H
Çevrimdışı
Riyâzu’s-Sâlihîn
Sabır
Ey iman edenler, sabredin. Birbirinizle sabırda yarışın...
(Âl-i İmrân, 3/200)
And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden
eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.
(Bakara, 2/155)
...Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.
(Zümer, 39/10)
Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette yapılmaya değer
işlerdendir.
(Şûrâ, 42/43)
Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe
yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.
(Bakara, 2/153)
And olsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri ortaya koyuncaya kadar
sizi deneyeceğiz...
(Muhammed, 47/31)
25. Ebû Mâlik el-Hâris b. Âsım el-Eş’arî’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh sözü, mizanı doldurur. Sübhânallâhi
ve’l-hamdülillâhi ifadeleri de yerle gök arasını doldurur. Namaz, nurdur.
Sadaka (samimiyete) delildir. Sabır, aydınlıktır. Kur’an, senin lehine yahut
aleyhine hüccettir. Herkes sabaha çıkar ve (gün boyu yaptıklarıyla âdeta)
nefsini satarak ya kazanır yahut kaybeder. *
(M534 Müslim, Tahâret, 1)
* İnsan iyilik peşinde koşarsa kendisini kurtarır, kötülük peşinde koşarsa kendisini helâk eder.
26. Ebû Saîd Sa’d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ra) anlatıyor:
Ensardan bir grup, Allah Resûlü’nden mal istediler; o da verdi. Tekrar
istediler, yine verdi. Nihayet yanındaki mal bitti. Elinde olan her şeyi verdikten
sonra onlara şöyle dedi:
Yanımda bir şeyler daha olsaydı, onları da sizden esirgemezdim. İstemekten
sakınanları Allah iffetli kılar. Tok gözlü olanları da Allah zengin eder.
Sabretmek isteyenlere, Allah sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve
daha geniş bir şey verilmemiştir.
(M2424 Müslim, Zekât, 124; B6470 Buhârî, Rikâk, 28)
27. Ebû Yahyâ Suheyb b. Sinân’dan (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle demiştir:
Müminin durumu ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum
yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder;
bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu
da onun için hayır olur.
(M7500 Müslim, Zühd, 64)
28. Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor:
Peygamber’in hastalığı ağırlaşıp da hayli sıkıntıya düşmeye başlayınca,
Fâtıma (ra):
–Vah babacığım, sıkıntın ne kadar da büyük, dedi. Bunun üzerine Resûlullah:
–Bu günden sonra artık baban için sıkıntı yoktur, buyurdu.
Peygamber ebediyete göçünce Hz. Fâtıma:
–Babacığım, Allah’ın davetine icabet ettin. Vah babacığım, varacağın yer
Firdevs bahçesidir. Babacığım, derdimizi artık Cebrail’e yanacağız, dedi.
Peygamber defnedilince de Hz. Fâtıma:
–Resûlullah’ın üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu, dedi.
(B4462 Buhârî, Megâzî, 84)
29. Çok sevdiği azatlısı Zeyd b. Hârise’nin oğlu ve çok sevdiği bir zat olan ve
Ebû Zeyd olarak bilinen Üsâme’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah’ın
kızı (Zeynep), babasına:
–Oğlum ölmek üzere, bize kadar gelir misin, diye haber gönderdi.
(Muhtemelen çok önemli bir konu için toplantı hâlinde olan) Resûlullah
kızına selâm gönderdi ve:
–Veren de, alan da Allah’tır. O’nun katında, her şeyin vakti belirlidir.
Binaenaleyh (söyleyin) sabretsin ve Allah’tan ecir beklesin, buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Peygamber’in kızı:
–Allah aşkına söyleyin kendisine, ne olur gelsin, diye tekrar babasına haber
gönderdi. Resûlullah da yanında Sa’d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b,
Zeyd b. Sâbit ve daha başkaları olduğu hâlde kalkıp gitti. Çocuğu Resûlullah’a
verdiler; onu kucağına oturttu. Çocuk çok sık nefes alıyordu. Hz.
Peygamber’in gözleri yaşla doldu. Bunun üzerine Sa’d:
–Yâ Resûlallah, bu ne hâl, dedi. Resûlullah:
–Bu, Allah Teâlâ’nın, kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir, buyurdu.
(B1284 Buhârî, Cenâiz, 32; M2135 Müslim, Cenâiz,11)
Bir rivayete göre:
Dilediği kullarının kalplerine yerleştirir; Allah ancak merhametli kullarına
merhamet eder, demiştir.
(B6635 Buhârî, Eymân, 9)
30. Suheyb’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Sizden evvelkiler içinde bir kral ve bir de onun kâhini vardı. Bu kâhin
ihtiyarlayınca krala:
–Ben ihtiyarladım, bana bir genç gönder de ona kâhinlik öğreteyim,
dedi. Kral da ona öğretmesi için bir delikanlı gönderdi. Gencin yolu
üzerinde bir rahip vardı. Delikanlı rahibin yanında bir müddet oturdu ve
sözlerine kulak verdi, söyledikleri hoşuna gitti. Sonra kâhine her gidişinde
rahibe uğrar ve onun yanında oturur oldu. Kâhinin yanına geldiğinde
(geç kaldın) diye kâhin delikanlıyı döverdi. Delikanlı bu durumu rahibe
söyleyince, rahip ona:
Kâhinden korktuğunda, “Evde alıkoydular”; ailenden korktuğunda da, “Kâhin
alıkoydu” de, diye tavsiye etti.
Durum böyle devam edip giderken, delikanlı günün birinde insanların yolunu
kesen büyük bir hayvana rastladı ve bunun üzerine:
Kâhinin mi yoksa rahibin mi üstün olduğunu işte bugün öğreneceğim,
diyerek eline bir taş aldı ve:
Allah’ım, eğer rahibin işlerini, kâhinin işlerinden fazla seviyorsan hayvanı
öldür ki insanlar geçsin, dedi ve taşı hayvana attı, onu öldürdü. Halk da
yoluna devam etti. Sonra delikanlı rahibin yanına geldi ve olanları ona anlattı.
Rahip ona:
–Yavrucuğum, bugün sen benden üstünsün, senin şanın gördüğüm dereceye
ermiş, sen yakında muhakkak bir belaya uğrayacaksın. Eğer başına bela
gelirse, benim bulunduğum yeri kimseye söyleme, dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulanları kurtarır, insanların diğer
hastalıklarını da tedavi ederdi. Kralın meclis arkadaşlarından o günlerde kör
olan birisi bunu duydu, birçok hediye ile delikanlının yanına gitti ve:
–Eğer, beni hastalığımdan kurtarırsan bu hediyeleri sana vereceğim, dedi.
Delikanlı da:
–Ben kimseye şifa veremem, ancak Allah Teâlâ şifa verir. Allah’a iman edersen
ben de Allah’a dua ederim, O da sana şifa verir, dedi.
Bunun üzerine adam, Allah’a iman etti. Allah Teâlâ ona şifa verdi. Sonra bu
adam kralın yanına geldi ve evvelce oturduğu gibi onunla oturdu. Kral:
–Gözünü kim iyileştirdi, diye sordu. O da:
–Rabbim, diye cevap verdi. Kral:
–Senin benden başka Rabbin mi var, dedi. O adam:
–Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah’tır, dedi.
Bunun üzerine kral o adama işkence ettirdi. Nihayet adam, gencin yerini
söyledi. Genç getirildi. Kral ona:
–Oğlum, demek senin sihrin körleri ve alaca hastalarını iyi edecek dereceye
geldi, şu ve şu işleri yapıyormuşsun öyle mi, dedi. Delikanlı:
–Ben kimseye şifa veremem; ancak Allah Teâlâ şifa verir, dedi.
Bunun üzerine kral onu tuttu ve devamlı surette işkence etti. Nihayet genç,
rahibin yerini söyledi. Hemen rahip getirildi ve “dininden dön” denildi; fakat
o dinlemedi. Bunun üzerine kral testere istedi ve onu rahibin başının tam
orta yerine koyarak rahibi ikiye ayırdı. Her parçası bir yana düştü. Sonra
kralın meclis arkadaşı getirildi ve ona da “dininden dön” denildi, fakat o da
dinlemedi. Bunun üzerine kral, onun da başını testere ile ikiye ayırdı ve her
parçası bir yana düştü. Sonra genç getirildi ve “dininden dön” denildi, fakat
dinlemedi. Kral onu kendi arkadaşlarından bir gruba teslim etti ve onlara
şöyle dedi:
–Bunu filan dağa götürün ve oraya çıkarın. Dağın tepesine vardığınızda
dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu dağın tepesinden aşağı atın.
Onu götürdüler ve dağa çıkardılar. Genç:
–Allah’ım, bunların haklarından gel, dedi. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve hepsi
aşağı yuvarlandı. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakilere ne oldu, dedi. O:
–Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Bunun üzerine kral genci kendi
arkadaşlarından diğer bir gruba teslim etti ve:
Bunu karkur denilen gemiye koyup denizin ortasına götürün, dininden
dönerse ne âlâ, dönmezse atın denize, dedi. Hemen onu gemiye götürdüler.
Genç:
–Allah’ım, bunların da haklarından gel, bunları benden def et, dedi. Bunun
üzerine gemi onlarla beraber devrildi, onlar boğuldular. Genç yürüyerek
kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakiler ne yaptı, dedi. O:
–Beni, Allah Teâlâ onlardan kurtardı, dedi ve şunu ilave etti:
–Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldüremezsin. Kral:
–Nedir o, dedi. Genç şöyle dedi:
–Halkı geniş bir meydana topla. Beni de hurma kütüğüne bağla. Sonra
ok kabımdan bir ok al, onu yayın tam ortasına yerleştir. Sonra, “Bu
gencin Rabbi olan Allah’ın adı ile” de ve oku at. Eğer bunu yaparsan beni
öldürürsün, dedi.
Bunun üzerine kral, halkı bir meydana topladı. Genci de bir hurma kütüğüne
bağladı. Sonra onun ok kabından bir ok aldı. Oku yayın ortasına koydu. “Bu
gencin Rabbi olan Allah’ın ismiyle” dedi ve oku attı. Ok, gencin şakağına
rastladı. Genç elini şakağına koydu ve öldü. Bunun üzerine ahali, “Bu gencin
Rabbine iman ettik.” dediler. Sonra (adamları) krala gelerek ona:
–Bak gördün mü? Vallahi korktuğun başına geldi; halk ona iman etti, dediler.
Bunun üzerine sokak başlarına hendekler açılmasını emretti, hendekler
alevlerle dolu idi. Kral:
–Yeni dinden dönmeyen kimseleri zorla ateşe atın yahut onları ateşe girmeye
zorlayın, dedi. Bunlar yapıldı. Hatta elinde çocuğuyla bir kadın geldi. Kadın
biraz duraksadı. Çocuk ona:
–Anneciğim, sabret, zira sen hak üzeresin, dedi.
(M7511 Müslim, Zühd, 73)
31. Enes (ra) anlatıyor:
Peygamber bir mezarın başında ağlayan bir kadına rastladı.
Allah’tan kork ve sabret, dedi. Kadın:
Geç git, benim başıma gelen musibet senin başına gelmedi, dedi. Peygamber’i
tanıyamamıştı. kendisine “O, Peygamber’di .” denilince kadın, Peygamber’in
kapısına geldi. Kapıda görevlilerin bulunmadığını gördü ve:
Ben seni tanıyamadım, (diye Peygamber’e özür beyan etti.) Bunun üzerine
Peygamber :
Sabır, musibetin ilk anında (gösterilirse sabır)dır, buyurdu.
(B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2139, M2140 Müslim, Cenâiz, 14-15)
32. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Mümin bir kulumun dünyada sevdiği dostunu
aldığım zaman, o kimse (sabrederse ve) Allah’tan ecir beklerse onun karşılığı
cennettir.”
(B6424 Buhârî, Rikâk, 6)
33. Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre o, Resûlullah’a veba
hastalığını sormuş, Allah Resûlü de ona şöyle cevap vermiştir:
Veba, Allah Teâlâ’nın dilediği topluluğa gönderdiği bir çeşit azaptı. Allah,
onu Müminler için rahmet kıldı. Veba hastalığına yakalanan, sabredip ecrini
umarak ve başına Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey gelmeyeceğini bilerek
memleketinde kalan kimse, şehit sevabına nail olur.*
(B5734 Buhârî, Tıb, 31)
* Burada tedaviye gerek duymaksızın ölümü bekleme değil bir tür karantina önerilmekte ve vebanın başka
yerlere yayılması önlenmektedir.
34. Enes’in (ra) Resûlulah’tan şöyle işittiği nakledilmiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kulumu sevgili gözlerini
kaybetmekle sınadığımda, eğer sabrederse gözlerine karşılık onu cennete
koyarım.”
(B5653 Buhârî, Merdâ, 7)
35. Atâ b. Ebû Rebâh’tan rivayet edilmiştir:
İbn Abbâs (ra) bana:
–Cennetlik bir kadını sana göstereyim mi, dedi. Ben de:
–Evet, (göster) dedim. O:
–İşte şu siyahî kadındır. Bu kadın Peygamber’e geldi ve:
–Saram tutuyor ve bedenim açılıyor, benim için Allah’a dua etsen, dedi.
Peygamber :
–İster sabret, cennetlik ol; istersen, sana afiyet vermesi için Allah’a dua
edeyim, dedi. Bunun üzerine kadın:
–Öyleyse sabredeyim, fakat bedenim açılıyor. Hiç değilse bedenimin
açılmaması için dua buyur, dedi. Peygamber de onun için dua etti.
(B5652 Buhârî, Merdâ, 6; M6571 Müslim, Birr, 54)
36. Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Mes’ûd (ra) anlatıyor:
–Şu an sanki Resûlullah’ı , peygamberlerden birini anlatırken -Allah’ın
salâtı ve selamı onlara olsun- görür gibiyim. Halkı onu dövmüş ve kan içinde
bırakmışlar; o, bir yandan yüzünün kanını siliyor, bir yandan da:
–Allah’ım, halkımı bağışla, zira onlar bilmiyorlar, diyormuş.
(B3477 Buhârî, Enbiyâ, 54; M4646 Müslim, Cihâd, 105)
37. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat,
hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına
kefâret kılar.
(B5641, B5642 Buhârî, Merdâ, 1; M6566 Müslim, Birr, 50)
38. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Peygamber’in yanına girdim, şiddetli bir sıtmaya yakalanmıştı.
–Yâ Resûlallah, sıtmadan dolayı çok sıkıntı çekiyorsun, dedim.
–Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar acı çekiyorum, dedi.
–Sana iki kat sevap olduğu için mi, dedim.
–Evet, dedi. Bir Müslüman küçük bir dikenin veya ondan daha büyüğünün
acısına maruz kalırsa, Allah bunu o Müslümanın kötülüklerine kefâret kılar.
Onun günahları, tıpkı ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökülür.
(B5648 Buhârî, Merdâ, 3; M6559 Müslim, Birr, 45)
39. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Allah hayrını dilediği kimseye, –günahlarına kefâret olsun diye– musibet verir.
(B5645 Buhârî, Merdâ, 1)
40. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Başına gelen bir musibetten dolayı hiç kimse ölümü istemesin. Mutlaka bir
şey istemek durumunda ise ‘Allah’ım, benim için yaşamak hayırlı ise beni
yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al.’ desin.
(B5671 Buhârî, Merdâ, 19; M6814 Müslim, Zikir, 10)
41. Ebû Abdullah Habbâb b. Eret (ra) anlatıyor:
Allah Resûlü’ne hâlimizden şikâyet ettik. Kâbe’nin gölgesinde hırkasına
yaslanmış oturuyordu.
Bizim için Allah’tan yardım dilemeyecek misin, bizim için Allah’a dua
etmeyecek misin, dedik. Bunun üzerine Resûlullah :
Sizden önceki devirlerde mümin bir adam yakalanır, onun için bir çukur
kazılır ve o içine atılır, sonra testere ile baştan aşağı ikiye ayrılır ve demir
taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da; bu bile onu dininden çevirmezdi.
Allah’a yemin ederim ki Allah Teâlâ bu dini kemale erdirecektir. Hatta binekli
bir kimse San’â’dan Hadramut’a kadar gidecek, Allah’tan ve koyunlarına
kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Ne var ki siz
sabırsızlanıyorsunuz.” buyurdular.
(B6943 Buhârî, İkrâh, 1)
Buhârî’nin diğer bir rivayetinde:
Peygamber hırkasına bürünmüştü. Biz, müşriklerin şiddetli baskısına
maruz kalmıştık, denilmektedir.
(B3852 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 29)
42. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Resûlullah , Huneyn gününde ganimeti taksim ederken bazı kimselere
fazla verdi. Akra’ b. Hâbis’e yüz deve, Uyeyne b. Hısn’a da bir o kadar deve
verdiği gibi, Arap eşrafından bir topluluğa da hayli miktarda mal verdi. O gün
onlara öncelik verdi. Bunun üzerine bir adam:
–Vallahi bu taksimde adalet yoktur, bunda Allah’ın rızası gözetilmemiştir,
dedi. Ben de;
–Vallahi bunu Allah Resûlü’ne söyleyeceğim, dedim ve Peygamber’in
yanına gittim, o adamın sözlerini aktardım. Bunun üzerine Peygamber’in
yüzünün rengi değişti ve kıpkırmızı oldu. Sonra:
“Allah ve Resûlü adil olmazsa, başka kim adil olur?” dedi. Sonra, “Allah Musa’ya
rahmet etsin, o bundan fazla sıkıntıya uğradığı hâlde sabretti.” buyurdu. Ben
de bundan böyle Peygamber’e hiç kimsenin sözünü götürmeyeceğim,
diye ahdettim.
(M2447 Müslim, Zekât, 140; B3150 Buhârî, Humus, 19)
43. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ, bir kulunun iyiliğini dilerse onun cezasını dünyada verir. Eğer bir
kulunun kötülüğünü dilerse günahı karşılığı onu dünyada cezalandırmaz;
kıyamet gününde cezasını tam olarak verir.
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Mükâfatın büyüklüğü, sıkıntının büyüklüğü nispetindedir. Allah Teâlâ bir
topluluğu severse onları sıkıntıya uğratır. Kim hâline razı olursa Allah da
ondan razı olur. Kim de başına gelenden dolayı öfkelenirse gazaba uğrar.*
(T2396 Tirmizî, Zühd, 56)
* Sıkıntı ve çilenin sevabı büyüktür diye bunlar aranmaz. Aksine Allah’tan sağlık ve afiyet istenir; fakat başa
gelince de sabredilir.
44. Enes (ra) anlatıyor:
Ebû Talhâ’nın oğlu hasta idi. Ebû Talhâ evden ayrılınca, çocuk öldü.
Eve döndüğünde:
–Oğlum nasıl oldu, diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
–O şimdi rahata kavuştu, diye karşılık verdi. Ardından akşam yemeğini getirdi.
Ebû Talhâ akşam yemeğini yedikten sonra eşi ile beraber oldu. Bilahare eşi ona:
–Çocuğu gömün, dedi.
Ebû Talhâ sabahleyin Resûlullah’ın yanına gitti, gece olup bitenleri anlattı.
Peygamber , “Bu gece beraber oldunuz mu?” dedi. Ebû Talhâ:
–Evet, dedi. Peygamber , “Allah’ım, bunlara bereket ver.” dedi.
Ümmü Süleym bir oğlan çocuğu doğurdu. Bunun üzerine Ebû Talhâ bana:
–Çocuğu al, Peygamber’e götür, dedi. Bir miktar da hurma gönderdi.
Peygamber , “Çocuğun yanında bir şey var mı?” dedi.
–Evet, birkaç hurma var, dedim. Resûlullah, hurmaları ağzına alıp çiğnedikten
sonra çıkardı ve çocuğun ağzına koydu; damağını ovdu, adını Abdullah koydu.
(B5470 Buhârî, Akîka, 1; M5613 Müslim, Âdâb, 23)
Buhârî’nin diğer bir rivayetine göre İbn Uyeyne şöyle diyor:
Ensardan bir adam, Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüm, hepsi de Kur’an
okuyan kimselerdi, dedi.
(B1301 Buhârî, Cenâiz, 41)
Müslim’in bir rivayetine göre, Ebû Talhâ’nın Ümmü Süleym’den olan bir oğlu
vefat etti. Bunun üzerine kadın, ev halkına:
–Ebû Talhâ’ya oğlunun öldüğünü siz söylemeyin, ben kendim söylerim, dedi.
Ebû Talhâ eve döndü. Kadın onun akşam yemeğini getirdi. Ebû Talhâ yedi, içti.
Sonra kadın, Ebû Talhâ için daha önce hiç yapmadığı kadar güzel bir şekilde
süslendi. Ebû Talhâ hanımıyla yattı. Kadın, Ebû Talhâ’nın karnı doyduktan ve
kendisiyle beraber olduktan sonra ona şöyle dedi:
–Bir topluluk, bir ev halkına bir şeyi ödünç verirler de, sonra onu geri almak
isterlerse ev halkının onu vermemeye hakları olur mu? Bunu doğru görür
müsün? Ebû Talhâ:
–Hayır, dedi. Kadın:
–O hâlde oğluna karşılık Allah’tan sevap bekle, dedi. Bunun üzerine adam
öfkelendi ve:
–Kirleninceye kadar beni oyaladın, sonra bana oğlumun ölüm haberini verdin,
dedi. Hemen Resûlullah’a gelerek olup biteni haber verdi. Allah Resûlü :
–Allah, gecenizi mübarek kılsın, dedi.
Enes diyor ki: Kadın hamile kaldı. Resûlullah sefere çıktı. Kadın da
beraberdi. Peygamber , seferden döndüğünde geceleyin Medine’ye
girmezdi. Medine’ye yaklaştılar. Kadının ağrısı tuttu. Bu yüzden Ebû Talhâ,
yolundan kaldı. Resûlullah yoluna devam etti.
Enes anlatıyor: Ebû Talhâ şöyle dedi:
–Yâ Rabbi, bilirsin ki Resûlullah yolculuğa çıkarken onunla beraber
çıkmaktan, döndüğü zaman da onunla beraber dönmekten son derece
hoşlanırım. Şimdi ise gördüğün şu hâl beni yoldan alıkoydu. Bunun üzerine
Ümmü Süleym:
–Ey Ebû Talhâ, çocuk doğururken evvelce duyduğum ağrıları şimdi
duymuyorum, yoluna devam et, dedi. Biz de yürüdük.
Medine’ye döndüklerinde kadının ağrısı ağırlaştı ve bir oğlan çocuğu
doğurdu. Annem bana:
–Enes, çocuğu kimse emzirmesin, sabahleyin onu Resûlullah’a götür,
dedi. Sabah olunca çocuğu aldım, Allah Resûlü’ne götürdüm, dedi ve
hadisin tamamını anlattı.
(M6322 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 107)
45. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisini
tutan, iradesine sahip olandır.
(B6114 Buhârî, Edeb, 76; M6643 Müslim, Birr, 107)
46. Süleymân b. Surad’dan (ra) rivayet edildiğine göre o, şöyle diyor:
Peygamber ile birlikte oturuyordum. İki adam birbirine sövüp hakaret
ediyordu. Birisinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve boyun damarları şişmişti.
Bunun üzerine Resûlullah şöyle dedi:
Ben bir söz biliyorum ki eğer bu kişi onu söylerse üzerindeki hâl ondan gider;
eğer, “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm (Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.)”
derse üzerindeki hâl ondan sıyrılır, dedi. Adama, Peygamber , “Kovulmuş
şeytandan Allah’a sığın.” dedi, diye söylediler.
(B3282 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; M6646 Müslim, Birr, 109)
47. Muâz b. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, öfkeden dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde öfkesini yenerse,
Allah Teâlâ kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, hurilerden
istediğini seçmesine izin verir.
(D4777 Ebû Dâvûd, Edeb, 3; T2021 Tirmizî, Birr, 74)
49. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Mümin erkek ve kadının Allah’a günahsız olarak, tertemiz kavuşuncaya kadar,
canında, çoluk çocuğunda ve malında sıkıntı eksik olmaz.
(T2399 Tirmizî, Zühd, 56)
50. İbn Abbâs (ra) anlatıyor:
Uyeyne b. Hısn Medine’ye geldi ve yeğeni Hur b. Kays’ın evine geldi. Hur,
Hz. Ömer’e yakın kimselerden biriydi. Gençlerden ve yaşlılardan oluşan
Kurrâ (ilim heyeti), Hz. Ömer’in meclis ve müşavere arkadaşı idiler. Uyeyne,
yeğenine şöyle dedi:
–Ey kardeşimin oğlu, bu Emîr’in yanında senin itibarın var. Huzuruna kabul
edilmem için kendisinden izin iste, dedi. Talep üzerine Hz. Ömer de izin verdi.
Uyeyne, Ömer’in (ra) yanına gelince:
–Ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize çok bir şey vermiyorsun. Aramızda adaletle
hükmetmiyorsun, dedi. Ömer (ra), bu söze çok kızdı hatta onu cezalandırmak
istedi. Bunun üzerine Hur:
–Ey müminlerin emîri, Allah Teâlâ, Peygamberine , “Sen af yolunu tut,
iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.”* buyuruyor; bu da cahillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki Hur bu âyeti okuyunca, Ömer daha ileri gitmedi; zira
Ömer, Allah’ın Kitabı’na son derece bağlı idi.
(B7286 Buhârî, İ’tisâm, 2)
* A’râf, 7/199.
51. İbn Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah :
–Kuşkusuz benden sonra adam kayırmalar ve yadırgayacağınız
birtakım işler olacak, buyurdu.
–Ey Allah’ın Resûlü, o zaman ne yapmamızı emredersiniz, dediler. Resûlullah :
–Yükümlülüklerinizi yerine getirir, kendi hakkınızı ise Allah’tan istersiniz, dedi.
(B3603 Buhârî, Menâkıb, 25; M4775 Müslim, İmâre, 45)
52. Ebû Yahyâ Üseyd b. Hudayr (ra) anlatıyor:
–Ey Allah’ın Resûlü, filan kimseyi vali tayin ettiğiniz gibi, beni de vali tayin
etmez misin, dedi. Peygamber :
–Siz benden sonra adam kayırma gibi durumlarla karşılaşacaksınız, bana
(âhirette) havuz başında kavuşuncaya kadar sabredin, buyurdu.
(B3792 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 8; M4779 Müslim, İmâre, 48)
53. Ebû İbrahim Abdullah b. Ebû Evfâ (ra) anlatıyor:
Resûlullah , düşmanla karşılaştığı savaş günlerinden birinde, güneş
batmaya meyledinceye kadar bekledi. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı:
Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet, (huzur ve
asayiş) dileyin. Ancak düşmanla karşılaşınca da sabredin, dayanın ve bilin ki
cennet, kılıçların gölgeleri altındadır, dedi. Sonra:
Ey Kitab’ı indiren, bulutları gezdiren, düşman güçlerini dağıtan Allah’ım,
onları darmadağın et ve onlara karşı bize yardım et, buyurdu.
(M4542 Müslim, Cihâd, 20; B2965, B2966 Buhârî, Cihâd, 112)
@hutbetussahra:
Bu bölümden çıkarmış olduğum dersler:
-Sürekli zikir çekmek ve hamd etmek gerekir. (No. 25)
-Sadaka vermek çok önemlidir. (No. 25)
-Sabretmek çok önemlidir. (No. 26)
-Sabredeni ALLAH(c.c.) sabrettirir. (No. 26)
-Merhametli olana ALLAH'da merhamet eder. (No. 29)
-"ALLAH'ım, bunlara karşı Sen bana -dildeğin şekilde- yetersin." (No. 30)
-Sabır, ancak musibetin ilk geldiği andadır. (No. 31)
-Musibetler aslında rahmet ve nimettir. (No. 38)
-Musibetler karşısında ölüm istenmez. (No. 40)
-Eğer ALLAH(c.c.) bir kuluna hayır dilerse cezasını dünyada verir. (No. 43)
-Eğer ALLAH(c.c.) bir kuluna şer dilerse cezasını ahirete bırakır. (No. 43)
-İmtihana öfke değil, rıza ve sabır gösterilmelidir. (No. 43)
-Gerçek kuvvet öfkeyi dizginleyebilmektedir. (No. 45)
-Öfke anında euzu besmele çekmek gerekir. (No. 46)
-"Bağışlama yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırma."[A'râf:119] (No. 50)
-Ne olursa olsun üzerindeki hakkı yerine getir. (No. 51)
-Düşmanla karşılaşmayı istememek gerekir. (No. 53)
-Cennet kılıçların gölgesi altındadır. (No. 53)
-"Ey Kitabı indiren, bulutları yürüten, İslam aleyhine toplanan grupları dağıtan ALLAH'ım, onları dağıt, hezimete uğrat, onlara karşı bize yardım ve zafer ver." (No. 53)
NOT: PDF'teki hadis numaraları ile fiziksel kitaptaki hadis numaraları arasında +/- 1 fark olabilir.
Sabır
Ey iman edenler, sabredin. Birbirinizle sabırda yarışın...
(Âl-i İmrân, 3/200)
And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden
eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.
(Bakara, 2/155)
...Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.
(Zümer, 39/10)
Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette yapılmaya değer
işlerdendir.
(Şûrâ, 42/43)
Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe
yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.
(Bakara, 2/153)
And olsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri ortaya koyuncaya kadar
sizi deneyeceğiz...
(Muhammed, 47/31)
25. Ebû Mâlik el-Hâris b. Âsım el-Eş’arî’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillâh sözü, mizanı doldurur. Sübhânallâhi
ve’l-hamdülillâhi ifadeleri de yerle gök arasını doldurur. Namaz, nurdur.
Sadaka (samimiyete) delildir. Sabır, aydınlıktır. Kur’an, senin lehine yahut
aleyhine hüccettir. Herkes sabaha çıkar ve (gün boyu yaptıklarıyla âdeta)
nefsini satarak ya kazanır yahut kaybeder. *
(M534 Müslim, Tahâret, 1)
* İnsan iyilik peşinde koşarsa kendisini kurtarır, kötülük peşinde koşarsa kendisini helâk eder.
26. Ebû Saîd Sa’d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ra) anlatıyor:
Ensardan bir grup, Allah Resûlü’nden mal istediler; o da verdi. Tekrar
istediler, yine verdi. Nihayet yanındaki mal bitti. Elinde olan her şeyi verdikten
sonra onlara şöyle dedi:
Yanımda bir şeyler daha olsaydı, onları da sizden esirgemezdim. İstemekten
sakınanları Allah iffetli kılar. Tok gözlü olanları da Allah zengin eder.
Sabretmek isteyenlere, Allah sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve
daha geniş bir şey verilmemiştir.
(M2424 Müslim, Zekât, 124; B6470 Buhârî, Rikâk, 28)
27. Ebû Yahyâ Suheyb b. Sinân’dan (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle demiştir:
Müminin durumu ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum
yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder;
bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu
da onun için hayır olur.
(M7500 Müslim, Zühd, 64)
28. Enes b. Mâlik (ra) anlatıyor:
Peygamber’in hastalığı ağırlaşıp da hayli sıkıntıya düşmeye başlayınca,
Fâtıma (ra):
–Vah babacığım, sıkıntın ne kadar da büyük, dedi. Bunun üzerine Resûlullah:
–Bu günden sonra artık baban için sıkıntı yoktur, buyurdu.
Peygamber ebediyete göçünce Hz. Fâtıma:
–Babacığım, Allah’ın davetine icabet ettin. Vah babacığım, varacağın yer
Firdevs bahçesidir. Babacığım, derdimizi artık Cebrail’e yanacağız, dedi.
Peygamber defnedilince de Hz. Fâtıma:
–Resûlullah’ın üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu, dedi.
(B4462 Buhârî, Megâzî, 84)
29. Çok sevdiği azatlısı Zeyd b. Hârise’nin oğlu ve çok sevdiği bir zat olan ve
Ebû Zeyd olarak bilinen Üsâme’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah’ın
kızı (Zeynep), babasına:
–Oğlum ölmek üzere, bize kadar gelir misin, diye haber gönderdi.
(Muhtemelen çok önemli bir konu için toplantı hâlinde olan) Resûlullah
kızına selâm gönderdi ve:
–Veren de, alan da Allah’tır. O’nun katında, her şeyin vakti belirlidir.
Binaenaleyh (söyleyin) sabretsin ve Allah’tan ecir beklesin, buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Peygamber’in kızı:
–Allah aşkına söyleyin kendisine, ne olur gelsin, diye tekrar babasına haber
gönderdi. Resûlullah da yanında Sa’d b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ’b,
Zeyd b. Sâbit ve daha başkaları olduğu hâlde kalkıp gitti. Çocuğu Resûlullah’a
verdiler; onu kucağına oturttu. Çocuk çok sık nefes alıyordu. Hz.
Peygamber’in gözleri yaşla doldu. Bunun üzerine Sa’d:
–Yâ Resûlallah, bu ne hâl, dedi. Resûlullah:
–Bu, Allah Teâlâ’nın, kullarının kalplerine koyduğu bir rahmettir, buyurdu.
(B1284 Buhârî, Cenâiz, 32; M2135 Müslim, Cenâiz,11)
Bir rivayete göre:
Dilediği kullarının kalplerine yerleştirir; Allah ancak merhametli kullarına
merhamet eder, demiştir.
(B6635 Buhârî, Eymân, 9)
30. Suheyb’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Sizden evvelkiler içinde bir kral ve bir de onun kâhini vardı. Bu kâhin
ihtiyarlayınca krala:
–Ben ihtiyarladım, bana bir genç gönder de ona kâhinlik öğreteyim,
dedi. Kral da ona öğretmesi için bir delikanlı gönderdi. Gencin yolu
üzerinde bir rahip vardı. Delikanlı rahibin yanında bir müddet oturdu ve
sözlerine kulak verdi, söyledikleri hoşuna gitti. Sonra kâhine her gidişinde
rahibe uğrar ve onun yanında oturur oldu. Kâhinin yanına geldiğinde
(geç kaldın) diye kâhin delikanlıyı döverdi. Delikanlı bu durumu rahibe
söyleyince, rahip ona:
Kâhinden korktuğunda, “Evde alıkoydular”; ailenden korktuğunda da, “Kâhin
alıkoydu” de, diye tavsiye etti.
Durum böyle devam edip giderken, delikanlı günün birinde insanların yolunu
kesen büyük bir hayvana rastladı ve bunun üzerine:
Kâhinin mi yoksa rahibin mi üstün olduğunu işte bugün öğreneceğim,
diyerek eline bir taş aldı ve:
Allah’ım, eğer rahibin işlerini, kâhinin işlerinden fazla seviyorsan hayvanı
öldür ki insanlar geçsin, dedi ve taşı hayvana attı, onu öldürdü. Halk da
yoluna devam etti. Sonra delikanlı rahibin yanına geldi ve olanları ona anlattı.
Rahip ona:
–Yavrucuğum, bugün sen benden üstünsün, senin şanın gördüğüm dereceye
ermiş, sen yakında muhakkak bir belaya uğrayacaksın. Eğer başına bela
gelirse, benim bulunduğum yeri kimseye söyleme, dedi.
Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulanları kurtarır, insanların diğer
hastalıklarını da tedavi ederdi. Kralın meclis arkadaşlarından o günlerde kör
olan birisi bunu duydu, birçok hediye ile delikanlının yanına gitti ve:
–Eğer, beni hastalığımdan kurtarırsan bu hediyeleri sana vereceğim, dedi.
Delikanlı da:
–Ben kimseye şifa veremem, ancak Allah Teâlâ şifa verir. Allah’a iman edersen
ben de Allah’a dua ederim, O da sana şifa verir, dedi.
Bunun üzerine adam, Allah’a iman etti. Allah Teâlâ ona şifa verdi. Sonra bu
adam kralın yanına geldi ve evvelce oturduğu gibi onunla oturdu. Kral:
–Gözünü kim iyileştirdi, diye sordu. O da:
–Rabbim, diye cevap verdi. Kral:
–Senin benden başka Rabbin mi var, dedi. O adam:
–Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah’tır, dedi.
Bunun üzerine kral o adama işkence ettirdi. Nihayet adam, gencin yerini
söyledi. Genç getirildi. Kral ona:
–Oğlum, demek senin sihrin körleri ve alaca hastalarını iyi edecek dereceye
geldi, şu ve şu işleri yapıyormuşsun öyle mi, dedi. Delikanlı:
–Ben kimseye şifa veremem; ancak Allah Teâlâ şifa verir, dedi.
Bunun üzerine kral onu tuttu ve devamlı surette işkence etti. Nihayet genç,
rahibin yerini söyledi. Hemen rahip getirildi ve “dininden dön” denildi; fakat
o dinlemedi. Bunun üzerine kral testere istedi ve onu rahibin başının tam
orta yerine koyarak rahibi ikiye ayırdı. Her parçası bir yana düştü. Sonra
kralın meclis arkadaşı getirildi ve ona da “dininden dön” denildi, fakat o da
dinlemedi. Bunun üzerine kral, onun da başını testere ile ikiye ayırdı ve her
parçası bir yana düştü. Sonra genç getirildi ve “dininden dön” denildi, fakat
dinlemedi. Kral onu kendi arkadaşlarından bir gruba teslim etti ve onlara
şöyle dedi:
–Bunu filan dağa götürün ve oraya çıkarın. Dağın tepesine vardığınızda
dininden dönerse ne âlâ, dönmezse onu dağın tepesinden aşağı atın.
Onu götürdüler ve dağa çıkardılar. Genç:
–Allah’ım, bunların haklarından gel, dedi. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve hepsi
aşağı yuvarlandı. Genç yürüyerek kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakilere ne oldu, dedi. O:
–Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Bunun üzerine kral genci kendi
arkadaşlarından diğer bir gruba teslim etti ve:
Bunu karkur denilen gemiye koyup denizin ortasına götürün, dininden
dönerse ne âlâ, dönmezse atın denize, dedi. Hemen onu gemiye götürdüler.
Genç:
–Allah’ım, bunların da haklarından gel, bunları benden def et, dedi. Bunun
üzerine gemi onlarla beraber devrildi, onlar boğuldular. Genç yürüyerek
kralın yanına geldi. Kral ona:
–Yanındakiler ne yaptı, dedi. O:
–Beni, Allah Teâlâ onlardan kurtardı, dedi ve şunu ilave etti:
–Benim emredeceğim işi yapmadıkça sen beni öldüremezsin. Kral:
–Nedir o, dedi. Genç şöyle dedi:
–Halkı geniş bir meydana topla. Beni de hurma kütüğüne bağla. Sonra
ok kabımdan bir ok al, onu yayın tam ortasına yerleştir. Sonra, “Bu
gencin Rabbi olan Allah’ın adı ile” de ve oku at. Eğer bunu yaparsan beni
öldürürsün, dedi.
Bunun üzerine kral, halkı bir meydana topladı. Genci de bir hurma kütüğüne
bağladı. Sonra onun ok kabından bir ok aldı. Oku yayın ortasına koydu. “Bu
gencin Rabbi olan Allah’ın ismiyle” dedi ve oku attı. Ok, gencin şakağına
rastladı. Genç elini şakağına koydu ve öldü. Bunun üzerine ahali, “Bu gencin
Rabbine iman ettik.” dediler. Sonra (adamları) krala gelerek ona:
–Bak gördün mü? Vallahi korktuğun başına geldi; halk ona iman etti, dediler.
Bunun üzerine sokak başlarına hendekler açılmasını emretti, hendekler
alevlerle dolu idi. Kral:
–Yeni dinden dönmeyen kimseleri zorla ateşe atın yahut onları ateşe girmeye
zorlayın, dedi. Bunlar yapıldı. Hatta elinde çocuğuyla bir kadın geldi. Kadın
biraz duraksadı. Çocuk ona:
–Anneciğim, sabret, zira sen hak üzeresin, dedi.
(M7511 Müslim, Zühd, 73)
31. Enes (ra) anlatıyor:
Peygamber bir mezarın başında ağlayan bir kadına rastladı.
Allah’tan kork ve sabret, dedi. Kadın:
Geç git, benim başıma gelen musibet senin başına gelmedi, dedi. Peygamber’i
tanıyamamıştı. kendisine “O, Peygamber’di .” denilince kadın, Peygamber’in
kapısına geldi. Kapıda görevlilerin bulunmadığını gördü ve:
Ben seni tanıyamadım, (diye Peygamber’e özür beyan etti.) Bunun üzerine
Peygamber :
Sabır, musibetin ilk anında (gösterilirse sabır)dır, buyurdu.
(B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2139, M2140 Müslim, Cenâiz, 14-15)
32. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Mümin bir kulumun dünyada sevdiği dostunu
aldığım zaman, o kimse (sabrederse ve) Allah’tan ecir beklerse onun karşılığı
cennettir.”
(B6424 Buhârî, Rikâk, 6)
33. Hz. Âişe’den (ra) rivayet edildiğine göre o, Resûlullah’a veba
hastalığını sormuş, Allah Resûlü de ona şöyle cevap vermiştir:
Veba, Allah Teâlâ’nın dilediği topluluğa gönderdiği bir çeşit azaptı. Allah,
onu Müminler için rahmet kıldı. Veba hastalığına yakalanan, sabredip ecrini
umarak ve başına Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey gelmeyeceğini bilerek
memleketinde kalan kimse, şehit sevabına nail olur.*
(B5734 Buhârî, Tıb, 31)
* Burada tedaviye gerek duymaksızın ölümü bekleme değil bir tür karantina önerilmekte ve vebanın başka
yerlere yayılması önlenmektedir.
34. Enes’in (ra) Resûlulah’tan şöyle işittiği nakledilmiştir:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Herhangi bir kulumu sevgili gözlerini
kaybetmekle sınadığımda, eğer sabrederse gözlerine karşılık onu cennete
koyarım.”
(B5653 Buhârî, Merdâ, 7)
35. Atâ b. Ebû Rebâh’tan rivayet edilmiştir:
İbn Abbâs (ra) bana:
–Cennetlik bir kadını sana göstereyim mi, dedi. Ben de:
–Evet, (göster) dedim. O:
–İşte şu siyahî kadındır. Bu kadın Peygamber’e geldi ve:
–Saram tutuyor ve bedenim açılıyor, benim için Allah’a dua etsen, dedi.
Peygamber :
–İster sabret, cennetlik ol; istersen, sana afiyet vermesi için Allah’a dua
edeyim, dedi. Bunun üzerine kadın:
–Öyleyse sabredeyim, fakat bedenim açılıyor. Hiç değilse bedenimin
açılmaması için dua buyur, dedi. Peygamber de onun için dua etti.
(B5652 Buhârî, Merdâ, 6; M6571 Müslim, Birr, 54)
36. Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Mes’ûd (ra) anlatıyor:
–Şu an sanki Resûlullah’ı , peygamberlerden birini anlatırken -Allah’ın
salâtı ve selamı onlara olsun- görür gibiyim. Halkı onu dövmüş ve kan içinde
bırakmışlar; o, bir yandan yüzünün kanını siliyor, bir yandan da:
–Allah’ım, halkımı bağışla, zira onlar bilmiyorlar, diyormuş.
(B3477 Buhârî, Enbiyâ, 54; M4646 Müslim, Cihâd, 105)
37. Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Hz. Peygamber şöyle demiştir:
Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat,
hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına
kefâret kılar.
(B5641, B5642 Buhârî, Merdâ, 1; M6566 Müslim, Birr, 50)
38. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Peygamber’in yanına girdim, şiddetli bir sıtmaya yakalanmıştı.
–Yâ Resûlallah, sıtmadan dolayı çok sıkıntı çekiyorsun, dedim.
–Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar acı çekiyorum, dedi.
–Sana iki kat sevap olduğu için mi, dedim.
–Evet, dedi. Bir Müslüman küçük bir dikenin veya ondan daha büyüğünün
acısına maruz kalırsa, Allah bunu o Müslümanın kötülüklerine kefâret kılar.
Onun günahları, tıpkı ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökülür.
(B5648 Buhârî, Merdâ, 3; M6559 Müslim, Birr, 45)
39. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Allah hayrını dilediği kimseye, –günahlarına kefâret olsun diye– musibet verir.
(B5645 Buhârî, Merdâ, 1)
40. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Başına gelen bir musibetten dolayı hiç kimse ölümü istemesin. Mutlaka bir
şey istemek durumunda ise ‘Allah’ım, benim için yaşamak hayırlı ise beni
yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al.’ desin.
(B5671 Buhârî, Merdâ, 19; M6814 Müslim, Zikir, 10)
41. Ebû Abdullah Habbâb b. Eret (ra) anlatıyor:
Allah Resûlü’ne hâlimizden şikâyet ettik. Kâbe’nin gölgesinde hırkasına
yaslanmış oturuyordu.
Bizim için Allah’tan yardım dilemeyecek misin, bizim için Allah’a dua
etmeyecek misin, dedik. Bunun üzerine Resûlullah :
Sizden önceki devirlerde mümin bir adam yakalanır, onun için bir çukur
kazılır ve o içine atılır, sonra testere ile baştan aşağı ikiye ayrılır ve demir
taraklarla etleri ve kemikleri taranırdı da; bu bile onu dininden çevirmezdi.
Allah’a yemin ederim ki Allah Teâlâ bu dini kemale erdirecektir. Hatta binekli
bir kimse San’â’dan Hadramut’a kadar gidecek, Allah’tan ve koyunlarına
kurdun saldırmasından başka hiçbir şeyden korkmayacaktır. Ne var ki siz
sabırsızlanıyorsunuz.” buyurdular.
(B6943 Buhârî, İkrâh, 1)
Buhârî’nin diğer bir rivayetinde:
Peygamber hırkasına bürünmüştü. Biz, müşriklerin şiddetli baskısına
maruz kalmıştık, denilmektedir.
(B3852 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 29)
42. İbn Mes’ûd (ra) anlatıyor:
Resûlullah , Huneyn gününde ganimeti taksim ederken bazı kimselere
fazla verdi. Akra’ b. Hâbis’e yüz deve, Uyeyne b. Hısn’a da bir o kadar deve
verdiği gibi, Arap eşrafından bir topluluğa da hayli miktarda mal verdi. O gün
onlara öncelik verdi. Bunun üzerine bir adam:
–Vallahi bu taksimde adalet yoktur, bunda Allah’ın rızası gözetilmemiştir,
dedi. Ben de;
–Vallahi bunu Allah Resûlü’ne söyleyeceğim, dedim ve Peygamber’in
yanına gittim, o adamın sözlerini aktardım. Bunun üzerine Peygamber’in
yüzünün rengi değişti ve kıpkırmızı oldu. Sonra:
“Allah ve Resûlü adil olmazsa, başka kim adil olur?” dedi. Sonra, “Allah Musa’ya
rahmet etsin, o bundan fazla sıkıntıya uğradığı hâlde sabretti.” buyurdu. Ben
de bundan böyle Peygamber’e hiç kimsenin sözünü götürmeyeceğim,
diye ahdettim.
(M2447 Müslim, Zekât, 140; B3150 Buhârî, Humus, 19)
43. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Allah Teâlâ, bir kulunun iyiliğini dilerse onun cezasını dünyada verir. Eğer bir
kulunun kötülüğünü dilerse günahı karşılığı onu dünyada cezalandırmaz;
kıyamet gününde cezasını tam olarak verir.
Yine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Mükâfatın büyüklüğü, sıkıntının büyüklüğü nispetindedir. Allah Teâlâ bir
topluluğu severse onları sıkıntıya uğratır. Kim hâline razı olursa Allah da
ondan razı olur. Kim de başına gelenden dolayı öfkelenirse gazaba uğrar.*
(T2396 Tirmizî, Zühd, 56)
* Sıkıntı ve çilenin sevabı büyüktür diye bunlar aranmaz. Aksine Allah’tan sağlık ve afiyet istenir; fakat başa
gelince de sabredilir.
44. Enes (ra) anlatıyor:
Ebû Talhâ’nın oğlu hasta idi. Ebû Talhâ evden ayrılınca, çocuk öldü.
Eve döndüğünde:
–Oğlum nasıl oldu, diye sordu. Çocuğun annesi Ümmü Süleym:
–O şimdi rahata kavuştu, diye karşılık verdi. Ardından akşam yemeğini getirdi.
Ebû Talhâ akşam yemeğini yedikten sonra eşi ile beraber oldu. Bilahare eşi ona:
–Çocuğu gömün, dedi.
Ebû Talhâ sabahleyin Resûlullah’ın yanına gitti, gece olup bitenleri anlattı.
Peygamber , “Bu gece beraber oldunuz mu?” dedi. Ebû Talhâ:
–Evet, dedi. Peygamber , “Allah’ım, bunlara bereket ver.” dedi.
Ümmü Süleym bir oğlan çocuğu doğurdu. Bunun üzerine Ebû Talhâ bana:
–Çocuğu al, Peygamber’e götür, dedi. Bir miktar da hurma gönderdi.
Peygamber , “Çocuğun yanında bir şey var mı?” dedi.
–Evet, birkaç hurma var, dedim. Resûlullah, hurmaları ağzına alıp çiğnedikten
sonra çıkardı ve çocuğun ağzına koydu; damağını ovdu, adını Abdullah koydu.
(B5470 Buhârî, Akîka, 1; M5613 Müslim, Âdâb, 23)
Buhârî’nin diğer bir rivayetine göre İbn Uyeyne şöyle diyor:
Ensardan bir adam, Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüm, hepsi de Kur’an
okuyan kimselerdi, dedi.
(B1301 Buhârî, Cenâiz, 41)
Müslim’in bir rivayetine göre, Ebû Talhâ’nın Ümmü Süleym’den olan bir oğlu
vefat etti. Bunun üzerine kadın, ev halkına:
–Ebû Talhâ’ya oğlunun öldüğünü siz söylemeyin, ben kendim söylerim, dedi.
Ebû Talhâ eve döndü. Kadın onun akşam yemeğini getirdi. Ebû Talhâ yedi, içti.
Sonra kadın, Ebû Talhâ için daha önce hiç yapmadığı kadar güzel bir şekilde
süslendi. Ebû Talhâ hanımıyla yattı. Kadın, Ebû Talhâ’nın karnı doyduktan ve
kendisiyle beraber olduktan sonra ona şöyle dedi:
–Bir topluluk, bir ev halkına bir şeyi ödünç verirler de, sonra onu geri almak
isterlerse ev halkının onu vermemeye hakları olur mu? Bunu doğru görür
müsün? Ebû Talhâ:
–Hayır, dedi. Kadın:
–O hâlde oğluna karşılık Allah’tan sevap bekle, dedi. Bunun üzerine adam
öfkelendi ve:
–Kirleninceye kadar beni oyaladın, sonra bana oğlumun ölüm haberini verdin,
dedi. Hemen Resûlullah’a gelerek olup biteni haber verdi. Allah Resûlü :
–Allah, gecenizi mübarek kılsın, dedi.
Enes diyor ki: Kadın hamile kaldı. Resûlullah sefere çıktı. Kadın da
beraberdi. Peygamber , seferden döndüğünde geceleyin Medine’ye
girmezdi. Medine’ye yaklaştılar. Kadının ağrısı tuttu. Bu yüzden Ebû Talhâ,
yolundan kaldı. Resûlullah yoluna devam etti.
Enes anlatıyor: Ebû Talhâ şöyle dedi:
–Yâ Rabbi, bilirsin ki Resûlullah yolculuğa çıkarken onunla beraber
çıkmaktan, döndüğü zaman da onunla beraber dönmekten son derece
hoşlanırım. Şimdi ise gördüğün şu hâl beni yoldan alıkoydu. Bunun üzerine
Ümmü Süleym:
–Ey Ebû Talhâ, çocuk doğururken evvelce duyduğum ağrıları şimdi
duymuyorum, yoluna devam et, dedi. Biz de yürüdük.
Medine’ye döndüklerinde kadının ağrısı ağırlaştı ve bir oğlan çocuğu
doğurdu. Annem bana:
–Enes, çocuğu kimse emzirmesin, sabahleyin onu Resûlullah’a götür,
dedi. Sabah olunca çocuğu aldım, Allah Resûlü’ne götürdüm, dedi ve
hadisin tamamını anlattı.
(M6322 Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 107)
45. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir:
Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisini
tutan, iradesine sahip olandır.
(B6114 Buhârî, Edeb, 76; M6643 Müslim, Birr, 107)
46. Süleymân b. Surad’dan (ra) rivayet edildiğine göre o, şöyle diyor:
Peygamber ile birlikte oturuyordum. İki adam birbirine sövüp hakaret
ediyordu. Birisinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve boyun damarları şişmişti.
Bunun üzerine Resûlullah şöyle dedi:
Ben bir söz biliyorum ki eğer bu kişi onu söylerse üzerindeki hâl ondan gider;
eğer, “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm (Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.)”
derse üzerindeki hâl ondan sıyrılır, dedi. Adama, Peygamber , “Kovulmuş
şeytandan Allah’a sığın.” dedi, diye söylediler.
(B3282 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; M6646 Müslim, Birr, 109)
47. Muâz b. Enes’ten (ra) rivayet edildiğine göre
Peygamber şöyle buyurmuştur:
Bir kimse, öfkeden dilediğini yapmaya gücü yettiği hâlde öfkesini yenerse,
Allah Teâlâ kıyamet gününde halkın gözü önünde onu çağırır, hurilerden
istediğini seçmesine izin verir.
(D4777 Ebû Dâvûd, Edeb, 3; T2021 Tirmizî, Birr, 74)
49. Ebû Hüreyre’den (ra) rivayet edildiğine göre
Resûlullah şöyle buyurmuştur:
Mümin erkek ve kadının Allah’a günahsız olarak, tertemiz kavuşuncaya kadar,
canında, çoluk çocuğunda ve malında sıkıntı eksik olmaz.
(T2399 Tirmizî, Zühd, 56)
50. İbn Abbâs (ra) anlatıyor:
Uyeyne b. Hısn Medine’ye geldi ve yeğeni Hur b. Kays’ın evine geldi. Hur,
Hz. Ömer’e yakın kimselerden biriydi. Gençlerden ve yaşlılardan oluşan
Kurrâ (ilim heyeti), Hz. Ömer’in meclis ve müşavere arkadaşı idiler. Uyeyne,
yeğenine şöyle dedi:
–Ey kardeşimin oğlu, bu Emîr’in yanında senin itibarın var. Huzuruna kabul
edilmem için kendisinden izin iste, dedi. Talep üzerine Hz. Ömer de izin verdi.
Uyeyne, Ömer’in (ra) yanına gelince:
–Ey Hattâb oğlu! Vallahi sen bize çok bir şey vermiyorsun. Aramızda adaletle
hükmetmiyorsun, dedi. Ömer (ra), bu söze çok kızdı hatta onu cezalandırmak
istedi. Bunun üzerine Hur:
–Ey müminlerin emîri, Allah Teâlâ, Peygamberine , “Sen af yolunu tut,
iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.”* buyuruyor; bu da cahillerdendir, dedi.
Allah’a yemin ederim ki Hur bu âyeti okuyunca, Ömer daha ileri gitmedi; zira
Ömer, Allah’ın Kitabı’na son derece bağlı idi.
(B7286 Buhârî, İ’tisâm, 2)
* A’râf, 7/199.
51. İbn Mes’ûd’dan (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah :
–Kuşkusuz benden sonra adam kayırmalar ve yadırgayacağınız
birtakım işler olacak, buyurdu.
–Ey Allah’ın Resûlü, o zaman ne yapmamızı emredersiniz, dediler. Resûlullah :
–Yükümlülüklerinizi yerine getirir, kendi hakkınızı ise Allah’tan istersiniz, dedi.
(B3603 Buhârî, Menâkıb, 25; M4775 Müslim, İmâre, 45)
52. Ebû Yahyâ Üseyd b. Hudayr (ra) anlatıyor:
–Ey Allah’ın Resûlü, filan kimseyi vali tayin ettiğiniz gibi, beni de vali tayin
etmez misin, dedi. Peygamber :
–Siz benden sonra adam kayırma gibi durumlarla karşılaşacaksınız, bana
(âhirette) havuz başında kavuşuncaya kadar sabredin, buyurdu.
(B3792 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 8; M4779 Müslim, İmâre, 48)
53. Ebû İbrahim Abdullah b. Ebû Evfâ (ra) anlatıyor:
Resûlullah , düşmanla karşılaştığı savaş günlerinden birinde, güneş
batmaya meyledinceye kadar bekledi. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı:
Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan afiyet, (huzur ve
asayiş) dileyin. Ancak düşmanla karşılaşınca da sabredin, dayanın ve bilin ki
cennet, kılıçların gölgeleri altındadır, dedi. Sonra:
Ey Kitab’ı indiren, bulutları gezdiren, düşman güçlerini dağıtan Allah’ım,
onları darmadağın et ve onlara karşı bize yardım et, buyurdu.
(M4542 Müslim, Cihâd, 20; B2965, B2966 Buhârî, Cihâd, 112)
@hutbetussahra:
Bu bölümden çıkarmış olduğum dersler:
-Sürekli zikir çekmek ve hamd etmek gerekir. (No. 25)
-Sadaka vermek çok önemlidir. (No. 25)
-Sabretmek çok önemlidir. (No. 26)
-Sabredeni ALLAH(c.c.) sabrettirir. (No. 26)
-Merhametli olana ALLAH'da merhamet eder. (No. 29)
-"ALLAH'ım, bunlara karşı Sen bana -dildeğin şekilde- yetersin." (No. 30)
-Sabır, ancak musibetin ilk geldiği andadır. (No. 31)
-Musibetler aslında rahmet ve nimettir. (No. 38)
-Musibetler karşısında ölüm istenmez. (No. 40)
-Eğer ALLAH(c.c.) bir kuluna hayır dilerse cezasını dünyada verir. (No. 43)
-Eğer ALLAH(c.c.) bir kuluna şer dilerse cezasını ahirete bırakır. (No. 43)
-İmtihana öfke değil, rıza ve sabır gösterilmelidir. (No. 43)
-Gerçek kuvvet öfkeyi dizginleyebilmektedir. (No. 45)
-Öfke anında euzu besmele çekmek gerekir. (No. 46)
-"Bağışlama yolunu tut. İyiliği emret ve cahillere aldırma."[A'râf:119] (No. 50)
-Ne olursa olsun üzerindeki hakkı yerine getir. (No. 51)
-Düşmanla karşılaşmayı istememek gerekir. (No. 53)
-Cennet kılıçların gölgesi altındadır. (No. 53)
-"Ey Kitabı indiren, bulutları yürüten, İslam aleyhine toplanan grupları dağıtan ALLAH'ım, onları dağıt, hezimete uğrat, onlara karşı bize yardım ve zafer ver." (No. 53)
NOT: PDF'teki hadis numaraları ile fiziksel kitaptaki hadis numaraları arasında +/- 1 fark olabilir.