Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Şehid Şeyh Yusuf El-İyeyri -Rahimehullah-

S Çevrimdışı

selefi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bir Şehide Kederli Bir Gözyaşı


1/4/1394 H-30/3/1424 H

24.04.1974 - 1.06.2003
Kaleme Alan Şehid Şeyh:
İsa Bin Sa’d El-Avaşin







Allah sana rahmet etsin ey Yusuf El-Iyeyri! Şehadeti Afganistan’da aradın, Somali’de aradın ama sonunda o seni Arap Yarımadası’nda buldu.


Kardeşim Mücahid Şeyh Yusuf bin Salih bin Fehd El-Iyeyri kardeşimin şehadet haberini duyduğumda 30.03./1424 Cumartesi gecesiydi. Öyle kritik günlerdi ki Mürtedlerin zulmü tüm Arap Yarımadasını kırıp geçiriyor; Mürtedler, Müslümanları savunup haçlılarla savaşan her Müslümanı öldürüyor, zindanlara atıyordu, kendimi tutamadım ve gözyaşlarım boşaldı.


Şu andan itibaren ben de dâhil bu Mücahid Şeyh’in biyografisini yazan kardeşlerimiz sayısız kez onun insanlar tarafından bilinen ismini değil gerçek ismini yazdık. Bu onu tanınır yaptı, bu Mücahid âlimle ilgili bilginin ortaya çıkmasında etkili olacak ve böylece insanlar için bir örneklik teşkil edecek. -inşaallah-


Şeyh Yusuf El-Iyeyri, Mücahidlerle irtibat kurma hususunda doğabilecek güvenlikle ilgili kaygıları şiddetle reddederdi.


Şeyh Yusuf El-Iyeyri ilk ve orta eğitimini tamamlamıştı ama ikincil eğitimini tamamlayıp tamamlamadığı hususunda emin değilim.
Daha sonra sadık bir genç olarak Afganistan’a yöneldiğinde yaşı 18’i bulmamıştı. O günden beri kalbi cihadla demlenmiş ve kanatları üzere uçma hususunda orada uzmanlaşmıştı.


Onun, -Allah ona rahmet etsin- doğru karar verebilen bir zekâsı, çok yönlü düşüncesi, kuvvetli hafızası vardı ve bu onu Sovyetlere karşı yapılan birinci Afgan cihadında El-Faruk eğitim kampında bir eğitmen yapmıştı.


Bir eğitmen olarak birçok yıl geçirdi ve bu ona azim ve kararlılık kazandırmıştı. O, -Allah ona merhamet etsin- açılışını “Size öyle bir eğitim programı hazırladım ki bu eğitimin sonuna ancak dayanıklı olanlar geçebilir” ve kardeşlerine “Ağır silahlarla başlayacağım ve hafif silahlarla sonlandıracağım” dediği bir eğitim süreci geçirmişti. Sanırım o tank eğitimini dört ay ve ateşli silah eğitimini daha sonra bitirmişti. (Daha sonra da belirttiği üzere) gençlerin çok az bir grubu eğitimin sonunu tamamlayabilmişti.


Kardeşler onun silahlar hususundaki detaylı bilgileri anımsama hususundaki şaşırtıcı bilgilerinden bahsetmişlerdi. Şaşırtıcı olan; Allah’ın onun ayaklarını yolunda tozlandırarak onurlandırdığı savaş meydanlarında karşılaştığı terslikler ve zorluklara rağmen gösterdiği benzersiz sabır örneğiydi.


Afgan gruplar çatışmaya ve fırkalar ortaya çıkmaya başladığında Şeyh Yusuf El-Iyeyri, Şeyh Usame bin Ladin’in -Allah onu korusun- kişisel korumasıydı. Şeyh Usame bu olaylar karşısında Sudan’a gitmeye karar verdiğinde, onu Sudan’a taşıyan uçakta içlerinde Şeyh Yusuf’un da -Allah ona rahmet etsin- olduğu; El-Kaide’den birçok önemli isim bulunuyordu. Orada da Şeyh Usame’nin -Allah onu korusun- kişisel korumalığını yaptı. Bu süre boyunca Şeyh Usame, Şeyh Yusuf’taki yeteneği ve zekayı keşfetmişti, bu sebeple onu birçok hususta olaylarla ilgili bilgilendiriyordu. Şeyh Yusuf, bana Şeyh Usame’nin Sudan’daki yaşamıyla ilgili, bir kişinin duyduğunda inanamayacağı hayır (yardım) bağışları ile ilgili olayları anlatırdı. Onu dinlediğimde gözlerinde Şeyh Usame ile geçmişte geçirdiği günlere olan özlemi görebiliyordum.


Şeyh Yusuf’u; Ebu Hafs El-Mısri’nin -Allah ona rahmet etsin- Somali’deki dahi planları ve kendisinin Şeyh Usame ve Ebu Hafs’la birlikte farnakı (güneyli hristiyanları) vurma hususundaki askeri planları hakkında beni bilgilendirmesi için yeniden çağırdım.
Şeyh Yusuf, Somali’de Amerikan güçlerine karşı savaşlara katıldı ve ümmetin gençlerinin ümmetin sorunlarından ve devlet işlerinden bihaber olduğu bir zamanda, onların atılmasında ve yenilmesinde pay sahibi olma onuruna erişti.


Şeyh Yusuf El-Iyeyri daha sonra Arap Yarımadasına döndü ve o zamanın tanınmış âlimleriyle tanıştı, hususi olarak Şeyh Selman El-Avde ile görüşürdü ve Şeyhin işlerinden ve projelerinden bahsederdi. Şeyh Selman bir defasında Şeyh Yusuf’a “Ebu Abdullah’ın (Usame bin ladin) askerlerinden biri olmaktan onur duyardım” demişti. Allah’ın izniyle bu benim Şeyh Yusuf’tan bir yılda ve yarısında ikinci duyuşumdu.


Bosna olayları başladığında Şeyh Yusuf’un Demmam’daki kardeşler arasında belirgin bir duruşu vardı. Ayrıca Kosova (savaşı) sırasında yardımları ayarlıyor ve elinden gelen faydayı gösteriyordu. Şeyh, Bosna’ya gitmek isteyenlerin fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak ve Bosna topraklarında bulunacak bir kişinin oraya varmadan önce ihtiyacı olabilecek her şeyi karşılayacak iki haftalık bir eğitim programı düzenlemişti.


Daha sonra Hubar olayları patlak verdi ve patlamalar başladı. Böylece Şeyh Yusuf tutuklandı ve Demmam’daki ulusal hapishanelerde defalarca işkenceden geçirildi. Onun da bomba taşıyan insanlardan olduğu iddia edildi. Onunla beraber olan kardeşleri onun için “Haşince kırbaçlanıp, sopayla darp edildiği her işkence sonrası sedyeyle taşınırken görürdük onu ve Şeyh Yusuf’un soylu sakalı, suçlamaları itiraf etmesi için âli Selul’un köpeklerinin denetiminde yolunuyordu. Onun patlayıcıları taşıyanlardan biri olduğu zannı vardı.”


Şeyh Yusuf, -Allah ona rahmet etsin- bana: “Hapiste geçirdiğim işkence ve sorgulanma günlerim sırasında görevliden, hapishane müdürüne önemli itiraflarımın olacağı bazı beyanatlarda bulunmak ve müdürle görüşmek istediğimi rica ettim. Ricam kabul gördü ve beni hücremden; müdürün, benim itiraflarımı yazmayı uman ve ellerinde kâğıt-kalemler olan yetkililerle dolu, lüks bir sofrayla donatılmış görkemli odasına geçirdiler. Beni bir sandalyeye oturttular -zincirliydim o esnada- hapishane müdürü bana “Ne biliyorsun? Haydi, anlat bakalım itiraflarını” dedi.”


Şeyh, onlara soğuk bir şekilde, “Patlayıcı mevzusunun arkasında kimlerin olduğunu öğrenme hususunda zorluk çektiğinizin bilincindeyim, ben nasılsa bu patlamaların sorumluluğunu üstleniyorum ve gerekirse bu uğurda boynumu vermeye razıyım.” dedi.
Neden böyle bir tutum sergilediğini Şeyhe sorduğumda: “Allah için işkenceye daha fazla dayanamıyorduk, dinimizle imtihan ediliyorduk, bu sebeple ölüm bize bu işkenceden daha sevimli geliyordu.” dedi.
Şeyh Yusuf: “Daha konuşmamı bitirmemiştim ki hapishane müdürü yüzüme sigara küllüğünü fırlatarak ‘onu götürün ve cezalandırın!’ demişti.”


İşkence silsilesi sürdü, ama Allah patlamaların gerçek failini ortaya çıkarana kadar Şeyh -Allah ona rahmet etsin- bana hiçbir şeyden bahsetmedi. —Müfettişe göre- Şeyh Yusuf bana “bir seferinde bir görevli tarafından alınmıştım, bana gizlice, ‘sana iyi haberlerim var, gerçek faili biliyoruz, o sizden değil, o rafizilerden, ama kimseye söyleme!’ dedi. Daha sonra beni hücreme geri götürdüler.”


Patlama mevzuuyla ilişkili olarak o günden sonra cihad gençliğine yapılan işkenceler azalma gösterdi. Hapishane müdürü, görevlileri yanında toplayarak “Patlamalara isimleri karışanları ve suçlananları giydirin, belki böylece onlar bir diğer şeyden yargılanabilirler!” Tekfir ve buna benzer şeylerle itham edilen kardeşlere elbise giydirildi. Bunu izleyen süreçte Selülî yasalarıyla yargılandılar.


Bundan sonra bir süreliğine, içlerinde ayetlerin (rafizi uleması) ve seyidlerin (peygamberin ailesinin soyundan olma iddasında olanların) olduğu bir bölüme kondu. Ayetler, rafizilerin geriye kalanlarını onunla beraber oturma hususunda uyarana kadar Şeyh Yusuf onlarla muhtelif hususlarla ilgili tartışıyordu. Şeyh Yusuf: “Ayetlerin onlara vaazlarını dinleyip yanlışlarını çürütme hususunda bir fırsat yakalayana kadar uyuma numarası yapar, fırsatı yakaladığımda fırlar ve onların yanlışlarını söylerdim.” Onun ortaya koyduğu kanıtları ve hakikati ortaya koyma hususundaki nitelikli belağatı onları çok kızdırırdı.


Daha sonra Şeyh Yusuf, Ehli Sünnet üzere olanların olduğu bir genel hapishaneye transfer edildi. Bu bölümde belli bir süre tutulduktan sonra Şeyh, zamanının büyük bir bölümünde rabbiyle baş başa kalabileceği tek kişilik bir hücreye konmak için açlık grevine başladı. Onun bu isteği kabul edildi ve serbest kalmasına bir buçuk sene kalana kadar orada kaldı.


Ona bu inziva yaşamından sıkılıp sıkılmadığı ile ilgili soru sorduğumda Şeyh Yusuf bana mektubunda: “Allah şahit orada ne kadar uzun kaldığıma düşünecek zaman dahi bulamadım, cünuplük dışında yıkanmadım, kısa süreler dışında uyumadım ve zamanla yarıştım.” demişti.


Hücredeki inziva hayatı çoğunlukla ezber ve ilmi kitaplar okuyarak geçiyordu, böylece Kur’an’ı hıfzetti ve onda derinleşti. Sahiheyni (Buhari ve Muslim) ezberledi ve kendini ilmi külliyatlara adadı. Bir gün bir gardiyan ona “Allah için sana ve bulunduğun duruma acıyorum!” dediğinde Yusuf ona cevaben “Ey zavallı ruh! Allah şahit asıl ben sana ve bulunduğun duruma acıyorum, eğer bana bir gün 28 saat olacak deseler bu ancak benim ihtiyacım olan zamanı karşılar!” diye cevap vermişti.


Şeyhin içine girdiği bu ilmi çalışma ve mücahedesi gardiyanı şaşırtıyordu, şeyh mutlak gereklilik olsa bile güneş ışığına dahi çıkmıyor, zamanının büyük çoğunluğunu bu ilmi çalışmaya veriyordu. O -Allah ona rahmet etsin- bir defasında bana: “Allah şahit, hapiste imanla dolu anlar geçirdim, gardiyan bana hapislik süremin bittiği ile ilgili haberi getirdiği zaman ona duygusuz bir şekilde ‘Allah sana iyi haber vermesin!’ diye mukabele etmişim; bunu bilincimle söylememiştim; ama bu, hapiste bulduğum bereketin ve ilme ulaşma yolunda kazandığım büyük faydanın yitmesindendi.”


Şeyh Yusuf, hapisten çıktığında cihadla ve Mücahidlerle olan yakın ilişkisini sürdürmüştü, özellikle de Mücahidlerin Şeyhi Usame bin Ladin ile -Allah onu korusun-.


Daha sonra Çeçenya olayları patlak vermişti, bundan kısa bir süre önce Dağıstan, böylece Şeyh bu durumlar karşısında doğru duruşunu sergilemişti. Bu olaylarla ilişikli yazdığı ‘Kafkasya’nın Sesi’ (Savtu’l-Kukaz) için şer’i dersler risaleleri yazmıştı; ayrıca ‘mahkûmların yönetiminde karışıklığı yönetmek’ ve ‘şehadet operasyonları: intihar mı şehadet mi?’ yazdığı siyasi eserler arasındaydı, yazdığı en son risalesi, “Moskova Tiyatrosu Operasyonu ve Mücahidlere Kazandırdıkları” idi.


Şeyh Yusuf ayrıca, biriyle oturup tartıştığında veyahut yazdığında büyüleyecek derecede uzman olduğu askeri deneyimleri hususunda, komutan Hattab ile bağlantı kurup bu konudaki görüşleri ile alakalı mektuplaşırdı. Komutan Hattab’a gönderdiği mektuplar genelde konvansiyonel harp teknikleri ve Mücahidlerin daima uygulamaya koyduğu gerilla mücadelesi ile ilgiliydi. Şeyh Yusuf, komutan Hattab’a; 18 farklı savaş sonucu ve her durumda ne yapmaları gerektiği ile ilgili bir olasılık planı yazdı. Komutan Hattab bundan çok istifade etti ve bundan dolayı ona minnettar kaldı.


Şeyh Yusuf, Çeçenya’daki Mücahidlere çok büyük meblağ sermaye toplanması hususunda çalışmalarda bulundu. Onunla bazı âlimler arasında, köprüleri attıkları çok talihsiz tablolar yaşandı. O, Şeyh Selman El-Avde ile ilgili yaşadığı bir olaydan bahsetmişti. Komutan Hattab Dağıstan’dayken kardeşlerine, ‘bu kışı geçirmemiz ve Ruslarla mücadele edebilmemiz için 1 milyon dolar toplayın’ demişti. Bu vesileyle Şeyh Yusuf’un konuştuğu varlıklı kişilerden biri, Şeyh Selman’ın kendisine bu konuyla ilgili yazması veya kendisiyle irtibat kurması şartıyla 8 milyon Suudi riyali vermeye razı oldu. Böylece Şeyh Yusuf, Selman El-Avde’ye gitti ama Şeyhin onun zamanını almasının bir faydası olmadı ve onu Çeçenya mevzuuyla ile ilgili verilmesi düşünülen miktarla ilgili ikna edemedi.


Ve böylece Şeyh Yusuf, birkaç adamın dahi gösteremeyeceği fedakârlıkla ve yorulmak bilmeyen mücadelesiyle cihadi yürüyüşüne devam etti.


Şeyhin Çeçenya ile olan bağlantısı sürdü, zamanının ve çalışmalarının büyük bölümünü harcadığı Afganistan meselesi ve bunla bağlantılı Taliban hükümeti ve bu hareketin durumu ile ilişkisini azaltmadığı gibi…


Daha sonra Afganistan’daki buda heykellerinin yok edildiği mübarek günler geldi. Bu dönemde Şeyh Yusuf, Ramazan ayı dolayısıyla erzak sağlama ve kurbanlıkları dağıtma işiyle meşguldü. Sonra inananların kumandanı (Emiru’l-Mu’minin Molla Muhammed Ömer) ve Taliban bakanlarıyla ilişki kurdu, onlarla ve Şeyh Hamud el-Ukla -Allah ona rahmet etsin- ile bir iletişim ağı kurma çabalarında bulundu. Hicri 1421’in hac yılında Şeyh Yusuf hac farizasını yerine getiren Taliban bakanlarıyla bir araya geldi. Şeyh Yusuf; İnananların kumandanı ve Şeyh Hamud el-Ukla -Allah onu rahmetiyle bağışlasın- arasında telefon bağlantısı kurdu ve akşam dokuzda teşrik günlerinde (zilhiccenin onuncu gününü takip eden üç gün) yer aldı.


Şeyh Yusuf bana “Mekke dışına çıkmıştık, zamanımız azalıyordu. Şeyh Hamud’un El-Kasım’da izlediği yönü izlemekten başka seçeneğimiz yoktu” dedi ve devamla “Yorulmuştuk, bu yüzden yoldaşlarımla biz dinlenirken o ilerliyor, biz ilerlerken de o dinleniyordu.” Ve devam ederek “Böylece geceleyin yola koyulduk, ben gözlerimin kapanmasını engelleyemedim ve arabamız yol üzerindeki başıboş bir deveye çarpıp devrilene kadar uyanamadım, bu yüzden buluşmayı kaçırdık.” dedi.


O zaman süresinde Şeyh ve müfettişin başından garip bir olay geçti, nasılsa, Allah’ın inayetiyle 11 Eylül’den bir ay önce ayrıldı.
Şeyh hapisten çıktığında, cihad risaleleri yazma hususunda büyük çaba sarfetti: sorunlar tanımlandı, savunuldu, yanlış anlamalar ortadan kaldırıldı. ‘Azzam’ mahlasını kullanırdı.


Şeyh, -Allah ona rahmet etsin- gençliği Afganistan’daki eğitim kampına gitmeleri hususunda mobilize etti, teşvik etti. Cihad ve cihada hazırlık hususunda 4 tane ses kaseti hazırladı. Hazırladığı teyplerden biri fıkhi delilleri anlatan kendi sesini içeriyordu, Allah ona rahmet etsin.


Sonraki süreçte Afganistan tarihi için dönüm noktası teşkil eden bir olay vuku buldu. Ahmed Şah Mesud şerlisine suikast düzenlendi. Şeyhin mutluluğu tarif edilemezdi. Ben o zaman onun yanına gidip şöyle dediğimi hatırlıyorum, “Haberler ne?”. O bana: “Şeyh Usame kardeşlere ‘Allah ve Rasulüne karşı işlediği suçlardan dolayı kim beni Ahmed Şah Mesud’dan kurtaracak?’ dedi. Bazı kardeşler onu yok etmek için kendilerini öne sürerek buna hazır olduklarını öne sürdüler, ödüle göre ve Allah’tan, cömert olandan karşılığını bekleyerek… Evet, işte bunlar duyduğun müjdeli haberlerin menşeidir.”


Sonra Amerika’da mübarek olaylar vuku buldu -küfrün çöküşü-. Şeyhle bağlantı kurdum, bana Amerika’daki operasyonlara mesafeli olan El-Kasım’daki âlimlerle bir randevusu olduğunu söyledi. Bana onlarla yapılan görüşmelerin cihada ve Mücahidlere olan desteğe pozitif bir etkisi olacağını söyledi.


Bundan sonra Şeyh en önemli kitabı olan “Haçlı Savaşının Gerçeği” eserini yazmaya başladı, kitap şehadet operasyonlarının menşei ve bu konu üzerinde şekillenen yanlış anlamaları, kafa karışıklıklarını ve ümmetin içinde bulunduğu bu uyku halinden uyanmasıyla ilgili konuları içeriyordu. Kitap; 9-10 gün süresinde yazılmış, kendi alanında paha biçilemez tek kitaptı. Kitap Şeyh Usame’ye ulaştığında kardeşlerine, “öyle görünüyor ki bu kitap operasyondan önce kaleme alındı, diğer türlü bu kadar çabuk yazılması mümkün değil” demişti.


Ve Allah şahidimdir, Şeyh olayın vuku bulmasından sonra onu yazmadı, o kendini fıkhi çalışmalara adamıştı ve bunda kimsenin reddedemeyeceği bir yere gelmişti.


Ve böylece Şeyh Yusuf 11 Eylül olaylarına Kitap ve Sünnet’ten getirdiği ilmi delillerle çok büyük sayıda alimin bu mübarek saldırılara destek vermesini sağladı.


Şeyh Yusuf başladığı kitabının bitimine doğru, kitabın sonuna ‘Taliban Hareketinin Ölçüleri’ adı verilen bir bölüm ekleyerek kitabını tamamladı ve basıma gitti.


Ve onun yazıları, Kuran ve Sünnet ışığında taşkın bir sel gibi arka arkaya ortaya çıktı, onlardan biri: ‘Düşmana Karşı Savaşta Kadının Rolü’ adlı kitabıydı, bir diğer gayrı resmi olarak basılan kitabı da değişik bölümlerden meydana gelen ‘Abdullah Ez-Zaid: “Cihad Yolunda Değişmezler” eseri idi, bunun yanı sıra eserleri Merkez Ed-Dirasat’ten, internet üzerindeki forumlara kadar yayıldı.


Şeyh Yusuf’a acı çektiren şey âlimlerin duyarsızlığıydı, onun âlimlerin cihada olan duyarsızlığından dokunaklı bir şekilde dem vurup ağladığını hatırlarım, buna binaen cephedeki Mücahid kardeşlerin onurunu korumak için sayısız risaleler ve saldırılara karşı reddiyeler yazdı.


Aynı zamanda hazırladığı eserlerinden ‘Irak’a Yapılan Haçlı Savaşı Serisi’ adlı eseri Ed-Diraset sitesi tarafından tüm seriler içerisinde yüzde seksen gibi bir orana ulaşarak en yüksek kitleye ulaşan eser oldu.


Allah ona üstün belagat yeteneği ve sarsılmaz bir samimiyet bağışlamıştı. Bunun emareleri onun şeriat üzerine yazdığı kitaplarda ve politik analizleri üzerinde görülebiliyordu, Allah ona sonsuz rahmet etsin.


Şeyh Yusuf âlimler arasında bu özellikleriyle biliniyordu, onun önde yürüyen bir fazilet timsali olduğunda ittifak ederlerdi. Şeyh Yusuf samimiydi, acılara ve güçlüklere karşı sabırlıydı. Birçok arkadaşının, canı kadar sevdiklerinin cihad topraklarında şehadet, yaralanma veya esir düşme haberlerini aldığında acılarını çekmiş ama her zaman bunun Allah’tan olduğunu bilmiş ve rabbinin takdirine büyük bir teslimiyet göstermişti.


Şeyh Yusuf, -Allah ona rahmet etsin- yumuşak bir kalbe, hassas bir kişiliğe sahipti, çok kolay gözyaşı dökerdi; özellikle de Mücahidlerin mücadelelerinden ve Allah yolunda fedakârlıklarından bahsedildiğinde. Amerika’da, Guantanamo’da esir olan Ebu Hacir El-Iraki’den bahsettiği günü unutamam, onun hayat hikâyesini ve fedakârlıklarını anlatmış ve gözyaşlarına boğulmuştu. Allah’tan, son ikametgâhından, cihaddan ve Allah yolundan şehadetten bahsedildiğinde büyük bir alçakgönüllülükle ağlamaya başlardı.
Aynı şekilde cihadın şeriat ilmiyle ayrılmaz bir ilişkisini olduğunun ve cihadın imanın açıktan bir göstergesi olduğunun anlatılması hususunda gösterdiği hassasiyetten strese girerdi. Şöyle derdi, “Biz insanlara cihadın, tevhidin bir göstergesinden başka bir şey olmadığını ve La İlahe İlla Allah ve Muhammed Allah’ın elçisidir’in ikamesinin gereklerinden biri olduğunu göstermekle yükümlüyüz ki böylece insanlar bir araya gelip bir yandan cihadın önemini anlarken, diğer yandan bu yolda sabit olurlar.”


O bana bunla bağlantılı olara şunu söylerdi, Abdullah Azzam’ın dediği gibi, -Allah ona rahmet etsin- “Cihada gelmeden önce kafanızda oluşmuş olan imajın yerini bir diğer imaj alacaktır.” Onun bu sözüyle demek istediği kişi cihada işkence görmüş bir Müslümanın veyahut zarar görmüş bir Müslüman kadının resimlerinden doğan duygusallıkla gelir, ama cihad topraklarına gelmenin en önde gelen sebebi; tevhid akidesine ulaşma ve onu ikame etme yükümlülüğü hususunda hassasiyet ve bu yolda içten bir teslimiyet içinde olmaktır, böylece bu anlayış insanlar arasında yayılacak ve tevhidle yoğrulmuş bir devlet ikame edilecektir.


Dünyanın tüm nimetleri Şeyhte toplanmıştı ama o bunları üç kez reddetti ve en çok arzulanan amaca ulaşana dek o, şerefli bir hayatı tercih etmişti. Babası Allah’ın nimet verdiği bir tüccardı, nasılsa Yusuf babasının aksine bu dünyaya ve içindekilere uzaktı. Babası onun işle ilgilenmesi için destekliyor ama cihada olan ilgisinden hoşnutsuzluk duyuyordu. Ona sık sık destek olup imani yönden destek veren annesinden bahsetmeye gerek yok. Annesi ziyadesiyle, ondan taviz vermemesini öğütlüyordu. Onun gayesi Allah’tı, ne cömert bir anne, ölümden korkmayan yiğit bir kahraman doğurmuştu.


Şeyh Yusuf aşırı derecede alçak gönüllüydü hiçbir şeyi dikkate almazdı, kendisiyle ilgili öyle ki bu hali onla oturanda büyük bir etki bırakırdı ve kendinizin ondan daha bilgili olduğunu düşünmenizi sağlardı. Her zaman ilk konuşan olmaktan imtina ederdi, bazen bir âlim gibi bazen bir ilim talebesi gibi bir görüntü çizerdi. Bir tevazuu timsaliydi; zaten kimse de onu taklit etmeye zorlayamazdı. Onun yerine Allah’ın da onayladığı bir tevazuu ve mizaç onun doğal karakteriydi.


O, -Allah onu bağışlasın- her konuda bir ansiklopediydi. Şeriat ilimleriyle ilgili konuştuğunda onun İslam hukuku âlimi olduğunu düşünürdünüz, politikayla ilgili konuştuğunda onun donanımlı bir politikacı olduğunu düşünürdünüz. Bunların yanı sıra onun ilgisi çoğunlukla bilgisayar ve programcılık hususundaydı, ayrıca bir ordu komutanı olacak kadar askeri teknikler hususunda birikimliydi. Üstelik topografi, teknoloji ve elektronik alanlarında da hatırı sayılır bir donanımı vardı.


Allah ona insanlar tarafından kabul görülmeyi bahşetmişti. Onunla oturan hiç kimsenin yüzü asılmazdı. Ben onun karakteri ve tutumu hususunda kimsenin eleştiri getirdiğini görmedim. Aksine o insanlar tarafından karakterindeki güzellik ve vicdanının temizliğiyle bilinirdi. Biz onu olduğu gibi anlatıyoruz ve kimseyi Allah katında yükseltmeye çalışmıyoruz.


O, -Allah ona rahmet etsin- gençliği ve Mücahidleri her türlü refahtan ve konfordan uzak durmalarını, onları terk etmelerini söylerdi; onları bunun yerine tüm dünyevi hazlardan arınmış meşakkatli bir hayata çağırırdı ve onların cihad topraklarında karşılaşacakları olası zorluklara karşı hazır olmalarını isterdi. Refah dolu günlerine rağmen çok az bir yiyecekle iktifa ederdi. Bu yolla kendini zorluğa alıştırırdı.
Cömertlik hususunda çok eli açıktı, verdiklerinden kardeşlerine kesinlikle bahsetmezdi. Buna rağmen o, yanındaki Mücahidlere karşı güvenilir, dikkatli ve cömertti, hangi durum söz konusu olursa olsun kaynağı göndereceği kişiyi hak edip hak etmediği hususunda çok iyi tetkik ederdi.


Âli Selûl (tağut suud hükümeti) Amerika’dan gelen rica üzerine onun peşine düştü. Ona bir yıllığına vazgeçmesini söylediler. Ama o vazgeçmedi ve dini karşılığı dünyaya meyletmedi. Ve böyle yaptığı için Allah ondan razı olsun, o sene din ve ümmeti için öyle görkemli bir çalışma ortaya koydu ki bu beş yılda yapılamazdı.


Allah şahit abartmıyorum, kuşkusuz bunlar bildiğim ve gözlemlediğim şeylerdir. Belki gördüklerimin sadece bir kısmıdır. Dinlenmeksizin ve uyumaksızın uzun saatler geçirirdi. Bazen günler olurdu uyumadan geçirdiği. Uyuduğu zaman da günlük bir çizelgeye, düzene göre uyumazdı, uyuklamaları da genelde sırtını güçlendirmek için olurdu, Allah ona rahmet etsin.


Bu yıl boyunca gece gündüz düşmanlarını izleyerek, silahını bir an olsun yanından ayırmadan daima tedbirini almış vaziyette bir kaçak olarak yaşadı. Bana: “Ey kardeşim! Bizler Yahudileri Medine’den sürene kadar, bir korku ve tedirginlik havası içinde olan Allah Rasulünün ashabından daha efdal değiliz” derdi. Ayrıca Sahabeden birinin bir sözünü bana söylerdi: “Kılıçlarımız omuzlarımızın üzerinde olduğu müddetçe bize korku yoktur ey Allah’ın Rasulü!”. Ve böylece sahabelerin bu durumlarını anlatarak sekinet bulurdu.


Şeyh Yusuf, -Allah ona rahmet etsin- ailesini nadiren görürdü -annesini ve babasını-. Onlarla en son ve tamamen bağının kopacağı görüşmesi oldukça heyecanlıydı. Son kalan günlerinde 3 genç kızıyla zaten bağları kesilmişti. —En büyüğü Meryem’di- Şehadetinden önce gönderdiği mektubunda onlara dokunaklı bir şiir yazmıştı, -Allah ona rahmet etsin- Şehid düşeceği son günlere kadar firariydi. Allah ona merhametiyle muamele etsin. Elinden geldiğince kendini müdafaa etti. O, Arap Yarımadası’nın tağutuna esir düşmektense, -Allah onların cezalarını acelece versin ve onları helak etsin- Allah yolunda ölmeyi seçti. Onun misali, sonu geldiğinde şöyle konuşan o görkemli sahabe gibiydi: “Kendi adıma bir kâfirin hâkimiyeti altına girmeyeceğim!”. Ve dilinde şu mısralar vardı:


Bir Müslüman olarak öldürüldükten sonra önemsemem


Allah yolunda ölümü bulduğum taraf.

Tüm bunlar Allah içindir eğer o kabul ederse

O benim parçalanmış vücudumu kutsayacaktır.







Ebu Muhammed, birçok insan tarafından tanınmadan göçtü gitti. Ama Allah onu tanıdıktan sonra önemi var mı? Onun din için harcadığı bu abideleşmiş çabaya Mücahidler şahittir ve onun günümüzde ümmetin en hayırlılarından olduğu beyan edilmiştir.


Ve sonunda ümmetin gençlerinden bir şeyh yolun sonuna geldi. O ilimden, üretkenlikten, cihaddan ve inançtan birçok erdeme sahipti, -Allahın dilemesiyle- ve o hakikatte birçok gencin bildiği yolun rehberliğini yaptı.


Selam olsun sana ey Ebu Muhammed… Allah şahit ki seninle yaşamayan, zorun ne olduğu hususunda bilgisizdir… Bizler şahitleriz ki sen kurumsal organizasyonların ve merkezi güçlerin yapamayacağı kadar cihada destek verdin… Sen eşsiz bir örnek, benzersiz bir adamdın. Tüm zamanını cihada ve Mücahidlere adamıştın…


Allah sana rahmet etsin ey Ebu Muhammed… Allah sana rahmet etsin ey Ebu Muhammed… Allah sana rahmet etsin ey Ebu Muhammed…


Savtu’l-Cihad Dergisi


Sayı 1 ve 2

Şaban 1425
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt