29 Ağustos 1966… İslam ümmetinin büyük mütefekkiri Seyyid Kutub, bayrak gibi sallandı darağacında. Yıllarca zindanda yatmış, işkence görmüş, yetmemiş idam edilmişti. Suçu sabitti ve affedilecek gibi değildi: Tevhidi haykıran kitaplar yazmak! Yarısından çoğunu zindanda yazdığı Kur'an tefsiri Fi zilâl-il-Kur'an mevcut diktatörlüğü zaten yeterince rahatsız etmişti. Buna rağmen üstad durmadı ve onu idamına götürecek olan son eserinin altına imzasını attı: Yoldaki İşaretler.
Seyyid Kutub 1954’ten 1964’e kadar zindanda yatmış, ağır işkenceler görmüştü. Dönemin Irak devlet başkanı Abdüsselam Arat’ın, Mısır firavunu Abdunnasır’ı ziyaret ederek Seyyid Kutub’u serbest bırakmasını istemesi üzerine “cezasının” bitmesine 5 yıl kala 1964’te serbest bırakıldı. Peki, durdu mu? Emekliye ayrıldı mı? Benden bu kadar dedi mi? Biraz da bedel ödetmeyecek “İslami” meselelerde yazayım uğraşayım kermes yapayım diye mi düşündü? Onun şahsiyeti böyle basit değildi. Kavgadan, davadan kaçanlardan değildi. Mısır’ın modern firavunu Abdunnasır’ın kuduracağını bile bile yayınlattı zindanda yazdığı Yoldaki İşaretleri. Kitapta açıkça haykırdı “la ilahe illallah”dan bir nizam fışkırdığını... Kuran ve Sünnetteki kanunlara göre bu dini yaşamayan her toplumun cahiliye toplumu olduğunu…
Bir kitaptan dolayı bir profesör, bir aydın, bir âlim idam edilir mi? Eğer o kitap berrak ve net olarak tevhidi anlatıyor ve mevcut egemen sistemleri reddediyorsa; evet! Yani bir yaşam biçimi, hayat felsefesi ve bir nizam olan “la ilahe illallah”ı.
İbrahim (as) bu cümleyi söyledi de ateşe atılmadı mı?
Yahya (as) bu cümleyi söyledi de başı gövdesinden ayrılmadı mı?
Muhammed Mustafa (sav) bu cümleyi söyledi de yeryüzünün tüm müstekbirleri ordularıyla saldırıya başlamadı mı?
O halde onların izinden giden üstad Seyyid Kutub da idamı hak etmiştir firavunun mahkemesinde! Peki, korktu mu? Kıvırdı mı? Sustu mu? Asla! Ondan dolayı tarihe ve yüreklere kazındı. İslami Etütler kitabında üstad duruşunun ne olacağını açıkça yazmıştı:
“Kalem sahibi kimseler birçok büyük işler yapabilirler. Ancak; fikirlerinin yaşaması pahasına kendilerini feda etmeleri şartıyla... Fikirlerinin kan ve canları karşılığında manalanması şartıyla... ‘Hak’ bildikleri şeyin ‘hak’ olduğunu korkmadan söyleyip, gerekirse bu uğurda başlarını vermeleri şartıyla… Biz fikir ve sözlerimiz uğruna ölsek de, o fikir ve sözler ruhlu birer vücut olarak kalacak ve yahut da onları kanlarımızla sulayıp canlılar, ruhlular arasında yaşatacağız.”
Yoldaki İşaretler kitabı açın dokunun. Kitabın mürekkeplerinin kanla yazıldığını hissedeceksiniz. Kokladığınızda şehidin kokusunu duyacaksınız. Kulağınızı yasladığınızda “Kur’an ile kendin arana insanları perde yapma!” dediğini işiteceksiniz. Üstad bizleri şunu taklit etmeye, bunun peşinden sürüklenmeye, onun izine takılmaya davet etmiyordu. Kuran Nesli ancak Kuran’ı rehber edinerek hurafelerden ve bidatlerden kendini arındırabilirdi. Bunun için de sistemin işbirlikçisi belamlar, halkı uyuşturan sahte şeyhler, oluk oluk Müslüman kanı akarken pire kanının hükmüyle uğraşan hocalardan beri olunmalı ve Resul’ün getirdiği dosdoğru yolu gösteren Kur’an’ın gölgesinde bir hayat yaşanmalı…
Peki, bugün kimler Seyyid Kutub’u anıyor? Hurafelerine çokça reddiye sunduğu tarikatlar dışında herkes onu az ya da çok sahipleniyor. Çünkü Seyyid Kutub hem şehiddir hem âlimdir. Onun yazdıklarını da şahsını da Allah müminlere sevdirmiştir.
Seyyid Kutub’u anmak demek onu anlamak demek değildir. Seyyid Kutub’u anmak demek onun yolundan gitmek de değildir. Eğer Seyyid Kutub’u anıyor da onun teori ve pratiğinden uzaksan zaten ondan hiçbir şey anlamamışsın demektir. Bugün demokrasi putuna elini sürenler tarafından da Seyyid Kutub sahipleniliyorsa, bunun adı ya basiretsizliktir ya da üstadın adını ve mirasını sömürmektir. Ve ne yazık ki yaptıkları şey de tam da bu…
Seyyid Kutub Ehli Sünnettir. Seyyid Kutub vasattır. Seyyid Kutub adam gibi adamdır. Seyyid Kutub ne Harici’dir ne Mürcie’dir. Ama bugün baktığımızda şehidin nasıl da her kesim tarafından istismar edildiğine şahid oluyoruz. Şehidler kanlarıyla ve sözleriyle beslerler ümmeti. Bu etkiyi bilenler onun adını ve şahsını kendi batıl görüşlerini yaymak için kalkan yaptı. Buradaki en büyük eksiklik, üstadın bunca sahiplenilmesine ve kitaplarının çoğunun Türkçeye çevrilmiş olmasına rağmen okunmuyor oluşudur. Evet, okumayı değil slogan atmayı seven bir toplumuz. Seyyid Kutub'un tefsirini özellikle Maide suresi cildini okuyanlar, Seyyid Kutub'u şehadete götüren duruşunun ve itikadının ne olduğunu açıkça görebilir.
Seyyid Kutub hatasız bir insan da değildir, mutlak bir müçtehid de değildir. Ama duruşuyla ve kalemiyle çok şey öğretti ümmetin gençlerine. Onun Mısır’da kurduğu Kuran Nesli, bir sonraki kuşak tarafından küresel bir harekete dönüştürüldü. Üstad iki ana şeyi öğretti ümmetin gençlerine; birincisi yalnız tevhid üzerine duracaksın, ikincisi de bu yolda zindandır işkencedir şehadettir korkmadan, taviz vermeden yürüyeceksin! O zaman sonsuzlukta sonlanır yolculuğunuz… Üstadı hakkıyla anlayanlar, bugün firavunlara diz çökmeyip tevhid sancağını daha yukarıya taşıyanlar ve cahiliye yaşam tarzını reddedenlerdir. Üstadın çokça arzuladığı ve zikrettiği “Kur’an Nesli”, bugün ümmetin fedakâr gençlerine rehber oluyorsa, üstad görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir.
Rabbim onu firdevsiyle müjdelesin ve onu anlamayı ümmetin yeni nesline nasip etsin…
Miraç Karaaslan