Aleykum selam we rahmetullah ;
"Namazda selam"; Hanefi mezhebi muctehidlerine göre farz değil vacib olduğundan, (Cumhura göre ise farzdır ve selam vermeden önce namazdan çıkmaya (kalben) niyet (vacib) edilmelidir.) herhangi bir durumda selam verilemesi durumunda Hanefi mezhebine göre namaz sahihtir .
Hanefi mezhebi anlayışına göre; Namazların sonunda önce sağ tarafa, sonra sol tarafa yüz çevirerek selam vermek vacibdir. Bu selamda “es-Selâmu aleykum ve rahmetullah” cümlesinin “es-Selâm” kısmını söylemek vâcib, “âleykum ve rahmetullah” kısmını söylemek ise sunnettir.
Bir görüşe göre de, sağa selam verilmesi vacib, sol tarafa selam verilmesi sunnettir. Namazdan çıkılması, bütün imamlara göre yalnız bir selam ile olur, bununla namaz biter. (Merğînânî, el-Hidâye, I, 52; . Zeylaî, Tebyînu’l-Hakâik, I, 125)
Hanefi'lere göre, son teşehhud miktarı kadar, ilk teşehhudde bulunmak vacibdir. Cumhura göre ise sünnettir. Nitekim son teşehhudde Peygamber (a.s.)'e salavat getirmek Hanefiler ile Malikîlere göre sünnettir.
Namazdan Kendi Fiili İle Çıkmak
Teşehhud miktarı oturduktan sonra, kendi isteği dışında bir sebeble namazı bozulsa Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre bu kişinin namazı tamamdır, Ebû Hanîfe'ye göre ise tamam değildir. Hemen abdest alıp kendi istek ve iradesiyle (ihtiyar) namazdan çıkmazsa namazı geçersiz olur ve yeniden kılması gerekir.
Bir kimse ka’de-i ahîrade (namazdaki son oturuşta) teşehhud miktarı oturduktan sonra kendi isteği ile, namazla bağdaşmayacak bir fiil işlese, mesela kendisine verilen selamı almak, hapşırana “çok yaşa” veya “yerhamukellâh” demek gibi bir şekilde konuşsa ya da kalkıp gitse her üç imama göre de namazı tamam sayılır. (İmam Merğînânî, el-Hidâye, I, 386; Zeylaî, Tebyîn, I, 125, Ömer Nasuhi Bilmen, İlmihal, sf: 118) Fakat teşehhud miktarı oturduktan sonra, kendi isteği dışında bir sebeble namazı bozulsa Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre bu kişinin namazı tamamdır, Ebû Hanîfe’ye göre ise tamam değildir.
Yine son oturuşta, teşehhud miktarı oturduktan sonra henüz kendi istek ve iradesiyle namazdan çıkmadan namaz vakti çıksa, bu kişinin namazı Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre tamamdır. Ebû Hanîfe’ye göre ise fâsiddir. (İmam Kâsânî, Bedâî’, I, 124; İbnu’l-Humâm, Feth, I, 397)
Şafiî ve Mâliki mezheblerine göre namazdan çıkmak için birinci selâmın verilmesi; Hanbelî mezhebine göre de iki tarafa selâm verilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise selâm farz değil, vacibdir.
Hanefîler, Peygamber'in bazan teşehhud miktarı oturduktan sonra, selâm vermeden arkadaşlarına dönerek konuşmak gibi bir fiille namazı tamamladığını bildiren rivayetleri dikkate alarak namazdan selâmla çıkmayı rukûn saymamışlardır. (Diyanet İşleri İlmihali, 1. cilt)
Hanefilerin dayandığı delil İbni Mes'ud'un hadisidir: "Peygamber (a.s.) kendisine teşehhudu öğrettiği zaman şöyle buyurmuştur:
"Bunu söylediğin yahut yaptığın zaman namazın tamam olmuştur."
(Bu hadis Dârakutnî'de mudreetir. Dolayısıyla mevkufun aleyh hükmündedir.
Ebu Dâvud ile Ahmed'de başka bir lâfız daha vardır.
"Bunu söylediğin ve bunu da bitirdiğin zaman namazını bitirmiş olursun. Kalkmak dilersen kalk, oturmak dilersen otur."
Şevkâni, Neylu'l-Evtâr, H, 298; Zeylâi, Nasbu'r-Râye, 1,424)
Yani, Teşehhudu okuduğun yahut oturma işini yaptığın zaman namazın tamamdır. Çünkü Peygamber (a.s.) namazın tamamlanmasını fiile bağlamıştır. Bu fiil de oturma işidir. İster teşehhudu okusun ister okumasın fark etmez. Çünkü Peygamber (a.s.) namazın tamam olmasını teşehhudu okuma ve oturma işlerinden birine bağlamıştır. Oturma işi olmaksızın kıraat meşru kılınmış değildir. Peygamber (a.s.) kıraati ancak oturduğu zaman yapmıştır. Dolayısıyla namazın gerçekten tamam olması oturmaya bağlıdır. Çünkü oturmak kıraati gerektirir. Bir şeye bağlı olan şey, onsuz bulunmaz. Namazın tamam olması vacib yahut farzdır. Oturma olmaksızın da namaz tamamlanmaz. Oturma vacib yani farzdır. Çünkü vacibi tamamlayan şey de vacib olur. İbni Mes'ud'un haberinin farzlık isbat eden âhad haber oluşu, Kitabın mucmelini açıklamak için olmasına binaendir. Bunun için zannî bilgiye dayalı bir açıklama yeterlidir. Fakat Kur'an nassı ile birlikte Fatiha'yı okumak böyle değildir. Çünkü kıraatin nassi mucmel değildir, bilakis hâstır. Dolayısıyla nassın üzerine ilâvede bulunmak, haber-i âhad ile bir nassın neshi olur ki, bunu yapmak caiz değildir.
Malikiler, teşehhud ve oturmanın vacib olmadığına, yanılma durumlarında sakıt olmalarını delil getirmişlerdir. Dolayısıyla sunnetlere benzerler.
Şafiîler ve Hanbelîler, Peygamber (a.s.)'in oturmasını, buna ibadetleri boyunca devam etmesini ve İbni Abbas hadisinde oturmayı emretmesini delil getirmişlerdir.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ettehiyyatu lillâhi" deyin"
Malikîler ve Şafîîlere göre oturma hâlinde iken namazdan çıkmak için birinci selâmı vermek farzdır. Hanbelîlere göre iki tarafa selâm vermek farzdır. (el-Kavânînu'l-Fıkhiyye, 66; Muğni'l-Muhtâc, 1,177; Hasiyetu'l-Bacûrî, 1,163; Keşşâful-Kınâ 1,454; el-Muğnî, 1,551 - 558; eş-Şerhu's-Sağîr, 1,315,321; eş-Şerhu'l-Kebir, 1,240 vd)
Bunlarda tek bir selâm ile namazdan çikılabilir. Malikî ve Şafîîlere göre birinci selâm ile namaz son bulur. Hanbelîlere göre ise ancak ikinci selâmı vermekle son bulur. Bunların dayandıkları delil Peygamber (a.s.)'ın: "Namazın anahtarı temizlenmek, tahrimi tekbir, çıkması ise selâm vermektir." hadisidir.
(Muslim rivayet etmiştir. Hakim de Muslim'in şartı ile sahihtir, demiştir. Hadis mutevatir olub, sahabe'den yedi kişi tarafından rivayet edilmiştir. en-Nazmu'l- Mulenasir, 57)
Peygamber (a.s.) "Namazlarında selâm verirdi," ve bunu devamlı olarak yapar, hiç ihlâl etmezdi.
(Bu hadis çeşitli yollardan Peygamber'den rivayet edilmiştir: Bunlardan biri İbni Mes'ud'un hadisidir:
"Peygamber (s.a.v) sağına ve soluna selâm vererek: "Esselâmu aleykum ve rahmetullah" derdi. Bunu yaparken de yanaklarının beyazı görünecek şekilde basını sağa sola çevirirdi." Bu hadisi beş hadis imamı rivayet etmiş olub, Tirmizî sahih demiştir.
Amir b. Sa'd'ın babasından rivayet ettiği hadis bunlardan biridir:
"Rasulullah (s.a.v)'in selâm verirken yanaklarının beyazı görünecek şekilde sağına ve soluna selâm verdiğini görürdüm."
Bu hadisi Ahmed, Muslim, Neseî ve ibni Mace rivayet etmiştir. Neylu'l-Evtâr, I, 292)
İbni Munzir ise şöyle demiştir: "Bütün ilim ehli sadece tek bir selâm ile yetinerek namazdan çıkan kimsenin namazının caiz olduğu hususunda ittifak etmişlerdir."
Hanefî'lere göre, namazda selâm vermek farz değil, vacibdir. İki tarafa selâm vermek de vacibdir. Bir kimse teşehhud miktarı oturduktan sonra bir tarafa selâm vererek yahut bir kelâm konuşarak yahut bir iş yaparak yahut abdesti bozularak namazdan çıksa bu yeterlidir. Farz olan ise, namaz kılan kimsenin namazdan kendi işi ile çıkmasıdır.
(Fethu'l-Kadir, 1, 113, 225; Tebyînu't-Hakaik, 1,104; ed-Durru'l-Muhtâr, 1,418; el-Bedâyi', 1,113; eş-Şerhu'l-Kebîr, 1,240 vd., 251;
el-Kavâninu't-Fıkhiyye, 64; Muğni'l-Muhtâc, 1,173; el-Muğni, 1,532 vd; Keşşâfu'l-Kınâ', 1,452 vd.; Bidayetu'l-Muctehid, 1,125)
Çünkü daha önce geçen İbni Mes'ud hadisinde şöyle buyurulmaktadır:;
"Bunu bitirdiğin zaman namazın tamam otur."
Namazını kötü bir şekilde kılar bedevî ile ilgili hadiste selâm zikredilmemiştir. Hanefîlere göre namaz, birinci selâmda "aleykum" kelimesinden önce selâm sözünü söylemekle son bulur."
Selâmın farz olmadığına ve namazın sonunda sadece teşehhud miktarı oturmaya delâlet eden delillerden biri de Abdullah b. Amr b. Âs'ın rivayet ettiği hadistir. Peygamber (a.s.) şöyle buyurdu:
"İmam namazını bitirip oturunca, konuşmadan önce abdesti bozulursa namazı tamam olur. Bunun gibi imamın arkasında bulunub da namazını bitirmiş olanların da namazı tamam olur."
(Bu hadisi Tirmizî, Darâkutnî ve Beyhakî rivayet etmiştir. Tirmizî bu hadis hakkında: "isnadı kuvvetli değildir." demiştir. Bu hadisin isnadı hakkında muzdarib olduğunu söylemişlerdir. Nasbu'r-Râye)
Bu hadisi İbni Abbas'ın rivayet ettiği hadis de kuvvetlendirmektedir:
"Rasulullah (a.s.) teşehhudu bitirdiği zaman yüzünü bize doğru döndürür ve söyle buyururdu:
"Teşehhudu bitirdikten sonra her kim bir abdestsizlik durumu ile karşılaşırsa, namazı tamam otur."
(Bu hadisi Ebu Nuaym el-Isfehanî rivayet etmiş olup garib demiştir. Başkaları ise hadisi mursel olarak rivayet etmişlerdir, İbni Ebu Şeybe ile Beyhakî de Ali'den rivayet etmişlerdir. Nasbu'r-Râye)
Buradan hareketle, Hanefi mezhebine göre bir musalli, son rekatta et- Tahiyyat duasını okuyacak kadar (Son rekâtta Tahiyyat duasını okuyacak kadar oturmak farz, tahiyyat duasını okumak vacibdir. Tahiyyat duası okunacak kadar oturmadan namazdan mecbûren çıkılması veya abdestin bozulması durumunda namazın tekrarı gerekir.) teşehhudde oturduktan sonra (salli - barik dualarını bile okumamış olsa) abdesti bozulsa veya çok acil selam veremeden namazdan çıkması gerekse namazı (Hanefi mezhebine göre) tamamdır, tekrar kılmasına gerek yoktur. Cumhur'a göre namaz geçersiz, tekrarı gerekir.
Ebû Hanîfe ile onun öğrencileri Ebu Yusuf, İmam Muhammed gibi muctehidler arasında görüş ayrılığı doğması halinde, bu görüşlerden hangisinin alınacağı hususu:
Ebû Yûsuf ile Muhammed (imameyn) bir konuda birleşerek Ebû Hanîfe’ye muhalefet ederlerse; konuya bakılır. Eğer, imamlar arasında ihtilâf edilen konu, zaman ve mekânın değişmesinden kaynaklanan bir mesele ise (muâmelât ve ziraat gibi), Kâdıhân gibi bazı Hanefî fakîhleri, bu takdirde, insanların hal ve durumlarının değişmesi göz önünde tutularak, imameynin görüşünün alınacağını söylemiştir. (İbn Âbidîn, Şerhu’l-manzûmeti’l-musemmât bi Ukûdi Resmi’l-muftî, I, 27)
Ne var ki, burada imâmeynin görüşünün, zaman ve mekânın şartlarına “mutlaka uygun olacağı” şeklinde genel bir kabul isabetli olmayabilir. Daha erken bir dönemde yaşamış olmasına rağmen, Ebû Hanîfe bir meselede zaman ve mekânın şart ve ihtiyaçlarına daha uygun bir içtihada ulaşmış olabilir. Dolayısıyla, böyle bir durumda, belirli bir imamdan ziyade, “zaman ve mekânın şart ve ihtiyaçlarına en uygun olan görüş hangisi ise, o alınır” demek daha isabetli olmalıdır.
Ebû Hanîfe ile imâmeyn arasındaki ihtilâf, zaman ve mekânın değişmesiyle değişebilecek konulardan değil ise, bu durumda, mezhebe bağlı olan muctehid muhayyerdir; onların görüşlerden hangisini uygun bulursa, onu alır. (İbn Âbidîn, Şerhu’l-manzûmeti’l-musemmât bi Ukûdi Resmi’l-muftî, I, 26-27)
Yukarıda belirtilen iki ihtimal de imamlar arası tercihte bulunacak kişinin muctehid olması halinde geçerlidir. Eğer, söz konusu kişi, en azından ehl-i tercih derecesinde muctehid değil ise, ne imameynin ne de başka bir kişinin reyini, Ebû Hanîfe’nin görüşüne tercih edebilir. (Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, sf: 405)
Eğer bir mesele hakkında Ebû Hanîfe’den bir görüş mevcut ise, mutlak olarak ve öncelikle onun içtihadı alınır. Şayet Ebû Hanîfe’den gelen bir içtihat yok ise, Ebû Yûsuf’un, ondan da bir görüş yok ise Muhammed’in, sonra Zufer’in ve daha sonra da Hasan b. Ziyâd’ın görüşü tercih edilir. (Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, ‘Ikdu’l-cîd, sf: 173; İbn Âbidîn, Reddu’l-muhtâr, I, 48; İbn Abidin, Şerhu’l manzûmeti’l- musemmât bi Ukûdi Resmi’l-muftî, I, 26-27)
Eğer üç imam da aynı konuda birbirinden farklı görüş belirtirse, yine yukarıda ifade edilen zaruret veya örf hâli mustesna, Ebû Hanîfe’nin reyi diğerlerine tercih edilir. Çünkü o, mezhebin baş imamıdır. (Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, ‘Ikdu’l-cîd -İslâm Hukukunda Mezhebler içerisinde-, İstanbul 1971, İrfan Yay., sf. 173-174; İbn Âbidîn, Reddu’l-muhtâr, I, 49; İbn Abidin, Şerhu’l manzûmeti’l- musemmât bi Ukûdi Resmi’l-muftî, I, 26; Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, sf: 404-405)
Hanefî mezhebi tarihinde, herhangi bir görüşün sahibinden hareketle bazı tercih ölçüleri olmakla beraber, imamlar arasında ibadetler konusundaki ihtilâflarda, ihtiyat gereği Ebû Hanîfe’nin görüşleri tercih edilir.
Yargı (kaza) konularındaki ihtilâflarda, kadı'lık tecrübesinden dolayı, Ebû Yûsuf’un görüşleri alınır.
Miras ve özellikle zevi’l-erhâmla ilgili konularda ise Muhammed b. el-Hasan’ın derin bilgi ve nufuzu sebebiyle, onun içtihatları tercih edilir. (Şah Veliyyullah ed-Dihlevî, ‘Ikdu’l-cîd, sf: 175; İbn Âbidîn, Raddu’l-muhtâr, I, 49; İbn Abidin, Şerhu’l manzûmeti’l- musemmât bi Ukûdi Resmi’l-muftî, I, 35)