Sayın Görmez! Hatanın Kaynağı, Laik Demokratik Sistemdir
Öncelikle birkaç gün önce zalimane bir şekilde, hunharca katledilen Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.
Hâdise malum, genç bir kızın boğazı kesilerek katledilmesi ve ardından yakılması şeklinde cereyan etmiştir. Tabi bu meş’um hadisenin üzerinden çok şeyler söylendi…
Toplum tepkisini dile getirdi, devlet tepkisini dile getirdi. Kısacası bu elim hadisenin üzerinden herkesler bir şeyler söyledi. Kimileri faillere nefretlerini kusarken, kimileri de toplum ve devlet olarak geldiğimiz vaziyeti/durumu sorgulamamız gerektiğini söyledi.
Ama yazılanların, söylenenlerin arasında öylesi vardı ki üzerinde konuşulmayı ziyadesiyle hak ediyordu. O da T.C. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in twitter hesabından konuyla alakalı olarak paylaştıklarıydı.
Görmez’in paylaştığı tweetlerin bir bölümünde şu ifadeler yer alıyordu; “Artık devlet ve toplum olarak nerede, nasıl hata yapıldığının ve insan yetiştirme düzenimizin sıkı bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Görmez aslında devlet olarak nerede hata yapıldığını sorguluyor ve durumun tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyordu.
O zaman ben de sorarım;
- Sayın Görmez yapıla gelen en fahiş hata, bu devletin Laik Demokratik Cumhuriyet esaslarına dayandığı için olmasın sakın?
- Buna benzer cinayetlerin, tecavüzlerin, hırsızlıkların önünün alınamıyor olmasının baş müsebbibi demokratik nizamdan kaynaklanan yasalar sebebiyle olmasın sakın?
Bilinmelidir ki, bütün problemlerin, vahşetin kaynağı hiç kuşkusuz Laik Demokratik Cumhuriyetin bizzat kendisidir.
Niçin mi?
Hilâfet Devleti’nin ilgasının ardından yerine ikame edilen Türkiye Cumhuriyeti Laiklik akidesi gereği Allah’ın hükümlerini hayattan kovmuş ve raflara hapsetmiştir. Allah’ın hükümleri ve vahiy kaynaklı mualacatların/çözümlerin yerini beşerî hükümler ve mualacatlar/çözümler almıştır. Özlü bir ifadeyle şeri kanunların/hükümlerin yerini şeri olmayan beşer kaynaklı yasalar ve hükümler almıştır.
Bunun daha öz anlatımı şudur: Mevcut laik sistem insan fıtratına uygun ve kalbe mutmainlik sağlayan çözümleri bir kenara atıp insan fıtratına muhalif ve hatta insan fıtratını bozan çözümleri insanlar üzerinde tatbik etmeye başlamış, fıtratı bozuk bir nesil ile bizi baş başa bırakmıştır. Yaşanan bu yozlaşmanın başlıca sebebi de işte budur.
İsterseniz biraz da Allah’ın hükümlerini hayattan kovan “ Laikliği” tanıyalım.
Lâiklik; dinin devletten tamamen ayrılmasıdır. ‘Dinî hükümlerin devlet işlerine müdahale etme hakkının olmaması’ şeklinde tarif edilmiştir. Yani Mâlik’in, mülk sahibi olan Allah’ın mülkünde Allah’ın sözünün geçmemesidir. İslâm’ı hayattan kovmaktır. Allah’ın hükümlerinin hayata müdahalesine izin vermemektedir.
İslâm Dini ise insanoğlunun hem dünyada hem de ahirette saadetini temin eden bir dindir. Saadetin temini ise ancak hayata ilişkin kalbe mutmain verici hükümlerin hayatta uygulanmasıyla mümkündür. Zaten Allahu Teâlâ rahmet ve şifa kaynağı İslâm Dini’ni insanlığa tatbik edilmesi için gönderdiğini sarahaten beyan etmektedir:
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.” (Nisa: 105)
Gelelim spesifik olarak Özgecan’ın hadisesine. Bilindiği üzere T.C. yasalarına göre cinayet suçlarının cezası hapistir. Başta da ifade ettiğim gibi bu İslâm’ın düzenlemesi ve yasaları değildir. Hal böyle olunca düzenlemeler de mutmain verici olmamaktadır. İslâm’ın cinayetlerdeki uygulaması ise- tabi şartları bünyesinde taşıdığında- kısastır. Ve İslâm’da Ukubat Nizamı’nın üzerine temellendiği esas ise caydırıcılığın olmasıdır.
Ukubat (Cezalar), insanları suç işlemekten alıkoymak için vardır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُوْلِي الاَلْبَابِ
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” (el-Bakara 179) Yani Allah Azze ve Celle zımnen söyle demek istiyor; “ey akıl sahipleri! Kısas hükmü sizin lehinize/faydanıza bir hükümdür.” Kısas hükmünün gereği olarak öldüren bir kimsenin öldürülmesi büyük bir hikmettir. Kısas, canı ve hayatı devam ettiren, koruyan bir hükümdür. Katil öldürüleceğini bildiği zaman öldürmekten vazgeçer ve böylece nefisler için hayat sağlanmış olur. Zira bir başkasını öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilen akıl sahibi bir kimse böyle bir işe kalkışmaz. Tüm ukubatların mantığı budur ve ukubatların caydırıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır. Buna ilaveten İslam, ukubatı bir temizlenme aracı da kılmıştır. Bir yandan caydırıcılık ilkesini en üst seviyede uygularken diğer yandan Allah’ın kulları üzerindeki rahmeti de tecelli etmiştir. Dünya hayatında işlenen suçlar dünya hayatında şeri ölçülere göre karşılığı verildiğinde ahirette hesabı sorulmayacaktır. Suç işleyen cezasını çeken ve güzel bir şekilde tövbe eden ahirette bu işlediği suçtan hesaba çekilmeyecektir. İşte İslam böylesin dengeli ve adaletli çözümler getirmiştir.
Bu nedenle diyoruz ki: Müslümanlar çözümü Laik Demokratik Cumhuriyet rejimleri içerisinde aramak yerine, insanoğlunun hem dünyada hem de ahirette saadetini temin eden, kalbe mutmain veren Allah’ın hükümlerinde aramalıdırlar. Ki Allah’ın hükümlerinin kâmil manada tatbik edilebilmesi ne Cumhuriyet Nizamındadır, ne Krallıktadır, ne de Demokratik Başkanlık sistemindedir. Allah’ın hükümlerinin kâmil manada tatbik edecek ancak ve ancak II. Râşidî Hilâfet Devleti’dir.
Sayın Görmez Kur’an ve Hadis ilmini bilen, Müslümanlar namına din işlerinin düzenlendiği(!) makamın en tepesinde oturan birisi olarak size düşen sorumlulukta, Laik Demokratik Cumhuriyet yönetiminin başlı başına hatanın kaynağı olduğunu korkusuzca haykırmaktır. Yoksa demagoji yapmak değil.
@a_imamoglu_
Öncelikle birkaç gün önce zalimane bir şekilde, hunharca katledilen Özgecan Aslan’a Allah’tan rahmet, yakınlarına da sabr-ı cemîl niyaz ediyorum.
Hâdise malum, genç bir kızın boğazı kesilerek katledilmesi ve ardından yakılması şeklinde cereyan etmiştir. Tabi bu meş’um hadisenin üzerinden çok şeyler söylendi…
Toplum tepkisini dile getirdi, devlet tepkisini dile getirdi. Kısacası bu elim hadisenin üzerinden herkesler bir şeyler söyledi. Kimileri faillere nefretlerini kusarken, kimileri de toplum ve devlet olarak geldiğimiz vaziyeti/durumu sorgulamamız gerektiğini söyledi.
Ama yazılanların, söylenenlerin arasında öylesi vardı ki üzerinde konuşulmayı ziyadesiyle hak ediyordu. O da T.C. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in twitter hesabından konuyla alakalı olarak paylaştıklarıydı.
Görmez’in paylaştığı tweetlerin bir bölümünde şu ifadeler yer alıyordu; “Artık devlet ve toplum olarak nerede, nasıl hata yapıldığının ve insan yetiştirme düzenimizin sıkı bir şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Görmez aslında devlet olarak nerede hata yapıldığını sorguluyor ve durumun tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyordu.
O zaman ben de sorarım;
- Sayın Görmez yapıla gelen en fahiş hata, bu devletin Laik Demokratik Cumhuriyet esaslarına dayandığı için olmasın sakın?
- Buna benzer cinayetlerin, tecavüzlerin, hırsızlıkların önünün alınamıyor olmasının baş müsebbibi demokratik nizamdan kaynaklanan yasalar sebebiyle olmasın sakın?
Bilinmelidir ki, bütün problemlerin, vahşetin kaynağı hiç kuşkusuz Laik Demokratik Cumhuriyetin bizzat kendisidir.
Niçin mi?
Hilâfet Devleti’nin ilgasının ardından yerine ikame edilen Türkiye Cumhuriyeti Laiklik akidesi gereği Allah’ın hükümlerini hayattan kovmuş ve raflara hapsetmiştir. Allah’ın hükümleri ve vahiy kaynaklı mualacatların/çözümlerin yerini beşerî hükümler ve mualacatlar/çözümler almıştır. Özlü bir ifadeyle şeri kanunların/hükümlerin yerini şeri olmayan beşer kaynaklı yasalar ve hükümler almıştır.
Bunun daha öz anlatımı şudur: Mevcut laik sistem insan fıtratına uygun ve kalbe mutmainlik sağlayan çözümleri bir kenara atıp insan fıtratına muhalif ve hatta insan fıtratını bozan çözümleri insanlar üzerinde tatbik etmeye başlamış, fıtratı bozuk bir nesil ile bizi baş başa bırakmıştır. Yaşanan bu yozlaşmanın başlıca sebebi de işte budur.
İsterseniz biraz da Allah’ın hükümlerini hayattan kovan “ Laikliği” tanıyalım.
Lâiklik; dinin devletten tamamen ayrılmasıdır. ‘Dinî hükümlerin devlet işlerine müdahale etme hakkının olmaması’ şeklinde tarif edilmiştir. Yani Mâlik’in, mülk sahibi olan Allah’ın mülkünde Allah’ın sözünün geçmemesidir. İslâm’ı hayattan kovmaktır. Allah’ın hükümlerinin hayata müdahalesine izin vermemektedir.
İslâm Dini ise insanoğlunun hem dünyada hem de ahirette saadetini temin eden bir dindir. Saadetin temini ise ancak hayata ilişkin kalbe mutmain verici hükümlerin hayatta uygulanmasıyla mümkündür. Zaten Allahu Teâlâ rahmet ve şifa kaynağı İslâm Dini’ni insanlığa tatbik edilmesi için gönderdiğini sarahaten beyan etmektedir:
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.” (Nisa: 105)
Gelelim spesifik olarak Özgecan’ın hadisesine. Bilindiği üzere T.C. yasalarına göre cinayet suçlarının cezası hapistir. Başta da ifade ettiğim gibi bu İslâm’ın düzenlemesi ve yasaları değildir. Hal böyle olunca düzenlemeler de mutmain verici olmamaktadır. İslâm’ın cinayetlerdeki uygulaması ise- tabi şartları bünyesinde taşıdığında- kısastır. Ve İslâm’da Ukubat Nizamı’nın üzerine temellendiği esas ise caydırıcılığın olmasıdır.
Ukubat (Cezalar), insanları suç işlemekten alıkoymak için vardır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَا أُوْلِي الاَلْبَابِ
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” (el-Bakara 179) Yani Allah Azze ve Celle zımnen söyle demek istiyor; “ey akıl sahipleri! Kısas hükmü sizin lehinize/faydanıza bir hükümdür.” Kısas hükmünün gereği olarak öldüren bir kimsenin öldürülmesi büyük bir hikmettir. Kısas, canı ve hayatı devam ettiren, koruyan bir hükümdür. Katil öldürüleceğini bildiği zaman öldürmekten vazgeçer ve böylece nefisler için hayat sağlanmış olur. Zira bir başkasını öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilen akıl sahibi bir kimse böyle bir işe kalkışmaz. Tüm ukubatların mantığı budur ve ukubatların caydırıcılığı da buradan kaynaklanmaktadır. Buna ilaveten İslam, ukubatı bir temizlenme aracı da kılmıştır. Bir yandan caydırıcılık ilkesini en üst seviyede uygularken diğer yandan Allah’ın kulları üzerindeki rahmeti de tecelli etmiştir. Dünya hayatında işlenen suçlar dünya hayatında şeri ölçülere göre karşılığı verildiğinde ahirette hesabı sorulmayacaktır. Suç işleyen cezasını çeken ve güzel bir şekilde tövbe eden ahirette bu işlediği suçtan hesaba çekilmeyecektir. İşte İslam böylesin dengeli ve adaletli çözümler getirmiştir.
Bu nedenle diyoruz ki: Müslümanlar çözümü Laik Demokratik Cumhuriyet rejimleri içerisinde aramak yerine, insanoğlunun hem dünyada hem de ahirette saadetini temin eden, kalbe mutmain veren Allah’ın hükümlerinde aramalıdırlar. Ki Allah’ın hükümlerinin kâmil manada tatbik edilebilmesi ne Cumhuriyet Nizamındadır, ne Krallıktadır, ne de Demokratik Başkanlık sistemindedir. Allah’ın hükümlerinin kâmil manada tatbik edecek ancak ve ancak II. Râşidî Hilâfet Devleti’dir.
Sayın Görmez Kur’an ve Hadis ilmini bilen, Müslümanlar namına din işlerinin düzenlendiği(!) makamın en tepesinde oturan birisi olarak size düşen sorumlulukta, Laik Demokratik Cumhuriyet yönetiminin başlı başına hatanın kaynağı olduğunu korkusuzca haykırmaktır. Yoksa demagoji yapmak değil.
@a_imamoglu_