş-Şafiî yaşasaydı; M. İslamoğlu’na asla o mübarek ellerini verecek bir adam olmayacaktı..
İmam eş-Şafiî’ye (rahimehullah) saldıranlar ve onun ilmine ve izzetine ve de Müslümanların nezdindeki yerine zarar vermek ve onun hakkında zındık Ebu Zeyd’in söylediklerini söyleyenler; onun elini öpmüyorlar, hâşâ onun kıymetini düşürmek istiyorlar. Sırada zaten diğer İmamlarımız var. Ama Ebu Hanife meselesi, Türkiye’de hassas ve bir bakıma “kırmızıçizgi” olduğundan, el-Kuleynî’nin ona kâfir demesi bazıları için yetiyor. Mesela Ebu Hanife’nin (rahimehullah) hadis uydurmaya cevaz verdiğini söylerler.[4] el-Kuleynî’nin rivayetinde ise; Yedinci İmam, Ebu’l-Hasen Musa bir hadisinde (!) der ki:
“Size bildiğiniz bir ilim gelirse onu söyleyin. Eğer size bilmediğiniz bir ilim gelirse;-bu arada elini ağzına götürdü- Sonra dedi ki: Allah Ebu Hanife’ye la’net etsin, o şöyle diyordu: Ali dediyse, ben de diyorum ki; ben ve sahabe böyle diyoruz.” [5]
Muhammed İbn Amr el-Keşşî, Ricalu’l-Keşşî adlı kitabında Harice İbn Harun’dan rivayet ediyor: Diyor ki; Ebu Abdillah’a aleyhisselama;
“İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar [En’am:82] ayeti hakkında sordum, dedi ki: bu Ebu Hanife [*] ve Zürare’nin hak ettikleri şeydir. ” [6]
Sıra İmam Malik’e gelecek, zira onu da kâfir ve nasıbî (**)görüyorlar. İmamlarımızı mezbeleye atan bir akidenin sahiplerini sahipleniyor M. İslamoğlu. İftiralara bulaşıyor ve bu ümmeti aldatıyor. Hayır derse, o zaman ya Şia hakkında cahil olduğunu itiraf etmelidir ya da mestûr bir Şiî olduğunu ilan etmelidir. İmam Malik’e de dediğimiz gibi sıra gelecek ama onu M.İslamoğlu değil, bir başkasının eleştirmesi gerekiyor. Çünkü bu savaşta herkesin bir mevzii var, oradan saldıracak bir görev almış.
eş-Şafiî Arapların İmamı ve bizden biraz uzak diyarlarda takip edildiği için M. İslamoğlu’na ona dil uzatması kolay. Hakeza el-Evzaî. Zaten insanlarımız bu İmamları doğru dürüst tanımaz. Bunun için de halkın bu cehaletini çok iyi bilen takiyyeciler; bu durumdan yararlanıp amaçlarına en zararsız yoldan ve en kârlı şekilde ulaşmak istiyorlar. eş-Şafiî’yi aşğıdaki sözlerine rağmen hakaret ediyorlar..!
يا أهل بيت رسول الله حبكم فرض
من الله في القرآن أنزله
كفاكم من عظيم الفضل أنكم
من لم يصل عليكم لا صلاة له
“Ey Rasulullah’ın Ehl-i Beyt’i sevginiz
Allah’ın Kur’an’da indirdiği bir farzdır,
Size yüce bir fazilet olarak yeter,
Size salât getirmeyenin kabul olmaz namazı”
لو شق قلبي لرأوا وسطه
خطين قد خطا بلا كاتب
الشرع والتوحيد في جانب
وحب أهل البيت في جانب
“Eğer kalbim yarılsaydı, onun ortasından,
-birisinin- eli çizmeden iki çizgi olduğunu görürler;
Bir tarafta şeriat ve tevhid
diğer tarafta Ehl-i Beyt’in sevgisini”
Bu iman ve sıdk dolu sözleri, gerçek nasıbî ve ümmetin düşmanı bir zalim, Yusuf el-Bahranî nasıl cevaplandırıyor?
كذبت في دعواك يا شافعي
فلعنة الله على الكاذب بل حب أشياخك في جانب
وبغض أهل البيت في جانب عبدتم الجبت وطاغوته
دون الاله الواحد الواجب فالشرع والتوحيد في معزل
عن معشر النصاب يا ناصبي قدمتم العجل مع السامري
على الأمير ابن أبي طالب محضتهم بالود أعداءه
من جالب الحرب ومن غاصب
“İddianda yalan söyledin ey-Şafiî
Allah’ın laneti yalancının üzerine olsun,
bilakis senin şeyhlerinin sevgisi kalbinin bir tarafında
Ehl-i Beytin buğzu diğer tarafında,
Cibt’e ve Tağutu’na ibadet ettiniz [*]
Vahid olan ilahı ve tevhidi bırakarak bir tarafa
nasıbîlerin adına, Ey “Nasıbî!
Buzağıyla Samiri’yi Emir İbn Talib’den öne çıkardınız
Ve onun düşmanına sevgi beslediniz savaş isteyene ve gâsıba..” [7]
Aynı âlim el-Keşkûl isimli kitabında eş-Şafiî’nin -hâşâ- gayr-i meşru’ bir çocuk olduğunu söyler:
ونقل السيد المشار إليه في الكتاب المذكور نَقْلَ بَعْضِ عُلَمَائِهم أنَّ أمَّ محمد بن إدريس لما غاب عنها زوجها جاء إليها بعد أربع سنين فوجدها حاملاً بمحمد فوضعته
“..Muhammed İbn İdris’in annesi kocası kendisinden dört yıl uzak yaşadıktan sonra geri döndüğünde karısını hamile buldu.”[8]
Soruyorum, işte el-Kuleynî (Muhammed İbn Ya’kub İbn ishak, h.329), orada, işte el-Kummî (Ali İbn Babeveyhi, h. 329), el-Meclisî (Muhammed İbn Bakır,h.1037-1111) orada, işte el-Kef’amî (İbrahim İbn Ali, h.840-905), orada..! İşte Humeyni’nin dahi terennüm ettiği “Kureyş’in İki Putu Duası” (**)
M. İslamoğlu’nun Hadis konusunda bir ilmi varsa; onun sesi konumunda olan TV kanalında, el-Kuleynî’nin rivayetlerinden söz etsin. Muhammed Bakır el-Meclisî’nin bizleri nasıl tekfir ettiğine dair sözleri ve hükümlerini de masaya yatırsın ve Kur’an’la bunun sağlamasını yapsın. Hani bazı İslamcılarımız “Kur’an’la test etmek” diyorlar ya..!
Hadi lütfen buyursunlar,. et-Tusî’den söz etsinler. Ümmet’’in diğer yarısı olan bizlerin cenaze namazlarını kılmak zorunda kaldıklarında nasıl davrandıklarından söz etsin. Kârın onlara, kahrın bize mi Mustafa..? Şiî olmanız ya da olmamanız hiç de önemli değil. Şiî olmadığınıza inandık diyelim; peki, neden akıttığınız sular, Şia’nın hakikatine rağmen onların değirmenlerine akıyor? Onlar Ali’yi, Fatıma’yı ve el-Huseyn’i (radiyallahu anhuma) bütün nebilerden üstün görürlerken; istediğiniz kadar Şiî olmadığınızı, İmamiyye’den olmadığınızı, ma’sumiyete imana etmediğinizi ve Mehdi denen uydurma (!) şahsı beklemediğinizi söyleyip durun.(*)
Onlar sizin bu inancınızın batıl ve yalan olduğunu söylüyorlar:
Humeyni:
الخميني : إن من ضروريات مذهبنا أنه لا ينال أحد المقامات المعنوية الروحية للائمة حتى ملك مقرب ولا نبي مرسل كما روي عندنا بأن الأئمة كانوا أنواراً تحت ظل العرش قبل تكوين العالم … وأنهم قالوا : إن لنا مع الله أحوالاً لا يسعها ملك مقرب ولا نبي مرسل. وهذه المعتقدات من الأسس والأصول التي قام عليها مذهبنا”
“İmamlarının manevi makamına; ne yakın bir melek ve ne de mürsel bir nebi ulaşamaz. Bizde rivayet edildiğine göre, İmamlar âlem yaratılmadan Arş’ın gölgesindeki nurlardandır-yaratılmışlardır- Onlar şöyle demişlerdir:
Bizim Allah ile öyle hallerimiz vardır ki: Buna ne yakın olan melekler ve ne de rasul olan nebiler erişemez. Bu akideler, mezhebimizin üzerine kurulduğu esas ve usuldür”[9]
[9] Muhadaratun Fıkhiyye Havle’l-Hukumeti’l-İslamiyye ve Velayeti’l-Fakîh: c.2; konuşma:3 Necef, el-Hukumetu’l-İslamiyye: s.47-48, Amman, 1988;
Humeynî, Türkçe’ye tercüme edilen bir başka eserinde ise şöyle demektedir:
“Şunu bil ki ey sevgili: İsmet yuvasının halkı, âlemin yaratılışından önce, gaybî ruhanî makamda Hz. Peygamber’e ortaktırlar. Onların nurları o zamandan itibaren tesbih ve takdis etmektedirler. Bu husus ilmî bakımdan dahi insanın kuşatabileceği gücün üzerindedir. Nass-ı Şerif’te (!) şu ifadeler varid olmuştur: ‘Ey Muhammed! Allah, vahdaniyeti ile münferid idi. Sonra Muhammed’i ve Fatıma’yı yarattı. Binlik bir zaman süresince beklediler. Daha sonra bütün eşyayı (diğer şeyleri) yarattı. Onları da bu eşyanın yaratılışına şahid tuttu. Onlardan kendilerine itaat etmesini istedi. Kullarının işlerini onlara havale etti. O halde onlar, dilediklerini helal kılar, dilediklerini de haram kılarlar. Allah’ın dilemesi dışında bir şey dileyemezler…’
İmamların bedenlerinin tıyneti (çamuru) ruhlarının ve kalplerinin yaratılışı, kendilerine ism-i â’zamdan ihsan edilenler; nebilerin, meleklerin daha üstün olup benim ve senin gibilerin düşünemeyeceği ilahî gaybî hazinesinden verilen ilimler, ashabının muteber kitaplarında, özellikle de “Usul-i Kâfî”de faziletleri hususunda yer alan rivayet ve hadisler, akılları şaşkına düşürecek kadar çoktur ve o mukaddes zatlar dışında hiç kimse onların hakikat ve sırlarına vakıf olamaz!”
(el-Humeynî, Ruhullah el-Musevî, Şerh-i Erbaîne Hadîsen (40 Hadis Şerhi, Çev: Kadri Çelik, İhsan Yayınları, İstanbul, s. 509); Bkz. [Usûl-i Kâfî, c.1,s.441(Kitabu’l Hucce, 5. hadis) Daru Sa’b, h.1401.4.bsk. Beyrut]