Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sadakat Seferi: Tebük

H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Sadakat Seferi: Tebük

Tereddütler


Resulüllah'm Bizans ordusuna karşı hazırlık çağrısı ilk anda birçok kişi tarafından gereksiz bulundu. Hasat zamanı yaklaşmıştı. Yakın zamanda hurmalar hasat edi*lecekti. Eğer savaş için Suriye'ye kadar gidilirse, bu en az iki aylık bir yolculuk de*mekti ve tek geçim kaynağı olan hurmaları hasat etmek mümkün olmayacaktı. Üstelik Bizans çok güçlü bir devletti. Mûte'den hareketle biliyorlardı ki, Bizans'ın profesyonel ordusuna karşı koymak zor işti. Açıkça bir saldırı olmadan harekete geçmek düşmanı kışkırtmaktan başka bir anlama gelmeyecekti. Bu ise son derece büyük bir tehlikeye davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildi. Ayrıca, aylardan eylül idi ve havalar çok sıcak geçiyor, yaz mevsiminin yakıcı sıcakları hâlâ devam ediyordu. Üstelik gidilecek yer çok uzaktı. Tüm bunları dikkate alınca, Bizans or*dularının bir saldırısı olmadan harekete geçmenin gereksiz olduğunu savunanlar çoktu. Fakat müminlerin, Resulüllah'm tartışmaya açmadan ilan ettiği kararı kar*şısında, imanlarının gereğine uygun bir şekilde emre itaat edip, emredildiği gibi hazırlanmaktan başka yapabilecekleri bir şey de yoktu. Zira imanları, vahye daya*nan isteklerde kesin itaati gerektiriyordu. Resulüllah tartışmaya açmadan bir is*tekte bulunduğuna göre bu vahye dayanan bir istek olmalıydı. Müslümanlar, iste*meseler bile, hazırlıklara başladılar. Açıkça ifade etmiyorlardı ama bu seferki sa*vaş hazırlıklarının gereksiz ve hatta tehlikeli bir girişimin ilk adımı olduğunu dü*şünüyorlardı. Kalpleri bilen ALLAH, bir ayeti ile uyarıda bulunup, Müslümanlardan durumlarını gözden geçirmelerini istedi: 'Ey iman edenler! Size ne oldu ki, 'ALLAH yolunda savaşa çıkın!' denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatım ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazdanız, (ALLAH) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O'na hiçbir zarar veremezsiniz. ALLAH her şeye kadirdir. Eğer siz ona (Resulüllah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); ALLAH O'na yardım eder: (Hatırlayın ki) kâfir*ler O'nu, iki kişiden biri olarak (Ebû Bekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı. On*lar mağaradaydılar. O, arkadaşına 'Üzülme, çünkü ALLAH bizimle beraberdir' diyor*du. Bunun üzerine ALLAH ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi, onu sizin görme*diğiniz bir ordu ile destekledi ve kâfir olanların sökünü alçalttı. ALLAH'ın sözü ise za*ten yücedir. Çünkü ALLAH üstündür, hikmet sahibidir. (Ey müminleri) Gerek hafif, ge*rek ağır olarak savaşa çıkıp., mallarınızla ve canlarınızla ALLAH yolunda cihat edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.[145] Bu ilâhî uyarı Müslü*manlar için fazlasıyla yeterliydi. Hemen içten gelerek hazırlıklara başladılar. Or*dunun hazırlanmasında birbiriyle yarışmaya ve sahip oldukları mal varlıklarını ordu için bağışlamaya başladılar.

celalettin vatandaşın siyerinden..
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Sıcak, açlık ve yorgunluk nedeniyle oldukça zor geçen yolculuk Medine'ye 780 ki*lometre mesafedeki Tebük'e kadar devam etti. Medine'den başlayan ve Tebük'e uzanan yolculuk on dokuz gün sürdü.
 
H Çevrimdışı

Hattab Amedi

İslam-tr Mudâvimi
İslam-TR Üyesi
Hayırda Yarış Resulüllah'ın kararında ısrarlı olması ve vahyolunan ayetler, Müslümanlar için, nasıl davranacaklarını tespit konusunda fazlasıyla yeterliydi. El birliğiyle hazırlık*larını tamamlamaya çalıştılar. Resulüllah'ın yardımlaşma çağrısı gereği aralarında güzel bir yarış başladı. Müslümanların zenginlerinden bir çoğu, mal varlıklarının yarısını veya yarısına yakın kısmını bağışlayarak, birçok mücahidin bineğini ve savaş araçlarını temin ettiler. Bu şekilde bağışta bulunanlar arasında Talha b. Ubeydullah, Abbas b. Abdulmuttalib, Sâ'd b. Ubâde, Muhammed b. Mesleme, Abdurrahman b. Avf, Asım b. Adiyy, Osman b. Affan vardı. Ordu teşkili için hazır*lıkların yürütüldüğü, Müslümanların yardımlaşmada birbirleriyle yarıştıkları bu günlerde birçok dikkat çekici olay yaşandı. Bunların her biri, Müslümanların imanlarmdaki samimiyetleri açığa vuran olaylardı. Şunlar bunun örneklerinden sadece birkaçıdır: Hz. Ebû Bekir ve Ömer arasında gizli bir yarış vardı. Yarışları kişisel menfaat*lerinde değil, hayır işlerindeydi. Ebû Bekir bu yarışlarda her zaman önde olmuş, imanındaki samimiyet, imanının gerektirdiği fedakârlık, hep Ömer'in bir adım önünde yer almasına vesile olmuştu. Bizans'a karşı hazırlanan ordu için yardım*laşma çağrısı yapıldığı zaman, Ömer çoktandır beklediği fırsatlardan birisini elde ettiğini düşündü. O zaman düşündüğü ve yaşadığı şeyleri bizzat kendisi şöyle an*latmıştır: 'Bu sefer Ebü Bekir'i geçeceğim' deyip, servetimin yansını götürüp Resulül-lah'a verdim. Resulüllah 'Ömer! Ailene ne bıraktın?' dedi. Servetimin diğer yansım bı*raktığımı söyledim. Büyük bir merakla Ebü Bekir'in ne yapacağını bekliyordum. Onun benim kadar çok bağışta bulunacağını sanmıyordum. Bir süre sonra Ebû Bekir geldi ve mümkün olduğunca gizleyerek bağışım Resulüllah'a takdim etti. Gördüğüm kadarıyla Resulüllah'a verdikleri benim bağışımdan azdı. Sevindim. Nihayet Ebû Be*kir'i geçmiştim. Resulüllah, bana sorduğu gibi Ebû Bekir'e de sordu: 'Ebû Bekir! Aile*ne ne bıraktın?'. Ebü Bekir 'Onlara Allah ve Resulünü bıraktım. Bu onlara yeter. Baş*ka bir şey bırakmadım' dedi. Anladım ki neyi varsa her şeyini getirip vermişti. Evin*de hiçbir şey bırakmamıştı. Yarışı yine kaybetmiştim. 'Ey Ebû Bekir! Bu sefer de ha*yırda beni geçtin. Bir daha seninle yarışmayacağım. Çünkü seni hiç geçemeyeceğimi biliyorum' dedim ve bir daha hayır işlerinde onu geçmeyi ummadım.[147] Resulüllah bazı kimselerle birlikte otururken, devesinin yularından tutup ge*len bir adam gördüler. Kısa boylu, yoksul görünümlü, çirkin ve siyah denecek ka-N dar koyu renkli adam Resulüllah'ın yanma gelip 'Ey Allah'ın Resulü! Bağışlamak için başka bir şeyim yok. Bunu kabul eder misin' diyerek devesini gösterdi. Resulül*lah bağışı kabul ettiğim bildirince de devesini bırakıp gitti. Orada oturanlardan hiç kimse bu adamın kim olduğunu bilmiyordu. İçlerinden birisi görünüşünden hoşlanmadığı adamı aşağılamak için 'Bağışladığı şey kendisinden daha güzel ve de*ğerli' dedi. Resulüllah bu sözden hoşlanmadı. O adamı hor gören kişiye bakarak 'Doğru söylemiyorsun. Düşündüğün gibi değil. O senden de, bağışladığı deveden de da*ha değerli [148] dedi. Habbab b. Akil son derece yoksul birisiydi. Resulüllah'ın ordu için bağış çağ*rısını işitince, ne bağışlayacağım düşündü. Ama bağışlayabileceği hiçbir şeyi yok*tu. Ne yapacağını düşünürken, aklına bir çare geldi. Bir bahçe sahibi için sabaha kadar su taşıyıp, emeğinin karşılığı olarak bir miktar hurma aldı. Sonra, aslında o hurmaları yemeye herkesten daha muhtaç olmasına rağmen, getirip Resulültah'm yanma bıraktı ve Ta Resulallah! Bağışlamak için bundan başka bir şeyim yok. Ka*bul buyuf dedi. Resulüllah, eğer kabul etmese üzüleceğini bildiği sahabesini üz*memek için bağışını kabul etti ve 'Allah bağışını kabul etsin. Kazancını bereketlen*dirsin' diye dua ederek, görevliden o hurmaların bağış hurmalarına katılmasını is*tedi. Kadınların en önemli maddî varlıkları mehirlerinin bir parçası olan takılarıy*dı. Onlar eşlerinin bağışlarında kendilerinin de paya sahip olduklarını, hayırda eş*lerine ortak olduklarını bilmelerine rağmen, bir de ayrıca bağışta bulunmayı arzu-ladılar. Çoğu taktlarım bağışlayarak ordunun hazırlığına katkı sağlamaya çalıştı. Bununla ilgili olarak Ümm-ü Sinan lakaplı bir kadının tanıklığı önemlidir. Ümm-ü Sinan, gördüğü bir şeyi şöyle anlatmıştır: Ayşe'nin odasına gitmiştim. Yerde bir örtü seriliydi. Örtünün üzerinde çokça biledik, pazubend, halhal, yüzük, küpe vardı. Bunların hepsi Müslüman kadınların bağışlarıydı. Savaş için hazırlanan ordu için ba*ğışlamışlardı. Müslümanlar bağışa birbirleriyle yarışırlarken münafıklar boş durmuyor, çok bağışta bulunan Müslümanları aşağılamak için 'gösteriş yapıyor', az bağışta bulu*nanlar için de 'Allah'ın onun bağışına ihtiyacı mı var? Bu şey bağış sayıîır mı?' diyorlardı. Fakat Müslümanlar bu zihin karıştıran, moral bozan dedikodulara ve oyunlara aldırmadan imanlarının gereği olan 'işittik ve itaat ettik1 tutum ve anlayı*şı içinde bulunmaya devam ettiler. Münafıkların sinsi planları ve kötü durumları ise bir ayetle deşifre edildi. Söz konusu ayet şöyleydi: '(Münafıklar), Allah'ın, on*ların sırrım da fısıltılarım da bildiğini ve gayblan (gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğu*nu hâlâ anlamadılar mı? Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden haşhaşım bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır.[149] Münafıklar Ve Müslümanlar Hazırlıklar çabucak tamamlandı. Resulüllah ordugâhı Senetü'l Veda tepesine kur*du. Farklı yerleşim merkezlerindeki Müslümanlar gruplar halinde Medine'ye gel*meye başladılar. Yaklaşık otuz bin kişi toplandı. Bu risâlet sürecinde, Resulüllah'm komuta ettiği en büyük orduydu. Medine'den ayrılış günü yaklaşınca münafıklar çeşitli bahanelerle gelip orduya katılmamak için izin istemeye başladılar. Resulül*lah Müslümanlardan yaşlı, genç her kim olursa olsun orduya katılmalarını istemiş, vahyolunan ayetler de bu savaşa katılmanın önemine dikkat çekmişti. Resulüllah, buna rağmen, orduya katılmamak için değişik bahaneler üreten ve Medine'de kal*mak için izin isteyen herkese izin verdi. Zira asıl amacın ne olduğunu biliyordu. Şurası açıktı ki bu bir anlamda imanın test edildiği bir sefer olacaktı ve geride ka*lanlar bunu kaybetmiş, imanlarının mahiyetini ortaya koymuş oluyorlardı. Medi*ne'de ikamet eden münafıkların bedeviler üzerinde de etkisi görüldü ve bazı bede*viler savaşa katılmamak için yığınla bahaneler dile getirdiler. Hepsine izin verildi. Bu şekilde orduya katılmayanların sayısı seksen civarındaydı. O günlerde vahyolu*nan bir grup ayet münafıkların ve münafıkların oyununa gelen bedevilerin asıl ni*yetlerini şöyle açığa vurdu: 'Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır ki, münafıklıkta maharet kazanmışlardır. Sen onları bil*mezsin, biz biliriz onları. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar büyük bir aza*ba itiîecekler.[150] Diğer bir ayet ise münafıklara kolaylıkla izin verdiği için Resulüllah'a uyarıda bulundu: 'Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler İyice belli olup, yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?.[151] Münafıklar orduya katılmayıp geride kalmak için bahaneler uydurup, izin al*maya çalışırlarken, orduya katılmamak için haklı gerekçeleri olan Müslümanlar ise engelleyici şartları yok edip, orduya katılmak için çabalıyorlar ve böylelikle imanlarının gereğine göre davranmış oluyorlardı. Bu konuda bir grup Müslüma-nın samimiyeti ayete konu olacak kadar önemliydi ve yüce Allah onların imanla*rına tanıklık etti. Ayet şöyleydi: 'Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde, 'Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum' deyince, harcayacak bir şey bulamadıkla-rından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek dönen kimselere sorumluluk yoktur.[152] Söz konusu kimseler bir grup yoksul Müslümandı. Yedi kişiydiler. Çok yoksul oldukları ve ordu için yapılan bağışlar kendilerine ulaşmadığı için bi*nek hayvanına sahip değillerdi. Böylesi çok uzun bir yolculuğa yaya katılmak ise mümkün değildi. Resulüllah'a gelerek durumlarını anlatıp, kendilerine binek ve*rilmesini istediler. Ordu için yapılan bütün yardımlar harcanmış ve hiçbir şey kal*mamıştı. Bu yoksul Müslümanlara verilecek bir şey yoktu. Resulüllah, kendisine sunulan istek karşısında 'Size verecek bir şeye sahip değilim' dedi. O yoksul Müs*lümanlar istemedikleri bir cevap almışlardı. Bu durumda orduya katılamayacak*lardı. Halbuki, ordudan geride kalmak istemiyorlardı. Görünüşte münafıklarla ay*nı safta olmaktan korkuyor ve kaçmıyorlardı. Üzüldüler. Üzüntülerinden ağladı*lar. Üzüntüleri ileri safhaya erişti. Ne yapacaklarını bilmiyor, problemlerini çöze*cek bir çare de bulamıyorlardı. İşte o aşamada söz konusu ayet vahyotundu ve yü*ce Allah onların imanlarına, imanlarmdaki samimiyetlerine tanıklık etti. Onların yoksullukları ayetle de dile getirilince, hâlâ bir miktar imkâna sahip bulunan Müslümanlardan bazıları bu yedi kişinin ihtiyaçlarını karşılayarak orduya katılmalarını sağladılar. Hareket vakti gelince, Resulüllah, Muhammed b. Mesleme'yi kendisine veka*let etmesi için Medine'de bıraktı. Ayrıca Ali'ye de Peygamber ailesine mensup ka*dın ve çocukların ihtiyaçlarım karşılamak, güvenliklerini sağlamak için Medi*ne'de kalmasını söyledi. Ali hiç istemediği bir şeyle karşı karşıyaydı. Halbuki o or*duya katılmak ve gerekirse savaşmak istiyordu. İmanının ve yiğitliğinin gereği bu idi. Fakat Resulüllah'm isteği hoşuna gitmediği halde kabul etti ve ordugâhtan ay*rılıp Medine'ye döndü. Zira, Resulüllah'm tercihine rağmen tercihte bulunmak onun yapacağı bir şey değildi. Ancak Medine'ye dönünce münafıkların alaylany-la karşılaştı. Münafıkların dedikodularından çok rahatsız oldu. Hemen yola çıkıp hareket etmek üzere olan orduya yetişti. Doğruca Resulüllah'm yanma gidip 'Ey Allah'ın Resulü.' Beni kadın ve çocuklarla birlikte bırakma. Müsaade et ben de gele*yim. Ben senin yanında olmak istiyorum' dedi. Resulüllah onun bu isteğini kabul et*medi, isteğini, Ali'yi üzmeden tekrar dile getirdi. 'AHİ Harun Musa'nın yanında ne ise sen de benim yanımda öylesin. Ancak ne var ki benden sonra peygamber gelmeyecek [153] dedi. Resulüllah bu sözüyle Hz. Musa ile Harun'un kardeşliğini, İslâm'ı teb*liğ ve beyandaki yardımlaşmalarını hatırlatıyor ve orduya katılıp-katılmamanın Müslüman-münafık ayrımında ölçü kılınmasına rağmen bu durumun Ali için ge-Çerli olmadığını, onun imanına kendisinin ve Allah'ın şahitlik ettiğini ifade etmiş ötüyordu; aynen Musa'nın yanında Harun örneğinde olduğu gibi. Bunun üzerine Ali, kalbinde bir sıkıntı olmadan Medine'ye döndü ve münafıkların alaylarına hiç aldırış etmedi. Talha b. Ubeydullah ordunun sağ kanadına, Abdurrahman b. Avf ise sol kana*dına komutan tayin edildiler. En büyük iki sancaktan birisini Ebû Bekir, diğerini de Zübeyr b. Avvam taşıyordu. Ayrıca başka sancaklar da vardı. Evs'in sancağı Üseyd b. Hudayr'da, Hazreç'in sancağı Ebû Dücane'deydi. Bunların yanı sıra bazı birliklerin kendilerine ait sancakları vardı. Zeyd b. Sabit ve Muaz b. Cebel bu san*caklardan ikisini taşıyorlardı.


[147] Vakıdî, Meğazi, IIİ/991; Belâzürî, Ensâbül Eşraf, 1/368; îbnü'l Esir, Üsdü'l Gabe, III/326, 327.
[148] Taberî, Câmiu'l-Beyân fî Tefslril-Kur'ân, X/196.
[149] Tev-be, 9:78,79
[150] Tevbe, 9:101
[151] Tevbe, 9:43
[152] Tevbe, 9:92
[153] Müslim, Fezaili' Sahabe 4; Tirmizî, Menakıb 21; Ahmed, Müsned, 1/182, 183; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'J-Kübra, II1/24.


Devam edecek inşaALLAH..
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt