Allah'ın yardımı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!
- Elhamdülillah iyiyim. Güz dönemi biraz rahatsızlandım. Hava soğuk ve rutubetliydi; ağır malzemeleri taşırken kendimi iyi hissetmedim. Normal yiyecek yoktu ve ormanlarda bize karşı muazzam operasyonlar düzenleniyordu. Fakat elhamdülillah, biz onların kuşatmalarını yardık. Orada sadece bir şehid verdik, karşı taraftan ise bir çok domuz-yiyeni öldürdük. Ben o zaman belimi üşütüp hastalanmıştım. Ve neredeyse tüm kışı sancılı geçirdim. Fakat daha sonra daha iyi oldu ve şimdi kendimi iyi hissediyorum.
Biliyorsunuz bu dünyadan çok usandım. Sanki asırlar boyunca yaşamışım gibi... Fakat bu, zorluklardan dolayı değil; aksine her gün kardeşlerin buradan daha iyi olan tarafa, Allah'ın hoşnutluğuna gittiklerini görüyorum. Ben ise bu melun dünyadaki imtihanlarla uğraşıyorum.
Bir süredir tek bir arzum var: Bu dünyadan, şu an sahip olduğum iman derecesiyle ayrılmak. Çünkü imanla öleceğimizi ve onun yarın daha fazla olacağını garanti edemeyiz.
Biliyorsunuz uzun zamandan beri Dokko'dan, beni ameli istişhadiye göndermesini istiyorum. Allah ile buluşmak için hiçbir şey, ondan daha iyi olamaz. Fakat her seferinde, burada ihtiyaç duyulduğum söylenerek reddediliyorum.
Ama ben öyle düşünmüyorum ve bu yolda gidenlere gıpta ediyorum. Bu ormanlarda yıllarca kalabilirim. Muazzam yürüyüşlere alıştım ve bu dağlarda-ormanlarda kendimi çok iyi hissediyorum. Fakat Allah(c.c) ile buluşmak, bundan daha iyi ve daha büyük bir şey ve ben bunun için hazırım.
Benim önemli bir adam olduğum düşünülüyor fakat gerçekte ben kim olduğumu biliyorum. Kendi hatalarımı ve günahlarımı, başkalarından daha iyi biliyorum ve bu nedenle tüm şeref, bana dokunmadan geçecektir.
Başıma büyük ödül konulduğu ilan edilmiş. Bu nedenle mürtedler, kendilerine bir bilgi geldiğinde beni bulmak için acele ediyorlar. Assinovskaya'dan bir mürtet de Kafirov'a ilaveten benim başıma 1 milyon dolar ödül vereceğine dair kendiliğinden söz vermiş. Buna bakarak, onların benim değerimi nasıl da artırdıklarına ancak gülünür.
- Burada ölümü görürsünüz, kardeşlerimizin nasıl şehid olduklarını görebilirsiniz. Ve ben, tüm hayatım boyunca onlardan daha iyi kimseyi görmedim. Onlarla tehlikeli görevlerde, kuşatmalarda, çarpışmalarda birlikteydim ve maalesef benim kapasitemin üzerinde olduğu için zor gösterebileceğim gerçek kahramanlığı onlarda gördüm.
Bana gereçleri taşırken yardım edenleri, soğukta karlar altında aynı tentenin altında birlikte uyuduklarımı, yağmur altında ormanda yağlanmış bir bez altında beraber oturduklarımı, bir parça şekeri benimle paylaşanları asla unutmayacağım.
Burada şunu da anlarsınız ki; Bu dünya, Allah katında hiçbir şey olmadığı gibi O'nun yolunda gidenler için de bir şey değil.
Bir keresinde bir pusu yapmaya gitmiştik. Orada yüksek bir tepe vardı ve oradan Gürcistan'ı bile görebiliyorduk. O dağları gördüğümde bunların, cennetin güzellikleriyle karşılaştırıldığında hiçbir şey olmadığını anladım. Uzun süre o dağyolunda kaldık ve o günlerde hep o ziyaret etme imkanım olmayan yöreyi seyrettim. Ama gerçekten çok güzeldi, inanın bana!
Biliyorsunuz, ruhumda neler olduğunu tam olarak ifade edemem. Fakat ben yanlış yazsam bile sizin ne söylemek istediğimi anlayacağınızı düşünüyorum.
Özellikle bu sene, pek çok kardeş şehid oldu. Çünkü düşman, bütün gücünü Sunja Bölgesi'ne yığdı. Öyle ki diğer bölgelerdeki mücahidler boş kaldı. Onlar, Dokko'nun burada olduğunu düşünüyor ve bu yüzden tüm ormanı tarıyorlar. Fakat orada onlardan birçok ayak parçası ve bunun gibi şeyler duruyor. Sadece Dattıh Köyü yakınlarında, geçen yılın ekiminden bu yana otuzdan fazla kafir ve işbirlikçi, bizim mayınlarla havaya uçtu.
Fakat bu domuzlar, halen zorla ormanlık alana sürülüyorlar ve kimi zaman Allah onlara bizim kardeşlerden bazılarını öldürme fırsatı veriyor. Şimdi öncekinden daha güçlü bir durumumuz var. Öyle ki; ormanlardaki mücahid sayısı, tüm cihad tarihi boyunca bu kadar olmadı. Bu nedenle ölmek üzere olan Rusya ve Kafirov, bizi her pahasına ortadan kaldırmak için acele ediyor.
Elhamdülillah, pis bir domuz olan ve O'nun yüzünden birçok kardeşin şehid olduğu Yevkurov'a da bir operasyon düzenledik. O'na karşı düzenlenen bu operasyonda bizzat ben de bulundum ve mürtedler bundan şüphelendiler. Fakat onlara şunu söylemek isterim ki; orada olan her şey, İçişleri Bakanı'nın inanmadığı Dokko'nun emir verdiği ve revize ettiği "Riyazüs Salihin" birliğinin eseriydi.
Biliyorsunuz, istişhad eylemine giden kardeşleri, Harun'u ve diğerlerini düşlemeye başladım. Onlar hala diriler ve Allah, bana o nimeti verirse bazı nedenlerden ötürü yakında onlara gitmem gerekiyormuş gibi görünüyor.
O kardeş, Yevkurov'a gidendi. O'nu da ben hazırlamıştım fakat O'nun yerinde olmayı ne kadar arzu ettiğime inanamazsınız. Ölüme tıpkı çay içmeye gider gibi gitti ve ben o patlamanın sesini duyunca fena oldum. Anladım ki o her şey için bir defa gitti.
- Çok sayıda yeni mücahid geliyor ve hepsi benimle görüşmek istiyor. Fakat hepsiyle buluşmak mümkün değil. Çünkü aynı anda birçok cephede bulunamam. Dokko ile beraber geçirilecek çok zaman var. O'nun eşine nadir rastlanacak bir şahsiyeti var. Bir hadis dinlediği zaman derhal fikrini değiştirir. O fikirleri yıllardır kökleşmiş olsa bile...
Bu cihadın başlangıcından beri İslami inancını çok fazla kuvvetlendirmiş. Ve ben bu adama çok şaşırıyorum. Eğer dünyada, bir erdem abidesi olarak gerçekten bir adam ve bir savaşçı diye çağırılacak tek bir kişi varsa bu, yalnızca O'dur.
- Buraya gelmek için çabalamayan tüm Avrupalı ve diğer internet mücahitleri için gerçekten üzgünüm. Onlar, bunu doğru olduğunu ancak ölüm geldiğinde anlayacaklar.
Ben çok iyi anladım ki buraya gelmeden evvel yanlış yaşamışım. Uzun cihad ve zorluk zamanlarını ıskalamışım. Kış boyunca belindaj olmadığı zaman tüm günü ateşin yanında geceyi bekleyerek geçirirsiniz. Geceleyin 12 saat veya daha fazla uyuduysanız uyanmak için şafağı bekliyorsunuz. Ve uyuyamazsınız çünkü yeteri kadar uyumuşsunuzdur.
Sonra kendileri olmadan bir yere gidemeyeceğiniz en gözde arkadaşlarımız, prinç ve karabuğday. Soğuk ve rutubet, inanmayacaksınız ama bazen dört gün boyunca aralıksız yağıyor. Bazen yağmur sesi altında uyuyakalırsınız ve onun şırıltısıyla uyanırsınız. Bataryalar bizim için altın değerindedir ve bizimkiler, okumak ve resim almak için bir telefonda şarjsız üç batarya harcayabilirler.
Kafirlerle birçok çarpışma meydana geldi. Mürtedler bizimle savaşmak istemiyor, alanın dışında kalıp daha uzağa gidiyorlar. Asıl dövüşler sadece GRU özel birlikleriyle oluyor. Fakat onlar da ilk kayıplarını verdikleri zaman oldukça hızlı bir şekilde kaçıyorlar. İşte bunlar, bizim burada sahip olduğumuz şeyler. Başka ne anlatabilirim ki?
Dokko ve Magas'tan başlayarak en küçük cemaatlerin emirlerine kadar hemen her komutanla karşılaştım ve konuştum. Onların tümünde gördüğüm şey, ihlas ve Allah için mücadele etme arzusuydu.
Öyleyse Allah katında hiçbir değeri yok iken bu dünyayı kazanmak için boğuşmak neden? Burada senin için gerekli olan her şey var. Dağlara, nehirlere gidersiniz, balık tutarsınız, mantar toplarsınız ve Allah yolunda dövüşürsünüz. Er yada geç ölürsünüz. Fakat Allah yolunda öldürülürsünüz ve kıyamet gününde Allah'ın huzurunda, yaralarınızla mahcup olmazsınız.
Biliyorsunuz daha önce de yazdım ve tekrar söyleyeceğim: Buradan bir yere gitmeyeceğim, silahımı bırakmayacağım. Kafirlere karşı nerede savaşıldığını önemsemiyorum: Burada yahut Moskova'da... Önemli olan onlara zarar vermektir. Ve böylesi büyük bir ödül varken, bu yolu nasıl terk edebiliriz.
- Biliyormusunuz ? zihnimde kaç kez bu hakikat anına gittim. Arabayı kafirlerin üzerlerine sürüp butona basmak... Eminim ki bu ancak, Allah'ın kendisini bu yolda güçlendirdiği ve O'nunla gerçekten buluşmak isteyen biri tarafından yapılabilir. Ve de cennetlere inanmayan fakat onun gerçek olduğuna ikna olmuş biri tarafından yapılabilir. Tıpkı bizim bu dünyanın gerçekliğine ikna edilişimiz gibi...
Kardeşimiz Yevkurov Unzar-Bek'e(berbat beki-O'na bu lakabı verdik) gittiği zaman her günü hesaplıyor ve zamanın bu kadar yavaş aktığı gerçeğinden dolayı ızdırap çekiyordu. Ve de bu operasyonu başaramamaktan korkuyordu. Bir arabayı nasıl kullanacağını tam olarak bilmiyordu fakat bir manevra yapmaya ve Unzar Bek'in aracına çarpmayı başardı. Öyle ki Yevkurov ölmediyse de artık gerçek bir iğrenç Unzar Bek olacak. Vücudu yandı, gözleri fırladı, kafası ve iç organları zarar gördü.
Eğer birisi bu yola girerse ben duramam fakat yine burada kalacağım. Grozni'de kendisini havaya uçuran Harun, bu operasyona giderken Dokko'ya; kendisinin yerine başka birini yollarsa bir daha kendisiyle konuşmayacağını söylemişti.
Onlarda hep, ölüme karşı tıpkı muhteşem bir açlık gibi bir arzu gördüm. Ve hiçbir şey, onları bunu yapmaktan vazgeçiremez. Vallahi burada birçok şeyi gördüm ve birçok şey bir emre düştü.
- Bana dün Ebu Müslim'in şehid olduğu haberi geldi. Hatırlayın; benim Beyaz İsa ile bir videomu görmüştünüz. Bayrağın önünde ben ve İsa duruyorduk. Ebu Müslim de bir tarafta duruyordu. O videoda Kafirov hakkında konuşuyordum.
Onu ilkbaharda bir köyün yakınlarında çekmiştik. O zaman yeşillik yoktu ve helikopterler uçuşuyor, gündüzleri çatışma oluyordu. Ebu Müslim Khimayev, Arştı ve Çemulga'daki çarpışmalarda, diğer 3 mücahitle beraber şehid düştü.
O, benim Allah için en sevdiğim kişilerden biriydi ve O'ndan ayrı kalmak çok zor oldu benim için. O, tecrübeli bir kardeşti. 2002'de kafirler, yüz binden fazla domuz yiyicisini ormanlara gönderdiği zaman O, bir cemaat tarafından ölümden kurtarılmıştı. Ayakta kalabilmek için tüm kış boyunca ot ve yabani sarımsak yemek zorundaydılar ve kafirlerle sürekli olarak çarpışmak durumunda kaldılar.
O, Gürcistan'daydı ve oradan Çeçenya'ya olan yürüyüşte yer aldı. Biliyorsunuz O, herkes hakkında daima dikkatliydi ve daima her yerde adaletin inşa edilmesi için kaygılıydı. Şimdi O gitti ve ben O'nun ve kaybetmek zorunda olduğum diğer kardeşler için kendimi kötü hissettim. Artık Ebu Dücane yok, Adem yok, Bilal ve Harun yok, Ebu Müslim ve diğer birçok kardeş yok. Ve onlar Allah ile buluşmak için yola çıkmışken ben hala hayattayım.
Biliyorsunuz onların gittiği her bir zaman, ben kendimi çok bitkin hissediyorum. İkinci bir güne kadar bilincim dönmüyor. Demek ki benim vaktim henüz gelmedi ki bundan dolayı hala hayattayım ve diğer kardeşlerin şehadetlerini gözlüyorum. Şimdi kaybetmek istemediğim kardeşlerden birisi-Profesör'ümüzdür. Kendisi oldukça yaşlı bir mücahid ve hayli iyi eğitimli birisi. Öyle iyi eğitimli ki kendisiyle saatlerce sohbet edebiliyoruz. Hatta Dokko bile, biz bir saatlik nöbet esnasında her şeyi konuştuğumuz için darılıyor.
Ben ve Ebu Müslim, O'na yaşından dolayı "dede" ismini vermiştik. Dede, Hamzat Gelayev ile beraber Gürcistan'a gidip gelmiş ve bir seferinde makineli tüfekle çok sayıda domuz yiyicisini öldürmüş.
- Biliyorsunuz, şimdi burada eğer hayatımın dönüm noktasında cihada gitmeyi reddedip evde kalsaydım ne olacağını düşünüyorum. Eminim ki o zaman kendime en ufak bir saygım olmayacaktı. Kendi korkaklığımı hangi özürle gizlemeye çalışacağımın hiçbir önemi yok.
Şimdi anladım ki eğer o zaman cihada katılmayı reddetseydim Allah(c.c) kesinlikle beni aşağılardı. Belki daha fazla yaşayacaktım fakat cihad üzere değil de farklı bir şekilde ölecektim.
- Şimdi ben bu satırları yazarken yarın için birkaç operasyona hazırlanıyoruz. Oturmuş silahlarımızı hazırlıyoruz. Belki de Allah bana şehadeti nasip eder. Böyle büyük bir hediyeyi hak etmememe rağmen...
Biliyorsunuz, şunu duymayı çok isterim: "Bugün FSB tarafından düzenlenen operasyonda ... diye bilinen ... etkisiz hale getirildi."
Eninde sonunda bu şansı elde edecekler(inşallah). Bu, onları mutlu edecek, Kafirov gelecek ve eğlence yapacak. Fakat benim için hiçbir önemi yok. Bugün bir operasyon hazırlamamız ve fikirlerimizi tüm bunların Allah rızası için olduğu ve şan-şöhret vb. kirli şeyler için olmadığı şeklinde temizlememiz gerekmektedir.
Yevkurov'u havaya uçuran kardeş, ailesi için bir mesaj bıraktı fakat bunu filme çekmekten çekindi ve bu son beyanatını kaydettirmeyi reddetti. Ben O'nu çok iyi anladım. Her şeyinizi kaybettiniz ve bozuk niyetli mücahidin öncelikle cezalandırılacağı kıyamet gününde böylesi bir durumda yanlış niyetinizden dolayı cehenneme gitmemelisiniz.
- Benim tüm yazdıklarımı hayal edebildiğiniz için mutluyum. Özellikle de ateşin başında, üç küçük batarya ile dolan telefonlarıyla oturan kardeşleri...
Kafir ve münafıklar tarafından yok edilene kadar kullandığımız çok güzel bir üssümüz vardı. Üs, Dattıh köyünün yakınlarındaydı. Biliyorsunuz burası, Çeçen-İnguş sınırında ve yaklaşık 30 kişinin yaşadığı küçük bir köydür. Biz köyden yürüme mesafesiyle bir saat uzaklıkta bir yerde üssümüzü inşa etmiştik. Kafirler çok kez burayı aradılar fakat bulamadılar. İki tepe arasına kurulmuştu ve yakın mesafeden bile görünmesi zordu.
Neredeyse bir yazı orada, çadırlarda geçirdik. Oradan operasyonlara çıktık, belindajlar kazdık. Kendi aramızda buraya "Yeni Dattıh" ismini verdik. Kimi zamanlarda, eski Dattıh'dan daha fazla nüfusumuz oluyordu.
İsim takarak eğleniyorduk. Bir Umarov Cadde'miz vardı. Sonra bir camimiz(kumaştan yapılmış ve 20-25 kişilik), bir kafemiz, dinlenme odamız, İslami Askeri Enstitümüz, başkanlık suitimiz, sağlık kabinimiz ve diğerleri...
Çok fazla hatıramız var. Kaç kez tepenin en güzel manzarası olan zirve noktasına nöbete gittik. Orda siper kazar ve onu gizlerdik. Bazen kafirler geldiği zaman, ben ve bir mücahid bu domuzları ateşle ilk karşılayanlar biz olurduk.
Kadınlar gibi nasıl da bağırıyorlardı? Ben gerçekten de aralarında kadınların olduğunu sanmıştım. Sonuçta bir kafir ağır yaralanmıştı ve öylesine çığlıklar atıp inliyordu ki, kulaklara bir müzik gibi geliyordu.
Bu, oldukça ciddi bir çatışmaydı ve onlara çok fazla mermi harcadık. Bu, tıpkı bir aksiyon filmindeki sahnelere benziyordu. Bir kahraman ileri atılınca ortalıkta mermiler uçuşur ve her yerde patlamalar olur ya işte öyle...
Sanki bugün olmuş gibi hatırlıyorum. Orda sadece bir mücahidimiz vardı. Önceden Avrupa'da mülteci olan Sıddık. Ben, tüfeğimle uzanmış kafirlerin görüntüsünü yakalamaya çalışıyordum. O da tepenin zirvesinde yürüyor, etrafında mermiler ve bombalar patlıyordu. O ise sanki evinin arka bahçesinde yürür gibi sakindi ve vücudunu bile eğmiyordu.
Her neyse, biz ve kafirler farklı istikametlere gittik. Biz her hangi bir kayıp vermedik. Sadece ben bir parça ile kulağımdan yaralandım. Sadece hafif bir sıyrıktı.
- Biliyorsunuz her yerde uyuyamazdım, hele ki orman gibi bir yerde... Burada sabaha kadar oturmazsınız, karanlık çöker çökmez muşambayı koyarsınız, hasırı ve uyku tulumunu serersiniz, sürünerek içine girer ve güzelce uyursunuz. Sabahları namaz için karanlıkta kalkarım, abdest alıp namaz kılar sonra tekrar uyurum. Sekiz sularında ateş üzerinde çay kaynatmaya başlanır, kahvaltı hazırlanır.
Bir de doğada dinlenmek için muazzam paralar ödeyen şu insanlara bir bakın. Burada ise her şey bedava ve üstelik Allah yolunda cihad var.
Sonbaharları serin ve nemli fakat yine de çok güzel oluyor. Çamurdan geçtiğiniz zaman zorluk belindajlarda ve haddinden fazla çamur var.
Eğer ormanda dinlenmek için durduysanız ve bir şeyleri yere bıraktıysanız yağmur gelir ve her şey bir anda çamura döner. Bu, en zor olanı ve en sevmediğim şeydir fakat Allah rızası için hepsine katlanmak zorundayız.
Biliyorsunuz ki sabır, ancak burada geliştirilebilir ve ancak burada, kendinizin gerçekten de zorluk içinde olduğunuzu anlarsınız. İnanın bana; bizi suçlayanların hepsi, tüm bilgileriyle beraber mücahidlerin botlarının altındaki çamur kadar bile değerli değiller.
Kendisinin imtihan olduğunu düşünen birisi, eğer burada bulunmamışsa hiçbir şey görmemiştir. Bu, insanın dayanabileceği en büyük zorluktur. Açlık, pislik, soğuk, rutubet, hastalık, yaralar, korku, ölüm ve daha niceleri... Bunlar, Allah yolunda cihadın tüm yönleridir ve bunun için cennetin fiyatı çok yüksektir.
- Bizim eğlencecilerimiz de vardı. İşbirlikçileri cezalandırmaya bir yere giden bir cemaat vardı, hep belden aşağısına ateş ederlerdi. Belli bir amaç için yapmıyorlardı ama şimdiden böyle dört tane vakıaları var.
Bir polis memuru vuruldu ve artık bir daha çocuk sahibi olamaz. Bu yaralı mürted, bir eve girmişti ve kendi üzerine bir kova su dökerek yarasından dolayı bilincini kaybedene kadar tevbe etmişti. Yine de hastanede bilinci yerine geldikten sonra yine Müslümanlara karşı savaşmaya devam etti.
Bir keresinde bir operasyona gitmiştik ve geceleyin, bir köyün yakınında kafirlerin pususuna düştük. Fakat bizim gibi onlar da bizim kim olduğumuzu anlamamışlardı. Bir kafir duruyor ve "kimsiniz" diye bağırıyordu. Ben de O'na; "çabuk özel operasyon sahasını terk edin!" diye bağırdım. Baktı ki bir aksan farkı yok, bizi oraya aldı. Biz de O'nu vurduk ve ormana kaçtık. Kimse de bize ateş açmadı.
Yani yeteri kadar eğlencemiz var. Özellikle de Dokko, eski cihad maceralarından bahsederken bunları ne kadar çok dinlemiş olsak da sanki yeni bir şeyler gibi geliyor.
İşte bu, burada neler olduğudur. Ve şimdi kardeşlerle bir operasyona gitmem gerekiyor. Eğer geri dönersem, bu yazıyı bitireceğim inşallah. Biliyorsunuz, savaşmayı hiç sevmem fakat bu, Allah'ın emri ve yapacak bir şey yok!
Eğer bu, bir mükafat için yahut bu sefilleri öldürmek için olmasaydı hiçbir yere gitmezdim. Fakat insan, bugün birçok Müslüman'ın yaptığının aksine, kendi arzularını şeriatın taleplerine düzenlemelidir.
75 mermiyi otomatik atan 7,65'lik tüfeğimi aldım ve onu bugün test edeceğiz inşallah. En büyük arzum, bomba atarlı tüfek olmasına rağmen... Hepsinden sonra, cennetin kapılarının anahtarı olan kılıç...
... dün geri geldim ve başladığım bu yazıyı bitirmeye karar verdim. Bir araba aldık ve iki günlük yol gittik. Mürtedlerin evlerini ve kafirlerin üslerini vurduk. Arabasının içindeki bir haini kovaladık. O kadar hızlı kaçtı ki, daha önce böyle bir hız hiç görmemiştim.
Ben bir bomba atardan ateş ettim. Bu, çok güçlü bir silah. Hainlerin evlerini nasıl dağıttığını görüyorsunuz. Biz onlara, aileyi ve evi kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu tatma fırsatı verdik. Böylece bizi daha iyi anlayacaklar ve gelecekte sarsılmayacaklar.
- Şimdi İsa İzerhanov'un, Goyti köyü yakınlarındaki bir muharebede şehid düştüğü haberi geldi. İsa, 1999'dan beri cihadın içinde bulunan eski bir mücahiddi ve çok sayıda çatışma görmüştü. O'nun takma adı, internette olduğu gibi gezinebilme yeteneğinden dolayı "İnternet İsa" idi. Çeçenistan ve İnguşetya popülasyonunun %90'ını tanırdı. Kim kimin akrabasıdır, kim ne yapar vs.
Her köyde tanıdıkları vardı ve bu nedenle oralardan hiçbir sorun çıkmadan ürün alabilirdi. Ve şimdi O da gitti. O'nunla çok vakit geçirmiştik. "internet"in çok orijinal bir kişiliği vardı. Bir videoda O'nunla konuşuyor ve O'ndan "yaşlı mücahid" diye bahsediyordum. O iyi bir kardeşti ve her zaman bazı ideallerin peşinden koştu, asla yılmadı.
- Geri döndük, Allah(c.c.) bu sefer bana şehid olmayı nasip etmedi. Fakat herşey, hala önümüzde. Geri döndüğümde kendimi o kadar güçlü hissettim ki, şehadeti o kadar çabuk kazanmayı istiyorum. Ve de bu dünyadan o kadar nefret ettim ki daha evvel hiç bu kadar nefret etmemiştim.
Fakat şunu da anladım ki bu beden, ölümden çok korkuyor. Nefis, bu bedenle birlikte büyüyüp gelişse de onunla bir parça olmak istemiyor.
Bazen, şu cihada çıkıp da ameli istişhadi ile ölme arzusu taşımayanları anlayamıyorum. Ölüm nasıl olsa gelecek ve siz ondan kurtulamayacaksınız. O zaman ruhunuzu ve bedeninizi, bu eylemle Allah katında en yüksek dereceyi kazanmak için vermek sizin için daha iyi değil mi? Tıpkı Uhud harbinde, herkes geri adım atarken ve kendisiyle beraber kimse yokken, müşriklerin saflarına atılan Enes bin Nadir(r.a.) gibi...
Evet, bir açıdan kendini kesin bir ölüme atmak, bir kişinin intiharı gibi görünebilir. Fakat bu eylem, Allah'ın rızasını kazanmak ve imandaki samimiyeti O'na göstermek içindir. Bu yüzden Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için aynı eylemi düzenlemeye karar vermiştim inşallah.
Biliyorsunuz, Ebu Dücane ile bir keresinde böyle bir eyleme birlikte nasıl gideceğimizi hayal etmiştik. Bir arabaya patlayıcı doldurup onu kafirlerin askeri üslerine sürmeyi istiyorduk. Fakat sonra Dokko, beni böyle bir şey yapmaktan men etti. Ebu Dücane ise yerinde durdu ve bu fikrinden hiç vazgeçmedi.
Ama sonra bir çatışmada şehid oldu ve ben de kış boyunca yaşamak zorunda kaldım. Belki de şimdi, Allah ile buluşma,O'nun huzuruna çıkarılma ve O'nun benden razı olup olmadığını görme vakti geliyor.
Biliyorsunuz, Ebu Dücane'nin hep söylediği gibi: "Ben, Allah yolunda ölmek istediğimi biliyorum. Fakat araba önüme getirilir ve ‘haydi yürü' denirse nasıl cesaret ederim bilemiyorum!" Bu, doğrudur. Eğer Allah(c.c)bizi bu yolda yükseltmezse o zaman kimse bu zor sınavı geçemez.
- Kafirov, beni yine hatırlamış ve Grozni'de patlatması için bir intihar bombacısı hazırladığımı iddia etmiş. Ben bundan onur duyardım ama onunla ilgili bir şey bilmiyorum.
Biliyorsunuz; bazen bir zaferi beklemeyi düşünmemin yegane sebebi, bize karşı olanların gözlerini çevirmeyi şansı elde etmektir. Fakat bu ucuz seçenek için şehadeti satmayacağım.
- Doğrusunu söylemek gerekirse; cihadı terk edenleri bir türlü anlayamıyorum. Bu davranış beni başımdan vuruyor. Adam Allah yolunda ölümden kaçtığında, bu hayattaki en iyiden de kaçıyor.
Burada oluşan kardeşliğin yerini hiçbir şey dolduramaz. Burada şehid düşen kardeşler, tanıdıklarımın en iyisiydi.
Mutfakta otururken ne kadar Salih bir Müslüman olduğunuzu düşündüren çok şey var. Fakat imtihanlar başladığı zaman, insanların herkesten sakladıkları gerçek yüzleri ortaya çıkıyor. Ve burada, bizim mutfak cemaatlerinin özünü daha iyi anladım. Gerçek cemaat ancak, Allah yolunda zorluklara beraber yürüdüğünüz yerde olacaktır. Şimdi bunları düşünmek geride kaldı ve çoğu kişiye şaşırdım. Özetle, önceki birliktelik yoktu.
Fakat son Snikers'ınızı başka biriyle paylaştığınızda, hasırınızı verdiğinizde, eşyalarınız sizden zorla alındığında, yürüyemediğinizde, çay yaptığınızda, insanlar size gelip sürekli sağlığınızı sorduğunda, çarpışma anında diğer kardeşlerle beraber olduğunuzda, mermilerin hesaplanmak zorunda olduğunda ve ölümün size yaklaşmakta olduğunu düşündüğünüzde, işte o zaman İslam'ın ne olduğunu anlıyorsunuz.
Önceden olan herşey kıymetsiz. Bir keresinde çok hastaydım, hatta ayakta duramıyor sırt çantamı sürüklüyordum. Bu, kafirlerin bizi kuşattıkları ve bizim de çarğışarak onları yardığımız zamanın hemen sonrasıydı. Sonra da ormanlarda gece gündüz bombalandık.
Hepsinden sonra, şarapnel ıslıkları ve sizden 700 metre uzağa düşen bombaları duyarak uyumaya alışırsınız. Sonra bu gürültüye o kadar alışmışsınızdır ki çatışmalar durduğu zaman da uyuyamazsınız.
Bir keresinde bir tepeye tırmanış esnasında kendimi çok hasta hissettim. Bizim profesör de çantamı çekti ve kendininkiyle beraber taşıdı. Profesör, çantasında daima bir sopa bulundururdu. Ve her tür demir parçaları; radyo, kablo, matkap, kırılmış ekipmanlar, İngiliz anahtarı, pense ve her çeşit çerçöp artı yiyecek ve giyecek malzemeleri...
Kendi sırt çantasını taşıma dahi o kadar zorken, kardeşinizin o zorlukta size yardım etmesini hiç unutamazsınız.
Bir seferinde bir operasyona çıkmıştık ve ben iki adet roket atar taşıyordum.Yorulduğum zaman da kimsenin bunları benden almasını isteyemezdim. Sonunda bir kardeş, kurnazlığını kullanarak onları benden almıştı. İşte bu, Müslüman kardeşliğinin nasıl olması gerektiğidir.
Bugün kendi kendime yaşamak için üç haftamın kaldığını söylediğim bir rüya gördüm. Nedendir bilmiyorum, belki de buradan ayrılmak için daha fazla bekleyemeyeceğim içindir. Kendisine benden ayrılmasını söylediğim bir kadın gördüm. O'na yaşamak için sadece üç haftam kaldığını söylüyordum. Sonra uyandım ve bunun ne manaya gelebileceğini düşünüyorum. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyor.
Tercüme: Cüneyt İslam