H
Çevrimdışı
Şehadetler Silsilesi: Şahitlikler Zinciri (Nusret Cephesi’nden Devle’ye Cevap 4)
Şehadetler Silsilesi: Şahitlikler Zinciri (Nusret Cephesi’nden Devle’ye Cevap 4)
Şeyh Faruk Ebu Hamam Es Suri’nin Şahitliği (Nusret Cephesi Askeri Komutanı)
Şeyhin şahitliğinde bahsettiği önemli noktalar:
– Devle cemaatinin vaatleri, sözleri ve anlaşmaları bozduğuna dair şehadeti.
– Devle cemaatinin başka yerdeki Müslümanlarla savaşmak için rejime karşı ribat noktalarında bulunan askerlerini cepheden çektiği veya safları savunmasız bırakarak kasten ve bilerek Müslümanların emniyetini tehlikeye attığına dair şahitliği.
– Devle cemaatinin uzlaşma ve arabuluculuk çabalarına karşı geldiği, meselelerin İslami Mahkeme’de çözülmesini kabul etmeyerek her taraftan Müslüman kanı döküldüğü halde savaşmakta ısrar ettiğine dair şahitliği.
ŞEYH HAMAM ES SURİ’NİN KISA BİR BİYOGRAFİSİ
Faruk es Suri olarak da bilinen Şeyh Ebu Hamam es Suri 90’larda Afganistan’a seyahat etti. 1998-1999 yılları arasında Ebu Musab es Suri’nin El Guraba Kampı’nda bir sene kaldıktan sonra Afgan Mücahitlerinin özel kuvvetlerini yetiştirmek için kullanılan, havaalanı kampı olarak da bilinen Kandahar’ın meşhur El Faruk Kampı’na geçti. Şeyh Ebu Hamam, El Faruk Kampı’nın en iyi öğrencilerinden biri olarak mezun oldu, 11 Eylül baskınının kahramanlarından Ebu Abbas Zehrani’den sonra ikinci olarak mezun olmuştu.
Mezuniyetini takiben Tanzim’ul Kaidetul Cihad Şura Meclisi’nden Şeyh Seyful Adl tarafından Kandahar Havaalanı bölgesine emir tayin edildi. Ebu Hamam ayrıca El Faruk Kampında eğitmen olarak çalıştı, orda elini sıkmak suretiyle Şeyh Usame bin Ladin’e biat etti, Allah kendisine rahmet etsin.
Şeyh Ebu Hamam, Afganistan’da Şam’dan gelen muhacirlerden sorumlu idi ve Horasan’da muhacirlerin işlerini takip eden kişilerden biriydi. Afganistan’ın Haçlılar tarafından işgalini müteakip meydana gelen savaşların birçoğuna katılmıştır.
Bağdat’ın düşmesinden önce Şeyh Mustafa Ebu Yezid kendisine Irak’a gitmesi emrini verinceye kadar Şeyh Seyful Adl’in yanında kaldı. Horasan’daki Tanzim’in resmi temsilcisi olarak 4 ay Irak’ta faaliyet gösterdi.
Bu sure zarfında Şeyh Ebu Musab Zerkavi ve Şeyh Ebu Hamza Muhacir ile tanıştı –Allah ikisine de rahmet etsin-. Irak’ta iken Irak istihbaratı tarafından yakalanarak Suriye’ye teslim edildi ve orda delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.
Irak’ta cihadın başlamasından sonra Mücahit Hizmetleri Ofisinin askeri lideri tayin edilmişti. Ebu Musab Zerkavi emirlerini (komutanlarını) eğitim almaları için Şeyh Ebu Hamam’a gönderirdi.
2005 yılında Suriye’de Nusayrilerin kitlesel tutuklamalara başlamasından sonra mesayihin emri ile önce Lübnan’a, sonra da Afganistan’a gitti. O zaman tüm dış faaliyetlerden sorumlu kişi olan Şeyh Atiyyetullah tarafından Suriye’de çalışması ve doğrudan Tanzim’e rapor vermesi emredilmişti.
Lübnan’da tutuklandı ve 5 sene hapis yattı. Serbest bırakıldıktan sonra Şam’daki Kaidetul Cihad, Nusret Cephesi’ne katıldı. Şu anda Nusret Cephesi’nin askeri komutanlığı görevini yürütmektedir.
ŞEHADETİNİN BAŞLANGICI
Allah’ın adıyla, Resulüne ve ashabına salat ve selam olsun. Sizin için O’nun size kolaylaştırdıklarından başka kolaylık yoktur, zorluklarımızı kolaylaştır Allah’ım! Bize doğruyu göster ve bizi hakta sabit kil, bizleri yanlıştan ve batıldan uzak tut. Allah’ım iradenle -ihtilaflarımızda- bizlere yol göster. Muhakkak sen ancak dilediğini doğru yola iletirsin.
Orim’de problemler baş gösterdiğinde kendisi Orim el Kübra’daki operasyonlardan sorumlu yetkili olduğu için Ömer el Tunisi’ye gittik. Fevc 46’ya (mücahitlerin bulunduğu eski bir askeri üs – çeviren) baskın yapmak için askerlerini topluyordu. Kendisiyle görüştüm ve görüşmek oldukça gergin bir atmosferde geçti. Neler olduğunu, Devle cemaatinin neden saldırdığını, sebeplerini öğrenmeye çalışıyordum. Ancak kendisi bana bağırmaya ve suçlamaya başladı:
“ÖSO ile nasıl işbirliği yaparsınız? Mürtetlerle birliktesiniz! Mürtetleri koruyorsunuz! Mürtetlerle ayni safta duruyorsunuz!”
“Mürtetten kastın nedir” diye sordum.
“ÖSO’dan, Ebu Celal’den nasıl biat alırsınız” diye dedi.
Sonrasında aramızda uzun bir tartışma oldu. Ben Müslüman kanını korumak için savaşı durdurmak istedim ama Devle devam etmekte ısrar etti, durdurmayı başaramadım.
Sonra “Senin komutanınla görüşmek istiyorum” dedim. Beni Ebu Usame el Mağribî’ye gönderdi. Burda kendini beğenmişlik ve kibir vardı. Usame el Mağribî’nin benimle görüşmesini beklerken 3 saat kapıda durdum.
O zamana kadar vakit oldukça geç olmuştu. Aksam üzeri bir kardeş geldi ve Ebu Usame’nin yanına giderek oturduk. Odada çatışmayı durdurma fikri bile mevcut değildi. Devle liderleri ile iletişime geçmeye çalıştık ama başaramadık.
Gece geç saatlerde Ebu Esir’e (Abu Ather) ulaşabildik. Kendisi ile kardeşlerden bir delegasyon olarak görüştük. Aşırı derecede sinirli ve tahrik ediciydi. Kendisi ile Fevc 46 hakkında konuştuk.
Kendisine: “Bu işin bittiğini farz edelim. Karargâhlara saldırdınız, silahları ve cephaneleri aldınız. Artık Müslüman kanı dökmemek için ateşi keselim ve fitnenin daha da büyümesine engel olalım” dedim.
O ana kadar hiçbir bacımız kaçırılmamış, esir edilmemiş yahut tecavüze uğramamıştı. Şu an bile bu iddialar doğrulanmış değildir, ancak o görüşmeye kadar bu şeyin olmadığını anlatmak için söylüyorum.
Ebu Esir aşırı derecede sinirliydi. Telsizde birisi ile konuşuyordu, dedi ki: “Ön cephedekilerin hepsine geri çekilme emri ver! Bugün Etarib’e (Fevc 46 üssünün yakınında bir şehir) baskın yapmak ve onları yok etmek istiyorum.”
Ben dedim ki: “Allah’tan kork! Suriye rejimi ile savaşan askerlerini nasıl ÖSO’nun içindeki bir grupla savaşmak için cepheden çekersin? Ordu gelirse kadınların ırzına geçecek ve herkesi öldürecektir, Devle’dekiler de dâhil.”
Ebu Esir: “Bırakalım ordu gelsin ve kadınlara tecavüz etsin.”
Ben: “Allah’tan kork. Söylediğin şeye cevaz yoktur.”
Ebu Esir: “Ordu gelsin ve kadınlara tecavüz etsin. Onlar da gidip kadınlarını savunsunlar.”
Kendisiyle konuşmaya ve anlamasını sağlamaya çalıştım, ancak kendisini -Ebu Esir’i- sorumluluk sahibi birisi olarak bulmadım. Kendisini Müslümanların kan ve şerefinin sorumluluğunu taşıyan böyle bir pozisyonu hak eden birisi olarak da bulmadım.
Ebu Esir’e dedim ki: “Nusret Cephesi olarak Fevc 46’de bizim de üssümüz var. Bizim de orda üs kurduğumuzu bilmiyor musunuz?”
Ebu Esir: “Evet, biliyoruz.”
Ben: “Kışlaların üzerinde Nusra sancaklarını görmediniz mi? Orda Nusra’ya biat eden bir birliğin olduğunu, içinde kardeşlerimizin bulunduğunu, kendilerine İslami öğreten bir âlimin bulunduğunu bilmiyor musunuz?”
Ebu Esir: “Biliyoruz.”
Ben: “Yani Fevc 46’da Nusret Cephesi’nin olduğunu bildiğinizi kabul ediyorsunuz.”
Ebu Esir: “Evet, Nusra’daki insanlar bize biat etti ve şimdi Devle’deler.”
Ben: “Nasıl yani anlamadım?”
Ebu Esir: “Size biat eden şahıs bir hafta sonra bize biat etti. Kendisi benim eski bir arkadaşımdır ve birlikte birçok çatışmada bulunduk. Nusra’ya biat ettiğini öğrenince şaşırmıştık, kendisiyle görüştüm ve bize biat edinceye kadar yanından ayrılmadım.”
Ben: “Suphanallah, bizi bu birlikten biat aldığımız için mürtetlerden biat almakla, mürtetlere yardım etmekle ve mürtetlerle işbirliği yapmakla suçladınız. Şimdi ortaya çıkıyor ki aynı kişi senin arkadaşınmış ve sen ondan biat almışsın?”
Ebu Esir: “O benim eski bir arkadaşımdır, hala da öyle.”
Ben: “Şimdi savaşı durdurursanız tüm ÖSO birlikleri ateşi kesmeye hazır, anlaşmanın şartı Fevc 46’yi terk etmektir.”
Ebu Esir: “Biz geri çekilmeyeceğiz, geri bir adım bile atmayacağız.”
Ben: “Müslümanların, hatta senin ve kardeşlerinin kanlarını korumak için bile mi?”
Ebu Esir dedi ki: “Şimdi cephelerden tüm askerlerimi toplayıp üsse saldıracağım ve onların kökünü kazıyacağım.”
Diğer gün o bölgeden sorumlu askeri komutan olduğu için Usame el Mağribî’ye tekrar gittik ve ateşkes müzakere etmeye çalıştık.
Ben: “Kardeşlerimiz içerideyken üsse nasıl saldırıp onları öldürebildiniz?”
Mağribi: “Kardeşlerinizin ve Nusra’nın içeride olduğunu bilmiyorduk.”
Ben: “Nasıl bilmiyordunuz, bayraklarımız binalarda asılıydı?”
Mağribi: “Saldırıyı gece yaptığımız için bayraklarınızı görmedik.”
Ben: “İçerde kardeşlerimiz vardı. Kimse onlarla konuşup bilgi vermedi.”
Mağribi: “Saldıran askerlerimizin hiçbiri Arap değildi, Arapça konuşmuyor ve anlamıyorlardı. Gece üsse gidip içindekileri öldürdüler. Olaylar bu şekilde gelişti, neyse ki bu küçük bir mesele…”
Ben Devle ile diğer gruplar arasında ateşkes sağlamaya çalışan delegasyonun içindeydim. Uzun süre Devle’de karar verici konumundaki bir kişiye ulaşamadık, ta ki Ebu Ali Enbari’ye ulaşana kadar. Kendisine bizi karar verici konumundaki birine götürmesini söyledik, bize “Ben karar verebilirim, benim verdiğim kararlar Devle içindeki herkesi bağlar, hatta Bağdadi’yi bile” dedi.
Biz: “Güzel o halde, her gruptan bir temsilci var.” Bazı gruplar Nusret Cephesi’ne kendilerini temsil etmesi için vekâlet vermişti. Enbari ile uzun sure konuştuk ancak bir sonuca varamadık. Ona “Artık dikkatli olun, insanlar size karşı ayaklandı” dedik.
Enbari: “Hayır ayaklanmadılar, aksine insanlar bizi sevmektedir” dedi.
Ben: “Gerçekte olanlardan habersizsin. İnsanlar size karşı silaha sarıldı.”
Enbari: “Bize silah doğrultan herkesle savaşacağız.”
Ben: “Silahlı gruplar (Mücahitler), halk ve kendilerine Devle tarafından adaletsizlik yapıldığını iddia edenler?”
Enbari: “Hepsi ile savaşacağız. Onları ortadan kaldıracağız. Ya biz onları yok ederiz ya da onlar bizi. Devle’ye silah doğrultan herkesi yok edeceğiz” dedi. Konuşması esnasında sürekli “Onlar sahve, onlar mürted, onların kökünü kazıyacağız” diye tekrar ediyordu. Sonunda hiçbir şey elde edemeden toplantıdan ayrıldık.
Kendisinin (Ebu Ali Enbari) sorumluluk sahibi bir insan olmadığını görmüş olduk. Devlet içinde bu derece yüksek mevkiye sahip biri, Devle’nin ikinci adamı halkı yok etmek istiyor, Devle’ye silah doğrultan herkesi öldürmek istiyor!
Arabulucu kendisine “Bütün birlikler ve gruplar İslam Mahkemesi’ne teslim olacak” dediğinde bile benim gözlerimin önünde, Allah’ı sözlerime şahit tutuyorum, “Önce işimizi (herkesi öldürmeyi) bitirelim sonra İslam Mahkemesi kurulur” dedi. Konuşmaları ve beyanatları kendisinin sorumsuz biri olduğunu göstermektedir.
Onlar gençleri ve Mücahitleri savaşta diğer gruplara (İslami ve gayri İslami) karşı kullanıyorlar ve Mücahide değer vermiyorlar. Mücahidi ölmeye gelmiş birisi olarak görüyorlar ve gitsin ölsün diyorlar!
Saygın birkaç kardeşle birlikte ateşkes sağlamak için Ömer Şişani’ye gittik. Kendisiyle uzun ve kapsamlı bir görüşmemiz oldu ve sonunda Devle’nin tüm düşmanca davranışları durdurması, diğer tüm grupların savaşı durdurması ve çatışmaların durmasından sonra İslam Mahkemesi’ne gidilmesi şartı ile ateşkes sağlamayı başardık. İslam Mahkemesi kurulduktan sonra tüm tarafların arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlıklar hakkında hüküm verilecekti.
Ömer Şişani’ye dedim ki: “Diğer grupların bize inanmasını sağlamak için bu anlaşmanın geçerliliğini doğrulamak istiyoruz”. Elbette, yardımcılarının çoğu karşı çıkmasına rağmen Ömer Şişani kabul etti, yardımcıları oturup anlaşma imzalamamızdan oldukça öfkelenmişlerdi. Ve bu anlaşma, Nusret Cephesi Genel Askeri Komutanı ile Devle Genel Askeri Komutanı’nın Devle ile diğer taraflar arasında iç çatışmanın olduğu her yerde ateşkes uygulanmasına razı olduğu bir anlaşmaydı.
Kendisine sorduk: “Bu anlaşma Devle için bağlayıcı mıdır?”
Ömer Şişeni cevap verdi: “Evet, bağlayıcıdır”.
Bizimle birlikte gelen bir kardeş sordu: “Söylediklerin Devle üzerinde bağlayıcı mıdır?”
Ömer Şişeni cevap verdi: “Evet, bu her yerde Devle üzerinde bağlayıcı olan bir anlaşmadır. Ben Devle’nin askeri komutanıyım ve bu anlaşma Devle’yi bağlamaktadır”.
Elbette, Ömer Şişeni ateşkesi uygulamak için acele ediyordu. Bana dedi ki:
“Ateşkes ne zaman baslar?”
Ben: “Liderlere, diğer gruplara ve birliklere ulaşıp bilgilendirmemiz gerekiyor” dedim.
Şişeni: “Bu çok zaman alır, acele etmemiz lazım”.
Ben “En azından iki güne ihtiyacımız var”.
Şişeni: “Hayır, kardeşim, bu çok uzun, lütfen acele et.”
Ben: “En az iki gün, daha az sürede yapamam. Nusret Cephesi merkez komutanlığını ve diğer grupları anlaşma hakkında bilgilendirmem gerekiyor” dedim.
Ömer Şişeni işleri hızlandırmam için beni teşvik ediyordu. Ömer Şişeni ile birlikte olanlar arasında anlaşmaya karşı olan ve hiçbir şeye razı olmayıp savaşmasını söyleyenler vardı.
Ertesi gün iyi niyetlerinin bir işareti olarak Anedan’da bombalı araç patlattılar ve Menbic’e bir askeri konvoy göndererek şehri bastılar! Devle’de kararları kimin verdiğini bilmiyorum, anlaşmaya vardığımızın ertesi günü araçlar patlatıp şehirlere saldırdılar. Anlaşma kâğıt üzerindeki mürekkepten başka bir şey değildi ve Devle’de kararları veren tek bir yöneticiye ulaşamadık.
Devlet cemaatinde ateşkes için çaba gösterecek ve Müslüman kanının dökülmesine engel olacak karar yetkisine sahip birisine ulaşmayı başaramadık. Suphanallah, bizler Devle’deki ve diğer gruplardaki mücahitlerin kanlarının dökülmemesi için gayret ediyorduk.
Bazı bölgelerde ateşkes sağlamaya çalıştık. ÖSO Sinaiye’ye (sanayi şehri- Şeyh Neccar olabilir- Çeviren) girdiğinde Devle’nin üslerinden çekildiğini haber aldık ve kardeşlerin üslere dikkat ve emniyetle girmesini sağlamak için Nusra’dan kardeşler gönderdik.
İçeride kimse yoktu, ancak mayın ve patlayıcılar döşenmişti. Patlayıcı uzmanı bir kardeşi içeri gönderip bombaları imha ettik. Variller dolusu TNT yerleştirmiş ve arkalarına gene variller dolusu klor yerleştirmişlerdi. Bu TNT varilleri patlasaydı ölümcül bir klor gazı açığa çıkaracaklardı.
Sinaiye’de siviller, kadınlar ve çocuklar vardı. Bu variller patlasaydı bir katliam olacaktı, diğer şehirlerden gelip Sinaiye’ye sığınan çok sayıda kadın ve çocuk –zehirli gazdan- ölecekti. Herkes ölecekti. La havle vela kuvvete illa billah! (Allah’tan başka güç sahibi yoktur!)
Bombalı araçlara gelince, Moshat operasyonunu kendi gözlerimle gördüm. Bir bombalı araç geldi ve sürücüsü Moshat’in girişinde patlattı. İkinci bombalı aracı sürücüsü Fafen köyünün içinde, daha köyden çıkıp Moshat’a varmadan patlattı. Üçüncü bombalı aracın sürücüsü ikinci aracın yüz metre gerisinde, gaz istasyonunun yanında aracı patlattı.
İki araç köyün içinde sivillerin arasında patlatıldı, civarda ne ÖSO’dan, ne Nusra’dan, ne de başka bir gruptan asker yoktu. İki araç köyün içinde patladı, ben bunu gözlerimle gördüm ve patlamanın kalıntıları ve yaptığı tahribat görmek isteyenler için hala oradadır. Hasbunallahi ve nimel vekil!
Ebu Esir, Ebu Ali Enbari ve Ömer Şişeni ile olan görüşmelerime, Fafen köyündeki bombalı araçlara ve Sinaiye’deki klor gazi dolu varillerle alakalı söylediklerime Allah şahittir, bunları kendim gözlemlediğime Allah’ı şahit tutuyorum.
ŞEYH FARUK EBU HAMAM ES SURİ
Çeviren: Ekrem Yılmaz
İngilizce Çevirisi: http://justpaste.it/hamam1
Arapça Orijinal Videosu: http://justpaste.it/euj7
ÜMMET-İ İSLAM / ÖZEL HABER
Şehadetler Silsilesi: Şahitlikler Zinciri (Nusret Cephesi’nden Devle’ye Cevap 4)
Şeyh Faruk Ebu Hamam Es Suri’nin Şahitliği (Nusret Cephesi Askeri Komutanı)
Şeyhin şahitliğinde bahsettiği önemli noktalar:
– Devle cemaatinin vaatleri, sözleri ve anlaşmaları bozduğuna dair şehadeti.
– Devle cemaatinin başka yerdeki Müslümanlarla savaşmak için rejime karşı ribat noktalarında bulunan askerlerini cepheden çektiği veya safları savunmasız bırakarak kasten ve bilerek Müslümanların emniyetini tehlikeye attığına dair şahitliği.
– Devle cemaatinin uzlaşma ve arabuluculuk çabalarına karşı geldiği, meselelerin İslami Mahkeme’de çözülmesini kabul etmeyerek her taraftan Müslüman kanı döküldüğü halde savaşmakta ısrar ettiğine dair şahitliği.
ŞEYH HAMAM ES SURİ’NİN KISA BİR BİYOGRAFİSİ
Faruk es Suri olarak da bilinen Şeyh Ebu Hamam es Suri 90’larda Afganistan’a seyahat etti. 1998-1999 yılları arasında Ebu Musab es Suri’nin El Guraba Kampı’nda bir sene kaldıktan sonra Afgan Mücahitlerinin özel kuvvetlerini yetiştirmek için kullanılan, havaalanı kampı olarak da bilinen Kandahar’ın meşhur El Faruk Kampı’na geçti. Şeyh Ebu Hamam, El Faruk Kampı’nın en iyi öğrencilerinden biri olarak mezun oldu, 11 Eylül baskınının kahramanlarından Ebu Abbas Zehrani’den sonra ikinci olarak mezun olmuştu.
Mezuniyetini takiben Tanzim’ul Kaidetul Cihad Şura Meclisi’nden Şeyh Seyful Adl tarafından Kandahar Havaalanı bölgesine emir tayin edildi. Ebu Hamam ayrıca El Faruk Kampında eğitmen olarak çalıştı, orda elini sıkmak suretiyle Şeyh Usame bin Ladin’e biat etti, Allah kendisine rahmet etsin.
Şeyh Ebu Hamam, Afganistan’da Şam’dan gelen muhacirlerden sorumlu idi ve Horasan’da muhacirlerin işlerini takip eden kişilerden biriydi. Afganistan’ın Haçlılar tarafından işgalini müteakip meydana gelen savaşların birçoğuna katılmıştır.
Bağdat’ın düşmesinden önce Şeyh Mustafa Ebu Yezid kendisine Irak’a gitmesi emrini verinceye kadar Şeyh Seyful Adl’in yanında kaldı. Horasan’daki Tanzim’in resmi temsilcisi olarak 4 ay Irak’ta faaliyet gösterdi.
Bu sure zarfında Şeyh Ebu Musab Zerkavi ve Şeyh Ebu Hamza Muhacir ile tanıştı –Allah ikisine de rahmet etsin-. Irak’ta iken Irak istihbaratı tarafından yakalanarak Suriye’ye teslim edildi ve orda delil yetersizliğinden serbest bırakıldı.
Irak’ta cihadın başlamasından sonra Mücahit Hizmetleri Ofisinin askeri lideri tayin edilmişti. Ebu Musab Zerkavi emirlerini (komutanlarını) eğitim almaları için Şeyh Ebu Hamam’a gönderirdi.
2005 yılında Suriye’de Nusayrilerin kitlesel tutuklamalara başlamasından sonra mesayihin emri ile önce Lübnan’a, sonra da Afganistan’a gitti. O zaman tüm dış faaliyetlerden sorumlu kişi olan Şeyh Atiyyetullah tarafından Suriye’de çalışması ve doğrudan Tanzim’e rapor vermesi emredilmişti.
Lübnan’da tutuklandı ve 5 sene hapis yattı. Serbest bırakıldıktan sonra Şam’daki Kaidetul Cihad, Nusret Cephesi’ne katıldı. Şu anda Nusret Cephesi’nin askeri komutanlığı görevini yürütmektedir.
ŞEHADETİNİN BAŞLANGICI
Allah’ın adıyla, Resulüne ve ashabına salat ve selam olsun. Sizin için O’nun size kolaylaştırdıklarından başka kolaylık yoktur, zorluklarımızı kolaylaştır Allah’ım! Bize doğruyu göster ve bizi hakta sabit kil, bizleri yanlıştan ve batıldan uzak tut. Allah’ım iradenle -ihtilaflarımızda- bizlere yol göster. Muhakkak sen ancak dilediğini doğru yola iletirsin.
Orim’de problemler baş gösterdiğinde kendisi Orim el Kübra’daki operasyonlardan sorumlu yetkili olduğu için Ömer el Tunisi’ye gittik. Fevc 46’ya (mücahitlerin bulunduğu eski bir askeri üs – çeviren) baskın yapmak için askerlerini topluyordu. Kendisiyle görüştüm ve görüşmek oldukça gergin bir atmosferde geçti. Neler olduğunu, Devle cemaatinin neden saldırdığını, sebeplerini öğrenmeye çalışıyordum. Ancak kendisi bana bağırmaya ve suçlamaya başladı:
“ÖSO ile nasıl işbirliği yaparsınız? Mürtetlerle birliktesiniz! Mürtetleri koruyorsunuz! Mürtetlerle ayni safta duruyorsunuz!”
“Mürtetten kastın nedir” diye sordum.
“ÖSO’dan, Ebu Celal’den nasıl biat alırsınız” diye dedi.
Sonrasında aramızda uzun bir tartışma oldu. Ben Müslüman kanını korumak için savaşı durdurmak istedim ama Devle devam etmekte ısrar etti, durdurmayı başaramadım.
Sonra “Senin komutanınla görüşmek istiyorum” dedim. Beni Ebu Usame el Mağribî’ye gönderdi. Burda kendini beğenmişlik ve kibir vardı. Usame el Mağribî’nin benimle görüşmesini beklerken 3 saat kapıda durdum.
O zamana kadar vakit oldukça geç olmuştu. Aksam üzeri bir kardeş geldi ve Ebu Usame’nin yanına giderek oturduk. Odada çatışmayı durdurma fikri bile mevcut değildi. Devle liderleri ile iletişime geçmeye çalıştık ama başaramadık.
Gece geç saatlerde Ebu Esir’e (Abu Ather) ulaşabildik. Kendisi ile kardeşlerden bir delegasyon olarak görüştük. Aşırı derecede sinirli ve tahrik ediciydi. Kendisi ile Fevc 46 hakkında konuştuk.
Kendisine: “Bu işin bittiğini farz edelim. Karargâhlara saldırdınız, silahları ve cephaneleri aldınız. Artık Müslüman kanı dökmemek için ateşi keselim ve fitnenin daha da büyümesine engel olalım” dedim.
O ana kadar hiçbir bacımız kaçırılmamış, esir edilmemiş yahut tecavüze uğramamıştı. Şu an bile bu iddialar doğrulanmış değildir, ancak o görüşmeye kadar bu şeyin olmadığını anlatmak için söylüyorum.
Ebu Esir aşırı derecede sinirliydi. Telsizde birisi ile konuşuyordu, dedi ki: “Ön cephedekilerin hepsine geri çekilme emri ver! Bugün Etarib’e (Fevc 46 üssünün yakınında bir şehir) baskın yapmak ve onları yok etmek istiyorum.”
Ben dedim ki: “Allah’tan kork! Suriye rejimi ile savaşan askerlerini nasıl ÖSO’nun içindeki bir grupla savaşmak için cepheden çekersin? Ordu gelirse kadınların ırzına geçecek ve herkesi öldürecektir, Devle’dekiler de dâhil.”
Ebu Esir: “Bırakalım ordu gelsin ve kadınlara tecavüz etsin.”
Ben: “Allah’tan kork. Söylediğin şeye cevaz yoktur.”
Ebu Esir: “Ordu gelsin ve kadınlara tecavüz etsin. Onlar da gidip kadınlarını savunsunlar.”
Kendisiyle konuşmaya ve anlamasını sağlamaya çalıştım, ancak kendisini -Ebu Esir’i- sorumluluk sahibi birisi olarak bulmadım. Kendisini Müslümanların kan ve şerefinin sorumluluğunu taşıyan böyle bir pozisyonu hak eden birisi olarak da bulmadım.
Ebu Esir’e dedim ki: “Nusret Cephesi olarak Fevc 46’de bizim de üssümüz var. Bizim de orda üs kurduğumuzu bilmiyor musunuz?”
Ebu Esir: “Evet, biliyoruz.”
Ben: “Kışlaların üzerinde Nusra sancaklarını görmediniz mi? Orda Nusra’ya biat eden bir birliğin olduğunu, içinde kardeşlerimizin bulunduğunu, kendilerine İslami öğreten bir âlimin bulunduğunu bilmiyor musunuz?”
Ebu Esir: “Biliyoruz.”
Ben: “Yani Fevc 46’da Nusret Cephesi’nin olduğunu bildiğinizi kabul ediyorsunuz.”
Ebu Esir: “Evet, Nusra’daki insanlar bize biat etti ve şimdi Devle’deler.”
Ben: “Nasıl yani anlamadım?”
Ebu Esir: “Size biat eden şahıs bir hafta sonra bize biat etti. Kendisi benim eski bir arkadaşımdır ve birlikte birçok çatışmada bulunduk. Nusra’ya biat ettiğini öğrenince şaşırmıştık, kendisiyle görüştüm ve bize biat edinceye kadar yanından ayrılmadım.”
Ben: “Suphanallah, bizi bu birlikten biat aldığımız için mürtetlerden biat almakla, mürtetlere yardım etmekle ve mürtetlerle işbirliği yapmakla suçladınız. Şimdi ortaya çıkıyor ki aynı kişi senin arkadaşınmış ve sen ondan biat almışsın?”
Ebu Esir: “O benim eski bir arkadaşımdır, hala da öyle.”
Ben: “Şimdi savaşı durdurursanız tüm ÖSO birlikleri ateşi kesmeye hazır, anlaşmanın şartı Fevc 46’yi terk etmektir.”
Ebu Esir: “Biz geri çekilmeyeceğiz, geri bir adım bile atmayacağız.”
Ben: “Müslümanların, hatta senin ve kardeşlerinin kanlarını korumak için bile mi?”
Ebu Esir dedi ki: “Şimdi cephelerden tüm askerlerimi toplayıp üsse saldıracağım ve onların kökünü kazıyacağım.”
Diğer gün o bölgeden sorumlu askeri komutan olduğu için Usame el Mağribî’ye tekrar gittik ve ateşkes müzakere etmeye çalıştık.
Ben: “Kardeşlerimiz içerideyken üsse nasıl saldırıp onları öldürebildiniz?”
Mağribi: “Kardeşlerinizin ve Nusra’nın içeride olduğunu bilmiyorduk.”
Ben: “Nasıl bilmiyordunuz, bayraklarımız binalarda asılıydı?”
Mağribi: “Saldırıyı gece yaptığımız için bayraklarınızı görmedik.”
Ben: “İçerde kardeşlerimiz vardı. Kimse onlarla konuşup bilgi vermedi.”
Mağribi: “Saldıran askerlerimizin hiçbiri Arap değildi, Arapça konuşmuyor ve anlamıyorlardı. Gece üsse gidip içindekileri öldürdüler. Olaylar bu şekilde gelişti, neyse ki bu küçük bir mesele…”
Ben Devle ile diğer gruplar arasında ateşkes sağlamaya çalışan delegasyonun içindeydim. Uzun süre Devle’de karar verici konumundaki bir kişiye ulaşamadık, ta ki Ebu Ali Enbari’ye ulaşana kadar. Kendisine bizi karar verici konumundaki birine götürmesini söyledik, bize “Ben karar verebilirim, benim verdiğim kararlar Devle içindeki herkesi bağlar, hatta Bağdadi’yi bile” dedi.
Biz: “Güzel o halde, her gruptan bir temsilci var.” Bazı gruplar Nusret Cephesi’ne kendilerini temsil etmesi için vekâlet vermişti. Enbari ile uzun sure konuştuk ancak bir sonuca varamadık. Ona “Artık dikkatli olun, insanlar size karşı ayaklandı” dedik.
Enbari: “Hayır ayaklanmadılar, aksine insanlar bizi sevmektedir” dedi.
Ben: “Gerçekte olanlardan habersizsin. İnsanlar size karşı silaha sarıldı.”
Enbari: “Bize silah doğrultan herkesle savaşacağız.”
Ben: “Silahlı gruplar (Mücahitler), halk ve kendilerine Devle tarafından adaletsizlik yapıldığını iddia edenler?”
Enbari: “Hepsi ile savaşacağız. Onları ortadan kaldıracağız. Ya biz onları yok ederiz ya da onlar bizi. Devle’ye silah doğrultan herkesi yok edeceğiz” dedi. Konuşması esnasında sürekli “Onlar sahve, onlar mürted, onların kökünü kazıyacağız” diye tekrar ediyordu. Sonunda hiçbir şey elde edemeden toplantıdan ayrıldık.
Kendisinin (Ebu Ali Enbari) sorumluluk sahibi bir insan olmadığını görmüş olduk. Devlet içinde bu derece yüksek mevkiye sahip biri, Devle’nin ikinci adamı halkı yok etmek istiyor, Devle’ye silah doğrultan herkesi öldürmek istiyor!
Arabulucu kendisine “Bütün birlikler ve gruplar İslam Mahkemesi’ne teslim olacak” dediğinde bile benim gözlerimin önünde, Allah’ı sözlerime şahit tutuyorum, “Önce işimizi (herkesi öldürmeyi) bitirelim sonra İslam Mahkemesi kurulur” dedi. Konuşmaları ve beyanatları kendisinin sorumsuz biri olduğunu göstermektedir.
Onlar gençleri ve Mücahitleri savaşta diğer gruplara (İslami ve gayri İslami) karşı kullanıyorlar ve Mücahide değer vermiyorlar. Mücahidi ölmeye gelmiş birisi olarak görüyorlar ve gitsin ölsün diyorlar!
Saygın birkaç kardeşle birlikte ateşkes sağlamak için Ömer Şişani’ye gittik. Kendisiyle uzun ve kapsamlı bir görüşmemiz oldu ve sonunda Devle’nin tüm düşmanca davranışları durdurması, diğer tüm grupların savaşı durdurması ve çatışmaların durmasından sonra İslam Mahkemesi’ne gidilmesi şartı ile ateşkes sağlamayı başardık. İslam Mahkemesi kurulduktan sonra tüm tarafların arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlıklar hakkında hüküm verilecekti.
Ömer Şişani’ye dedim ki: “Diğer grupların bize inanmasını sağlamak için bu anlaşmanın geçerliliğini doğrulamak istiyoruz”. Elbette, yardımcılarının çoğu karşı çıkmasına rağmen Ömer Şişani kabul etti, yardımcıları oturup anlaşma imzalamamızdan oldukça öfkelenmişlerdi. Ve bu anlaşma, Nusret Cephesi Genel Askeri Komutanı ile Devle Genel Askeri Komutanı’nın Devle ile diğer taraflar arasında iç çatışmanın olduğu her yerde ateşkes uygulanmasına razı olduğu bir anlaşmaydı.
Kendisine sorduk: “Bu anlaşma Devle için bağlayıcı mıdır?”
Ömer Şişeni cevap verdi: “Evet, bağlayıcıdır”.
Bizimle birlikte gelen bir kardeş sordu: “Söylediklerin Devle üzerinde bağlayıcı mıdır?”
Ömer Şişeni cevap verdi: “Evet, bu her yerde Devle üzerinde bağlayıcı olan bir anlaşmadır. Ben Devle’nin askeri komutanıyım ve bu anlaşma Devle’yi bağlamaktadır”.
Elbette, Ömer Şişeni ateşkesi uygulamak için acele ediyordu. Bana dedi ki:
“Ateşkes ne zaman baslar?”
Ben: “Liderlere, diğer gruplara ve birliklere ulaşıp bilgilendirmemiz gerekiyor” dedim.
Şişeni: “Bu çok zaman alır, acele etmemiz lazım”.
Ben “En azından iki güne ihtiyacımız var”.
Şişeni: “Hayır, kardeşim, bu çok uzun, lütfen acele et.”
Ben: “En az iki gün, daha az sürede yapamam. Nusret Cephesi merkez komutanlığını ve diğer grupları anlaşma hakkında bilgilendirmem gerekiyor” dedim.
Ömer Şişeni işleri hızlandırmam için beni teşvik ediyordu. Ömer Şişeni ile birlikte olanlar arasında anlaşmaya karşı olan ve hiçbir şeye razı olmayıp savaşmasını söyleyenler vardı.
Ertesi gün iyi niyetlerinin bir işareti olarak Anedan’da bombalı araç patlattılar ve Menbic’e bir askeri konvoy göndererek şehri bastılar! Devle’de kararları kimin verdiğini bilmiyorum, anlaşmaya vardığımızın ertesi günü araçlar patlatıp şehirlere saldırdılar. Anlaşma kâğıt üzerindeki mürekkepten başka bir şey değildi ve Devle’de kararları veren tek bir yöneticiye ulaşamadık.
Devlet cemaatinde ateşkes için çaba gösterecek ve Müslüman kanının dökülmesine engel olacak karar yetkisine sahip birisine ulaşmayı başaramadık. Suphanallah, bizler Devle’deki ve diğer gruplardaki mücahitlerin kanlarının dökülmemesi için gayret ediyorduk.
Bazı bölgelerde ateşkes sağlamaya çalıştık. ÖSO Sinaiye’ye (sanayi şehri- Şeyh Neccar olabilir- Çeviren) girdiğinde Devle’nin üslerinden çekildiğini haber aldık ve kardeşlerin üslere dikkat ve emniyetle girmesini sağlamak için Nusra’dan kardeşler gönderdik.
İçeride kimse yoktu, ancak mayın ve patlayıcılar döşenmişti. Patlayıcı uzmanı bir kardeşi içeri gönderip bombaları imha ettik. Variller dolusu TNT yerleştirmiş ve arkalarına gene variller dolusu klor yerleştirmişlerdi. Bu TNT varilleri patlasaydı ölümcül bir klor gazı açığa çıkaracaklardı.
Sinaiye’de siviller, kadınlar ve çocuklar vardı. Bu variller patlasaydı bir katliam olacaktı, diğer şehirlerden gelip Sinaiye’ye sığınan çok sayıda kadın ve çocuk –zehirli gazdan- ölecekti. Herkes ölecekti. La havle vela kuvvete illa billah! (Allah’tan başka güç sahibi yoktur!)
Bombalı araçlara gelince, Moshat operasyonunu kendi gözlerimle gördüm. Bir bombalı araç geldi ve sürücüsü Moshat’in girişinde patlattı. İkinci bombalı aracı sürücüsü Fafen köyünün içinde, daha köyden çıkıp Moshat’a varmadan patlattı. Üçüncü bombalı aracın sürücüsü ikinci aracın yüz metre gerisinde, gaz istasyonunun yanında aracı patlattı.
İki araç köyün içinde sivillerin arasında patlatıldı, civarda ne ÖSO’dan, ne Nusra’dan, ne de başka bir gruptan asker yoktu. İki araç köyün içinde patladı, ben bunu gözlerimle gördüm ve patlamanın kalıntıları ve yaptığı tahribat görmek isteyenler için hala oradadır. Hasbunallahi ve nimel vekil!
Ebu Esir, Ebu Ali Enbari ve Ömer Şişeni ile olan görüşmelerime, Fafen köyündeki bombalı araçlara ve Sinaiye’deki klor gazi dolu varillerle alakalı söylediklerime Allah şahittir, bunları kendim gözlemlediğime Allah’ı şahit tutuyorum.
ŞEYH FARUK EBU HAMAM ES SURİ
Çeviren: Ekrem Yılmaz
İngilizce Çevirisi: http://justpaste.it/hamam1
Arapça Orijinal Videosu: http://justpaste.it/euj7
ÜMMET-İ İSLAM / ÖZEL HABER
Moderatör tarafında düzenlendi: