E
Çevrimdışı
İMAN
İman; amel, söz ve niyettir. Dolayısıyla iman; kalp ile itikad, dil ile ikrar ve organlarla amel etmektir. Kalbin itikadı; kalbin sözü ve amelini kapsar. Rıza, teslimiyet, muhabbet, boyun eğmek, huşu ve buna benzer şeyler kalbin ameli ile ilgilidir.
Söz; kalbin ve dilin sözü olarak iki kısma ayrılır. Amel ise; yine kalbin ve organların ameli olarak iki kısma ayrılır.[71] Tasdik, kalp ile, dil ile ve organlar ile olur.
İman, itaatle artar, günahla azalır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem bildirdiği gibi, imanın şubeleri vardır. Bu şubelerin en üstünü “La İlahe İllallah” sözü ve en alt derecesi ise, eziyet verici şeyi yoldan kaldırmaktır. Yine imanın birçok kulpları vardır. Bu kulpların en sağlamı; Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır.
İmanın şubelerinden bazıları, imanın aslına girer ve yokluğu imanın da yok olmasını gerektirir. Kitap ve Sünnet’te, terkedilmesi halinde imanın da yok olacağı belirtilen Tevhid, namaz ve buna benzer ameller bu kısma girer.
Yine bu şubelerden bazıları imanın vaciplerindendir. Bu kısma giren amellerin ortadan kalkmasıyla kişinin imanı azalır. Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, komşusunun kendisinden emin olması bu kısma giren amellerdendir. Bu tür fiilleri terk eden kimse günahkar olur. Zina, faiz, hırsızlık ve buna benzer işlenmesi halinde azapla korkutmanın söz konusu olduğu, ancak işleyenin tekfir edilmediği amellerin terki de vacip olan imandandır.
İmanın şubelerinden bazıları ise imanın müstehap olan kısmına girer. Eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmak, sılah-i rahim, ihsan ve buna benzer bazı ameller müstehap olan imanı tamamlayan amellerdir. Bunları gerçekleştirmeyen kimse günahkar sayılmaz..
Dolayısıyla iman, yokluğu halinde imanın olmayacağı bir asıldan, işlenmediği taktirde imanın eksileceği ve sahibinin cezayı hak edeceği bir vacip kısımdan ve bir de yapılmadığında kişinin derecesinin düştüğü müstehap kısımdan oluşur. Bazı nasslarda imanın nefyedilmesinden (yok sayılmasından) kasıt, ya imanın aslının nefyidir ki bu durumda sahibi kafir olur. Allahu Teala’nın şu ayeti bu nasslardandır:
“Hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[72]
Ya da vacip olan iman kastedilir ki bu durumda sahibi kafir değil günahkar ya da fasık olur. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisleri bu kabildendir:
“Komşusu, kötülüğünden emin olmayan kişi cennete giremez.”[73]
“Zani bir kimse, zina yaptığı sırada mü'min olarak zina yapmaz.”[74]
“Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”[75]
Zira imanın nefyi, tehdit ifadesidir. Tehdit ifadesi ise, ancak bir haramı işleyen veya bir vacibi terkeden hakkında gerçekleşir. Dolayısıyla imanın aslı ya da vacip olan kısmını kapsar. Bu ifadenin küfre mi yani imanın aslının yok olmasına mı, yoksa fasıklığa mı yani imanın vacip olan kısmının yok olmasına mı delalet ettiğini anlamak için, bizzat o nassın kendisine ya da Kitap ve Sünnet’te, o mesele ile ilgili olan diğer nasslara bakılır.
Kim imanın aslını ortadan kaldıran fiillerden birini işleyerek imanını bozarsa küfre girer. Kendisinde imanın bazı şubeleri bulunsa da artık ona fayda vermez. İmanın vacip olan kısmına giren ameller konusunda ihmalkar davranan kişinin durumu ise Allahu Teala’nın dilemesine kalmıştır. İmanın aslına sahip olduğu sürece Allahu Teala dilerse ona azap eder, dilerse bağışlar.
Allahu Teala’nın tehdidi konusunda Mürcie ve Haricilere meyletmeyiz. Yine iman ve dinin isimleri kanusunda Harurilere ve Mutezile’ye meyletmediğimiz gibi Mürcie ve Cehmiyye’ye de meyletmeyiz.
İtaat konusunda hırslı olmak, salih amel işlemek için çaba sarfetmek ve imanın aslını sürekli korumakla birlikte, imanımızın artması için iyiliklere koşmak bu bölümün sağladığı faydalardan bazılarıdır. Çünkü iman, ana sermayemiz ve sağlam kurtuluş ipimizdir.
[71] Sahih hadiste geçtiği gibi: “…Avret bölgesi bunu doğrular ya da yalanlar.”
[72] 4 Nisa/65
[73] Müslim rivayet etmiştir.
[74] Buhari, Müslim, Ebu Davud ve diğerleri rivayet etmişlerdir.
[75] Muttefekun
İman; amel, söz ve niyettir. Dolayısıyla iman; kalp ile itikad, dil ile ikrar ve organlarla amel etmektir. Kalbin itikadı; kalbin sözü ve amelini kapsar. Rıza, teslimiyet, muhabbet, boyun eğmek, huşu ve buna benzer şeyler kalbin ameli ile ilgilidir.
Söz; kalbin ve dilin sözü olarak iki kısma ayrılır. Amel ise; yine kalbin ve organların ameli olarak iki kısma ayrılır.[71] Tasdik, kalp ile, dil ile ve organlar ile olur.
İman, itaatle artar, günahla azalır. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem bildirdiği gibi, imanın şubeleri vardır. Bu şubelerin en üstünü “La İlahe İllallah” sözü ve en alt derecesi ise, eziyet verici şeyi yoldan kaldırmaktır. Yine imanın birçok kulpları vardır. Bu kulpların en sağlamı; Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, Allah için dostluk ve Allah için düşmanlıktır.
İmanın şubelerinden bazıları, imanın aslına girer ve yokluğu imanın da yok olmasını gerektirir. Kitap ve Sünnet’te, terkedilmesi halinde imanın da yok olacağı belirtilen Tevhid, namaz ve buna benzer ameller bu kısma girer.
Yine bu şubelerden bazıları imanın vaciplerindendir. Bu kısma giren amellerin ortadan kalkmasıyla kişinin imanı azalır. Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, komşusunun kendisinden emin olması bu kısma giren amellerdendir. Bu tür fiilleri terk eden kimse günahkar olur. Zina, faiz, hırsızlık ve buna benzer işlenmesi halinde azapla korkutmanın söz konusu olduğu, ancak işleyenin tekfir edilmediği amellerin terki de vacip olan imandandır.
İmanın şubelerinden bazıları ise imanın müstehap olan kısmına girer. Eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmak, sılah-i rahim, ihsan ve buna benzer bazı ameller müstehap olan imanı tamamlayan amellerdir. Bunları gerçekleştirmeyen kimse günahkar sayılmaz..
Dolayısıyla iman, yokluğu halinde imanın olmayacağı bir asıldan, işlenmediği taktirde imanın eksileceği ve sahibinin cezayı hak edeceği bir vacip kısımdan ve bir de yapılmadığında kişinin derecesinin düştüğü müstehap kısımdan oluşur. Bazı nasslarda imanın nefyedilmesinden (yok sayılmasından) kasıt, ya imanın aslının nefyidir ki bu durumda sahibi kafir olur. Allahu Teala’nın şu ayeti bu nasslardandır:
“Hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”[72]
Ya da vacip olan iman kastedilir ki bu durumda sahibi kafir değil günahkar ya da fasık olur. Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu hadisleri bu kabildendir:
“Komşusu, kötülüğünden emin olmayan kişi cennete giremez.”[73]
“Zani bir kimse, zina yaptığı sırada mü'min olarak zina yapmaz.”[74]
“Hiçbiriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”[75]
Zira imanın nefyi, tehdit ifadesidir. Tehdit ifadesi ise, ancak bir haramı işleyen veya bir vacibi terkeden hakkında gerçekleşir. Dolayısıyla imanın aslı ya da vacip olan kısmını kapsar. Bu ifadenin küfre mi yani imanın aslının yok olmasına mı, yoksa fasıklığa mı yani imanın vacip olan kısmının yok olmasına mı delalet ettiğini anlamak için, bizzat o nassın kendisine ya da Kitap ve Sünnet’te, o mesele ile ilgili olan diğer nasslara bakılır.
Kim imanın aslını ortadan kaldıran fiillerden birini işleyerek imanını bozarsa küfre girer. Kendisinde imanın bazı şubeleri bulunsa da artık ona fayda vermez. İmanın vacip olan kısmına giren ameller konusunda ihmalkar davranan kişinin durumu ise Allahu Teala’nın dilemesine kalmıştır. İmanın aslına sahip olduğu sürece Allahu Teala dilerse ona azap eder, dilerse bağışlar.
Allahu Teala’nın tehdidi konusunda Mürcie ve Haricilere meyletmeyiz. Yine iman ve dinin isimleri kanusunda Harurilere ve Mutezile’ye meyletmediğimiz gibi Mürcie ve Cehmiyye’ye de meyletmeyiz.
İtaat konusunda hırslı olmak, salih amel işlemek için çaba sarfetmek ve imanın aslını sürekli korumakla birlikte, imanımızın artması için iyiliklere koşmak bu bölümün sağladığı faydalardan bazılarıdır. Çünkü iman, ana sermayemiz ve sağlam kurtuluş ipimizdir.
[71] Sahih hadiste geçtiği gibi: “…Avret bölgesi bunu doğrular ya da yalanlar.”
[72] 4 Nisa/65
[73] Müslim rivayet etmiştir.
[74] Buhari, Müslim, Ebu Davud ve diğerleri rivayet etmişlerdir.
[75] Muttefekun