Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

İlmi Konu Şeyh Makdisi : Riddet Küfrü ile Tevil Küfrü Arasında Ayırım Yapmamak

ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE

29. RİSALE :

RİDDET KÜFRÜ İLE TE’VİL KÜFRÜ ARASINDA AYIRIM YAPMAMAK

Tekfirde yapılan hatalardan biri de, riddet küfrü ile te’vil küfrü arasında ayırım yapmamak ve birbiri ile eşit değerlendirmektir.
Burada te’vil küfrü diyerek kastettiğimiz şey, alimlerin Kaderiyye, Mutezile, Cehmiyye ve benzerleri gibi bid’at ehli hakkında verdikleri hükümlerdir.
Alimler bunların bid’atları ve işledikleri hakkında tekfir hükmünü vermişler ve hatta taife bazında küfür ile isimlendirmede bulunmuşlardır.
“Cehmiyye kafirleri” gibi sözler bu kabildendir. Ancak tekfir hükmünü bunlardan muayyen bir şahsa indirgeme konusunda, mutlaka gerekli tafsilata girmişler ve bid’atlarına davet edenler dışında, bunlardan hiç birini hüccet ikamesinden önce tekfir etmemişlerdir.
Dolayısıyla doğru olan, açık ve kişinin dinden beri olduğunu gösteren riddet suçu ile te’vil sebebi ile böyle bir suçu işleyen arasında ayırım yapmak ve gerekli hüccet ikamesinden önce te’vil eden kişiyi tekfir etmemektir. Çünkü bunların küfrü, kişiyi İslam’dan çıkarıp başka bir dine sevkeden türden değildir. Aksine bu insanlar İslam’a sarılmakta ve onun dışında bir din kabul etmemekte, İslam’a dostluk beslemekte ve başka bir dinden de razı olmamaktadırlar.


Yine bu kişilerin işledikleri ve söyledikleri, açıkça Allah’a ve Rasulü’ne Sallallahu Aleyhi ve Sellem sövmek gibi İslam’ı bozan haller veya kişiyi dinden çıkaran açık küfür cinsinden de değildir. Onlar da olan suç, kapalı ve problemli olan bazı bid’atleri ve Allahu Teala’yı tenzih ve tazim maksadıyla bazı nassları te’vil etmeleridir. Bunları tekfir etmeden önce gerekli hüccet ikamesinin yapılarak şüphelerinin giderilmesi gerekir.
Dolayısıyla bunlar ile, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem haklarında “Kim dinini değiştirirse öldürünüz” dediği mürtedleri birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü bunların işledikleri küfrün çoğu, dolaylı yolla olmaktadır.
Ancak bunlara delil gösterildiği ve şüpheleri açıklandığı halde, açık küfür üzerinde ısrar ve inat ederlerse, diğerleri ile aynı duruma düşerler.

Kadı Iyad Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala’ya sövme, irtidat etme veya küfür kastı olmadan sadece te’vil, içtihad ve teşbih (Eş’ariler, bu tür ifadeler ile Ehl-i Sünnet’in menhecine uygun görünseler de, sıfatları ispat etmeyi kastedebilirler. Kadı Iyad Eş’ari’dir.) veya kemal sıfatlarından birini inkar etme gibi kişiyi bid’at ve hevaya götüren hata sonucu Allahu Teala’ya yakışmayan bir şeyi ona nisbet edenlerin tekfir edilip edilmemesi konusunda hem selef ve hem de halef alimleri ihtilaf etmişlerdir.
Bu konuda İmam Malik ve ashabının iki görüşü bulunmaktadır. Ancak bunlar mumteni ’konumunda olurlarsa, onlarla savaşılması konusunda ihtilaf yoktur. Bunlardan tevbe etmeleri istenir, tevbe etmezlerse öldürülürler.

İhtilaf, bunlardan muayyen bir kişinin tekfir edilmesi hakkındadır. Malik ve ashabının çoğunun görüşü, bunların tekfir edilmemesi ve öldürülmemesi yönündedir.” (Eş-Şifa bi Tarifi Hukuki’l-Mustafa, 2/272)


Kadı Iyad Rahimehullah, bu tür suçları işleyenlerden olup mumteni’ konumunda olanlar ile kendisine güç yetirilebilen arasında ayırım yapmaktadır.
Daha sonra alimlerin bu konudaki ihtilaflarını ve bunların arkasında kılınan namazın iade edilip edilmemesi konusundaki görüş farklılığının da bu ihtilaftan kaynaklandığını aktararak şöyle der:

Bunların tekfir edilmemelerine dair Ali bin Ebi Talip (Haricilerden söz ederken bu görüşü belirteceğiz), İbn-i Ömer ve Hasan Basri’den de rivayetler bulunmaktadır. Ayrıca bu fakihlerden ve kelamcılardan bazılarının görüşüdür.
Sahabenin ve tabiinin Haruriyye halkından olan varislerine miras bırakmalarını ve Kaderiye’den olduğu bilinen bazılarının Müslümanların mezarlığına gömülmelerini ve onlara İslam ahkamının uygulanmasını bu görüşlerine delil olarak gösterirler.” (Eş-Şifa bi Tarifi Hukuki’l-Mustafa, 2/275)

Te’vil ehli hakkında selef alimlerinin ve diğer alimlerin sözlerindeki ihtilaf, mutlak tekfir ve taifenin tekfiri ile bu taifeden olan muayyen bir kişinin tekfiri arasında ayırım yapıldığı taktirde ortadan kaldırılabilir. İbn-i Teymiye’nin Rahimehullah buna benzer uzlaştırma çabasını ileride aktaracağız.
Kadı Iyad Rahimehullah alimler arasındaki bu ihtilafı aktardıktan sonra şöyle devam etmektedir:
Hak ve tahkik ehlinin imamı kadı Ebu Bekr şöyle der: “Bu girift bir meseledir. Çünkü bu insanlar, açık olan küfrü işlemiyorlar, sadece küfre götüren şeyler söylüyorlar.” Bu konuda onun görüşü, imamı olan Malik’in görüşü gibi çelişkili durumdadır. Bununla birlikte daha çok, sözlerinin geldiği sonuca binaen dolaylı olarak onları tekfir etmeme taraftarıdır.”
(Eş-Şifa, 2/276-277)
Aynı konuda muhakkik alimlerden şunu da nakleder:
Te’vil ehlini tekfir etmekten sakınmak gerekir. Çünkü namaz kılan tevhid ehlinin kanını dökmenin mübah olduğunu söylemek çok tehlikelidir. Bin kafir hakkında, onların hayatta kalmasına sebep olan bir hata, bir Müslümanın kanını akıtma hatasından daha hafiftir.”

Te’vil ehlinin tekfir edilmesi konusunda insanlar arasında ihtilaf bulunmaktadır.
Bu meseleyi anlaman halinde, insanların bu konuda neden ihtilaf ettiklerini de anlarsın. En doğrusu, onları tekfir etmekten, hüsranda olduklarını söylemekten kaçınmak, onlar hakkında İslam’ın kısas, miras, nikah ve diyet gibi hükümlerini uygulamak, namazlarını kılmak, Müslümanların mezarlığına defnetmek ve diğer İslami muameleleri yerine getirmektir. Ancak onlar şiddetle te’dip edilir, bunu yapmaları engellenmeye çalışılır ve bid’atlarından vazgeçinceye kadar boykot uygulanır. Öncekilerin onlar hakkındaki uygulaması bu şekildedir.” (Eş-Şifa, 2/294)

Ebu Suleyman el-Hattabi şöyle der: “Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Bu ümmet, yetmiş üç fırkaya bölünecektir” sözü, bütün bu fırkaların dinden çıkmadığına delalet etmektedir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, hepsinin ümmetinden olduğunu söylemiştir. Yine bu hadis, te’vil eden kişinin te’vilinde hata etse bile dinden çıkmadığını da gösterir.” (Beyhaki, Es-Sunenu’l-Kubra, 10/208)

Beyhaki, Sunen’inin “Şehadetler” babında, İmam Şafii ve diğer imamların Cehmiyye, Kaderiyye, Hariciler ve benzeri bid’at ehli grupların tekfirleri konusunda, bunun ile kişiyi dinden çıkarmayan küfrü (kufrun dûne kufr) kasdettiklerini belirtmektedir.
Bağavi de, Şerhu’s-Sunne, 1/228’de bunun bir benzerini söylemekte ve buna delil olarak da, onların şahitliklerinin kabul edilmesini göstermektedir.
(Beyhaki, Es-Sunenu’l-Kubra, 10/207)
Beyhaki şöyle devam eder:
“Onları tekfir etmeleri ile, sanki Allahu Teala’nın kendi nefsi için bildirdiği sıfatları bir taraftan kabul etmeleri ve diğer taraftan da bu sıfatları uzak bir te’vil ile yok saymaları ve inkar etmelerini kastetmişlerdir. Böylece te’vil ederek zahirden sapmışlardır. Ancak hatalı da olsa bu te’villeri sebebi ile dinden çıkmamışlardır. Bu aynen diğer sureleri kabul ettiği halde, Muavvezeteyn (Felak-Nas) surelerinin Kur’an’da bulunduğunun ispatı hakkında şüphesi olan ve bu şüphesinden dolayı hata da etmiş olsa tekfir edilmeyen kişinin durumu gibidir.”
( Beyhaki, Age. 10/207)


İbn-i Hazm Rahimehullah, Ebu’l-Huzeyl (Ebu Huzeyl, Muhammed bin Huzeyl el-Allaf el-Basri olup hicri 236 yılında ölmüştür. Mutezilenin önde gelenlerindendir. Kelamcıdır. Bunları Yunan kitaplarından almıştır. Kendisi Nazzam’ın dayısıdır.), İbnu’l-Asam (Ebu Bekr bin el-Asam el-Basri olup Bişr el-Mureysi tabakasındandır. Kelamcıdır, tefsir ve fıkıhla da uğraşmıştır. Bu nedenle Taberi, Ebu Bekr er-Razi ve bazı mütekaddiminden olanlar kitaplarında onun görüşlerine zaman zaman yer verirler. Ahad haberin kabul edilebilmesi için ravilerinin en az adaletli iki kişinin olmasını şart koşmuştur.), Bişr el-Mu’temir (Bağdad’ta Mutezilenin ileri geleni Ebu Sehl el-Hilali’dir. Mutezile alimleri gibi edebiyat ve kelamla uğraşmıştır. Yaklaşık hicri 210 yılında ölmüştür.), İbrahim bin Seyyar (Mutezile’den Nazzam’dır), Cafer bin Mubeşşir (Mutezile’den es-Sakafi’dir. Kıyası kabul etmezdi. Hicri 234 yılında ölmüştür), Sumame bin Aşras (Müstehçenlik ile meşhur Mutezile’nin seçkinlerindendir. Hicri 213 yılında ölmüştür), Ebu Ğaffar (Herhalde Mutezileden Cahız’ın arkadaşı Ebu Affan er-Rakki’dir.) Rakkaşi (İbn-i Mace’nin adamlarından vaiz olan Ebu’l-Fadl’dır. Rivayeti güvenilmez olup kendisi delil sayılmaz. İbn-i Kuteybe’nin belirttiğine göre Kaderiyye’dendir) (hepsi bid’at ehli Muteziledendir) ve Ezrakiler, Sufriler, İbadiyye’nin cahilleri (bunlar ise Haricilerin en meşhurlarıdır) ve Rafıziler gibi bazı isim ve fırkaları belirttikten sonra şöyle der:
“Belirttiğimizbu kişilerin çoğunu tekfir etmiyoruz ve fasık olarak da saymıyoruz.
Ayrıca ümmetin kafir olduğunda icma ettiği dışında hepsini dostumuz olarak kabul ediyoruz.”
(Meratibu’l-İcma, 15)


İbn-i Hazm, bunları İslami fırkalar veya İslam dinini kabul eden fırkalar arasında sayarak şöyle der:
İslam dinini kabul eden fırkalar beştir. Bunlar Ehl-i Sünnet, Mutezile, Murcie, Şia ve Haricilerdir.” (El-Fasl, 2/265’den)



İslam dairesinden ve iman velayetinden muayyen olarak çıkmayan kişiler hakkında hak olan budur. Kişiyi, İslam dairesi dışına çıkmadığı müddetçe bid’atı ne olursa olsun, asli kafir veya dinden dönen mürted ile eşit tutmak helal olmaz.
Hatta bid’atı, kişiyi küfre götüren türden olsa ve ondan dolayı bu kişi kafir olsa bile, te’vil yolu ile küfre giren bu kişiyi, aslen kafir olan veya açık bir riddet ile dinden çıkan bir mürted ile eşit görmek doğru değildir. Çünkü bu, sadece nazari bir mesele değildir ve beraberinde bazı ameli sonuçları da getirmektedir.


İbn-i Teymiye Rahimehullah buna ve riddet küfrü ile te’vil küfrünü eşit görenlerin hatasına dikkat çekerek şöyle der:
Fukahadan olan bir çok kişi, “kafirdir” denilen her kişi hakkında açık riddet hükümlerinin geçerli olduğunu zanneder. Dolayısıyla da miras bırakamama, mirastan pay alamama ve nikahının geçerli olmadığı gibi hükümleri, te’vil yolu ile tekfir ettikleri kişiler için de uygularlar. Halbuki işin doğrusu böyle değildir.”


İbn-i Teymiye Rahimehullah, sahabenin Haruriyye ehlini tekfir etmediklerini belirttikten sonra şöyle devam eder:
“Alimler, bid’at ve heva ehlinin tekfiri ve bunların ebedi cenenemlik olup olmadıkları konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda kendisinden iki görüş nakledilmeyen imam yok gibidir. Malik, Ahmed, Şafii ve diğerleri de kendisinden iki görüş nakledilen bu imamlar arasındadır. Bu imamların tabilerinden olan bazıları ise, onların bu ihtilaflarını bütün bid’at ehli ve onların her birinin ebedi cehennemlik oldukları şeklinde uyguladılar. Öyle ki bid’atçı olduğuna inandıkları herkesi muayyen olarak ebedi cehennemlik yaptılar. Halbuki bu çok büyük bir hatadır. Bunun yanında bazıları da, ilhad, ta’dil ve ittihad ehlinin görüşlerini sergilemiş olsalar bile, bid’at ve heva ehlinden olan hiç kimsenin tekfir edilemeyeceğini söylediler.
Bu konuda işin doğrusu şudur:

“Allah konuşmaz ve ahirette görülmez diyen Cehmiyye’nin sözlerinden olan bazı şeyler küfür olabilir, ancak bazı insanlar için bunun küfür olduğu açık olmayabilir. Bu durumda tekfir hükmü mutlak olarak, kişinin söylediği söze uygulanır. Selef’in, “Kur’an mahluktur, diyen kafir olur, ahirette Allah görülmez, diyen kafir olur” şeklindeki sözlerinin tamamı bu kabildendir. Kendisine hüccet ikamesi yapılıncaya kadar muayyen bir kişinin tekfirinden kaçınılır.” (Mecmuu’l-Fetava, 7/375-377)

Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah, Te’vil küfrü veya açıklamaya muhtaç olan kapalı konulardaki küfür ile Yahudi, Hristiyan ve küfürleri bu iki taifeden daha şiddetli olan ittihadiyye fırkasının açık olan küfürleri arasında nasıl ayırım yaptığına dikkat edilmelidir. Burada iki tarafın eşit olarak değerlendirilmesine ve te’vil ehlinden olan bir kişinin muayyen olarak gerekli tafsilata inilmeden tekfir edilmesinin kötülüğüne işaret etmektedir. Aynı zamanda açık küfür ehli hakkında uygulanması gereken tekfir hükmü konusunda gevşek davrananlara da işaret edilmektedir. Bu meselede hak olan ise, delile uygun olandır. Yoksa ne aşırıların ve ne de gevşek davrananların yaptığı doğru değildir.
Yahudi ve Hristiyanları, Rafızilere tercih eden kişinin durumu hakkında sorulması üzerine Şeyhu’l-İslam Rahimehullah şu cevabı vermektedir:
“Hamd Allah’a mahsustur. Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem getirdiklerine iman eden herkes, onu inkar eden herkesten daha iyidir. İman eden kişi de bid’atın bazı çeşitleri bulunuyor olsa da bu böyledir. Bu bid’atın, Hariciler, Şia, Murcie, Kaderiyye ve diğerlerinin bid’atlarından olması farketmez. Şüphesiz Yahudiler ve Hristiyanlar kafirdir. Bunların küfrü, İslam dininden zorunlu olarak bilinen bir küfürdür. Bid’atçı ise, kendisinin Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem muvafık hareket ettiğine ve aykırı düşmediğine inanıyorsa, bundan dolayı kafir olmaz. Kafir sayılsa bile, onun küfrü Rasulullah’ı Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalanlayanın küfrü gibi değildir.”

(Mecmuu’l-Fetava, 35/122, Es-Sarimu’l-Meslul kitabından da mücerred irtidat ile diğer irtidat çeşidi arasında ayırım yaptığını aktarmıştık)

Sonuç olarak; te’vil küfrü ile içerisinde İslam’dan çıkarak başka bir dine geçmenin ve İslam’dan uzaklaşmanın bulunduğu riddet küfrünü veya dinden zorunlu olarak bilinen açık bir küfrü eşit görmek ve özellikle de, te’vilden dolayı tekfir edilen kişiyi, mümteni’ konumdaki tağut ve mürtedler ile eşit değerlendirmek doğru değildir. Dolayısıyla te’vil küfrünün sahibine, istitabe uygulamadan ve hüccet ikamesi yapılmadan önce tekfir hükmünün sonuçları uygulanmamalıdır. (Bu ayarımın önemli bir çok sonucu bulunmaktadır. Günümüzün musibetlerinden haberdar olan bir kişinin buna dikkat etmesi gerekir. Mürted olanın kestiği ile te’vil yolu ile tekfir edilenin kestiği hayvanın eti arasında ayırım yapmak gibi. Çünkü te’vil yolu ile kafir olduğu söylenen kişi hala bizim gibi namazı kılmakta, kıblemize yönelmekte ve kestiğimizi yemektedir. Aynı şekilde şahitliği, haberleri ve bid’at dışında rivayeti kabul edilmektedir. Bunların ayrıntıları yerinde belirtilmiştir.)
Çünkü böyle bir şey, namaz kılan muvahhid Müslümanların kan, mal ve ırzlarının heder olmasına yol açmaktadır. Bunun da Müslümanlar için ne kadar tehlikeli ve zararlı olduğunu Allahu Teala bilir.


Şevkani Rahimehullah, “Hadaiku’l-Ezhar” isimli kitabın müellifinin “Hangi yönden olursa olsun, harp ehli ve mürtedin cezası ölümdür” sözüne ilişkin şöyle der:
“Müellif, “hangi yönden olursa olsun” derken, te’vil küfrünü, ıstılahi olarak riddet manasına dahil etmeyi amaçlamıştır. Bu ise, bağışlanamayacak kadar büyük bir hatadır. Böyle bir şey doğru olsaydı, yeryüzündeki bütün Müslümanlar mürted olurdu. Çünkü dört mezhep ehli Eş’ari ve Maturidi olup Mutezile ve tabilerini tekfir ederler, Mutezile ise onları tekfir eder. Halbuki bütün bunlar kovulmuş şeytanın kışkırtması, aşırı taassubun ve büyük anlayışsızlığın belirtileridir.”
(Es-Seylu’l-Carrar, 4/373)


Şevkani Rahimehullah, aynı müellifin “Te’vilci de mürted gibidir” sözü hakkında ise şöyle der:
“İşte burada şunu derim ki; dinde aşırılığın, Kur’an, sünnet, burhan ve Allahu Teala’nın bildirmesi olmadan, Müslümanların birbirini tekfir etme cinayetine varması karşısında gözyaşı dökülür ve hem İslam’a hem de Müslümanlara ağıt yakılır. Dinde aşırılık ve taassub kazanları kaynayınca ve şeytan Müslümanları birbirine düşürmeyi başarınca, havadaki toz ve çöldeki serap gibi olan basit şeyler yüzünden, hevaları onlara birbirlerini tekfir etmelerini telkin etti. Müslümanların hiçbir şekilde uğramadığı bu musibet karşısında Allahu Teala’nın Müslümanların yardımına koşmasını istemekten başka ne söylenebilir! Bütün bunlar karşısında Allahu Teala’nın murakebesinden bir eser bulunan, İslami gayretten bir nasibi olan ve bu dini anlayan herkes bilir ki Rasulullah’a Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslam’ın hakikati sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
İslam, namazı kılmak, zekatı vermek, Allah’ın evini hac etmek, Ramazan orucunu tutmak ve Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmektir.”
Bu anlamdaki hadisler mütevatirdir. Kim olursa olsun bunu kabul etmeyenlerin aksine, bu beş temeli yerine getiren ve gerektiği gibi işleyen kişi Müslümandır. Kim buna aykırı olarak değersiz sözler, yanlış bilgiler ve cahilce şeyler öne sürerse, onları yüzüne çal ve ‘Muhammed’in (s.a.v.) burhanı senin bu sayıkladıklarından önde gelir’ de. Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözü karşısında bütün sözleri bırak! Dininden emin olan kişi, macera arayan kişi gibi değildir.”
(Es-Seylu’l-Carrar, 4/584)



Şeyh Ebu Makdisi ; TEKFİRDE AŞIRILIKTAN SAKINDIRMA KONUSUNDA 30 RİSALE - Cilt 2, RİDDET KÜFRÜ İLE TE’VİL KÜFRÜ ARASINDA AYIRIM YAPMAMAK...S....105
images
 
Üst Ana Sayfa Alt