ŞEHİD KOMUTAN ZUHEYR EL KAYSİ'NİN ŞEHADETİNDEN BİR HAFTA ÖNCE YAYINLANAN MESAJI
Bismillahirrahmanirrahim
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ( Ra’d Suresi – 11 )
“İslam tek çözümdür” anlayışı, kalplere yerleşmesi gereken hakikattır. İslam, ancak Allah yolunda cihad etmekle kaim olur.
İslam ümmeti gerçeğini teemmül eden, tuhaflıkla karşılaşır. Teemmülden imtina ettiğinde ve gerek tanıtım çalışmaları gerekse de neticeler vesilesiyle tarihe göz attığında bu tuhaflık izale olur. Tarih boyunca tüm ümmetlerin hareketi, mucizevî muhkem ayette Allah celle celalühu’nun koymuş olduğu Rabbanî bir kanuna tabi olarak seyreder. “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ( Ra’d Suresi – 11 )
O halde herhangi bir tuhaflık yok! Biz, ümmetlere şahit olan bir ümmet oluşturmak için ideal numuneyi teemmül ediyoruz. Bir kaç yıl içerisinde çok az sayıda kişiyle ve neredeyse yok denecek kadar az imkânlarla Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v ), en büyük cemaati ve gerek adalette gerekse de sulhta eşsiz bir örnek olan en büyük ümmeti tesis etmiştir. Bu ümmet, tüm hatlarıyla ve vasıflarıyla ideal bir numunedir. Peygamberimiz kendisinden sonra ideal ümmet olan bu cemaatin kibir ve dalalet içinde kaybedilmesi hususunda beşere hiç bir bahane bırakmamıştır. Allah şöyle buyuruyor: “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim.” (Maide-3) “Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.” (En’am-38) Rasulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu “Size gecesi gündüzü gibi olan bembeyaz bir din (kendisinde herhangi bir eğrilik bulunmayan apaçık bir hüccet ) bıraktım. (O dinden) Ancak helak olanlar sapar.” İttiba eden her basiret sahibi kişi, açık seçik gündüzde gördüğü gibi, fitne gecesinde de bu gerçeği görür.
İslam ümmetinin şimdiki realitesi, bir asırdan daha fazla zamandır bu realite için planlanan bocalama halinden ibarettir. Bardak taşıncaya kadar bu durum, iradesi ve onuru çalınmış ve parçalanmış devletler, düşmanların planlarını uygulamak için bazılarının buna âlet olduğu yöneticiler ve küçük çaplı dağınık hareketler şeklinde devam etti. Ezilmiş ve mazlum Arap halkları, zorba ve zalim diktatörlerin yönetimlerine karşı devrimler yapmaya başladılar. Öncü İslami hareketler bu devrimlere önayak olmadıkça, izzet, onur ve zafer ile neticelenmesi için bu halklardaki hakiki değişikliğin gerçekleşmesi adına âlimler tarafından insanların yolu aydınlatılmadıkça, bu devrimler güçlü ve muntasır bir ümmetin ikamesi için ihtiyaç duyulan hakiki değişikliği netice veremez. Bu islami hareketlerden ve alimlerden istenilen, insanlara en iyi yolları açıklamaları ve onları o yollara sevketmeleridir.
“De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim.” (Yusuf-108) Sonra gerek davranış bakımından gerekse de fedakârlık bakımından bu İslami hareketler ve ulema, insanlara birer numune teşkil etmelidirler. “Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip-dönerim.” (Hûd-88)
Şüphesiz ki düşmanlar bu sırrı idrak ediyorlar ve bu nedenle de onlarca yıldan beri ümmeti asıl gücünün farkına varmaması için var güçleriyle bölmeye çalışıyorlar. İşte Haham Murdakhay Elyaho diyor ki: “Bizim birçok düşmanımız var. Orada bizi gözetliyorlar ve bize saldırmak için fırsat kolluyorlar. Askeri icraatlarımız sayesinde onları kendi imkanlarımızla bertaraf edebiliriz. Ancak karşı koyamadığımız birşey var ki o da Kur’an diye isimlendirdikleri kitaptır. Bu, askeri imkanlarımızla bertaraf edemediğimiz ve karşı koyamadığımız tek düşmanımızdır.” Mordechai soruyor; “Arapların ve müslümanların bu kadar bizim hakkımızda olumsuzluklardan bahseden bir kitabı kutsadığı bir vakitte nasıl olurda barış sağlanabilir?. Ülkemizin liderlerinin, Arap liderlerine ya bizimle ya da Kur’an’la barış yapmaları hususunda bir seçime varmaları gerektiğini bildirmeleri gerekir.”
Geçmiş yüzyılda Batı’nın İslam Ümmeti üzerinde başarısı ve üstünlüğüne rağmen müslümanlar dizginleri yeniden ele almayı denediler, fakat ne yazık ki Batı’nın uyguladığı mevcut “demokrasi” programı sayesinde elimize şimdiki netice geçti. Demokratik sistem, doğru yoldan ve zafere ulaşmak için uygulanması gereken gerçek Rabbani vesilelerden uzaklaştırmak için uygulanan yalancı ve aldatıcı bir araçtan başka bir şey değildir.
Yakın zamanda Müslümanlar demokrasi deneyimi kazanmak için uğraştılar ve başardılar da, fakat Batı medeniyetinin sahtekârlığı kısa zamanda ortaya çıktı, gözümüzün önündeki Cezayir örneğinde olduğu gibi Müslümanların bu başarının meyvelerini toplamalarını engellemek için ordularını ve ağır araçlarının harekete geçirdirdiler. Sahada sadece bir oyuncuya yer var, diğeri ise sonsuza kadar yenilmiştir. Aksi takdirde, saha Batı’nın hazırlandığı gerçek bir savaş alanına döner. Ama bizler sadece Batı sistemine, Uluslararası kuruluşlara ve Güvenlik Konseyi’ne iyi niyetle yaklaşmaktan başka birşey yapmıyoruz. Allah şöyle buyuruyor: “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud-113)
Bazı Arap ülkelerinde yer alan “Batı Demokrasisi” döngüsü insanları makine gibi tek düzende hareket ettirecek ve Zafer için gereken Rabbani Şartlardan çok uzak olan yöntem ve uygulamalara uymak zorunda bırakacaktır.
İnsanın ömürde tek bir fırsatı var, hatta bu cemaat veya kuruluşlar için de geçerli. İnsanın (veya cemaat ve kuruluşun) bu ömürdeki tek fırsatını sonucu kesin olmayan bir deneyim için riske atması doğru değildir. Bizler Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de göterdiği ve kesinlikle sonuca ulaştıracak ölçü ile hareket ederiz. Allah şöyle buyuruyor “Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz, Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz” (Ta-Ha 123-124)
Ayetler gerçekte yaşayacağımız şekilde içimize yerleşmedikçe İslam’ın zafer kazanmayacağından emin olmamız gerekir. Eğer elimizdeki mevcut vesile seçimler ise, uluslararası siyasal sistem ve batı demokrasi kurallarıyla yönetime ulaşılacağından emin olmamalıyız. Bunun bir zafer olması mümkün değildir ve asla olmayacaktır.
Allah’ın razı olacağı gerçek vesilelerden uzaklaşmamak şartıyla mevcut vesileleri kullanmamız gerekir. Allah Resulü Hazreti Muhammed’in (s.a.v) bize bildirdiği uygulamalı açık bir örnek; “bu benim dosdoğru yolumdur o’na uyun, benim yolumdan ayıracak başka yollara uymayın”. Vesilelere uymadan zafere ulaşabileceğini iddia ederek kendini kandıran bir hareketin ömrü kısa olur ve hesabı da ağır olur.
İslam Ümmeti ve bütün âlemin geçtiği bir anda herkesin dinlemesi gereken şu ayeti söylemek icap ediyor: “Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır, yaklaşmakta olan yaklaştı. Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka hiç bir güç yoktur.” (Necm-58) Tek çözüm İslam’dır. Bütün ruhların bu gerçeği kabul etmesi gerekiyor.
Başka bir gerçek ise; İslam, Allah yolunda Cihad’dan başka bir şekilde kaim olamaz. Cihadın ilk aşaması ise “sıkıntılara tahammül etmek ve acılara sabr etmektir” Bizler bu aşamada çok uzun bir yol katettik. İslami Hareketlerden binlerce şehit davetçi ve “Rabbimiz Allah'tır” demekten başka suçu olmayan binlerce genç, zorbaların hapishanelerinde gençliklerini tükettiler.
Daha sonraki aşama “red” yani zülme karşı savaşma izni; “Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.” (Hacc-39) Daha sonraki cihad aşaması ise “def”, yani herhangi bir Müslüman ülkeye düşman saldırısı olursa onu def etme görevidir. Bundan sonraki aşama Allah’ın ismini yüceltmektir, her aşamanın tafsilatı ve hazırlık aşamaları vardır.
Eğer bu amaçlar kaybedilirse, bizler zaferin gerçekleşmesi ve fitnenin açığa çıkması için çok bekleriz. Allah’tan Filistindeki mücahitler çatışmanın tabiatını öğrendiler ve işgalci zorda yahudi düşmana karşı cihad etmenin, Allah karşısında mesuliyetten kurtulmak, toprakları geri almak ve mukaddesatların kurtarılması için tek yol olduğunu anladılar. Batı Şeria veya Gazze’deki Filistin halkının uğradığı şiddetli ablukaya ve ağır komplolara rağmen hala ilk ses mücahitlerin sesidir ve son sözü de yine Mücahitler söyleyecektir.
Bunda dolayı Ümmetin içinde bulunduğu bu durumu değiştirmek için proje sunan herkes tek yolun bu olduğunu idrak etmelidir ve kendi halkına doğruyu söylemek zorundadır; “komutan/lider durumunda olan kişi ehline yalan söylemez.”
Bu yol fitnelerden kurtulmak için gidilecek tek ve dikenli bir yol… Bu yol, zafere ulaştıracak tek yol… Bu yol hak, adalet ve iyilik dini olan İslam’ı ikame ettirecek tek yoldur.
“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah'a ve Rasulüne iman edersiniz. Allah yolunda, İslâm uğrunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff 10-11)
Direniş Komiteleri Genel Sekreteri
Şeyh Züheyr el-Kaysi “ebu İbrahim”
3 Mart 2012
Velfecr
Bismillahirrahmanirrahim
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ( Ra’d Suresi – 11 )
“İslam tek çözümdür” anlayışı, kalplere yerleşmesi gereken hakikattır. İslam, ancak Allah yolunda cihad etmekle kaim olur.
İslam ümmeti gerçeğini teemmül eden, tuhaflıkla karşılaşır. Teemmülden imtina ettiğinde ve gerek tanıtım çalışmaları gerekse de neticeler vesilesiyle tarihe göz attığında bu tuhaflık izale olur. Tarih boyunca tüm ümmetlerin hareketi, mucizevî muhkem ayette Allah celle celalühu’nun koymuş olduğu Rabbanî bir kanuna tabi olarak seyreder. “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” ( Ra’d Suresi – 11 )
O halde herhangi bir tuhaflık yok! Biz, ümmetlere şahit olan bir ümmet oluşturmak için ideal numuneyi teemmül ediyoruz. Bir kaç yıl içerisinde çok az sayıda kişiyle ve neredeyse yok denecek kadar az imkânlarla Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v ), en büyük cemaati ve gerek adalette gerekse de sulhta eşsiz bir örnek olan en büyük ümmeti tesis etmiştir. Bu ümmet, tüm hatlarıyla ve vasıflarıyla ideal bir numunedir. Peygamberimiz kendisinden sonra ideal ümmet olan bu cemaatin kibir ve dalalet içinde kaybedilmesi hususunda beşere hiç bir bahane bırakmamıştır. Allah şöyle buyuruyor: “Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim.” (Maide-3) “Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır.” (En’am-38) Rasulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu “Size gecesi gündüzü gibi olan bembeyaz bir din (kendisinde herhangi bir eğrilik bulunmayan apaçık bir hüccet ) bıraktım. (O dinden) Ancak helak olanlar sapar.” İttiba eden her basiret sahibi kişi, açık seçik gündüzde gördüğü gibi, fitne gecesinde de bu gerçeği görür.
İslam ümmetinin şimdiki realitesi, bir asırdan daha fazla zamandır bu realite için planlanan bocalama halinden ibarettir. Bardak taşıncaya kadar bu durum, iradesi ve onuru çalınmış ve parçalanmış devletler, düşmanların planlarını uygulamak için bazılarının buna âlet olduğu yöneticiler ve küçük çaplı dağınık hareketler şeklinde devam etti. Ezilmiş ve mazlum Arap halkları, zorba ve zalim diktatörlerin yönetimlerine karşı devrimler yapmaya başladılar. Öncü İslami hareketler bu devrimlere önayak olmadıkça, izzet, onur ve zafer ile neticelenmesi için bu halklardaki hakiki değişikliğin gerçekleşmesi adına âlimler tarafından insanların yolu aydınlatılmadıkça, bu devrimler güçlü ve muntasır bir ümmetin ikamesi için ihtiyaç duyulan hakiki değişikliği netice veremez. Bu islami hareketlerden ve alimlerden istenilen, insanlara en iyi yolları açıklamaları ve onları o yollara sevketmeleridir.
“De ki: İşte benim yolum budur; basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar (işte böyleyiz). Ben Allah'ı tesbih ederim ve ben müşriklerden değilim.” (Yusuf-108) Sonra gerek davranış bakımından gerekse de fedakârlık bakımından bu İslami hareketler ve ulema, insanlara birer numune teşkil etmelidirler. “Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir. Benim başarım ancak Allah iledir; O'na tevekkül ettim ve O'na içten yönelip-dönerim.” (Hûd-88)
Şüphesiz ki düşmanlar bu sırrı idrak ediyorlar ve bu nedenle de onlarca yıldan beri ümmeti asıl gücünün farkına varmaması için var güçleriyle bölmeye çalışıyorlar. İşte Haham Murdakhay Elyaho diyor ki: “Bizim birçok düşmanımız var. Orada bizi gözetliyorlar ve bize saldırmak için fırsat kolluyorlar. Askeri icraatlarımız sayesinde onları kendi imkanlarımızla bertaraf edebiliriz. Ancak karşı koyamadığımız birşey var ki o da Kur’an diye isimlendirdikleri kitaptır. Bu, askeri imkanlarımızla bertaraf edemediğimiz ve karşı koyamadığımız tek düşmanımızdır.” Mordechai soruyor; “Arapların ve müslümanların bu kadar bizim hakkımızda olumsuzluklardan bahseden bir kitabı kutsadığı bir vakitte nasıl olurda barış sağlanabilir?. Ülkemizin liderlerinin, Arap liderlerine ya bizimle ya da Kur’an’la barış yapmaları hususunda bir seçime varmaları gerektiğini bildirmeleri gerekir.”
Geçmiş yüzyılda Batı’nın İslam Ümmeti üzerinde başarısı ve üstünlüğüne rağmen müslümanlar dizginleri yeniden ele almayı denediler, fakat ne yazık ki Batı’nın uyguladığı mevcut “demokrasi” programı sayesinde elimize şimdiki netice geçti. Demokratik sistem, doğru yoldan ve zafere ulaşmak için uygulanması gereken gerçek Rabbani vesilelerden uzaklaştırmak için uygulanan yalancı ve aldatıcı bir araçtan başka bir şey değildir.
Yakın zamanda Müslümanlar demokrasi deneyimi kazanmak için uğraştılar ve başardılar da, fakat Batı medeniyetinin sahtekârlığı kısa zamanda ortaya çıktı, gözümüzün önündeki Cezayir örneğinde olduğu gibi Müslümanların bu başarının meyvelerini toplamalarını engellemek için ordularını ve ağır araçlarının harekete geçirdirdiler. Sahada sadece bir oyuncuya yer var, diğeri ise sonsuza kadar yenilmiştir. Aksi takdirde, saha Batı’nın hazırlandığı gerçek bir savaş alanına döner. Ama bizler sadece Batı sistemine, Uluslararası kuruluşlara ve Güvenlik Konseyi’ne iyi niyetle yaklaşmaktan başka birşey yapmıyoruz. Allah şöyle buyuruyor: “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud-113)
Bazı Arap ülkelerinde yer alan “Batı Demokrasisi” döngüsü insanları makine gibi tek düzende hareket ettirecek ve Zafer için gereken Rabbani Şartlardan çok uzak olan yöntem ve uygulamalara uymak zorunda bırakacaktır.
İnsanın ömürde tek bir fırsatı var, hatta bu cemaat veya kuruluşlar için de geçerli. İnsanın (veya cemaat ve kuruluşun) bu ömürdeki tek fırsatını sonucu kesin olmayan bir deneyim için riske atması doğru değildir. Bizler Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de göterdiği ve kesinlikle sonuca ulaştıracak ölçü ile hareket ederiz. Allah şöyle buyuruyor “Kim benim hidayetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz olmaz, Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz” (Ta-Ha 123-124)
Ayetler gerçekte yaşayacağımız şekilde içimize yerleşmedikçe İslam’ın zafer kazanmayacağından emin olmamız gerekir. Eğer elimizdeki mevcut vesile seçimler ise, uluslararası siyasal sistem ve batı demokrasi kurallarıyla yönetime ulaşılacağından emin olmamalıyız. Bunun bir zafer olması mümkün değildir ve asla olmayacaktır.
Allah’ın razı olacağı gerçek vesilelerden uzaklaşmamak şartıyla mevcut vesileleri kullanmamız gerekir. Allah Resulü Hazreti Muhammed’in (s.a.v) bize bildirdiği uygulamalı açık bir örnek; “bu benim dosdoğru yolumdur o’na uyun, benim yolumdan ayıracak başka yollara uymayın”. Vesilelere uymadan zafere ulaşabileceğini iddia ederek kendini kandıran bir hareketin ömrü kısa olur ve hesabı da ağır olur.
İslam Ümmeti ve bütün âlemin geçtiği bir anda herkesin dinlemesi gereken şu ayeti söylemek icap ediyor: “Bu önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır, yaklaşmakta olan yaklaştı. Onu Allah'ın dışında ortaya çıkaracak başka hiç bir güç yoktur.” (Necm-58) Tek çözüm İslam’dır. Bütün ruhların bu gerçeği kabul etmesi gerekiyor.
Başka bir gerçek ise; İslam, Allah yolunda Cihad’dan başka bir şekilde kaim olamaz. Cihadın ilk aşaması ise “sıkıntılara tahammül etmek ve acılara sabr etmektir” Bizler bu aşamada çok uzun bir yol katettik. İslami Hareketlerden binlerce şehit davetçi ve “Rabbimiz Allah'tır” demekten başka suçu olmayan binlerce genç, zorbaların hapishanelerinde gençliklerini tükettiler.
Daha sonraki aşama “red” yani zülme karşı savaşma izni; “Kendilerine savaş açılan müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihad için izin verildi. Şüphe yok ki Allah’ın onlara yardım etmeğe gücü yeter.” (Hacc-39) Daha sonraki cihad aşaması ise “def”, yani herhangi bir Müslüman ülkeye düşman saldırısı olursa onu def etme görevidir. Bundan sonraki aşama Allah’ın ismini yüceltmektir, her aşamanın tafsilatı ve hazırlık aşamaları vardır.
Eğer bu amaçlar kaybedilirse, bizler zaferin gerçekleşmesi ve fitnenin açığa çıkması için çok bekleriz. Allah’tan Filistindeki mücahitler çatışmanın tabiatını öğrendiler ve işgalci zorda yahudi düşmana karşı cihad etmenin, Allah karşısında mesuliyetten kurtulmak, toprakları geri almak ve mukaddesatların kurtarılması için tek yol olduğunu anladılar. Batı Şeria veya Gazze’deki Filistin halkının uğradığı şiddetli ablukaya ve ağır komplolara rağmen hala ilk ses mücahitlerin sesidir ve son sözü de yine Mücahitler söyleyecektir.
Bunda dolayı Ümmetin içinde bulunduğu bu durumu değiştirmek için proje sunan herkes tek yolun bu olduğunu idrak etmelidir ve kendi halkına doğruyu söylemek zorundadır; “komutan/lider durumunda olan kişi ehline yalan söylemez.”
Bu yol fitnelerden kurtulmak için gidilecek tek ve dikenli bir yol… Bu yol, zafere ulaştıracak tek yol… Bu yol hak, adalet ve iyilik dini olan İslam’ı ikame ettirecek tek yoldur.
“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti haber vereyim mi? Allah'a ve Rasulüne iman edersiniz. Allah yolunda, İslâm uğrunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff 10-11)
Direniş Komiteleri Genel Sekreteri
Şeyh Züheyr el-Kaysi “ebu İbrahim”
3 Mart 2012
Velfecr