Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Selef imamlarının akideleri

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


" Esselamualeykum"


" Ebu hanife Rha.






A.2. Yüce Allah'ın Sıfatları ve Cehmiye'ye Cevab


4. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah yaratılmışların sıfatları ile nitelendirilemez. Onun gazabı ve rızası kendisine ait ve nasıllığı tarafımızdan bilinemeyen iki sıfattır. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatin görüşü budur. O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da sevap ve mükafatıdır denilemez. Biz onu kendi zatını nitelendirdiği gibi nitelendiririz. O Ehaddir (bir ve tektir), Sameddir (kimseye muhtaç olmayandır), doğurmamıştır, doğmamıştır ve onun eşi benzeri hiç kimse yoktur, o hayydır, kadîrdir, semîdir, basîrdir, alîmdir. Allah'ın eli onların eli üstündedir, fakat onun eli yarattıklarının eli gibi değildir, yüzü de yarattıklarının yüzü gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

5. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de de belirttiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu ettiği yüz, el ve nefis ona ait nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatlardır. Onun eli, kudreti ya da nimetidir denilmez. Çünkü o takdirde bu sıfatın iptali söz konusudur. Bu ise (sıfatların iptali) kaderiyyecilerin ve mutezile mensuplarının görüşüdür." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

6. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Herhangi bir kimsenin Allah'ın zatı hakkında (kendiliğinden) bir şeyler söylememesi gerekir. Aksine o Allah'ı kendi zatını nitelendirdiği vasıflarla vasfeder. Kendi görüşünden hareketle onun hakkında hiçbir şey söylemez. Âlemlerin Rabbi olan Allah bundan pek yücedir, pek mübarektir." (Şerhu'l-Akideti't-Tahaviye, II, 427, Tahkik: Dr. et-Türki; Celâu'l-Ayneyn, s. 368)

7. Yüce Allah'ın "inmesi" hakkında kendisine soru sorulunca:

"O nasıllığı bizce bilinmeyen bir şekilde" diye cevap vermiştir.

(Akidetu's-Selef Eshabu'l-Hadis, s. 42, Daru's-Selefiye baskısı; Beyhaki, el-Esmau ve's-Sıfat, s. 456 -Bu rivayet hakkında el-Kevseri herhangi bir şey söylememiştir.-; Şerhu'l-Akideti't-Tahaviyye, s. 245, Tahric: el-Elbânî; el-Kari, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 60)

(Sahabeden bir topluluk tarafından sahih senedler ile rivayet edilmiş ve mutevatir derecesine yükselmiş hadiste şöyle buyurulmaktadır:

"Yüce Allah her gecenin son üçte biri kalınca dünya göğüne iner..."

İmam Ebû Hanîfe'ye Yüce Allah'ın bu "inişi" hakkında sorulmuştur.)

8. Ebû Hanîfe dedi ki:

"Yüce Allah'a (eller) yukarı doğru (kaldırılarak) dua edilir. Aşağıdan dua edilmez. Çünkü aşağıda olmanın rububiyyet ve uluhiyyetin herhangi bir niteliği ile hiçbir ilgisi yoktur." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 51)

9. Yine Ebu Hanife dedi ki:

"O gazab da eder, razı da olur. Onun gazabı cezalandırması, rızası da mükâfatlandırmasıdır denilemez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56, Kitabın muhakkiki el-Kevseri bu söz hakkında herhangi bir şey dememiştir.)

10. Ebû Hanife dedi ki:

"O mahlukatından hiçbir şeye benzemediği gibi mahlukatından hiçbir şey de ona benzemez. O ezelden beri isim ve sıfatlarına sahip olduğu gibi ebediyyen de böyledir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

11. Dedi ki:

"Onun sıfatları yaratılmışların sıfatlarına benzemez. O bilir fakat onun bilmesi bizim bilmemiz gibi değildir. O muktedirdir fakat bizim kudretimiz gibi değil. O görür fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir fakat bizim işitmemiz gibi değil. O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302 )

12. Dedi ki:

"Yüce Allah asla yaratılmışların nitelikleriyle nitelendirilmez." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

13. Dedi ki:

"Allah'ı insanlara ait herhangi bir özellikle nitelendiren bir kimse kâfir olur." (el-Akidetu't-Tahaviyye, Talik: el-Elbânî, s. 25)

14. Dedi ki:

"Sıfatları zati ve fiili sıfatlar (olmak üzere iki türlü)'dır.

Zatî sıfatlar hayat, kudret, ilim, kelâm, semi', basar ve iradedir.

Fiilî sıfatlar ise yaratmak, rızıklandırmak, var etmek (inşâ), ibda (yoktan ve benzersiz modelsiz yaratmak), sun' ve buna benzer fiilî sıfatları vardır. O bütün isim ve sıfatlarına ezelden beri sahiptir ve ebediyyen böyle kalacaktır." (el-Fıkhu'i-Ekber, s. 301)

15. Dedi ki:

"O fiiliyle ezelden beri faildir. Fiil onun ezelden beri bir sıfatıdır. Fail Yüce Allah'ın kendisidir. Fiil ezelden beri o'nun sıfatıdır. Mef'ul (fiilden etkilenerek var olan) ise mahluktur. Yüce Allah'ın fiili ise mahluk değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

16. Dedi ki:

"Ben Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilemiyorum diyen bir kimse kâfir olur. Aynı şekilde o Arşın üzerindedir amma Arş gökte midir yoksa yerde midir bilemiyorum diyen kimse de böyledir."

(el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 46 Buna benzer ifadeleri Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ (V, 48)da, İbnu'l-Kayyim, İctimau'l-Cuyuşi'l-İslâmiyye (s. 139)da Zehebî, el-Uluvv (s. 101-102)de, İbn Kudame, el-Uluvv (s. 116)de, İbn Ebi'l-lzz, Şerhu't-Tahâviyye, (s. 301 )de nakletmişlerdir.)

17. Kendisine: İbadet ettiğin ilahın nerededir? diye soran kadına da şu cevabı vermiştir:

"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir. Bir adam kendisine:

Yüce Allah'ın:

"Ve o sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin deyince ona şu cevabı vermiştir:

Bu senin yanında olmadığın kimseye:

Ben seninle beraberim diye bir mektub yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, s. 429)

18. Yine şöyle demiştir:

"Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir fakat onun eli mahlukatının eli gibi değildir." (el-Fıkhu'l-Ebsat, s. 56)

19. Yine dedi ki:

"Şüphesiz Yüce Allah yerde değil, göktedir. Bir adam kendisine:

Peki Yüce Allah'ın:

"Ve o sizinle beraberdir." (Hadid, 57/4) buyruğu hakkında ne dersin? deyince şu cevabı verdi:

"Bu senin yanında bulunmadığın bir kimseye:

Ben seninle beraberim diye mektup yazmana benzer." (el-Esmau ve's-Sıfat, II, 170)

20. Yine dedi ki:

"O henüz Mûsâ aleyhisselâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

21. Yine dedi ki:

"O kendine has kelâmıyla mütekellimdir. Kelâm onun ezelden beri bir sıfatıdır." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

22. Dedi ki:

"O konuşur fakat bizim konuşmamız gibi değil." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

23. Dedi ki:

"Mûsâ aleyhisselâm Yüce Allah'ın kelâmını işitti. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Allah Mûsâ ile özel bir şekilde konuştu." (Nisa, 4/164)

Yüce Allah henüz Mûsâ aleyhisselâm ile konuşmadan önce de (ezelden) mütekellim idi." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 302)

24. Dedi ki:

"Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Mushaflarda yazılıdır, kalblerde ezberlenip bellenmiştir. Dillerde okunur, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme indirilmiştir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)

25. Yine dedi ki:

"Kur'ân yaratılmış (mahluk) değildir." (el-Fıkhu'l-Ekber, s. 301)
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


A. İmam Malik'in Tevhide Dair Görüşleri


1. El-Herevî'nin rivayetine göre Şafiî şöyle demiştir:

Malik'e kelâm ve tevhide dair soru soruldu. Malik dedi ki:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetine istincânın nasıl yapılacağını öğretip tevhidi öğretmemesi imkansızdır. Tevhid Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in:

"Ben; Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum." sözleriyle ifade ettiği şeydir.

(Buhârî, Zekat, Babu Vucubi'z-Zekat, III, 262, h. 1399; Müslim, İman, Babu'l-Emri bi Kıtali'n-Nas..., I, 5, h. 32; Nesai, Zekat, Babu Manii'z-Zekat, V, 14, h. 2443. Hepsi de Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan o Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, Cihad, Alâmâ Yukatelu'l-Muşrikûn, III, 101, h. 2640. Ebu Salih'den Ebu Hureyre'den yoluyla.)

Kendisi sebebiyle malın ve kanın korunduğu şey, tevhidin hakikatini ifade eder." (Zemmu'l-Kelâm, vr. 210)

2. Darakutnî'nin rivayetine göre el-Velid b. Müslim dedi ki:

Ben Malik'e, Sevrî'ye, Evzaî'ye ve Leys b. Sa'd'a (Allah'ın) sıfatlarına dair rivayet edilmiş haberler hakkında sordum da hepsi de:

"Onları geldikleri gibi kabul ediniz," dediler." (Darakutni, es-Sıfat, s. 75; el-Âcurrî, eş-Şeria, s. 314; Beyhaki, el-İtikad, s. 118; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, VII, 149)

3. İbn Abdi'l-Berr dedi ki:

Malik'e: Allah kıyamet gününde görülecek mi diye soruldu. O: "Evet," dedi. Aziz ve celil olan Allah:

"O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rablerine bakıcıdırlar." (Kıyame, 75/22-23) diye buyurmaktadır.

Bir başka topluluk hakkında da şöyle buyurmaktadır:

"Hayır, muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) (el-intika, s. 36)

Kadı lyad, Tertibu'l-Medârik'de ( II, 42) İbn Nafi'den ve Eşheb'den şunları nakleder:

-Biri diğerinin nakillerinden bazı yerlerde fazla lafızlar ilavesiyle-:

Ey Abdullah'ın babası "o günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rablerine bakıcıdırlar." (Kıyâme, 75/22-23) diye buyurulmaktadır. Onlar Allah'a mı bakacaklar?

İmam Malik:

"Evet şu iki gözleriyle dedi.

Ben kendisine:

Bazıları Allah'a bakılmaz derler. Burada "bakıcı" sevabı bekleyici anlamındadır, diyorlar. Dedi ki: Yalan söylemişlerdir. Aksine Allah'a bakılacaktır. Sen Musa aleyhisselâm'ın:

"Rabbim bana kendini göster de sana bakayım." (Araf, 7/143) dediğine dikkat etmez misin? Musa'nın Rabbinden imkansız bir şeyi istediğini uygun görebilir misin? Bunun üzerine Allah kendisine:

"Beni asla göremezsin..." (Araf, 7/143)

Yani dünyada (göremezsin), dedi. Çünkü dünya bir yok oluş yurdudur. Yok olup fani olacak bir şey ile kalıcı olana bakılmaz. O bakımdan kalıcılık yurduna girecek olurlarsa kalıcı olan ile kalıcı olana bakabileceklerdir.

Ayrıca Yüce Allah: "Hayır muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) diye buyurmuştur."

(İmam Malik'ten "İbn Nafi" adı ile rivayet nakledenler iki kişidir.

Birincisi Abdullah b. Nafi b. Sabit ez-Zubeyrî Ebu Bekr el-Medenî'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söylüyor:

"Doğru sözlü birisidir. 216 h. yılında vefat etmiştir."

İkincisi ise Abdullah b. Nafi b. Nafi el-Mahzumî'dir. Onların azadlıları olup künyesi Ebu Muhammed el-Medenî'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söylemektedir:

"Sika birisidir. Yazdıkları sahihtir. Fakat hıfzında bir parça gevşeklik vardır. H. 206 yılında vefat etmiştir. Daha sonra vefat ettiği de söylenmiştir." (Takribu't-Tehzib, I, 445-456; Tehzibu't-Tehzib, VI, 50-51)

(Eşheb b. Abdu'l-Aziz b. Davud el-Kaysi Ebu Ömer el-Mısri'dir. İbn Hacer onun hakkında şunları söyler:

"Sikadır, fakihtir. 204 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, I, 80) Biyografisi için bk. Tehzibu't-Tehzib, I, 359)

4. Ebu Nuaym, Cafer b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir:

Malik b. Enes'in yanında idik. Ona bir adam gelerek:

Ey Ebu Abdullah dedi. Rahman olan Allah Arşa istiva etti (diye buyurulmaktadır). Peki nasıl istiva etti?

İmam Malik bu sorudan kızdığı kadar hiçbir şeye kızmamıştı. Yere baktı elinde bulunan bir sopa ile yere vurmaya başladı. Nihayet onu bir ter bastı. Daha sonra başını kaldırıp elindeki sopayı attı ve şöyle dedi:

"Onun keyfiyyeti / nasıllığı akıl ile kavranılamaz. Onun istivası bilinmeyen bir şey değildir. Ona iman farzdır. Ona dair soru sormak bid'attir. Zannederim sen bid'atçi birisisin", dedikten sonra emir vererek dışarı çıkartıldı."

(Hilye, VI, 235-236. Aynı şekilde Sabuni, Akîdetu's-Selef Ashabi'l-Hadis, s. 17-18'de Cafer b. Abdullah, Malik'ten yoluyla, İbn Abdi'l-Berr, etTemhid, VII, 151 'de Abdullah b. Nafi o Malik'ten yoluyla Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, s. 408'de Abdullah b. Vehb, Malik'ten yoluyla rivayet etmişlerdir. Hafız İbn Hacer, Fethu'l-Bari, XIII, 406-407'de "isnadı ceyyiddir" demiş, Zehebî, el-Uluvv, s. 103'de sahih olduğunu söylemişti.)

5. Ebu Nuaym, Yahya b. er-Rabi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

Malik b. Enes'in yanında bulunuyordum. Huzuruna bir adam girdi ve:

Ey Ebu Abdullah dedi. Kur'ân mahluktur, diyen bir kimse hakkında ne dersin?

Malik: "O bir zındıktır. Onu öldürün", diye cevap verdi.

Adam: Ey Ebu Abdullah dedi. Ben gerçekten duyduğum bir sözü naklediyorum. O:

"Ben bu sözü hiç kimseden duymadım. Bunu ancak senden duyuyorum", diye cevap verdi ve bu sözü çok büyük bir iş olarak değerlendirdi."

(Hilye, VI, 325; Lalekâi, Şerhu Usûli itikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, I, 249'da Ebu Muhammed Yahya b. Halef, Malik'ten yoluyla Kadı lyad, Tertibu'l-Medârik, II, 44'de zikretmişlerdir.)

( Zındık: Farsçadan Arapçaya girmiş bir kelimedir. Müslümanlar önceleri Maniheizme uygun olarak aydınlık ve karanlık unsurlarını esas kabul eden kimseleri ve başkalarını anlatmak üzere kullanmışlardır. Daha sonra bu anlam genişleyerek Dehrileri, Mülhidleri ve diğer sapık itikad müntesiblerini de kapsadı. Hatta şüpheciler ve fikri ve ameli olarak dinin hükümlerinin dışına çıkan herkes hakkında kullanılmaya başlamıştır. Bk. el-Mevsuatu'l-Muyessera, I, 929; Abdu'r-Rahman Bedevî, Tarihu'l-İlhad, s. 14-32)

6. İbn Abdi'l-Berr, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

Malik b. Enes şöyle diyordu:

"Her kim Kur'ân mahluktur derse o canı acıtılana kadar dövülür ve ölünceye kadar hapsedilir." (el-İntika, s. 35)

7. Ebû Dâvûd, Abdullah b. Nafi'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

Malik dedi ki:

"Allah göktedir. İlmi ise her yerdedir." (Ebû Dâvûd, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 263; Abdullah b. Ahmed, es-Sunne, s. 11 -eski baskı-; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, VII, 138)
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


A. İmam Şafiî'nin Tevhide Dair Görüşleri


1. Beyhaki, er-Rabî' b. Süleyman'dan, o da İmam Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kim Allah'a yahut onun isimlerinden birisine yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekir. Kim, mesela Kabenin hakkı için, babamın hakkı için, şunun şunun hakkı için diye Allah'tan başkası adına yemin eder de yeminini bozarsa keffarette bulunması gerekmez. "Ömrüm hakkı için..." diye yemin etmesi de buna benzer. Böylesinin de keffarette bulunma sorumluluğu yoktur.

Allah'tan başkası adına yemin etmek ise mekruhtur ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından yasaklanmıştır:

"Muhakkak aziz ve celil olan Allah sizlere babalarınızın adına yemin etmeyi yasaklamıştır. Binaenaleyh kim yemin edecek olursa ya Allah adına yemin etsin yahut sussun."

(Buhârî, el-Eyman ve'n-Nuzur, Babu la Tahlifû bi Âbâikum, XI, 530; Müslim, el-Eyman, Babu'n-Nefyi ani'l-Halfi bi gayrillah, III, 1266, h. 1646)

(Menâkıbu'ş-Şafiî, I, 405)

Şafiî buna gerekçe olarak Allah'ın isimlerinin mahluk (yaratılmış) olmadığını göstermiştir. Bu sebeble Allah adına yemin eden ve yeminini bozan bir kimsenin keffarette bulunması gerekir.

(İbn Ebi Hatim, Âdâbu'ş-Şafiî, s. 193; Ebu Nuaym, Hilye, IX, 112-113; Beyhaki, es-Sunenu'l-Kübra, X, 28; el-Esma ve's-Sıfat, s. 255-256. Beğavi, Şerhu's-Sünne, I, 188; Ayrıca bk. el-Uluvv, s. 121, Muhtasarı, s. 77)

2. İbnu'l-Kayyım, İctimâu'l-Cuyuşi'l-lslamiyye adlı eserinde Şafiî'den şöyle dediğini zikretmektedir:

"Benim izlediğim sünnet ile arkadaşlarım olan hadis ehlinden görüp Sufyan, Malik ve benzeri kendilerinden ilim öğrendiğim kimselerin izledikleri sünnet;

Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilahın olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadeti ikrar etmek,

Allah'ın, gökte ve Arşı üzerinde olduğuna ve dilediği şekilde yarattıklarına yaklaştığına, Yüce Allah'ın dünya göğüne dilediği şekilde indiğine inanmaktır."

(İctimau'l-Cuyuşi'l-İslamiyye, s. 165; İsbatu Sıfati'l-Uluvv, s. 124; Ayrıca bk. Mecmuu'I-Fetava, IV, 181-183; Zehebi, el-Uluvv, s. 120; Elbani, Muhtasa-ru'l-Uluvv, s. 176)

3. Zehebî, Muzeni'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Kendi kendime dedim ki:

Tevhid ile ilgili içimden geçenleri ortaya çıkartıp hatırıma gelenleri çözebilecek birisi varsa o da Şafiî'dir. Bunun için o Mısır mescidinde iken yanına gittim. Önünde oturdum ve dedim ki:

Kalbime tevhide dair bir mesele geldi. Senin bildiğini kimsenin bilmediğini biliyorum. Bakalım sendeki bilgi nedir? Bunun üzerine kızdı sonra şöyle dedi:

Sen nerede olduğunu biliyor musun?

Ben: Evet dedim.

Burası Allah'ın Firavun'u suda boğduğu yerdir, dedi. Sana Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu hususa dair soru sorduğu hakkında sana bir bilgi ulaştı mı?

Ben: Hayır, dedim. Bu sefer:

Peki bu hususta sahabi bir şeyler söyledi mi? diye sordu.

Ben: Hayır, dedim. Semada kaç tane yıldız olduğunu biliyor musun? diye sordu.

Ben: Hayır, dedim. Peki bu semadaki gezegenlerden birisinin olsun türünü, ne zaman doğduğunu, ne zaman battığını, neden yaratıldığını biliyor musun?

Ben yine: Hayır, dedim. Bu sefer şunları söyledi:

Gözlerinle gördüğün bir yaratığı bilmiyor, tanımıyorsun. Sen onu yaratanın bilgisi hakkında mı konuşmaya kalkışıyorsun.

Sonra bana abdeste dair bir soru sordu. Ben onu yanlış cevaplandırdım. O hususu bana dört türlü açıkladı, fakat benim cevabım bunlardan birisine bile uygun değildi, Bunun üzerine şunları söyledi:

Günde beş defa ihtiyaç duyduğun bir şeye dair bilgi edinmeyi bırakıyorsun da bu hususta kalbinden geçen yaratıcının ilmi hakkında bilgi sahibi olmaya kalkışıyorsun. Bunun için sen Yüce Allah'ın:

"İlâhınız tek bir ilâhtır. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O rahmandır, rahîmdir. Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında..." (Bakara, 2/163-164) buyruğuna başvur, yaratılmışı yaratıcıya delil olarak gör ve aklının ulaşamayacağı bir şeyi bilmek için kendini zorlamaya kalkışma." (Siyer u A'lâmi'n-Nubelâ, X, 31)

4. İbn Abdi'l-Berr, Yunus b. Abdi'l-A'lâ dan dedi ki:

Şafiî'yi şöyle derken dinledim:

"Sen bir kimsenin isim müsemmadan farklıdır; yahutta şey şeyden farklıdır dediğini duyarsan onun zındık olduğuna şahitlik edebilirsin." (el-intika, s. 79; Mecmuu'l-Fetava, VI, 187)

(Yunus b. Abdi'l-A'lâ b. Meysere es-Sadafî el-Mısrî (düzeltme Şezerât, 1, 149'dan, -Çeviren-) İbn Hacer hakkında şunları söylemektedir: "Sika bir ravidir. Onuncu tabakanın küçüklerindendir. 264 h. yılında vefat etmiştir." (Takribu't-Tehzib, II, 385); Ayrıca bk. Şezerâtu'z-Zeheb, II, 149; İbn Hidayetillah, Tabakâtu'ş-Safiîyye, s. 28)

5. Şafiî "er-Risale" adlı eserinde şunları söylemektedir:

"Zatını nitelendirdiği gibi ve fakat mahlukatının kendisini nitelendirmelerinin çok üstünde olan... Allah'a hamdolsun." (er-Risale, s.7-8)

6. Zehebî, es-Siyer (Sireyru A'lâmi'n-Nubelâ) adlı eserde Şafiî'den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kur'ân'ın söz konusu ettiği ve sünnette varid olmuş bu sıfatları kabul ederiz ve aynı zamanda kendi zatı hakkında teşbihin (yaratılmışlara benzemenin) söz konusu olmadığını belirttiği gibi biz de teşbihi kabul etmeyiz. Çünkü o:

"Onun benzeri hiçbir şey yoktur." (Şura, 42/11) diye buyurmaktadır." (Siyer, XX, 341)

7. İbn Abdi'l-Berr, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

Ben Şafiî'yi yüce Allah'ın:

"Hayır muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında şunları söylerken dinledim:

Bu buyrukla bizlere, kendilerine karşı perdelenmeyeceği, ona bakacak ve onu görmekte herhangi bir zorlukla karşılaşmayacak bir topluluk olacağını bildirmiş olmaktadır." (el-İntika, s. 79)

8. el-Lalekâî, er-Rabi b. Süleyman'dan şöyle dediğini nakletmektedir:

Ben Muhammed b. İdris eş-Şafiî'nin huzurunda idim. Ona (Mısır'ın) Said bölgesinden:

"Hayır, muhakkak ki onlar o günde Rablerinden elbette perdelenmiş olacaklardır." (Mutaffifin, 83/15) buyruğu hakkında ne dersin, diye bir yazı bulunan bir mektup geldi. Şafiî şöyle dedi:

"Kendilerine gazab edildiğinden ötürü bunlar perdelenmiş olacaklarına göre; bu onun razı olacağı kimselerin kendisini göreceklerine delil olur."

er-Rabi dedi ki:

Ben ona: Ey Ebu Abdullah sen bu kanaatte misin? diye sordum.

O: "Evet, dedi ve ben bu kanaatimi Allah'a bağlılığımın ifadesi olan dinimin bir gereği olarak görüyorum." (Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 506)

9. İbn Abdi'l-Berr, el-Carudi'den den şöyle dediğini nakletmektedir:

"Şafiî'nin huzurunda bulunan İbrahim b. İsmail b. Uleyye'yi kastederek dedi ki:

Ben her hususta ona muhalifim. Hatta "lâ ilâhe illallah" sözünde bile. Ben onun dediği gibi demiyorum.

Ben Mûsâ ile perde arkasından özel bir surette konuşan Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyorum.

O ise perde arkasından Musa'ya yarattığı bir kelâmı işittiren Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur diyor."

(el-İntika, s. 79; Bu olayı Hafız Beyhaki'nin Menakibu'ş-Şafiî adlı eserinden naklederek zikretmiş bulunmaktadır. Lisanu'l-Mizan, I, 35)

(el-Carudi; Muhtemelen bu Musa b. Ebu'l-Carud'dur.

Nevevi onun hakkında şunları söylemektedir: "Bu Şafiî'nin arkadaşlarından ve ondan ilim belleyip, ondan rivayet nakledenlerden birisidir."

İbn Hibetullah da şöyle demektedir: "Bu şahıs Mekke'de Şafiî mezhebine uygun fetva verirdi. Hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir." (Tehzibu'l-Esma ve'l-Lugat, II, 120; ibn Hidayetullah Tabakatu'ş-Şafiî, s. 29)

(İbrahim b. ismail b. Uleyye hakkında Zehebî şunları söylemektedir:

"Cehmiyyeye mensub helak olmuş birisidir. Tartışır ve Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylerdi. 218 h. yılında vefat etmiştir." (Mizanu'l-İ'tidal, I, 20; Ayrıca bk. Lisanu'l-Mizan, I, 34-35)

10. Lalekâi, er-Rabi b. Süleyman'dan Şafiî'nin şöyle dediğini nakletmektedir:

"Kim Kur'ân mahluktur derse o kâfirdir." (Şerhu Usûli İtikadi Ehli's-Sunneti ve'l-Cemaa, II, 252)

11. Beyhaki, Ebu Muhammed ez-Zübeyrî'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:

"Bir adam Şafiî'ye dedi ki:

Bana Kur'ân'a dair haber ver. O yaratıcı mıdır?

Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.

Adam: Peki yaratılmış mıdır? diye sordu.

Şafiî: Kesinlikle hayır, dedi.

Adam: O yaratılmamış mıdır öyle mi? diye sordu.

Şafiî: Kesinlikle evet dedi.

Adam: Peki onun yaratılmamış olduğunun delili nedir diye sordu.

Şafiî başını kaldırarak dedi ki:

Sen Kur'ân'ın Allah'ın kelâmı olduğunu kabul ediyor musun?

Adam: Evet dedi.

Şafiî şu cevabı verdi:

Bu husus senden daha önce de dile getirilmiştir. (Çünkü) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer müşriklerden biri senden eman dilerse ona eman ver, ta ki Allah'ın kelâmını dinlesin." (Tevbe, 9/6);

"Allah Musa ile özel bir şekilde konuştu." (Nisa, 4/164)

Şafiî (devamla) dedi ki:

Sen Allah'ın ezelden beri var olduğunu ve kelâmının da aynı şekilde olduğunu kabul ediyor musun yoksa Allah ezelden beri vardı fakat kelâmı yoktu mu dersin?

Adam: Hayır Allah da vardı, kelâmı da vardı dedi.

(Ebu Muhammed) dedi ki: Bunun üzerine Şafiî gülümsedi ve şöyle dedi:

Ey Kûfeliler, sizler gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Çünkü Allah'ın her şeyden önce var olduğunu, kelâmının da onunla var olduğunu kabul ettiğinize göre kelâm Allah'ın kendisidir yahut Allah'tan ayrıdır ya da o Allah'tan başkadır yahut ondan farklıdır sözlerini nereden çıkartıyorsunuz?

(Ebu Muhammed) dedi ki: Adam sustu ve çıkıp gitti." (Menakibu'ş-Şafiî, I, 407-408)

12. Ebu Talib el-Uşari'nin rivayeti ile Şafiî'ye nisbet edilen itikada dair cüzde şunları söylemektedir:

Aziz ve celil olan Allah'ın sıfatları ve kendisine iman edilmesi gereken hususlara dair ona soru sorulunca şunları söyledi:

"Yüce ve mübarek olan Allah'ın isimleri ve sıfatları vardır. Bunlar kitabında zikredilmiş, peygamberi bunları ümmetine haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'in bunları bildirdiğine, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den adaletli şahısların rivayet ettiği sözlerinin sahih olduğuna dair elinde delil bulunan Allah'ın yarattığı herhangi bir kimsenin buna muhalif bir kanaate sahip olması mümkün değildir. Şayet onun nezdinde (bu hususlara dair) hüccet sabit olduktan sonra muhalif bir kanaate sahip olursa o kimse aziz ve celil olan Allah'ı inkar etmiş bir kâfir olur. Ancak haberin ulaşması cihetiyle ona karşı delilin sübutundan önce ise bilgisizliğinden ötürü mazur görülür. Çünkü böyle bir bilgi akıl ile de, dirayet ile de düşünmek ile de idrak edilemez. Yüce Allah'ın semi (her şeyi işiten) olduğuna ve onun iki elinin bulunduğuna dair şu buyruklardaki haberler de bu kabildendir:

"Bilakis onun iki eli apaçıktır." (Maide, 5/64)

Şu buyrukta belirtildiği üzere onun sağının olduğuna dair haber de böyledir:

"Gökler ise onun sağ eliyle durulmuş olacaktır." (Zümer, 39/67)

Yüce Allah'ın şu buyruğunda da onun yüzünün bulunduğu belirtilmektedir:

"Her şey helak olacaktır. Onun yüzü müstesna." (Kasas, 28/88);

"Celal ve ikram sahibi Rabbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır." (Rahman, 55/27)

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğunda ifade edildiği üzere onun ayağı da vardır:

"...Nihayet aziz ve celil olan Rab oraya ayağını koyacak..."

(Buhârî, Tefsir, "(Cehennem) daha var mı diyecek" babı, VIII, 594, h. 4848; Müslim, IV, 2187, h. 2848. Her ikisi de Katade, o Enes b. Malik'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)

(Muhammed b. Ali el-Uşari doğru sözlü ve tanınan bir ilim adamıdır. Şafiî'den el-itikad cüzünü tek başına rivayet etmiştir. Ancak bu Şafiî adına uydurulmuştur. O da iyi niyetle bunu nakletmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı Zehebi, el-Mizan, III, 656'da zikretmiştir. Fakat seleften birden çok kişi akideye dair bu cüzde tesbit edilenlere itimat etmiş bulunmaktadır. Muvaffak b. Kudame, Sıfatu'l-Uluvv, s. 124; İbn Ebi Ya'lâ, et-Tabakat, I, 283; İbnu'l-Kayyım, İctimau'l-Cuyuş, s. 165; Bizzat Zehebi, es-Siyer, X, 79'da olduğu gibi. Diğer taraftan bundan sonraki bölümlerde aynen nakledeceğim bu kitapçık (risale) imam hafız İbn Nasr ed-Dımeşkı'ye okunarak arzedilmiş ve tamamını İbn Ebi Ya'lâ, Tabakat'ta nakletmiş bulunmaktadır. Her iki nakil arasındaki farkları da tesbit edeceğiz.)

Maksat cehennemdir. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bildirdiğine göre Allah yolunda öldürülen kimse hakkında şunları söylemiştir:

"O Allah'ın huzur Allah kendisine güldüğü halde çıkmıştır."

(Buhârî, VI, 39, h. 2826; Müslim, III, 1504; h. 1890; Her ikisi de el-Arec Ebu Hureyre'den yoluyla rivayet etmişlerdir.)

Yüce Allah Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem'in verdiği habere göre her gece dünya göğüne iner. Aynı şekilde Yüce Allah'ın gözü yine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in buyruğu gereğince kör değildir. Çünkü o Deccal'den söz ederken şöyle buyurmuştur:

"Deccalin bir gözü kördür, Rabbinizin ise gözü kör değildir."

(Buhârî, XIII, 95, h. 7131; Müslim, IV, 2248, h. 2933. Her ikisi de Katade, Enes b. Malik'ten yoluyla)

Mü'minler ondördünde ayı gördükleri gibi kıyamet gününde gözleriyle Rablerini göreceklerdir. Yüce Allah'ın Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şu buyruğu gereğince de parmağı vardır:

"Aziz ve celil olan rahmanın parmaklarından iki parmağı arasında bulunmayan hiçbir kalp yoktur."

(Buna yakın lafızlarla Ahmed, Müsned, IV, 182; İbn Mace, I, 72, h. 199; Hakim, Müstedrek, I, 525; Acurri, eş-Şeria, s. 317; İbn Mende, er-Reddu ale'l-Cehmiyye, s. 87. Hepsi de en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bir hadis olarak zikretmişlerdir.

Hakim dedi ki: "Hadis Müslim'in şartına göre sahih olmakla birlikte Buhârî'de Müslim de bunu rivayet etmemişlerdir."

Zehebî de et-Telhis adlı eserinde Hakim'in bu kanaatini kabul etmiştir.

Hadis hakkında İbn Mende şunları söylemektedir: en-Nevvas b. Sem'an'ın rivayet ettiği bu hadisi herhangi birisinin tenkidi mümkün olmayan ünlü hadis imamları tarafından rivayet edilmiş sabit bir hadistir.")

Yüce Allah'ın kendi zatını, Rasûlünün de onu nitelendirdiği bu hususların fikirle, idrak ile kavranılmasına imkân yoktur. Kendisine bu hususlara dair haber ulaşmadıkça bunları bilmediğinden ötürü hiç kimse de tekfir edilmez. Şayet bu hususlara dair varid olmuş haber eğer anlamak bakımından işitmek itibariyle müşahedenin konumuna ulaşıyor ise bu haberi işiten kimsenin hakikatine dinen inanması ve tıpkı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den dinlemiş ve müşahede etmiş gibi buna dair tanıklıkta bulunması gerekir. Fakat bizler bu sıfatları kabul etmekle birlikte teşbihi de (yani yaratılmışlara benzerliği) reddederiz. Nitekim Yüce Rabbimiz de kendi zatı hakkında teşbihi (yani yaratılmışlara benzerliği) kabul etmeyerek şöyle buyurmuştur:

"Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir." (Şura, 42/11)..."
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


İmam AHMED B. HANBEL'İN İTİKADÎ GÖRÜŞLERİ


(Ebu Abdullah Ahmed b. Hanbel ez-Zuhri eş-Şeybanî el-Mervezî'dir. Sonra Bağdad'a yerleşmiştir. Şeyhu'l-İslam'dır ve çağdaşlarının alimidir. Huşeym, İbn Sa'd ve onların tabakasındaki alimlerden ilim dinlemiştir. Hadiste ve hadisin çeşitli alanlarında imam idi. Fıkıhta ve fıkhın inceliklerinde imam idi, sünnette ve sünnetin inceliklerinde imam idi. Verada ve onun gizli hallerinde imam idi. Zühd de ve zühdün hakikatlerinde imam idi.

İbrahim el-Harbî dedi ki:

Ben üç kişiye yetiştim ki onların benzeri görülmez ve kadınlar benzerlerini doğurmaktan acizdirler:

Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam, Bişr b. el-Haris ve Ahmed b. Hanbel.

Ahmed bir milyon hadis ezberlemişti. 164 h. yılında dünyaya geldi. 241 yılı Rebiu'l-Evvel ayının 12. günü cuma sabahı vefat etti. (Şezerâtu'z-Zeheb, II, 96-98)


Lalekâî dedi ki:

Bize Ali b. Muhammed b. Abdullah es-Sukkerî haber verdi dedi ki:

Bize Osman b. Ahmed b. Abdullah b. Bureyd ed-Dakikî anlattı dedi ki:

Bize Ebu Muhammed el-Hasen b. Abdu'l-Vehhab ya da el-Amber -Kendi kitabından kıraatle (okuyarak), 293 yılı Rebiu'l-Evvel ayında- anlattı dedi ki:

Bize Ebu Cafer Muhammed b. Süleyman el-Minkarî -Tinnis'de- anlattı dedi ki:

Bana Abdus b. Malik el-Attar anlattı dedi ki:

Ben Ebu Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel'i şöyle derken dinledim:



Bize göre sünnetin esasları şunlardır:

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının izlediği yola sımsıkı sarılmak, onlara uymak ve bid'atleri terketmek.

Her bir bid'at de esasen bir sapıklıktır.

Düşmanlıkları terketmek, hevâ sahipleriyle birlikte oturmayı terketmek, tartışmaları, münakaşaları ve din ile ilgili münakaşa yapmayı terketmektir.

Sünnet bize göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen nakillerdir.

Sünnet Kur'ân'ı açıklar ve o Kur'ân'ın delilleridir.

Sünnette kıyas yoktur. Ona örnekler gösterilmez. Akıllarla, hevalarla idrak edilmez. Sünnet sadece tabi olmak ve hevayı terketmektir.

Bir tek hasletini dahi terkedip benimsemeyecek ve ona iman etmeyecek olursa sünnet ehlinden olamaz.

Yine ehlinden olmasına vesile olacak sünnetin gerekleri arasında şunlar da vardır:

Hayrıyla şerriyle kadere iman etmek. Bu husustaki hadisleri tasdik etmek ve onlara inanmak. "Niçin" veya "nasıl" denilmeksizin sadece bunlar tasdik edilir ve bunlara iman edilir.

Bir hadisin tefsirini bilmeyen yahutta aklıyla onu kavrayamayan bir kimse bu hususta mükellefiyet altında değildir ve onun lehine iş sağlam oturmuş demektir. Böyle bir kimse buna iman edip, ona teslimiyet göstermekle yükümlüdür. "es-Sadık ve'l-masduk" hadisi ve buna benzer kadere dair diğer hadislerde olduğu gibi.

Ru'yet (kıyamette Allah'ın görüleceğine) dair bütün hadisler de böyledir. Bunlar kulaklara yabancı gelse, bunları duyan, bunlardan irkilse bile ona düşen bu hadislere iman etmek, onların bir parçasını dahi -ki güvenilir ravilerden nakledilmiş benzeri diğer hadisler de böyledir- reddetmemektir.

Herhangi bir kimseyle tartışma ve münazara yapmaz. Tartışma (cedel)i de öğrenmez. Kader, ru'yet, Kur'ân ve bunların dışında sünnetlerde varid olan hususlar hakkında konuşmak mekruhtur, yasaklanmıştır. Bu şekilde hareket eden bir kimse -sözleriyle sünneti isabet ettirse dahi- tartışmayı terkedip teslimiyet göstermedikçe ehl-i sünnetten olmaz.

Gelen rivayetlere iman edilir, Kur'ân Allah'ın kelâmıdır, yaratılmış değildir. Kur'ân yaratılmamıştır, demekte gevşeklik göstermemelisin. Çünkü Allah'ın kelâmı Allah'tandır. Allah'ın kelâmından yaratılmış hiçbir şey yoktur. Sakın bu hususta daha önce söylenmemiş görüşleri ortaya atan, lafız ve başka şeyler hakkında konuşanlarla tartışmayasın. Kur'ân hakkında görüş belirtmeyerek yaratılmış mıdır, yoksa yaratılmamış mıdır bilemiyorum? diyen kimselerle de tartışma. O Allah'ın kelâmıdır, yaratılmamıştır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den rivayet edilen sahih hadislerde belirtildiği gibi, kıyamet gününde Allah'ın ru'yetine de iman etmelidir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini görmüştür ve bu Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den sahih olarak rivayet edilmiştir.

Bunu Katade, İkrime'den, o İbn Abbas'tan rivayet ettiği gibi el-Hakem b. Eban, İkrime'den, o İbn Abbas'tan da rivayet etmiştir. Ali b. Zeyd, Yusuf b. Mehran'dan, o da İbn Abbas'tan yoluyla da rivayet edilmiştir. Bize göre hadis Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme geldiği gibi zahiri üzere anlaşılır. Onun hakkında söz söylemek de bir bid'attir. Bunun yerine biz ona geldiği şekilde, zahiri üzere iman eder ve bu hususta kimseyle de tartışmayız.

"Kul kıyamet gününde tartıya konur da bir sivrisinek kanadı kadar dahi ağırlık çekmez."

İlgili rivayetlerde geldiği üzere kulların amelleri tartılacaktır.

Buna iman ve bunu tasdik etmek, bunu reddetmekten uzak kalmak ve bu hususta da tartışmayı terketmek (gerekir).

Yüce Allah kıyamet gününde kulları ile onunla aralarında herhangi bir tercüman bulunmaksızın konuşacaktır. Buna da iman etmek, tasdik etmek (gerekir).

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in kıyamet gününde bir Havzının bulunacağı, ümmetinin o Havza gireceğine, eni bir aylık mesafe gibi olduğuna, üzerindeki kapların semadaki yıldızlar sayısınca olduğuna da -bu hususta birden çok yolla haberlerin sahih olarak belirttiği üzere- iman ederiz.

Kabir azabına, bu ümmetin kabirlerinde sorgulandığına, imana, İslama, Rabbinin ve Peygamberinin kim olduğuna dair soru sorulacağına, kişiye kabrinde Münker ve Nekirin Yüce Allah'ın dilediği ve murad ettiği şekilde geleceğine iman ve tasdik etmek (gerekir).

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şefaatine, bir topluluğun yanıp kömür gibi olduktan sonra cehennem ateşinden çıkarılarak -bu husustaki hadiste belirtildiği üzere- Allah'ın dilediği gibi ve dilediği şekilde cennetin kapısındaki bir ırmağa bırakılacaklarına da iman etmelidir. Bunlara sadece iman edilir ve tasdik edilir.

Mesih ed-Deccal'in mutlaka çıkacağına, gözleri arasında "kâfir" yazısının bulunduğuna ve hakkında gelmiş bulunan hadislere ve bunların gerçekleşeceğine; Meryem oğlu İsa'nın inip onu Lüd kapısında öldürüleceğine iman etmek gerekir.

İman, söz ve ameldir. Artar ve eksilir. Nitekim rivayet edilen haberde şöyle belirtilmektedir:

"Mü'minlerin iman bakımından en kâmil olanları ahlâk itibariyle en güzel olanlarıdır."

Namazı terkeden bir kimse kâfir olur. Namaz dışında terkedilmesi küfrü gerektiren başka bir amel yoktur. Onu terkeden kâfir olur ve Allah onun öldürülmesini helâl kılmıştır.

Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir es-Sıddîktır, sonra Ömer b. el-Hattab'dır, sonra Osman b. Affan'dır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı bu hususta herhangi bir anlaşmazlık söz konusu olmaksızın bu üçünü öne geçirdikleri gibi biz de onları önceleriz.

Sonra bu üçün ardından şûrada bulunan beş kişi gelir. Bunlar da Ali b. Ebi Talib, Talha, Zubeyr, Abdu'r-Rahman b. Avf ve Sâd'dir. Hepsi de halife olabilecek kimselerdi ve her birisi bir imamdır.

İbn Ömer'in şu hadisindeki ifadeyi benimsiyoruz:

"Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayattayken ve ashabı henüz çoğunlukla yaşıyorken bizler önce Ebu Bekir'i, sonra Ömer'i, sonra Osman'ı sayar, sonra da susardık."

Şûra ashabından sonra muhacirlerden olup Bedir'e katılanlar, sonra ensardan olup Bedir'e katılanlar, sonra da hicret ve önceliklerine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından önceliği olanlar(ı faziletli kabul ederiz.)

Bunlardan yani Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından sonra insanların en faziletlileri aralarında Peygamber olarak gönderildiği nesildir.

Kimisi onunla bir sene, kimisi bir ay, bir gün yahut bir an sohbet etmiş yahut onu sadece görmüştür. Hepsi de onun ashabındandır. Bunların her birisinin onunla arkadaşlık süresi kadar sahabilikten payı vardır ve onunla birlikte bir geçmişi, bir önceliği vardır. Ondan bir şeyler işitmiş ve ona bir defa olsun bakmıştır.

Sahabiliği en alt mertebede olan kimse onu hiç görmemiş olan bütün nesilden daha faziletlidir. İsterse bunlar her türlü ameli işlemiş olarak Allah'ın huzuruna varmış olsunlar.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile sohbeti bulunup onu gören, ondan bir şeyler işitenler, gözleriyle onu görüp ona iman edenler -bir an dahi olsa- ashabdan olması sebebiyle bütün tabiinden daha faziletlidir. İsterse bütün hayır amellerini işlemiş olsunlar.

İmamlara, iyi ya da günahkar olsun mü'minlerin emirine ve halifelik görevine gelip de insanların etrafında toplanıp halifeliğine razı oldukları kimselere itaat ve (onları) dinlemek gerekir.

Kılıcıyla onlara galebe çalıp nihayet halife olan ve mü'minlerin emiri diye adlandırılan kimseye de (dinleyip, itaat etmen gerekir.)

İyi ya da günahkâr olsun bütün emirlerle gazaya çıkmak kıyamet gününe kadar geçerli bir şeydir, terkedilmez.

Fey'in paylaştırılması ile hadlerin uygulanması imamların yetkisindedir. Bu böylece uygulanır, herhangi bir kimsenin bu hususta onlara dil uzatması ya da onlarla çekişmeye kalkışması hakkı yoktur.

Onlara zekâtları vermek caizdir ve geçerlidir. Zekâtını onlara veren bir kimsenin zekâtı -yöneticiler iyi ya da günahkâr olsunlar- yerini bulur.

Yöneticilerin ve onların görevlendirdiklerinin arkasında cuma namazı kılmak caizdir, eksiksizdir ve iki rekat olarak kılınır. Kim bu iki rekatı iade edecek olursa bid'atçi bir kimsedir. Bu husustaki rivayetleri terketmiş, sünnete muhalefet etmiş olur. İyileriyle, kötüleriyle imamlar (İslam devletinin yöneticileri) arkasında namaz kılmayı uygun görmeyen kimse, cumanın faziletinden hiçbir şey elde edemez. Sünnet bu namazın onlarla birlikte iki rekat olarak kılınmasıdır. Bu iki rekatı iade eden kimse bid'atçidir. İki rekat kılınması halinde onun tam olduğuna dinen inanmak gerekir ve bu konuda kalbinde herhangi bir şüphe bulunmamalıdır.

İnsanların ister gönül hoşluğuyla, ister galip geldiği için halifeliğini kabul edip etrafında toplanmış oldukları müslümanların imamına karşı çıkan bir kimse müslümanların birliğini parçalamış ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen rivayetlere muhalefet etmiş olur. Eğer bu ayaklanan kimse ölecek olursa cahiliye ölümüyle ölür. Sultan ile savaşmak helal olmadığı gibi, herhangi bir kimsenin ona karşı çıkması da helal değildir. Kim böyle yaparsa o sünnetin ve doğru yolun dışında bid'atçi bir kimse olur.

Hırsızlarla ve huruç edenlerle (İslam'ın meşru devlet otoritesine karşı çıkanlarla) savaşmak, -kişinin canına ve malına saldıracak olurlarsa- caizdir. Böyle bir kimse kendi canını ve malını korumak için savaşabilir ve gücü yettiği her bir şeyle bunları savunabilir.

Bu hırsız ve ayaklananlar o kimseden ayrılıp yahut onu terk edecek olurlarsa onların peşine gidemez. Onların izlerini takip edemez. Bunu ancak imam yahutta müslümanların yöneticileri yapabilir. Kişinin sadece bulunduğu yerde kendisini savunması ve bütün gayreti ile de kimseyi öldürmemeyi niyet etmesi gerekir. Eğer çarpışma esnasında kendisini savunurken saldırganı öldürecek olursa Allah o saldırganı uzaklaştırmış olur. Şayet kişi kendi canını ve malını savunur iken öldürülecek olursa hadislerde geldiği üzere şehid olacağını ümit ederim. Bu husustaki bütün rivayetler sadece onunla çarpışmayı emretmekte fakat onu öldürmeyi de, arkasından gitmeyi de emretmemektedir. Eğer yere düşmüş yahutta yaralanmış ise onun işini bitirmez. Onu esir olarak yakalayacak olursa yine onu öldüremez, ona had de uygulayamaz. Fakat onun durumunu Yüce Allah'ın yönetime getirdiği kimseye iletir, o da onun hakkında hüküm verir.

Kıble ehlinden herhangi bir kimsenin işlediği bir amel sebebiyle onun cennetlik ya da cehennemlik olduğuna şehadet etmez. Bununla birlikte salih kimsenin adına ümit besler ve onun için korkar fakat günahkar ve kötülük işleyen kimse için de korkar, bununla birlikte Allah'ın rahmetini de onun için ümit eder.

Bir kimse cehennemi gerektiren bir günahtan dolayı tevbe etmiş ve o günah üzerinde ısrar etmeksizin Allah'ın huzuruna çıkacak olursa şüphesiz Allah da onun tevbesini kabul eder. O kullarının tevbesini kabul edendir, günahları affedendir.

Bu günahından dolayı dünyada kendisine had uygulanmış olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkan kimseye gelince, o had Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den nakledilen rivayette belirtildiği gibi, onun günahının keffareti olur.

Cezalandırılmayı gerektiren günahlardan tevbe etmeksizin o günahlar üzerinde ısrar ederek Allah'ın huzuruna giderse işi Allah'a kalır. Allah dilerse onu azablandırır. Dilerse ona mağfiret buyurur.

Kim de Allah'ın huzuruna kâfir olarak varırsa Allah onu azablandırır, ona mağfiret etmez.

Muhsan olduğu halde zina eden bir kimse zina ettiğini itiraf eder yahutta zina ettiğine dair delil ortaya konulursa recmedilmesi haktır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem recmettiği gibi raşid halifeler de recmetmişlerdir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından herhangi bir kimsenin değerini küçük gören ya da yaptığı herhangi bir iş dolayısıyla ona buğzeden yahutta kötülüklerini diline dolayan bir kimse hepsine rahmet okumadıkça ve onlara karşı kalbindeki bütün kötü duygular gitmedikçe bid'atçi bir kimse olur.

Münafıklık küfrün kendisidir. Münafıklık bir kimsenin Allah'ı inkar etmesi ve ondan başkasına ibadet etmesi, bununla birlikte zahirde müslüman olduğunu göstermesidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dönemindeki münafıklar gibi.

Şu şekildeki hadislere gelince...

"Üç özellik kimde bulunursa o münafıktır."

(Buhârî, 33; Müslim, 59 "Münafıkın alameti üçtür..." lafzıyla. Kaydedilen lafzı da Ebu Ya'la, Müsned, 4098'de rivayet etmiştir. Diğer şahitleriyle birlikte hasen bir hadistir.)

Bu, vebalin ağırlığını anlatmak içindir.

Biz bu hadisleri geldikleri gibi rivayet eder ve bunları tefsir etmeyiz.

Yine Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur:

"Sizler benden sonra birbirinizin boynunu vuran sapık kâfirler olarak gerisin geri dönmeyiniz."

(Buhârî, 121; Müslim, 65 ve başkaları)

"İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelecek olurlarsa öldüren de, öldürülen de cehennemdedir."

(Buhârî, 31; Müslim, 2888 ve başkaları)

"Müslümana sövmek fasıklık, onunla çarpışmak küfürdür."

(Buhârî, 48; Müslim, 116 ve başkaları)

"Kim kardeşine: Ey kâfir diyecek olursa mutlaka ikisinden birisi bu söze layık olur."

(Buhârî, 6103;Müslim, 111 ve başkaları)

"Zayıf bir ihtimal ile dahi olsa bir nesebden uzak olduğunu belirtmek Allah'ı inkârdır."

(Hasen bir hadistir. Ahmed, II, 215; İbn Mace, 2744 ve başkaları rivayet etmiştir. Bk. Sahihu'l-Cami, 4485)

Bu ve benzeri sahih olarak nakledilip bellenmiş olan hadisleri (tefsirleri) bilinmese dahi teslimiyetle kabul ederiz. Onlar hakkında söz söylemeyiz, tartışmayız. Bu hadisler ancak geldikleri gibi tefsir edilirler ve bunları ancak yine bunlardaki hakka göre açıklarız.

Cennet ve cehennem -Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen rivayetlerde de belirtildiği gibi- yaratılmışlardır:

"Cennete girdim, orada bir köşk gördüm, orada Kevseri gördüm."; (Buhârî, 5226; Müslim, 2394 ve başkaları) (Buhârî, 4964 ve başkaları)

"Cennete baktım, ora ahalisini şöyle şöyle gördüm. Cehenneme baktım, oranın ahalisini de şöyle şöyle gördüm" gibi. (Buhârî, 3241, 5198 ve başkaları)

Cennet ile cehennemin yaratılmamış olduğunu iddia eden bir kimse Kur'ân'ı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerini yalanlamış olur. Böyle bir kimsenin cennete ve cehenneme iman etmiş olacağını da zannetmiyorum.

Kıble ehlinden olup muvahhid olarak ölen bir kimsenin cenaze namazı kılınır. -Onun için mağfiret dilenir ve namazı küçük ya da büyük olsun işlediği herhangi bir günah sebebiyle terkedilmez.- İşi de yüce Allah'a kalmıştır.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


EBU BEKR B. EBÎ DÂVÛD'UN İTİKADÎ GÖRÜŞLERİ (V. 316 H.)


(Ebu Bekr Abdullah b. Ebî Davud Süleyman b. el-Eş'as. Hafızdır, Sicistanlıdır. Hafızın (Ebû Davud'un) oğludur. Sicistan'da 230 yılında dünyaya gelmiştir.

İbn Şahin dedi ki:

Ebû Davud'un oğlu bize ezberinden yazdırırdı. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbnu'l-Muzaffer, Darakutnî, Ebu Ahmed el-Hâkim ve başkaları da vardır. 316 yılında vefat etmiştir. (Şezerâtu'z-Zeheb, II, 273)


İmam, hüccet, rivayete bağlı, alim, hafız, Şemsu'd-Din Muhammed b. Ahmed b. Osman ed-Dımeşkî -Zehebî diye meşhur- "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Gaffar" adlı kitabında şunları söylemektedir:

Bize Ahmed b. Abdu'l-Hamid haber verdi.

Bize Muhammed b. Kudame 618 yılında bildirdi dedi ki:

Bize Ali kızı Fatıma haber verdi, bize Ali b. Beyan bildirdi.

Bize el-Huseyn b. Ali et-Tenâhîri haber verdi.

Bize Ebu Hafs b. Şahin haber verdi dedi ki:

Hocamız Ebu Bekr Abdullah b. Süleyman şu kasideyi söyledi:


Rahman rahim Allah'ın adıyla

"Sımsıkı sarıl Allah'ın ipine ve tabi ol hidayete

Bid'atçi olma sakın ki kurtulasın

Allah'ın kitabı ile Allah'ın Rasûlünden gelen,

Sünnetlere uy; dinin olsun onlar kurtulur ve kazanırsın.

Mutlak malikimizin sözü mahluk değil derdi,

Çünkü Allah dostlarının dindeki yolu buydu ve bunu böyle dile getirdiler.

Kur'ân hakkında hiçbir zaman tereddüt etme,

Cehme uyanların söyledikleri ve doğru diye ileri sürdükleri gibi.

Kur'ân'ın okunması mahluktur deme, (Kur'ân mahluktur da deme, benim Kur'ân'ı telaffuzum da mahluktur deme. Mecmuatu Resaili'l-Kemaliye, no: 5 fi'l-Munazarat beyne'l-Fuhuli min Ulemai'l-İslam ve Alamihi: el-Buhârî ve Muhammed b. Yahya ed-Dihli)

Çünkü Allah kelâmı lafız ile açıklık kazanır.

De ki: Allah kullara açıkça görünecektir.

Gizlenmeyen ondördündeki ay gibi; hatta Rabbin daha açık görünecektir.

O doğmamıştır, doğurmamıştır.

Onun bir benzeri de yoktur. Yücedir, her türlü eksiklikten münezzehtir.

Cehmiyye mensubu bunu reddedebilir, fakat yanımızda

Söylediklerimizi doğrulayan açık ifadeli hadis vardır.

Bunu Cerir, Muhammed'in sözü olarak rivayet etmiştir.

Sen de bu hususta onun dediği gibi söyle ki başarıya ulaşasın.

Yine Cehmiyye mensubu onun sağ elini inkâr edebilir.

Fakat onun her iki eli de lütufları dağıtır durur,

Her gece o Cebbar olan Allah iner, de;

Keyfiyetsiz olarak o her türlü övgüye layık olan, bir ve tek olan zat ne yücedir!

Dünya semasına iner lütfunu sunar,

Semanın kapıları aralanır, açılır.

Der ki: Yok mu mağfiret dileyen, mağfiret edenle karşılaşır,

Hayır, bağış dileyen, rızık isteyen yok mu, ona verilir,

Bunu hadisleri reddolunmayacak bir topluluk rivayet etmiştir.

Dikkat, et onları yalanlayan bir toplum hüsrana uğrar ve çirkin bir iş işler.

De ki: Muhammed'den sonra insanların hayırlısı,

Onun iki yardımcısıdır onlar öndedir, sonra ağırlıklı olarak Osman gelir.

Dördüncüleri onlardan sonra yaratılmışların en hayırlısıdır.

O hayrın yanından ayrılmayandı. Hayır için o bağışlanmıştı.

İşte onlar ve haklarında şüphe edilmeyen o kafile,

Firdevsin en üstün yerlerinde nur ile koşarlar:

Said, Sa'd, Avf'ın oğlu ve Talha,

Fihr'in Âmir'i ile övülen o Zubeyr,

Bütün ashab hakkında en hayırlı sözü söyle.

Sakın tenkid eden, ayıplayan ve kusurları dile getiren olma.

Vahy-i mübin onların faziletlerini dile getirmiştir.

Fetih suresinde ashab-ı kiramı öven bir ayet (Bu el-Feth, 48/9. ayet-i kerimedir.)

Takdir edilmiş kadere kesinlikle inan; çünkü o,

Din akidesinin temel direğidir ve din geniş ve müsamahakârdır.

Cahillik ederek münker ve nekiri inkâr etme;

Havzı da, mizanı da. Şüphesiz ki sana öğüt verilmektedir."


Yine onun selef akidesine dair şöyle bir manzumesi vardır:

"Sünnete uygun akidenin bir gereği de;

Kur'ân'ın bütün getirdiklerine iman etmektir.

Hadis imamlarının peygamberden diye,

Rivayet ettikleri müsned hadise de.

Rabbimizin ezelden beri var olduğuna,

Ve belli bir süre söz konusu olmaksızın daim olduğuna (inanılır).

Kulu Musa ile özel bir şekilde konuştu.

O ezelden beri her şeyi tedbir eden, hakîmdir.

Onun kelâmı da, sözü de ezelîdir.

Ve o pek büyük Arşının üzerindedir.

Onun mufassal kitabı hakkındaki inanç: Onun indirilmiş kelâmı olduğudur.

Doğru sözlü rasûlüne, peygamberine.

O söz, ne mahluktur, ne de haliktır.

Onun kim mahluk olduğunu söylerse,

Ya da sonradan var olduğunu, elbetteki o sözü dinden çıkıştır.

Bu konuda bir hüküm vermeden durmak sapık bir bid'attir.

Üstün ilim adamları benzer görüşü söylemişlerdir.

Değersiz Cehm'in sözü ile,

Vâsıl'ın ve Bişr el-Merîsî'nin sözü ne kadar değersizdir.

Basit, cahil ve inatçı olan,

Ma'mer ve İbn Ebî Duad da böyledir.

Mutezile'nin başı İbn Ubeyd,

Bid'atin başlatıcısı ve sapıklığın;

İslama dil uzatan Cahız'ın,

Ve bu ümmetin tağutu en-Nezzam'ın,

Cubbai diye bilinen o fasık,

Ve onun akılsız, çirkin sözlü oğlunun,

el-Lâhikî ve Ebu Huzeyl;

Her bir musibetle küfrün destekçileri.

Kör olan, şüpheci Dırar,

Ve onlara benzeyen diğer şüpheciler.

Bundan sonra bil ki şunu; iman söz ve ameldir,

Bir de buna dair niyettir. Bunlar ayrılmazlar.

O üç esas üzerine mebnidir.

Mürciecinin söylediğinin hilafına,

İmam Eş'ari ve

Onu takip edenler iddialarda bulundular, hepsi de hastadır.

İman kimi zaman (salih amellerde) gayretle artar,

Kimi zaman kusurlardan ötürü de eksilir.

Peygamber ashabını sevmek farzdır,

Onları övmek bir yakınlaşmaktır ve farzdır.

Ashabın faziletlisi Sıddîktır,

Ondan sonra ise güzel ahlaklı Faruk'tur.

Bize gelen sahih haberlerden

Ve eskiden beri insanlar arasında yayılanlardan (anlaşılan budur). Rabbimiz hiç şüphesiz iner.

Her gece semaya,

Herhangi bir sınır veya keyfiyetlendirme yoktur. O her türlü eksiklikten münezzeh, muktedir ve latiftir.

Her şeye egemen ve Cebbar olanın görülmesine (de inanırız).

Ve bizler onu gözlerimizle göreceğiz,

Kıyamet gününde izdiham olmaksızın,

Bulutun bulunmadığı ondördündeki ayın görülmesi gibi.

Kabrin kabirdekini sıkıştırması da,

Münker ve nekirin sorgulaması da (haktır).

Bizi ileten Allah'a hamdolsun,

Sünnetin açık seçik yoluna ve bizi seçene." (Siyeru Âlâmi'n-Nubelâ, XVIII, 81-82-83)


Onun hadis ehlinin faziletine ve itikadi görüşlerine dair şu şekilde bir başka manzumesi de vardır:

"De ki: Büyük Allah lütfuyla çıkartır

Cehennemden kömüre dönmüş birtakım cesetleri,

Firdevs'teki nehre bırakılırlar ve dirilirler suyuyla,

Tıpkı taşkın selin getirdiği bir tane gibi.

Ve şüphesiz Allah'ın Rasûlü şefaat edecektir,

Kabir azabı hakkında da o apaçık bir haktır, de,

Namaz kılanlara kafir demeyesin, asi olsalar bile,

Çünkü hepsi de isyan etmiştir.

Arşın sahibi ise affeder.

Haricilerin görüşlerine inanmayasın; çünkü o,

Benimseyeni helake götürüp rezil eden bir görüştür.

Diniyle oynayan bir mürcieci olma sakın,

Çünkü bil ki mürcieci din ile alay eder.

De ki: İman hem söz, hem niyettir,

Hem de fiildir. Peygamberin sözüyle bu, apaçık ifade edilmiştir.

Bazen masiyetler sebebiyle eksilir ve bazen,

Ona itaatle artar durur ve tartıda ağır basar.

Kişilerin görüşlerini ve sözlerini bırak bir kenara;

Allah Rasûlünün sözü daha temiz ve kalbi daha çok rahatlatır.

Dinleri ile oyalanan kimselerden olup da,

Hadis ehlini tenkid edip onlara dil uzatma!

Ey arkadaşım, ömür boyunca sen bu şekilde inanırsan,

Hiç şüphesiz hayır üzere geceler ve hayırla sabahı edersin."


Büyük imam ünlü hafız Şemsu'd-Din ez-Zehebî, "el-Uluvv" adlı eserinde şunları söylemektedir:

Bu kaside onu nazmedenden tevatür yoluyla gelmiştir. Bunu el-Acurrî rivayet etmiş olup ona bir şerh de yazmıştır. Ebu Abdullah b. Batta da el-İbâne adlı eserinde rivayet etmiştir.

İbn Ebî Dâvûd dedi ki:

Bu benim babamın da görüşüdür, hocalarımızın da görüşüdür. Kendilerini görmediğimiz ilim adamlarının da -bizden onlara ulaşan nakle göre- görüşleridir. Kim başka bir şey söylerse yalan söylemiş olur.

Ebu Bekr ileri gelen hafızlardan idi. Babasından daha aşağı değildi. Pek çok eserler tasnif etmiştir. Bağdad'da Hanbelî mezhebinin başı o idi. 316 h. yılında vefat etti.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Cezekallahu Hayran akxi..

Müthiş Hazırlanmış Allah-Subhanahu we Teala- Sizden Razı Olsun Kardeşim...İstifade ediyoruz İnşallah..
 
Üst Ana Sayfa Alt