İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler
İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.
Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Selefiler akla önem vermez diye bir iddia batıldır. Akıla önem vermemiş olsa, o akılla Kur'an ve sunnetin dinin iki kaynağı olduğunu idrak edemezdi. Akla önem vermek, onu ilahlaştırmayı, hakikatın mirengi noktası, salt yeterli görülmemelidir. Ayrıca aklını kullanmaktan aciz olan kimseler körü körüne birilerini taklide yönelirler.
Görme duyumuzun, görmek için tek başına yeterli olmayışı, bunun için haricî bir ışığa ihtiyaç duyuşu gibi, aklımız da eşyanın hakikatini idrak etmede kıstas olarak kullanacağı değişmez değerlere, ölçütlere ihtiyaç duyar. İslâm nazarında bilgi edinme yollarından biri kabul edilen ve hatta nasslarla tearuzu halinde, nassın teviline gidilerek bir tür takdimi dahi sözkonusu edilen akıl hassas bir terazi işlevi görebilir; ancak kime ne kadar tartılacağını gösteren elinde bir liste olması gerekir. Bu itibarla akıl tek başına yapamaz. Mutlaka bir ışığa muhtaçtır. Bu ışık da akıl üstü olan vahiydir.
Akıl, Kur'an-ı ve sunneti anlamak için kullanılmalıdır, yoksa Kur'an ve sunneti akla uydurmak, akla ters geliyormuş gibi zannedilen şar'inin hukumlerini , aklı baz alarak reddetmek, akıllı işi değildir. Çünkü aklın bir kapasitesi ve sınırı vardır, ayrıca hata yapması muhtemeldir.
"Kim Kur'ân hakkında re'yi ile söz söylerse, isabet etmiş olsa bile hata etmiş olur" (Ahmed, I, 233; Kenzu'l-ummâl, 2957; Tirmizî, 2950-2951; Kurtubî, I, 32; Sûyûtî, Miftâhu'I-cenne, 62) hadisinde yasaklanan da mesnedsiz mucerred akla dayalı keyfî beyanlardır. (Akıl-Vahiy Dengesi Açısından Sünnet, İfav Yayınları: 39-40)
Şer'î Deliller ve Aklî Prensipler İlişkisi Şer'î deliller, aklî prensiplere ters düşmez. (İbn Kayyım, İ'lâmu'l-kuvakkı'în, II, 71; Şâtıbî, Muvafakat, I, 78; İbn Ruşd, Faslu'l-makâl, 113)
Şâtıbî, bunu şu şekilde delillendirir:
1- Eğer şer'î deliller, aklî prensiplere ters düşseydi, o zaman onlar ne şer'î bir hüküm için ne de başka bir şey için insanlar hakkında delil olamazlardı. Halbuki, onlar sağduyu sahiblerinin görüşbirliği ile delil olmaktadır. Bu da onların, aklî prensipler doğrultusunda gelmiş olduklarını gösterir. Deliller, akılca kabul edilebilir olacak ki onların gerekleriyle amel edilsin ve yükümlülük getiren hükümler altına girilebilsin. Eğer bu deliller aklî prensiplere ters düşecek olsaydı, o zaman akıl, gerekleri ile amel etme bir yana onları kabul dahi etmezdi. Böyle bir durumda da onlar delil olamazdı.
2- Eğer deliller, aklî prensiplere ters düşseydi, o zaman onların gereği ile yükümlü tutmak, tâkat üstü yükümlülük olurdu. Çünkü böyle bir durumda mukellef, aklının almadığı, bir türlü tasdik edemediği, hatta aksini düşünüp inandığı şeyi tasdik etme ile yükümlü tutuluyor olacaktı. Bu da takat üstü yükümlülük demektir. Böyle bir yükümlülük ise, bâtıldır.
3- Yükümlülüğün dayanağı akıldır. Bu istikra ile sabit bir sonuçtur. Bunun sonucunda akıl ortadan kalktığı zaman yükümlülük de tümden ortadan kalkmakta ve ondan mahrum olan kimseler başıboş bırakılmış sorumsuz hayvan yerine konmaktadır. Eğer deliller, aklî prensipler doğrultusunda gelmeseydi, o zaman akıllı kişinin hükümlerle yükümlülük altına sokulması, bunak, çocuk ve uyku halinde bulunan kimsenin o hükümlerle sorumlu tutulmasından daha zor olacaktı. Çünkü bu sayılan kimselerin delilleri sınayarak tasdik ya da inkara gitmelerini sağlayacak akılları yoktur. Akıllı kimse ise böyle değildir; ona aklının kabul etmediği şeyi götürmek mümkün değildir. Bu durum, yükümlülüğün akıllı kimselerden de düşürülmesini gerektirecektir. Bu ise, şeriatın konuluş amacına ters düşer; dolayısıyla böyle bir sonucu doğuracak şey bâtıl olur.
4- Eğer şer'î deliller, aklî prensiplere ters düşseydi, o zaman kâfirler şerîatı reddetmek için herşeyden önce bizzat şer'î delilleri malzeme olarak kullanırlardı. Çünkü onlar, Rasûlullah'ın (s.a.v.) getirmiş olduğu şeriatı red konusunda son derece hırslı idiler. Hatta bu uğurda hem Rasûlullah (s.a.v.) hem de getirdiği şerîat hakkında iftiralara kadar gidiyorlardı: Onun hakkında bazen sihirbaz, bazen divane diyorlar, bazen de onu yalancı sayıyorlardı. Kur'ân için de, o sihirdir, şiirdir, düzmecedir, onu mutlaka bir insan öğretmiştir, öncekilerin mitolojileri gibi sıfatları yakıştırıyorlardı. Şer'î deliller hakikaten akla ters düşseydi bunlara hiç gerek kalmaz ve onların yerine 'Bu makul değil' veya 'Bu akıl ve mantığa ters' ya da benzeri şekilde itirazlarda bulunurlardı. Böyle bir itirazda bulundukları sabit olmadığına göre, bu onların şeriatın muhtevasını kavradıklarını ve onların aklî prensipler doğrultusunda cereyan etmekte olduğunu anladıklarını gösterir. (Şâtıbî, Muvafakat, III. 22-24)
Ezcumle ; İbn-i Teymiyye'nin (rahimehullah) tasvir ettiğine göre Selefîler; itikadı meseleleri, dini hükümleri ve bunlarla ilgili bütün mevzuları kısaca veya etraflıca bilmenin tek yolu, Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimizin, onu açıklayan sünnetidir, Kur'an ve sünnet yolunu takibetmektir.
Kur'an ne hüküm koymuş, sünnet nasıl izah etmişse, olduğu gibi kabul edilir, asla reddedilmez. Bunları kabul etmemek, İslâm inancından çıkmak olur.
Kur'an-ı Kerîm'in izahında ve O'ndan hüküm çıkarmakta aklın katkısı, ancak metinlerin işaretleri ölçüsünde ve haberlerin, aklı desteklemeleri nisbetindedir.
'Aklın otoritesi, sadece inanmada, boyun eğmede, naklen bilinen şeyleri akla yaklaştırmada ve nakille çelişmemekte görülür. Akıl şahiddir, hâkim değildir. Îkrar eden ve destekleyendir. Bozan ve kabul etmeyen değildir. Akıl, Kur'an'ın kapsadığı delilleri ancak izah edebilir.
İşte Selefîlerin metodu budur. Bu metoda göre akıl, devamlı olarak naklin arkasında yürür, onu güçlendirir ve destekler. Fakat, hiçbir zaman kendi başına delil olamaz. Sadece metinlerin mânâlarını akla yaklaştırabilir. (İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepbler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/232-235)