Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye'ye Atılan İftiralara Reddiye
شيخ الإسلام تقيّ الدين ابن تيميّة
شيخ الإسلام تقيّ الدين ابن تيميّة
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye’ye; çağdaşı mutasavvıf, kelamcı ve bid’atçi düşmanlarından çokça iftiralarda bulunulduğu gibi, çağından sonra günümüze kadar da (bu durum) devam edecek gibi görünmektedir. (Meyve veren ağaç taşlanır ise)
Ancak bu iftiralar arasında en şaşırtıcı olub hasım bid’atçilerin dayanak kabul ettikleri iftira ise gezgin İbn Batuta’nın, "Rihletu İbn Batuta (İbn Batuta Seyehatnamesi)" diye tanınıb meşhur olmuş "Tuhfetu’l-Enzar..." adını taşıyan eserinde -Allah’tan layıkı ile muamele görmesini dileriz- söylediği şu sözlerdir:
"726 yılı muazzam Ramadan ayı 9’una tesadüf eden perşembe günü Şam’ın Dımaşk şehrine vardım... Dımaşk’ta Hanbeli fukahasının büyüklerinden Şam’ın büyüğü ve çeşitli ilim dalları hakkında söz söyleyen Takıyu’d-Din İbn Teymiyye vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Dımaşk’lılar onu çokça ta’zim eder, o da minbere çıkıp, onlara vaazlar verirdi..." diye sözlerini sürdürür ve daha sonra şunları söyler:
"Caminin minberinde insanlara vaaz ederken cuma gününde huzurunda bulundum. Onlara öğüt veriyordu, söylediği sözler arasında şu da vardı:
Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner, dedi ve minberin basamaklarından bir basamak indi. İbnu’z-Zehra diye bilinen Malikî mezhebine mensub bir fakih ona karşı çıktı ve onun söylediği bu sözü reddetti. Fakat herkes bu fakihe karşı çıktı, elleriyle, ayakkabılarıyla onu alabildiğine vurdular ve nihayet sarığı da düştü..."
Ve daha başka yalan ve iftiraları bunların akabinde sıralamaya devam etmektedir. (er-Rıhle, I, 102, 109, 110, Tahkik: Dr. Ali el-Muntasır el-Kettanî, Muessesetu'r-Risale baskısı. )
İbn Batuta’nın iftira sözleri bu. Bundan dolayı Şeyh Ahmed b. İbrahim b. İsa "el-Kasidetu’l-Nuniyye" (Şerhu'l-Kasidetu'n-Nuniyye,1, 497)'ye yazdığı şerhinde şu sözleri söylemektedir:
"Böyle bir yalandan Allah’a sığınırız. Bu yalanı söyleyen Allah’tan korkmaz, bu iftirada bulunan utanmaz mı?
Nitekim hadis-i şerif’te: "Eğer utanmazsan dilediğini yapabilirsin" diye buyurulmuştur.
(Sahihtir. Buharî, Edeb Babu iza lem testehi... da rivayet etmiştir. Fethu'l-Barî, X, 523. Hadisin baştarafları da şöyledir: "Nubuvvet kelâmından insanlara erişenlerden birisi de şudur...")
Bu yalan o kadar açıktır ki ayrıca bunu uzun boylu reddetmeye gerek yoktur.
Bu iftiracı ve yalancıya karşı Allah yeter. Çünkü bu şahıs Dımaşk’a 726 yılı 9 Ramadan tarihinde girdiğini söylemekte.
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye ise o sırada el-Kal’a’da hapsedilmiş bulunmakta idi. Nitekim onun öğrencisi Hafız Muhammed b. Ahmed b. Abdu’l-Hadi "Tabakatu’l-Hanâbile" adlı eserinde ile Hafız Ebu’l-Ferac Abdu’r-Rahman b. Ahmed b. Receb'in belirttikleri gibi güvenilir ilim adamları bunu böylece zikretmişlerdir.
Hafız Ebu’l-Ferac sözü geçen "Tabakat"ında İbn Teymiyye’nin biyografisini yazarken şunları söylemektedir:
"Şeyh ( شيخ الإسلام تقيّ الدين ابن تيميّة Şeyhu'l İslam Ebu'l-Abbas Takıyyuddin Ahmed b. Abdulhalim İbn Teymiyye) 726 yılı, Şaban ayından, Zulkade’nin 28. gününe kadar el-Kal’a’da (hapis) kaldı." (ez-Zeyl alâ Tabakati'l-Hanâbile, II, 405.)
İbn Abdi’l-Hadî ayrıca onun oraya altı Şaban’da girdiğini de ekler. (İbn Abdi'l-Hadî, el-Ukudu'd-Durriyye, sf: 218.)
Şimdi bu iftiraya bir bakalım:
Bu şahıs onun huzurunda bulunduğundan ve bu sırada minberde insanlara vaz-u nasihatte bulunduğundan söz etmektedir. Bunun gerçekle ilgisini bir bilebilseydik! Acaba caminin minberi Dımaşk Kal’asının içlerine mi intikal etti?
Halbuki İbn Teymiyye belirtilen tarihte sözü edilen kaleye girdiğinde ancak na'şı üzerinde dışarı çıkmıştı. Hafız İmadu’d-Din İbn Kesir "Tarihinde bunu böylece kaydetmektedir. (el-Bidaye, XIV, 123.)
İbn Kesir'in el-Birzalî'den naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin ikindi sonrası 16 Şaban Pazartesi günü girdiği şeklindedir.
Durum ne olursa olsun, bu Mağrib'li yalancının Şam'a girişinden önce onun hapse girdiği muhakkaktır. O ise 9 Ramadan'da Şam'a girmiştir. el-Birzalî ile İbn Kesir'in ondan naklen zikrettiğine göre İbn Teymiyye'nin Kal'a hapsine girişi ile İbn Batuta'nın Dımaşk'a girişi arasında 23 gün, İbn Abdu'l-Hadî'nin zikrettiğine göre ise ikisinin girişi arasında 33 günlük bir fark vardır.
Böylelikle bu hususta yapılacak açıklamalar nihaî maksadına ulaşmış bulunuyor.
İbn Batuta’nın çokça yalan söylediğinin delillerinden birisi de onun bu seyahatnamesinde naklettiği çok acaib hikâyeleridir. O kadar ki İbn Haldun bu seyahatnameden bir miktar nakillerde bulunduktan sonra şunları söylemektedir:
"...Onun anlattığı şeylerin çoğunluğu Hint ülkesinin hükümdarı ile ilgili olup onu dinleyenlerin çokça garib karşılayacağı halleri ile ilgili anlattıklarıdır... Nihayet o bu kabilden hikayeler anlattı, bu sefer insanlar kendi aralarında onun yalancı olduğunu söylemeye koyuldular. O günlerde Sultan Faris b. Vardar’ın veziri ile karşılaştım. Bu hususta onunla konuştum ve ben bu adamın insanlar tarafından yaygın bir şekilde yalanlanmış olması dolayısıyla vermiş olduğu haberleri kabul etmediğini gördüm."
(İbn Haldun, Mukaddime, II, 565, Tahkik: Ali Abdu'l-Vahid Vafi)
O halde İbn Haldun rivayet ettiği haberlerin çokça garib oluşları sebebiyle İbn Batuta’nın doğruluğunda şubhe etmektedir. İbn Teymiyye’ye dair naklettiği rivayetten daha garibi de yoktur.
Diğer taraftan İbn Batuta’nın Hindistan’ı ziyareti esnasında naklettiği garib hadiselerden birisi de şu sözleriyle anlattıklarıdır:
"Nihayet Beşay dağına vardık, orada salih Şeyh Ata Evliya'nın zaviyesi de vardır. "Ata" türkçede baba demektir, "evliya"da Arabca bir kelimedir. Anlamı evliyaların babası demek olur. Aynı şekilde ona "si sad sale" de denilir. Farsça’da "si sad" üçyüz "sale" de yıl anlamındadır. Onların belirttiklerine göre o üçyüzelli yaşında imiş. Onlar bu kişi hakkında güzel inançlara sahibtirler..."
Daha sonra şunları söyleyinceye kadar sözlerini sürdürür:
"Yanına girdik, ona selam verdim, boynuma sarıldı. Cismi nemli idi, ondan daha yumuşak bir cisim görmedim. Onu gören kişi ise elli yaşında olduğunu zanneder. Bana naklettiğine göre herbir yüz yaşında saçları ve dişleri (yeniden) çıkar..." (Rihle, 1, 466.)
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye'ye İftira Atan İbn Batuta
Alem-i İslam’ın bazı bölgelerinde ve ülkemizde, bir takım kesimler ve şahıslar tarafından Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında bir iddianın, dönem dönem dile getiridiğine şahid olmaktayız. Bu kimseler, bu iddia üzerinden İbn Teymiyye’nin muşebbihe ve mucessime fikrine sahib olduğunu kanıtlamayı hedeflemektedirler. Yani onlara göre İbn Teymiyye, Allah'ı yaratılmış olanların sıfatlarıyla anan ve kendisinin yarattıklarına benzeten ve bununla beraber Allah'ı cisim sayan veya Allah'ın sıfatlarını cisimleştiren bir itikada sahibdir.
Onları bu iddiaya sevkeden sebebler arasında Seyyah İbn Battuta’nın er-Rihletu İbn Battuta adlı eserinde yer alan bazı açıklamalarını görmekteyiz.
Evet, bu kıssa üzerinde değerlendirmede bulunmadan önce, kısaca İbn Battuta’dan ve eseri olan er-Rihletu İbn Battuta’dan bahsedelim…
İftiracının Tam adı:
Ebu Abdillah Şemsuddin Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. İbrahim el-Levati et-Tanci olan İbn Battuta 17 Receb 703'te (24 Şubat 1304) Fas'ın Tanca şehrinde doğdu. Hayatı hakkında İbn Hacer, İbn Haldun gibi kimselerden bazı bilgiler görebilsek de İbn Battuta'nın hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgilerin ana kaynağı, bizzat kendi seyahatnamesidir.
Türkler'in, Moğollar'ın , Maldivliler'in hükümdarlarıyla tanışan İbn Battuta birçok ülkede kadılık makamına getirilmiş. Farsça ve Türkçe bilmesi ve yolculuklarında çeşitli siyasi tecrübeler kazanması dolayısıyla kendisine bazı diplomatik görevler verilmiştir.
Seyahatnameden öğrenildiğine göre İbn Battuta. Mağrib Sultanı Ebu Said el-Merini döneminde 2 Receb 725'te ( 14 Haziran 1325) Tanca'dan hac niyetiyle yola çıktığında henüz yirmi iki yaşındaydı. Kuzey Afrika sahillerini takib ederek 1 Cemaziyelevve l 726' da (5 Nisan 1326) İskenderiye'ye vardı .
İbn Battuta 15 Şaban'da (17 Temmuz) Suriye'ye doğru yola çıktı ve Kudüs, Aclun, Akka, Sur, Sayda, Taberiye ve Antakya gibi şehirleri dolaştıktan sonra 9 Ramazan'da (9 Ağustos) Dımaşk'a varıb Ramadanı burada geçirdi. Bundan sonra Hac için Arabistan topraklarına gitmiş, ardından dünyanın pek çok bölgesini ziyaret etmiş ve burada önemli şahsiyetlerle de tanışmıştır. İbn Battuta Anadolu topraklarına da gelmiş ve Anadolu şehirlerinin pek çoğunu ziyaret etmiştir. Seyahati boyunca Endülüsten, Afrikaya, uzak doğudan, Sibirya yakınlarına kadar pek çok bölgede bulunmuş. İnançtan, ticarete, siyasetten örf adetlere kadar çok geniş konulara eserinde yer vermiştir. 754 Zilkade yani Aralık 1353’te Fas’a dönmek zorunda kalır ve seyahati bu tarihte son bulur. Krachkovsky’e göre İbn Battuta, Marka Polo ile birlikte Ortaçağ'ın en büyük iki seyyahından biridir ve hatta çok daha geniş bir alanı gezmesi, üç kıtada en önemli kültür merkezlerine ulaşması sebebiyle onu geride bırakmıştır.
Müellif tarafından Tuhfetu’n nuzzar fi ğaraibil emsar ve acaibi’l esfar diye adlandırılan ve literatürde Rihletu İbn Battuta adıyla bilinen eser, seyyahın kısa aralıklarla yirmi sekiz küsur yıl süren gezilerini kâtib İbn Cüzey ei-Kelbi'ye ham metin olarak aktarması ve onun da bazan ihtisar edib bazan de küçük ilavelerde bulunmasıyla meydana gelmiştir.
Bu seyahatnamede ne kadar uydurma, yalan ve iftira bulunduğunu ancak Allah bilir.
Allah, İbn Teymiyye’ye geniş geniş rahmetini ihsan etsin, zalimlerin tuzakları ise mutlaka boşa çıkar.
....
Seyyah İbn Battuta’nın Bâtıl İddialarına Reddiye
Seyyah İbn Battuta Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında neler söylemişti ?:
"Șam'da Hanbeli fukahasının büyüklerinden olan ve çeşitli ilim dalları hakkında konuşan Takiyyuddin İbn Teymiyye isimli bir zat vardı. Ancak aklı pek yerinde değildi. Şam ehli ona saygı gösteriyor, o da onlara minberden vaazlar veriyordu. Ben de o sıra Şam'da idim. Cuma günü onun bulunduğu ortamda hazır bulundum, o da yine insanlara minberden vaâz ediyor ve hatırlatmalarda bulunuyordu. Konuşma esnasında bir ara şöyle bir cümle sarf etti: 'Allah dünya semasına benim şu inişim gibi iner.' dedi ve bulunduğu minberden bir basamak indi." (Bu kıssanın kaynağı İbn Battuta’nın Rihletu İbni Battûta adlı eserinin ; 1. Cilt /95. sayfasıdır)
1)Bu kıssada yer alan iddialara vereceğimiz ilk itiraz, kıssanın tarihiyle alakalıdır.
Nitekim İbn Battûta Dimeşk’e geldiğinde İbn Teymiyye rahimehullah Dimaşk Kalesi'nde mahkum durumdaydı.
Bu yüzden "Rıhletu İbni Battûta" isimli bu kitabın muhakkiki Dr. Ali el-Muntasır el-Kettânî şöyle der: "Bu, Şeyh İbn Teymiyye rahimehullah'a atılmış bir iftiradan başka bir şey değildir. Zira o, İbn Battûta Şam'a gelmeden aylar önce Dimeşk Kalesi'nde hapsedilmişti. İbn Teymiyye'nin Dimeşk Kalesi'nde son olarak tutuklanışı Hicri 726 senesinde Şaban ayının 6. günü olduğu ve İbn Teymiyye'nin o kaleden cenazesinin çıktığı hususunda tarihçiler ittifak etmiştir. Yani İbn Teymiyye o esaretten dışarı sağ olarak çıkamamıştır. Hâlbuki müellif İbn Battûta ise kitabın 102. sayfasında Dimeşk’e Ramadan ayının 9. gününde vardığını söyleyerek şöyle der:
“726 yılı muazzam Ramadan ayı 9’una tesâdüf eden perşembe günü Şam’ın Dimeşk şehrine vardım...”
Bu açıklamadan görmekteyiz ki, İbn Battuta’nın Dimeşk’e geldiğinde, İbn Teymiyye’yi görmesi mümkün değildir.
2) İbn Teymiyye rahimehullah bu kıssada iddia edilenin aksine, tecsim, temsil ve tekyifi şiddetle reddeder ve bunları kabul edenleri sapık olarak görür hatta tekfir ederdi!
Bu konuda İbn Teymiyye’nin şu sözlerine dikkat edin:
"Her kim 'Allah'ın ilmi benim ilmim gibidir, kudreti benim kudretim gibidir, arşa istivası benim istivam gibidir, inmesi benim inmem gibidir, gelmesi benim gelmem gibidir' derse Allah'ı yarattıklarına benzetmiş olur, Allah ise onların dediklerinden yücedir. Bunu diyen kimse dalâlete düşmüştür, bâtıla sürüklenmiştir, hatta kafirdir." (Mecmûu'l-Fetâvâ; 11/482)
Görüldüğü gibi; bırakın İbn Teymiyye’nin “Allah benim inişim gibi iner” dediğini, bu şekilde bir itikada sahib olan kimselerin kafir olduğu görüşünde olduğunu görmekteyiz. Bu konuda İbn Teymiyye’nin sözü apaçık ortadayken, onu görmemiş olan birinin tam tersi bir itikadla kendisini nitelendirmesine asla itibar edilemez.
3-) Yukarıda zikretmiş olduğumuz nakilde İbn Battûta diyor ki;
“…o da onlara minberden vaazlar veriyordu. Ben de o sıra Şam'da idim. Cuma günü onun bulunduğu ortamda hazır bulundum…”
Burada İbn Battuta yine gerçekle bağdaşmayan bir iddiada bulunmuştur.
Nitekim İbn Teymiyye Mescidlerde Cuma günü hutbe vermemekteydi. Ayrıca İbn Teymiyye resmi imam’da değildi. Bununla beraber İbn Teymiyye rahimehullah'tan bahsedenler onun, kendisinde minber kullanılmayan meclisleri olduğunu zikrederler. Şahit olanların anlattıklarına göre ibn Teymiyye minberde değil yerde rahle önünde dersler yapan bir kimseydi.
Söz konusu kıssanın hakikati ise, İbn Teymiyye’nin hasımlarının uydurmasından ibarettir. Nitekim bu hasımlardan biri Hafız İbn Hacer’in ed-Duraru’l-Kâmine (1/180)’de naklettiği üzere Nasr el-Menbicî’dir. Bu adam, sufi İbn Arabi’nin doğru yolda olduğunu ve ona nispet edilen ittihad ve ilhad iddialarının sırf onun sözlerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklandığını düşünüyordu. Bu nedenle İbn Teymiyye, Nasr’a İbn Arabi hakkındaki töhmetleri isbat eden ve onun dalaletini açıklayan bir mektub yazmış, bu durum Nasr’ın hoşuna gitmemiştir.
İbn Hacer şöyle der: “Bu hususta ona (Nasr’a, İbn Teymiyye’nin düşmanlarından olan) başka bir grup da yardım etmiştir. Şöyle ki bunlar İbn Teymiyye’ye ait vaaz ve fetvalarda yer alan akâidle alakalı bazı sözlerini değiştirerek onun aleyhinde olacak şekilde kayda geçirmişledir. Böylece onun, nüzul hadisini zikrettiğini ve ardından minberde iki basamak aşağı inerek: (Allah'ın nuzulu/inmesi) işte bu inişim gibidir, dediğini zikretmişlerdir. İşte bu yüzden de İbn Teymiyye mucessime olmakla itham edilmiştir.”
Sanki İbn Battûta -onun doğru sözlü olduğu ve kasten yalan söylemediği farzedilse bile- bu ithamı, Şam’a gittiğinde oradaki bu tür İbn Teymiyye hasımlarından öğrenmiş, sonra da bu olaya bizzat şahit olduğunu iddia etmiş gibidir. Bu da ya onun hafızasının kötü olmasından kaynaklanmaktadır… Çünkü o, Rihle adlı eserini ancak Fas’a döndükten sonra kaleme almıştır. Fas’a da ancak seyahatinin başlangıcından yaklaşık otuz sene sonra dönmüştür. Ya da bu, onun eserini kaleme alanların kendi tasarruflarından biridir.
Bu 3 itirazın ardından değineceğimiz diğer bir husus da; İbn Battuta’nın çeşitli sebeblerden ötürü itham edilmiş bir kimse olduğudur.
Nitekim Hafız İbn Hacer ed-Duraru’l-Kâmine (3/48)’de onun hocası Ebu’l-Berakât İbnu’l-Billifîkî’nin onu yalancılıkla itham ettiğini zikretmiştir.
İbnu’l-Billifîkî şöyle demiştir: “O (İbn Battûta) bize gördüğü bazı acayip şeyleri anlattı ki bunlardan biri şudur: O, Kostantiniye’ye gittiğini ve oranın kilisesinde (patrikhanede) on iki bin piskopos gördüğünü iddia etti.”
İbn Battûta’nın, Rihle adlı eserinde anlattığı bundan başka bazı haberleri/hikâyeleri de eleştirib reddedenler olmuştur. Mesela onun, ziyaret ettiği adalardan birinde tek göğüslü kadınlar gördüğüne dair anlattıkları, yine tarikatçılara ait bazı hurafeleri keramet diyerek anlattığı hikâyeler de böyledir.
- Er-Rıhle'nin bazı bölümlerinde tarihi kopukluklar olduğu herkesçe kabul edilen bir husustur. Yine birtakım olayları tasvirindeki abartıları da göze çarpmaktadır.
- Şarkiyatçı Stephen Janicsek, er-Rihle' nin Arzızulumat ve Bulgar şehrine dair anekdotlarını uydurma, hatta kötü bir kopya olarak telakki etmiştir.
- Çin'le ilgili bölümlerin, o dönemdeki Moğol kökenli Yuan hanının Kurtay adını taşımaması gibi hususlar dikkate alınarak hayal mahsulü olduğu söylenmiştir.
-Pasifik denizindeki seyahatin bir kısmı, Tavalisi ülkesi, Berehnegar cemaati, gerek imparatorun ismi gerekse güzergahtaki mubhemlik sebebiyle Kostantiniye seyahati yine hayali addedilmiş , seyyahın efsanevi kuş Roh'tan bahsetmesi ise tenkitleri büsbütün arttırmış ve onun Sindbad masallarından fazla etkilendiği ileri sürülmüştür. İbn Battuta'nın Filistin'i zikzaklar çizerek dolaşması ise bu bölgeyle ilgili bilgilerin bir kısmını daha eski bir müslüman seyyah olan Ebu Muhammed el-Abderi’den çaldığı şeklinde yorumlanmıştır. Aynı şekilde Anadolu seyahatinde de güzergahla alakalı yanlışları eser üzerindeki tenkidlerdendir. Sonraları bazı tarihçiler bu iddialara makul izahlar getirmeye çalışmış olsa da, Rıhle hakkındaki tenkidleri izale etmeye yeterli olmamıştır.
Bu tenkidlere ve şubheli kıssalara rağmen ibn Battuta’nın bu eseri gerçekten de geniş yelpazesi ile araştırmacıların yoğun ilgisini ve takdirini kazanmıştır.
Fakat bu ses kaydının esas sebebi olan İbn Teymiyye ile alakalı zikredilen kıssa ise tarihinden, muhtevasına kadar gerçeklikten çok çok uzaktır.
Bununla beraber, bu asılsız kıssa sebebiyle bu büyük İslam aliminin kadri kıymeti düşürülmüş hatta daha da kötüsü kendisi tekfir dahi edilmiştir.
Fakat görüldüğü üzere hakikat, iddia edilenlerden çok uzaktadır.
Hafız İbn-i Hacer'in İbn-i Teymiye'ye Taan Ettiği Zannı :
Adalet ilkesine zerre kadar bağlı kalmamakta büyük direnç gösteren Ahbaş cemaatinin, İbn-i Teymiye hakkında söze başladıkları zaman ilk öne sürdükleri iddia Hafız İbn-i Hacer'in, Şeyhul İslam İbn-i Teymiye'nin akîdesinin bozuk, görüşlerinin sapkın olduğu yönünde sözlerini nakletmeleridir.
Ancak işin aslı onların bu iddialarının bütünüyle yalan ve iftira olduğu yönündedir. Kendisi hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığım bir zevat "Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin" isimli bir kitap yazmış ve o kitapta bu iddiasını dile getirerek şöyle demiştir:
Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-Kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye'nin sahabenin büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerden bazı nakiller yapmaktadır:
“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a 3 talak meselesinde ve Ali'ye de 17 meselede Kur'anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur.
Ebu Bekir ne dediğini (bilmeyen) yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti ama Ali çocukken İslamiyeti kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Ali hakkında, kendisi Ebu Cehil'in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır, demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir.
İbni Teymiyye , Osman hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede bulunmazdı) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.” (Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)
Yazar İbn-i Hacer'in bu sözlerini kitabında zikretmiş ve ondan sonra herkes bu sözleri tekrar edib durmuştur. Ancak hiç kimse insaf üzere hareket etme adına bir adım atmamış ve bu iddianın doğruluk payını araştırmaya kalkışmamıştır.
Ancak işin aslı bu sözler daha sağlığında iken İbn-i Teymiyye'ye atılmış iftiralardan başka bir şey değildir.
Ancak muhalifler "İbn-i Hacer bazı alimlerden naklediyor" diyerek tam bir cehalet örneği sergilemektedirler. Bu cahillerin ifadelerini okuyan kişiler, hemen ümmet tarafından büyük kabul görmüş İbn-i Hacer'in nakline güvenecektir. Bir de İbn-i Hacer'in bazı alimlerden İbn-i Teymiye'nin sapkınlığını naklettiği düşünüldüğü takdirde artık o okuyucu için İbn-i Teymiye sapkın bir kişilik olmaktan öteye gitmeyecektir.
"Peki işin aslı nedir" sorusuna gelince… İşin aslı şudur:
Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî "Ed-Durerul Kamin…" isimli bir eser yazmıştır. Eserin konusu saklı hazinelerdir. İbn-i Hacer gerçekten değer addettiği bir çok alimin hayatını, eserlerini bu kitabın da ele almıştır. Haklarında uzun uzun bilgiler kaydetmiştir. Ve bu alimler içerisinde Şeyhul İslam İbn-i Teymiye'de vardır.
Dikkat ederseniz kitabın ismi ile beraber İbn-i Hacer'in kitabında İbn-i Teymiye'den uzun uzun bahsetmesi bir arada düşünürseniz yukarıda bahsetmiş olduğumuz yazının sahibinin ne derece bir yüzsüzlük yaptığı açığa çıkmaktadır. Aslen İbn-i Hacer el-Askalani "Saklı Hazineler" şeklinde yazdığı kitapta İbn-i Teymiye hakkında uzun uzun bilgiler verirken, hakkında oldukça övücü sözler sarfederken bu cahiller bunu tersine çevirmiş, apaçık aydınlığı kendi karanlıklarıyla örtmeye çalışmıştır.
Halbuki bakınız İbn-i Hacer, Şeyhul İslam hakkında ne demektedir:
“En hayret edilecek hususlardan birisi de şudur: Bu adam Rafızî, Hulûlcüler, İttihatçılar gibi bid’at ehline karşı bütün insanlar arasında en ileri derecede duran bir kimse idi. Bu husustaki eserleri pekçok ve ünlüdür. Onlara dair verdiği fetvaların sınırı yoktur.”
“Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği bir kimsedir. Dört bir yana yayılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında şayet İbn-i Teymiye'nin hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahip olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensub ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir.”
Yine aynı şekilde "Bera’atu’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin" isimli eserin sahibi kitabında Hafız ibn-i Hacer'in İbn-i Teymiye'ye hadis konusunda güvenilmeyeceğini, onun ne söylediğini bilmediğini nakletmektedir.
Ancak bu da cahillerin bir önceki iddiası gibi boş ve batıl bir iddiadan başka bir şey değildir. Zira İbn-i Hacer İmam Buhari'nin sahihine yönelik yazmış olduğu "Fethul Bari" isimli eserinde 25 kere İbn-i Teymiye'den nakilde bulunmuş bunlardan sadece iki yerde İbn-i Teymiye'nin görüşlerini eleştirmiştir. Aslen Fethul Bari okunduğu zaman Hafız İbn-i Hacer'in özellikle hüccet makamında Şeyhul İslam İbn-i Teymiye'den nakillerde bulunduğu görülür.
Örneğin yaratılışla ilgili bir konuda konuya dair uzun uzun açıklamalarda bulunduktan sonra tenbih diye bir bölüm açar ve bu bölümde birçok kaynakta geçen bir rivayetin aslının olmadığını söyler ve arkasından hemen "bu önemli bilgiyi İbn-i Teymiye kaydetmiştir" der. (Fethul Bari, 9/473) Ve özellikle burada İbn-i Teymiye'ye "Allame" sıfatını verir.
Gerçekten de Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye Mecmuul Fetava isimli eserinde 3 yerde (Mecmuul Fetava, 1/153, 1/438, ve 4/105.) Hafız İbn-i Hacer'in işaret ettiği bilgiyi kaydetmiştir. Bu Hafız İbn-i Hacer'in İbn-i Teymiye'nin eseri olan Mecmuul Fetava'ya ne derece önem verdiğini ortaya koymaktadır.
Fethul Bari'de dikkat çeken diğer bir husus Hafız İbn-i Hacer birçok yer de "ben derim ki" dedikten sonra hemen arkasından sanki kendisini İbn-i Teymiye ile delillendirirmişcesine "İbn-i Teymiye'de böyle der" demiştir.
Örnek olarak Ensar ile Muhacirin kardeş kılınması hadisesini anlatan İbn-i Hacer alimlere ait uzun uzun bilgiler sunduktan sonra Muhacirlerin birbirileri ile kardeş kılınması noktasında "ben derim ki" diye söze başlamış ve hemen arkasından kendisine İbn-i Teymiye'den delil getirerek "Nitekim İbn-i Teymiye'de Muhtarade ki hadislerin Mustedrekte ki hadislerden daha kavi ve sağlam olduğunu söylemiştir" der. (Fethul Bari, 11/268)
En dikkat çekici hususlardan bir tanesi ise Hafız İbn-i Hacer'in herhangi bir fıkhi konuda mezheplerin görüşlerini zikrederken "Hanefiler şöyle demiştir, Şafiler şöyle demiştir, İbn-i Teymiye'de şöyle demiştir" diyerek İbn-i Teymiye'yi mutlak bir muctehidmiş gibi anmasıdır.
Örneğin boşanmanın ve ric'atin yapıldığı ay halinin akabinde ki temizlikte, hanımı boşamanın cevazı hususunda görüş ayrılıklarına değinirken Şafilerin, Hanefilerin, Malikilerin görüşünü getirdikten sonra "İbn-i Teymiye'de şöyle der" (Fethul Bari, 15/76.) diyerek İbn-i Teymiye'yi mustakil olarak zikreder. Kendisi Şafi olmasına ve İbn-i Teymiye'nin görüşüne katılmamasına rağmen İbn-i Teymiye'ye eleştiri nitelikli tek bir kelime dahi kullanmaz. Yine sigar evliliği meselesinde büyük fakihlerin görüşünü zikrettikten sonra hemen arkasından "İbn-i Teymiye'de şöyle der" diyerek İbn-i Teymiye'ye ne kadar önem atfettiğini ortaya koyar. (Fethul Bari, 14/361.)
İbn-i Hacer İbn-i Teymiye'ye muhalif olduğu konularda dahi Fethul Bari'de İbn-i Teymiye hakkında tek bir olumsuz söz sarfetmemiştir. Özellikle Rasulullah'ın kabrine ziyaret amacı ile yolculuğa çıkılması meselesinde sarfettiği tek söz "bu onun en çok tepki toplayan görüşüdür" şeklindedir. İbn-i Teymiye ile ayrı düştüğü sıfatlar meselesinde hiçbir şekilde İbn-i Teymiye'nin aleyhinde söz etmemiştir. Yine büyük ihtilafın yaşandığı ay halinde olan kadını boşamanın durumu meselesinde önce Nevevi'den zahirilerin görüşünü nakleder ve arkasından İbn-i Teymiye'nin ve İbn-i Kayyim el-Cevziyye'ninde bu görüşte olduklarını söyler ve onların sözlerini uzun uzun aktarır. İşin ilginç boyutu ise kendisi Şafi olmasına rağmen ne Zahiriler hakkında ne de İbn-i Teymiye ve İbn-i Kayyım hakkında tek bir olumsuz ifade kullanmaz. Sadece İbn-i Kayyım'in sözlerine itiraz kabilinden tek bir satırda "Merhum kanaatimce şu rivayeti görmedi" şeklinde bir itiraz getirir. (Fethul Bari, 15/78.)
Bu nokta da vermek istediğimiz son bir örnek ise fakirliğin mi yoksa zenginliğin mi daha faziletli olduğu ihtilafıdır. Bu konuyu izah eden İbn-i Hacer önce alimlerin görüşlerini ele almış ve daha sonra "Ben de şunu ekliyorum" demiş ve hemen arkasından İbn-i Teymiye'de benim gibi düşünüyor dercesine "İbn-i Teymiye'de böyle diyor" diyerek konuyu bağlamıştır. (Fethul Bari, 18/265)
Alimlerin İbn-i Teymiyye Aleyhinde Sözleri
Ahbaşlar cemaatinin İbn-i Teymiye'ye saldırdıklarını yönelttikleri ikinci nokta ise bir çok âlimin İbn-i Teymiyye aleyhinde sözlerini nakletmeleridir. Özellikle bir liste yapmışlar ve bu listede İbn-i Teymiye'nin sapkın olduğunu iddia eden alimlerin isimlerini yazmışlardır.
Listelerinde çoğu mechul, kim olduğu bilinmeyen kimselerin olması yanı sıra Necip Fazıl, Zahid el-Kevseri gibi İslam tarihinde hiçbir değeri olamayan kimselerinde ismi geçmektedir.
Burada Ahbaşların yaptığı büyük hata "alimlerin birbiri lehlerinde ve aleyhlerinde sözlerinin hiçbir ilmi değer taşımadığı" gerçeğinden bihaber olmalarıdır. Zira geçmiş dönemde yaşamış ve birçok esere imza atmış bir kimsenin ister istemez birçok seveni de olacaktır sevmeyeni de... Bu insanlığın tabiatında olan bir durumdur.
Bugün dünyada her kesim tarafından sevilen ve hiç sevmeyeni bulunmayan kim vardır ki?
Yine aynı şekilde herkes tarafından sevilmeyen ve hiç seveni bulunmayan kim olabilir?
Tarihte en iğrenç insanların haklarında dahi birçok övücü söz bulmak mümkün iken bütünüyle mükemmel insanlar içinde aleyhlerinde birçok söz bulmak mümkündür. Buna çok basit bir örnek olması açısından Hatıb el-Bağdadi'nin Tarihini verebiliriz.
Orada bir çok alim hakkında övücü ve yerici cümleleri bulmak mümkündür. Nitekim büyük İmam Ebu Hanife hakkında büyük alimlerden O'nun Deccal olduğu, hadisleri reddettiği, ilimden zerre kadar nasibi olmadığı yönünde sözler bulmak mümkün iken aynı şekilde O'nun büyük bir muhaddis olduğu yönünde de bir çok nakle şahit olmak mümkündür. Yine "şayet ehli kitap ile evlenmek caiz ise Hanefilerle de evlenmek caizdir" şeklinde büyük alimlere nispet edilen kavillerin olduğu "Teracim ve Tabakat" kitaplarından isteyenin istediği kimsenin lehinde ya da aleyhinde bir çok nakil bulması mümkündür.
Bu, İslam tarihinde özellikle mezheb çatışmalarının sebeb olduğu bu durumdur. İmam Şafi'nin dahi hadisçiliğinin eleştirilmesi, İmam İbn-i Cerir et-Taberi gibi büyük bir müfessirin Ahmed bin Hanbel'i fakih olmamakla nitelendirmesi, bunun üzerine Hanbelilerin onu bir köye hapsetmeleri ve orada vefat etmesi sadece mezheb kavgasının ne boyutlara vardığını göstermesi açısından birkaç örnektir.
Burada anlatmak istediğimiz tarihte yaşamış kim olursa olsun herhangi bir şahsiyete sadece "şu şunu dedi, bu bunu dedi" şeklinde saldırmanın sadece ahmakların işi olduğudur. İslam alimleri bunun caiz olduğu tek durumun cerh ve tadil ilminde ravilere yönelik olduğunu belirtmişlerdir. Bu da genel olarak hıfz ve adalet noktasındadır.
Şayet bugün İbn-i Teymiyye hakkında kötü söz serdeden alimlerden oluşan bir liste yayınlanıyorsa bunu yapanlara şunu hatırlatmak isteriz ki onların yayınladığı listenin en az 10 misli uzunluğunda İbn-i Teymiyye'nin lehinde konuşan, onu övücü sözlerle vasıflandıran alimlerin isimlerinden oluşan bir liste hazırlamak mümkündür. Burada 10 misli derken abarttığımı düşünmenizi istemiyoruz. Zira bu abartı değil görünen bir gerçektir. İbn-i Kayyim el-Cevziyye, İbn-i Kesir, İmam Zehebi gibi büyük alimlerin üstadı olan İbn-i Teymiye hakkında böyle bir liste oluşturmak kanaatimizce pek zor olmasa gerek.
Burada İmam Zehebi ile ilgili yine aynı taife tarafından ortaya atılan bir iftiraya da değinmekte fayda vardır. Ahbaşlar İmam Zehebi'nin, hocası İbn-i Teymiyye hakkında kötü sözler sarfettiğini İbn-i Teymiye'yi kibirli olmakla suçladığını ve ona nasihat ettiğini iddia ederler. Bu iddiaya karşı sadece Zehebi'nin İbn-i Teymiyye hakkında söylediği şu sözler yeterlidir:
“İbn-i Teymiyye benim gibi bir kimsenin onun niteliklerine dair söz söylemesinden çok daha büyüktür. Eğer Kâbe’de Hacer-i Esved’in bulunduğu rukun ile Makam-ı İbrahim arasında bana yemin ettirilecek olsa, hiç şubhesiz benim gözüm onun gibisini görmemiştir, diye yemin ederim. Allah’a yemin ederim bizzat kendisi bile ilim bakımından kendi benzerini görmüş değildir.”
“Henüz buluğa ermeden Kur’an ve fıkıhı okudu, tartıştı, delilleriyle, görüşlerini ortaya koydu. Yirmi yaşlarında iken ilim ve tefsirde oldukça ileri dereceye ulaştı, fetva verdi ve ders okuttu. Pek çok eserler yazdı, daha hocaları hayatta iken büyük ilim adamları arasında sayılır oldu. Develere yük teşkil edecek kadar pek büyük eserler yazdı. Bu sırada onun yazdığı eserler belki dört bin defter, belki de daha fazla tutar. Cuma günlerinde seneler boyunca herhangi bir kitaba başvurmaya gerek görmeksizin yüce Allah’ın kitabını tefsir etti. Fışkıran bir zeka idi, pek çok hadis dinlemiştir. Kendilerinden ilim bellediği hocalarının sayısı iki yüzü aşkındır. Tefsire dair bilgisi en ileri noktadadır. Hadis, hadis ravileri (Ricâli), hadisin sahih olup olmamasına dair bilgisine hiçbir kimse ulaşamaz. Fıkhı, nakli -dört mezheb imamının da ötesinde- ashab ve tabîin’in görüşleri eşsizdi. Mezheb ve fırkalara dair, usul ve kelâma dair bilgisine gelince, bu hususta onun seviyesinde bir kimse bilmiyorum. Dile dair geniş bir bilgisi vardı, Arabcası oldukça güçlü idi. Tarih ve siyere dair bilgisi şaşırtıcı idi. Kahramanlık, cihad ve atılganlığı ise nitelendirilemeyecek kadar, anlatılamayacak kadar ileri idi. Örnek gösterilecek derecede çok cömert idi. Yemekte ve içmekte az ile yetinir, zühd ve kanaat sahibi bir kimse idi.”
İmam Zehebi bu sözlerini en meşhur kitabı olan "Siyer-u A’lami’n-Nubelâ" eserinde kaydetmiştir.
Alimlerin İbn-i Teymiye Lehinde Sözleri
Burada sadece birkaç alimden İmam İbn-i Teymiyye hakkında söyledikleri sözü nakletmek istiyoruz. Aslen biz yukarıda da söylediğimiz gibi bir alim hakkında övücü ya da yerici nitelikte sözlerin ilmi bir değer taşımadığına inanıyoruz. Ancak birkaç tane de olsa İbn-i Teymiye hakkında söz sarfeden alimlerden örnek vermemiz yerinde olacaktır.
“Tabakatu’ş Şafîiyye el-Kubrâ” adlı eserin müellifi Tacu’d-Din’in babası Takıyu’d-Din es-Subkî -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şunları söylemektedir:
“Aklî ve şer’î ilimlerdeki geniş bilgisi, üstün kadri ve kaynayıp coşan denizi andıran hali ile ileri zekası, içtihadı ile bütün bu alanlarda anlatılamayacak ileri dereceye ulaşmıştı. Bana göre o bütün bunlardan daha büyük, daha üstündür. Bununla birlikte yüce Allah ona zuhd, vera, dindarlık, hakka yardımcı olmak, hakkı yerine getirmek gibi özellikleri vermişti; bütün bunları da yalnızca Allah için yapardı. Bu hususta selef-i salihin izlediği yolu izlerdi. Bu konuda çok büyük bir pay sahibi idi. Bu dönemde hatta uzun dönemlerden beri onun benzeri görülmüş değildir.”
Muhammed b. Abdi’l-Berr eş-Şafîi es-Subkî (v. 777)’de şunları söylemektedir:
“İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilip tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.”
Hasımlarından birisi olan Kemalu’d-Din b. ez-Zemelkanî eş-Şafîi (v. 727) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
“Herhangi bir ilim dalına dair kendisine soru sorulacak olursa, onu gören ve onu dinleyen bir kimse, onun bu ilim dalından başka bir şey bilmediğini zanneder ve bu seviyede kimsenin o ilmi bilmediğine hükmederdi. Diğer mezheblere mensub fukaha onunla birlikte oturduklarında kendi mezhebleri ile ilgili olarak daha önceden bilmedikleri şeyleri ondan öğrenirlerdi. Herhangi bir kimse ile tartışıp da hasmı tarafından susturulduğu bilinmemektedir. İster şer’î ilimler olsun, ister başkaları olsun herhangi bir ilim hakkında söz söyledi mi mutlaka o ilim dalının uzmanlarından ve o ilmi bilmekle tanınanlardan üstün olduğu ortaya çıkardı. Beşyüz yıldan bu yana ondan daha ileri derecede hadis hıfzetmiş kimse görülmüş değildir.”
Mâlikî ve (sonraları) Şafîi mezhebine mensub İbn Dakîk el-Iyd (v. 702 h.) onun hakkında şöyle demektedir:
“İbn Teymiyye ile bir araya geldiğimde bütün ilimlerin onun gözü önünde bulunduğunu, bu ilimlerden istediğini alıp, istediğini bırakan bir kişi olduğunu gördüm.”
Aslen İşbilyeli, Dımaşk’lı (v. 738 h.) el-Birzâlî Ebu Muhammed el-Kasım b. Muhammed, İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
“Hiçbir hususta arkasından yetişilemeyecek bir imamdı. İçtihad mertebesine ulaşmış ve müçtehidlerin şartları kendisinde toplanmıştı. Tefsirden söz etti mi aşırı derecedeki ezberleri dolayısıyla, güzel sunması ile herbir görüşe tercih zayıflık ve çürütmek gibi layık olduğu hükmü vermesiyle ve herbir ilme dalabildiğine dalması ile insanları hayrete düşürürdü. Huzurunda bulunanlar onun bu haline şaşırırlardı. Bununla birlikte o zühd, ibadet, yüce Allah’a yönelmek, dünya esbabından uzak kalıb, insanları yüce Allah’a davet etmeye de kendisini büsbütün vermiş bir kimse idi.”
Şafîi mezhebine mensub Dımaşk’lı ve Tehzibu’l-Kemâl adlı eserin sahibi Ebu Haccac el-Mizzî de (v. 742 h.) Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye hakkında şunları söylemektedir:
“Onun benzerini görmedim, kendisi de kendi benzerini görmüş değildir. Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti hakkında ondan daha bilgilisini, her ikisine ondan daha çok tabi olanı görmüş değilim.” Bir seferinde de şöyle demiştir: “Dörtyüz yıldan bu yana onun benzeri görülmemiştir.”
“Umdetu’l-Karî Şerhu Sahihi’l-Buharî adlı eserin müellifi Halefî Bedru’d-Din el-Aynî (v. 855 h.) Şeyhu’l-İslam hakkında şunları söylemektedir:
“O, faziletli, maharetli, takvâlı, tertemiz, vera’ sahibi, hadis ve tefsir ilimlerinin süvarisi, fıkıh ve hadis usulü ve fıkıh usulü ilimlerinde gerek anlatımı ve gerek yazımı itibariyle ileri derecede idi. Bid’atçilere karşı çekilmiş yalın kılıçtı. Dinin emirlerini uygulayan büyük ilim adamı, marufu çokça emreden, münkerden çokça alıkoyandı. Son derece gayretli, kahraman ve korku ve dehşete düşüren yerlerde atılgan, çokça zikreden, oruç tutan, namaz kılan, ibadet eden bir kimse idi. Geçiminde kanaatkarlığı seçmiş, fazlasını istemeyen bir kimse idi. Oldukça güzel ve üstün şekilde sözlerine bağlı kalır, çok güzel ve değerli işleriyle vaktini değerlendirirdi. Bununla birlikte aşağılık dünyalıktan da uzak kalırdı. Meşhur, kabul görmüş ve tenkid edilebilecek bir kusuru bulunmayan, nihaî sözü
“Uyûnu’l-Eser fi’l-Meğâzîl ve’ş-Şemaili ve’s-Siyer” adlı eserin müellifi olan İbn Seyyidi’n-Nas (v. 734 h.) hakkında şunları söylemektedir:
“Ben onu bütün ilimlerde pay sahibi gördüm. Nerdeyse sünnete dair bütün rivayetleri ezberlemişti. Tefsire dair söz söyledi mi bu işin sancağını yüklenmiş olduğu görülürdü. Fıkha dair fetva verdi mi en ileri noktaya ulaşmış olduğu, hadise dair konuştu mu hadis ilim ve rivayetinde oldukça ehil olduğu, mezheb ve fırkalar hakkında konuştu mu bu hususta ondan daha etraflı bilgi sahibi kimsenin görülemediği, onun ilerisinde bu hususların kimse tarafından idrâk edilemediği anlaşılırdı. Kısacası bütün ilim dallarında akranlarından ileri idi. Onu gören hiçbir göz onun benzerini görmemiştir. Hatta kendisi bile kendisi gibisini görmüş değildir.”
Burada bu kısa yazımızı adaletsizce İbn-i Teymiyye'ye saldıran, onu yeren ve kötüleyen Ahbaşlar cemaatine Bedruddin Ayni ve Abdulber es-Subki'nin şu sözlerini hediye ederek bitiriyoruz…
Bedruddin el-Ayni der ki: “Ona dil uzatan kimse ancak gülleri koklamakla birlikte hemen ölen pislik böceği gibidir. Gözünün zayıflığı dolayısıyla ışık parıltısından rahatsız olan yarasaya benzer. Ona dil uzatanların tenkid edebilme özellikleri de yoktur, ışık saçıcı, dikkate değer düşünceleri de yoktur. Bunlar önemsiz şahsiyetlerdir. Bunlar arasından onu tekfir edenlerin ise ilim adamı olarak kimlikleri belirsizdir, adları, sanları yoktur."
Abdulber es-Subki ise İbn-i Teymiye'ye saldıranlar hakkında şöyle der:
“İbni Teymiyye’ye cahil bir kimse ile yanlış kanaat ve görüşlere sahib bir kimseden başkası buğzetmez. Cahil bir kimse ne söylediğini bilmez, yanlış kanaat sahibi kimseyi ise sahib olduğu yanlış kanaat onu bilib tanıdıktan sonra hakkı söylemekten alıkoyar.”
Hiç şubhesiz hamd başında ve sonunda alemlerin rabbi Allah'a özgüdür.
***********
Cehennemin Ebediliği - Fena-i Nar - Beka-i Nar
Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye (rahimehullah) hakkındaki Fena-i Nar (Cehennemin ebediliği) meselesi hakkında 4 görüş mevcuddur.
**** Bunlardan 1. si, Fena-i Nar görüşü, İbn Teymiyye'ye değil, İbn Kayyım El Cevziyye'ye aittir, Zannı :
Cehennemin ebedi olmadığı görüşü öncelikle İbn-i Teymiye’ye ait olmayıb bilakis öğrencisi İbn-i Kayyım el-Cevziye’ye aittir. İbn-i Teymiye’nin hiçbir kitabında böyle bir görüşü mevcud değildir. Her kim İbn-i Teymiye’nin böyle bir görüşü olduğunu iddia ederse kendisinden bunun kaynağını isteriz.
Meselenin aslına gelince İbn-i Kayyim el-Cevziyye cehennemin ebedi olmadığı görüşünü “Hadi’l Ervah…” ve “Şifau’l Alil fi Mesail…” isimli kitaplarında uzun uzadıya anlatmaktadır.
İbn-i Kayyım asıl olarak görüşünü Hud Suresi’nin 107 ve 108. ayetlerine dayandırmaktadır. Hud Suresi’nin 107. ayetinde Allahu Teala cehennemlikler için “Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Şubhesiz Rabbin dilediğini yapandır” buyururken 108. ayette ise cennetlikler için “Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer ayakta durdukça orada ebediyen kalıcıdırlar. Bu arkası kesilmeyen bir bağıştır” buyurmaktadır.
İbn-i Kayyim bu ayetlere dair, cennetliklere yönelik nimetin kesintisi olmayacağını, ancak cehennemliklere yönelik azabta Allah’ın dilemesi olduğunu ve Allah’ın bizlere haber vermediği bir işi yapmak istediğini söylemektedir.
Yine İbn-i Kayyim “Zamanlar süresince orada kalacaklardır” (Nebe:23) ve Rahman Suresinin 26 ve 27. âyet-i kerimelerini ki: “Herkes fani olacaktır. Sadece Zulcelali Ve’l İkram olan Rabbinin Zat’ı/vechi(yüzü) bâki kalacaktır.” ayetini delil olarak getirerek, cehennemde kalma miktarının “zamanlar” ile sınırlandığını, sonsuz bir şey için böyle bir bu ifadenin kullanılamayacağını söylemektedir.
İbn-i Kayyim bununla beraber Ömer, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, Abdullah b. Amr, Ebu Said el-Hudri gibi sahabelerin ve yine bazı tabiin alimlerinin cehennemin ebedi olmadığına dair görüşlerini sıralamaktadır. Akli olarak da Allah’ın rahmetinin gazabını geçtiğini belirterek insanların ebedi olarak cehennemde kalmasının bir hikmeti olmadığını söylemektedir.
**** Bunlardan 2. si, Fena-i Nar görüşü, İbn Kayyım El Cevziyye'ye ait değildir:
İbnu'l-Kayyım da, el-Vâbilu's-Sayyib'inde şöyle demiştir:
"İnsanlar, "herhangi bir pisliğin çirkinleştirmediği/bulaşmadığı temiz", "kendisinde hiçbir temizlik olmayan pis" ve "kendilerinde hem pislik, hem de temizlik bulunanlar" şeklinde üç tabaka olduğuna göre, bunların kalacakları yerler de üç çeşit olacaktır:
Mahza temizlerin yurdu ve mahza pislerin yurdu. Bu iki yurt fena bulmayacaktır. Üçüncüsü ise kendisinde hem pislik, hem de temizlik bulunanların yurdudur ki, fena bulacaktır. Bu, (mu'min olan) isyankârların yurdudur. Zira Cehennem'de muvahhidlerin isyankârlarından kimse kalmayacak ve onlar cezaları miktarınca azablandırıldıktan sonra ateşten çıkarılıp Cennet'e sokulacaklardır. Geriye mahza temizlerin ve mahza pislerin yurtlarından başkası kalmayacaktır..."
**** Bunlardan 3. si, Fena-i Nar görüşü, İbn Teymiyye'ye aittir, Zannı :
İbn Teymiyye’nin (rahimehullah) "akidet-ul vasıtiyye" isimli eserinde şunları söylemektedir:
"Cehennemin ebedilik ve devamlılığına gelince, şanı yüce Allah (c.c.), sunnette varid olduğu üzere dilediği kimseyi oradan çıkartır ve kafirleri ise sonu gelmeyecek şekilde orada ebediyen bırakır. Cehennemin ebedi oluşu ve sonunun gelmeyişinin delillerinden bazıları yüce Allah'ın (c.c.) şu buyruklarıdır":
"Onlar için sürekli kalıcı bir azab vardır." (Maide 37),
"Onlara hafifletilmez, onlar için cehennem ateşi vardır." (Zuhruf 75),
"Hiç şubhesiz onlar için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyen kalacaklardır." (Cin 23)
"Onlar oradan çıkarılacak da değillerdir." (Hicr 48)
"Ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir" (Bakara 167),
"Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler, onların üzerinden azabından bir şey de hafifletilmez" (Fatır 36)
(Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye; Akidet-ul Vasıtiyye)
İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetâvâ'da, "Yedi şey vardır ki bunlar ölmeyecek, fena bulmayacak ve yokluğu tatmayacaktır: Cehennem ve sakinleri, Levh, Kalem, Kursi, Arş" (Baş tarafta "yedi" rakamı zikredildiği halde metin içinde zikredilenlerin eksik olduğu dikkat çekmektedir.) şeklindeki rivayetin sahih olub olmadığı tarzındaki bir soruya verdiği cevabda şöyle der:
"Bu haber bu lafızla Peygamber (s.a.v)'in sözü değildir; o, alimlerden birine ait bir sözdür. Bu Ummet'in selefi, imamları ve sair Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat şu itikattadır:
Mahlukat arasında yok olmayacak ve tamamen fena bulmayacak varlıklar vardır. Cennet, Cehennem, Arş vd. varlıklar böyledir. Mahlukatın tamamının fena bulacağını, Cehm b. Safvân ve Mu'tezile'den ve benzerlerinden kendisine muvafakat edenler gibi bid'atçı Kelamcılar'dan bir grup dışında söyleyen olmamıştır. Bu, Allah'ın Kitabı'na, Rasulu'nun Sünneti'ne ve Ümmet'in selefinin ve imamlarının icmaına aykırı batıl bir sözdür. Nitekim bu hususta Cennet ve ehlinin ve daha başka varlıkların bekasına delalet (eden deliller) vardır ki, bu sayfa, bu noktanın zikri için yeterli değildir. Kelamcılar'dan ve Felsefeciler'den çeşitli kesimler, bütün mahlukatın fena bulmasının mumteni (muhal) olduğuna, aklî delillerle istidlal etmiştir. Vallâhu a'lem." (İbn Teymiyye, Mecmû'u'l-Fetâvâ, XVIII, 307)
Bu ifadeler esas alındığında İbn Teymiyye'nin, Cehennem'in son bulacağı görüşünde olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Yine bir başka eserinde İmam el-Eş'arî'nin Makâlâtu'l-İslâmiyyîn'inden, herhangi bir itiraz getirmeksizin şöyle bir nakil yapar:
"… Yine şu meselede de iki görüş halinde ihtilaf etmişlerdir: Allah Teala'nın fiilleri için bir son var mıdır, yoksa O'nun fiillerinin sonu yok mudur?
el-Cehm b. Safvân şöyle demiştir:
"Allah'ın malumat ve makduratının bir son noktası ve sınırı, fiillerinin de bir sonu vardır. Cennet ve Cehennem fena bulacak, içindekiler de yok olacaktır. Tâ ki Allah, tıpkı el-Evvel olub, (ezelde) kendisiyle birlikte herhangi bir şey bulunmadığı gibi, (bütün mahlukat yok olduktan sonra da) el-Âhir (en son kalan) olacak ve O'nunla birlikte herhangi bir şey bulunmayacaktır."
Buna karşılık Ehl-i İslam bir bütün olarak şöyle demiştir:
"Cennet ve Cehennem'in sonu yoktur. Bu ikisi baki kalmaya devam edecektir. Aynı şekilde cennetlikler Cennet'te nimetlenmeye, cehennemlikler de Cehennem'de azab görmeye sürekli olarak devam edecektir. Bunun bir sonu yoktur. Allah'ın malumat ve makduratı için de bir son nokta ve sınır mevcut değildir."
(İbn Teymiyye, Der'u Te'ârudi'l-Akl ve'n-Nakl, I, 406. ; el-Eş'arî, Makâlâtu'l-İslâmiyyîn, 164)
İbn Hazm, üzerinde icma bulunan meseleleri zikretmek maksadıyla kaleme aldığı Merâtibu'l-İcmâ'da "beka-i nar" meselesini de zikretmiş ve şöyle demiştir:
"… Cehennem'in hak olduğunda, buranın ebedî bir azab yurdu olduğunda, kendisinin de içindekilerin de sonsuz ve ebedî olarak devam edib, fena bulmayacağında ittifak etmişlerdir…"
(İbn Hazm, Merâtibu'l-İcmâ', 268)
Bu esere Nakdu Merâtibi'l-İcmâ' adıyla bir tenkid yazmış olan İbn Teymiyye'nin, yukarıdaki satırlar hakkında tek kelime etmemiş olması da bu konuda farklı düşünmediğini gösteren önemli bir noktadır.
« وقد اتفق سلف الأمة وأئمتها وسائر أهل السنة والجماعة على أن من المخلوقات ما لا يُعدم ولا يَفنى بالكلية كالجنة والنار والعرش. ولم يقل بفناء جميع المخلوقات إلا طائفة من أهل الكلام المبتدعين كالجهم بن صفوان ومن وافقه من المعتزلة. وهذا قولٌ باطل يخالف كتاب الله وسنة رسوله وإجماع سلف الأمة وأئمتها »
[مجموع الفتاوى 18: 307]
[مجموع الفتاوى 18: 307]
“Ummetin selefi, Onun İmamları ve diğer tüm Ehl-i Sunnet âlimleri yaratılmış olanlardan fena olmayan ve kulli olarak yok olmayan -şeyler- cennet ve cehennem gibi, olduğuna kaildir.
Bütün mahlûkatın yok olacağını, ancak Kelamcılardan bid’at ehli olan Cehm İbn Safvan ve Mu’tezileden ona uyanlar söylemişlerdir.
Bu batıl bir sözdür; Allah’ın kitabına ve Rasulu’nun Sunneti’ne aykırıdır.” (Mecmu’ul-Fetava: c. 18, s. 307)
«ولهذا اشتد إنكار السلف عليهم لقولهم بفناء الجنة والنار » [ درء تعارض العقل والنقل 8: 345].
“Bunun için de Selefin” cennet ve cehennemin yok olacağını söyleyenler hakkında kınamaları çok şiddetli olmuştur.” (Der’u Teârudi’l-Akli ve’n-Nakl: c. 8, s. 345)
قال: « والجهم يقول بفناء الجنة والنار وأبو الهذيل الذي يقول بانقطاع حركات أهل الجنة والنار … وخالفهم جماهير المسلمين »
(الفتاوى 8: 380 و12: 45 و14: 348 منهاج السنة 1/146 و310 و351)
“Cehm cennet ve cehennemin yol olacağını söylerken Ebu’l-Huzeyl (el-Allaf) ise cennet ehlinin hareketlerinin sona ereceğini söylemiştir.”(الفتاوى 8: 380 و12: 45 و14: 348 منهاج السنة 1/146 و310 و351)
(el-Fetava: c. 8, s. 380, c. 12, s. 45, c. 14, s. 348; Minhacu’s-Sunne: c. 1, s. 146, 310, 351)
وطريقة الأعراض عند أهل الكلام ألجأتهم إلى أن يلتزموا لوازم فاسدة أدت بالجهم بن صفوان وغيره إلى القول بفناء الجنة والنار [مجموع الفتاوى 304.3:
درء تعارض العقل والنقل 1: 39 و305 و 3: 158 تحقيق د: محمد رشاد سالم. ط: جامعة الإمام بالرياض.
“A’raz yolu ve yöntemi, bazı kelam ehlini Cehm İbn Safvan’ın fasid kavlini sahiblenmeye; cennet ve cehennemin fena bulacağını söylemeye götürmüştür." (Mecmuu’l-Fetva: c. 3, s. 304; Der’u Tearudi’l-Akli ven-Nakl, c. 1, s. 39,3 05, c. 3, s. 158; Thk. M. Reşad Salim)درء تعارض العقل والنقل 1: 39 و305 و 3: 158 تحقيق د: محمد رشاد سالم. ط: جامعة الإمام بالرياض.
قال: « وقال أهل الإسلام جميعًا: ليس للجنة والنار آخر، وإنهما لا تزالان باقيتين، لا يزال أهل الجنة يتنعمون وأهل النار في النار يُعذَّبون: ليس لذلك آخر »
[درء التعارض 2: 358].
« وقد أخبر الله ببقاء الجنة والنار بقاء مطلقًا » [بيان تلبيس الجهمية 157
“İslam ehlinin tamamı; Cennet ve cehennemin sonunun olmadığını söyler. Her ikisi de sürekli olarak baki kalıcıdır.[درء التعارض 2: 358].
« وقد أخبر الله ببقاء الجنة والنار بقاء مطلقًا » [بيان تلبيس الجهمية 157
Cennet var olduğu sürece cennet ehli onun nimetlerinde yararlanacaklardır. Cehennem ehli de cehennem var olduğu sürece orada var olacaklardır. Bunun hiç sonu olmayacaktır.” (Der’u Tearudi’l-Akli ve’n-Nakl: c. 2, sf: 358)
"Allah Azze ve Celle cennet ve cehennemin ebedi olduğunu haber vermiştir.” (Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye: c. 2, sf: 157, 358)
Hanefî mezhebinin büyük fakîhi Molla Aliyyu’l Kârî (v. 1014/1606), bu sözün İbn-i Teymiyye’ye atılmış bir iftirâ olduğunu belirttikten sonra şöyle demiştir:
“İbn-i Teymiyye el Hanbeli, 'en nihâyetinde kâfirler cehennemden çıkacaktır' diyor demek' O'na atılmış bir iftiradır" (Er-Reddu ale’l Kâilîne bi-Vahdeti’l Vucûd, Dâru’l Me’mûn li’t Turâs-1415, Sf: 86)
****Bunlardan 4. sü, Fena-i Nar görüşü, Ne İbn Teymiyye'ye ne de İbn Kayyım El Cevziyye'ye ait değildir! :
(Benimsediğimiz)
İbn-i Kayyim'in ve Şeyhu'l İslam İbn teymiyye'nin ; Fena-i nar görüşlerinin delilleri sabit olmamıştır. Aksine eserlerinde Cehennemin son bulmayacağı ile görüşleri mevcuttur. Buna rağmen, bu Şeyhlerin tekfir edilmesi, red edilmesi ; ehli sunnet dışına çıkarılması; ilim sahibi ehli sunnet alimlerince kesinlikle mümkün değildir.
Asla doğru olmayan delilsiz iddialar, farz-i muhal bir anlık gerçekmiş gibi hayal etsek bile; Görüşü baştan sona kadar hatalı olarak kabul edilse dahi, Sabit olan naslara rağmen, Kuran ve sunnetten yaptığı fasit teviller ile ictihad etmiş ve ictihadında yanılmış, “alimin zellesi(surçme)” olarak değerlendirilmelidir.
İster İbn kayyim (r.a.) olsun, ister Şeyhu'l İslam İbn Teymiyye (r.a.)'a olsun; "bu bir hatadır, 'Her alimin zellesi olur" diye düşünülmelidir. Böyle düşünmeye sebeb olanda; şer-i bir (fasid de olsa) delili vardır ama, bu şer’i delil onun anladığı gibi değildir. Çünkü o yanlış ictihad etmiştir. Rabbim İbn Kayyim'i, veya İbn Teymiyye'yi (r.a.) ya da her ikisinin hatalarını bağışlasın" denilir. (Âmiin)
Tüm bunlara rağmen bizler, Ne Şeyhul İslam İbn Teymiyye'nin ne de Şeyh İbn Kayyım el Cevziyye'nin mevcut hiç bir eserinde böyle bir görüşün bulunduğuna şahid olmadık. Bu ithamların İbn-i Teymiyye veya İbn Kayyım'a kişisel veya mezhebi olarak husumet besleyen (yarası olan/darbe yiyen kimler varsa kendilerini bilirler) her türlü çarpıtmaya başvurmuşlardır. Zaten bu iftirayı dillendirenlere baktığımızda ehl-i sunnetin yüzlerce alimi var iken, sofiyye kesiminden çıkması bu kuşkularımızı güçlendirmektedir.
Sofiyye'nin, İbn Teymiyye'ye isnad ettikleri ve iddialarının başında gelen Şeyh İbn Kayyim'ın eserindeki iddiaların, Kitabın aslıyla yüzleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan hakikat şöyledir :
Şeyhul İslam İbn Teymiyye'nin muhalifleri olan Sofiyye'nin hazırladığı sapkın ve art niyetli "İbn teymiyye: "Cehennemin sonu gelecektir" iftirasının çürütülmesi;
İbn Teymiyyenin kitablarına yaklaşamayan bu kitap tahrifçileri; İbn Kayyim'in kitabında (Hâdi'l-Ervâh) bulunan İbn Teymiyye'nin , 'Cehennemin faniliği' hakkında 7 farklı görüşün bulunduğunu, bu 7 görüşü ve bunların sahiblerini yazmasına rağmen sanki İbn Teymiyye'nin kendi inancıymış gibi yalan ve tahrifle çarpıtıldığının (İbn Kayyim'in Kitabından asli satırların ortaya konularak) deşifre edilmesi , Ayrıca İbn Teymiyye'nin kitablarından 1 tane delil sunamamaları, aksine asıl "Cehennemin fani olacağı" görüşünün sahibi sofi İsmail Hakkı ve İbn Arabi'nin kollanmaya çalışılmasını ibretle göreceğiz inşeAllah
TIkla : CENNET
(Şeyh İbn Kayyim : "Hâdi'l-Ervâh ilâ Bilâd el-Efrâh" (Ruhları, Sevinç Ülkesine Nağmeler Söyleyerek Sürükleyen), 67. Bölüm)
**********
Önceki Mesajda Sofilerin İftiralarına Reddiye ve Hakikatler
Şeyhul İslam İbn Teymiyye'nin muhalifleri olan Sofiyye'nin hazırladığı sapkın ve art niyetli "İbn teymiyye: "Cehennemin sonu gelecektir" iftirasının çürütülmesi;İbn Teymiyyenin kitablarına yaklaşamayan bu kitap tahrifçileri; İbn Kayyim'in kitabında bulunan İbn Teymiyye'nin , 'Cehennemin faniliği' hakkında 7 farklı görüşün bulunduğunu, bu 7 görüşü ve bunların sahiplerini yazmasına rağmen sanki İbn Teymiyye'nin kendi inancıymış gibi yalan ve tahrifle çarpıtıldığının (İbn Kayyim'in Kitabından asli satırların ortaya konularak) deşifre edilmesi , Ayrıca İbn Teymiyye'nin kitablarından 1 tane delil sunamamaları, aksine asıl "Cehennemin fani olacağı" görüşünün sahibi sofi İsmail Hakkı ve İbn Arabi'nin kollanmaya çalışılmasını ibretle göreceğiz inşeallah
Tüm bunlara rağmen bu sapık sofiler; asıl Cehennemin son bulacağı görüşünü savunan "İsmail Hakkı"yı gündeme getirmeden övmesi ise gayet manidar olduğundan , kendilerine sebebini sormaya gerek görmüyorum.Ринат;202732' Alıntı:Ebu Said r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Cehennem ehli, cehennemde ne ölürler, ne de yaşarlar. Ancak (küfür ve şirk yüzünden değil de) günahları yüzünden cehenneme girenleri, cehennem ateşi öldürecek, kömür haline geldiklerinde, onlara şefaat etme izni çıkacak, grup grup getirilip cennet nehirlerine atılacaklar. Sonra cennet ehline; “Haydi onların üzerine su dökün” denilecek. Böylece onlar, selin yatağında biten daneler gibi biteceklerdir.”[1]
Cennet ve cehennem fani olmazlar. Günahları sebebiyle cehenneme giren muvahhid kullar, cezalarını çektikten sonra oradan çıkarılırlar. Kafirler ise ebedi olarak cehennem azabına düçar kalacaklardır. İşte ehli sünnetin itikadı bu meselede böyledir.
Hariciler ve mutezile; “Cehenneme giren hiç kimse çıkamaz” dediler.
Eserlerine katmalar yapıldığı tesbit edilen İbni Arabi’nin Füsus’ta; “Cehennemde azab yoktur” dediği söylenir. Mutezile’den Ebul Huzeyl el Allaf; “Cehennemde hayat ve hareket sona erer, cansız varlıklar haline gelirler” dedi.
(Gördüğümüz gibi bu yazıyı hazırlıyan sofi; İbn Arabi sapığının kendisi bile kitabının adını verdiği halde, gayet huznu zan ile yaklaşıb "küfrünü görmeyelim" demeye getirirken;
Yazının sonunda göreceğimiz gibi, bir çuval yazı yapıştırmasına rağmen konuyla ilgili ibn Teymiyye'nin bir tane kitabı ve sayfasını verememesine rağmen şer zan ile iftira ve zanlarını kati hukum görecektir.
Görenlerde sanki kesin deliller sunuyor sanır.)
Cehmiyyeden Cehm Bin Safvan; “Cehennem sonsuz değildir” dedi.
Şeyhulislam İbni Teymiye, bazı sahabelerden rivayetlerle delil getirmiş, ictihad hatası yapmış, cehennemin fani olacağını bazı sahabelerin söylediğini zannetmiştir. Burada bu iddiayı cevaplandıracağız inşaallah.
(Bakalım delilsiz mesnedsiz nasıl cevaplayacak göreceğiz, sıkı durun)
Allah Teala buyuruyor ki; “Ama âyetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar, işte Allâh'ın, meleklerin ve tüm insanların la'neti onların üstünedir. Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır.”(Bakara 161-162)
“Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar.”(Bakara 167)
“Bizim âyetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!”(A’raf 40)
“İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız.”(Fatır 36)
“Yoldan çıkanlar ise, onların varacakları yer ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler ve kendilerine: Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın! denir.”(Secde 20)
“Azapları hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdir. Onlar cehennem bekçisine: "Ey Mâlik! Rabbin artık bizi öldürsün." diye seslenirler. Mâlik de: "Siz böylece kalacaksınız." der.”(Zuhruf 75-77)
“Onlar, ateşten çıkmak isteyecekler, fakat ondan çıkacak değillerdir. Onlara boyuna sürüp gidecek bir azap vardır.”(Maide 37)
“Ve şöyle derler: Rabbimiz! Cehennem azabını üzerimizden sav. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.”(Furkan 65)
Cennetlikler hakkında da buyurur ki; “Onlara orada hiçbir yorgunluk gelmeyecek ve onlar, oradan çıkarılmayacaklardır.”(Hicr 48)
İbni Kayyım r.a., şeyhul İslam İbni Teymiye’den, şöyle nakleder; “Hasen el Basri, Ömer r.a.’ın şöyle dediğini söyledi; “Cehennemdekiler şayet kum yığınları kadar bir süre bile cehennemde kalsalar, yine bir gün oradan çıkarlardı.”[İbni Kayyım Hadil Ervah(s.409) Suyuti Durrül Mensur(4/478)]
Her ne kadar Hasen el Basri, Ömer r.a.’den işitmemişse de, onun böyle dediğine kanaati olmasaydı böyle kesin olarak rivayet etmezdi. Ehli sünnet önderi imamlar da buna karşı çıkmadılar.”
(İbn Kayyimin, İbn teymiyye'den naklediyor dediği bölümün, Şeyhulislam İbn Teymiyyenin "böyle diyen var diye saydığı 7 çeşit görüş sahipleri" için nakletmektedir.
Şimdi gerçek olarak İbn Kayyim el Cevziyye'nin kitabından, bahsi geçen uzunca konuyu birebir alıntılarak buraya aktarıyorum:
*******
Buhari ve Müslim'de Ebu Said el-Hudri'den Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Ölüm bembeyaz (veya karası az beyazı çok) bir koç şeklinde getirilir. Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. Sonra, ey Cennet ehli denir, onlar sıkıntı içinde bakarlar, ey Cehennem ehli denir. Onlarda sevinç içinde bakarlar. Sonra, bu nedir bilir misiniz denir. Evet, O ölümdür, derler. Sonra o, Cennet ile Cehennem arasında boğazlanır. Sonra, ey Cennet ehli kalmak var ölmek yok, ey Cehennem ehli kalmak var ölmek yok denir."
(Buhari, Vlll, 428, Tefsir kitabının, "onları hasret gününe karşı uyar" ayeti babı; Muslim, 2849.)
Bu Konudaki İhtilaflar
Bu konuda sonrakiler (muteahhirun) üç görüşe ayrılmışlardır:
1. Cennet ve Cehennem fanidirler, ebedi değillerdir. Nasıl ki sonradan olma (hadis) iseler, aynı zamanda fanidirler.
2. Cennet ve Cehennem bakidirler, daimidirler, ebediyen fani olmayacaklardır.
3. Cennet baki ve ebedi olub Cehennem fanidir.
Biz bu görüşleri, mukabillerini ve her görüş sahibinin delillerini zikredib Allah'ın kitabına ve rasulünün sünnetine aykırı olanları reddedeceğiz.
Her ikisinin de fani olduğu görüşü, muattıla (Allah'ın sıfatlarını reddeden) Cehmiyye'nin piri Cehm b. Safvan'a aittir. Onun bu konuda ne sahabeden, ne tabilerden, ne de diğer İslam imamlarından hiçbir selefi yoktur.
Ehl-i Sünnetten hiçbir kimse böyle bir görüş belirtmemiştir. Onun ve etbaının bu görüşünü İslam'ın imamları başlarına çarpmışlar bu sebeble onları kafir saymışlardır. Onları her yerde deşifre etmişlerdir.
Mesela Abdullah b. el-îmam Ahmed, es-Sünneisimli kitabında Harice b. Mus'ab'ın şöyle dediğini yazmıştır:
"Cehmiyye, Allah Azze ve Celle'nin kitabından, şu üç ayetle kafir olmuşlardır:
Bir: "Yemişleri daimidir, gölgesi de." (Ra'd, 35)
Cehmiyye ise devam etmeyecek diyor.
İki: "Bu bizim rızkımızdır, onun için tükenme yoktur." (Sa'd, 54)
Cehmiyye ise bitecek diyor.
Üç: "Sizin yanınızdakiler biter, Allah'ın yanındaki ise bakidir." (Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sunneh, 789)
Şeyh el-İslam der ki:
"Cehm b. Safvan bu görüşünü, itikad edindiği bir esasa dayandığı için söylüyor. Onun itikad ettiği esas şudur:
"Sonu gelmez fani varlıkların olması muhaldir."
Bu esas, kelam ehlinin, cisimlerin ve sonradan olma varlıkların hudusüne (sonradan var oluşlarına) delil getirdikleri bir esastır. Bu esasa dayanarak onlar, alemin hudusünü (sonradan var olduğunu) söylemişlerdir. Cehm de buna dayanarak geçmişte başlangıçsız fani varlık olmayacağına göre gelecekte de (sonu olmayan) fani varlık olmaz demiştir. Ona göre bir fiilin gelecekte devamlılığı, Rabb Tebareke ve Teala açısından muhaldir, mazide de muhal olduğu gibi.
Mutezile'nin piri, Ebul-Huzeyl el-Allaf da onun bu esasına muvafakat etmiştir. Fakat o şöyle söylemiştir.
"Bu esas, peşpeşe gelmeleri sebebiyle hareketlerin fani olmasını gerektirir, (nesnelerin değil)."
"Bu şekilde o, Cennet ve Cehennem ehlinin hareketlerinin son bulacağını, nihayet daimi bir sükunet (duruş, hareketsizlik) haline düşeceklerini ve hiçbirinin hiçbir hareket yapamayacak duruma geleceğini söylemiştir.
Sonu olmayan hadisler (sonradan olma varlıklar) olmayacağını iddia edenlerden bir gurup da bu hususun aklın bir gereği olduğunu iddia etmiş, fakat, nakil, Cennet ve Cehennem'in ebedi olduğunu söyleyince biz de onu kabul ettik, demişlerdir.
Halbuki düşünmemişlerdir ki aklen imkansız olan bir şeyin olabileceğini şeriat söylemez. Çünki şeriatın, aklen imkansız bir şeyin olduğunu söylemesi imkansızdır. Öyle görünüyor ki bu adamlar aslında aklen muhal olanlarla, caiz olanları seçemiyorlar. Çünki şeriat ikincisini getirir, birincisini değil. Şeriat aklın idrak edemeyeceği, tek başına bilemeyeceği şeyleri getirir, muhal olduğunu bildiği şeyleri değil.
Cehm'e ve Ebu'l-Huzeyl'e bu esasların da muvafakat edenlerin çoğunluğu geçmiş ile geleceği ayrı düşünmüşlerdir.
Şöyle demişlerdir:
"Geçmiş, varlık alemine girmiştir, gelecek değil. Dolayısıyla muhal olan, namutanahi şeylerin varlık alemine girmesidir, peşpeşe girmelerinin varsayılması değil."
Demişlerdir ki: Bu şöyle demeye benzer:
"Sana ne zaman bir dirhem versem, arkasından başka bir dirhem daha vereceğim."
Bu mümkündür. Birinci şekil ise şöyle demeye benzer:
"Sana ne zaman bir dirhem versem, daha önceden başka bir dirhem vermiş olacağım."
Bu ise muhaldir. Bunlara göre namütahi şeylerin geçmişde bulunması muhal, gelecekte bulunması ise vacib (zorunlu) dur.
Başkaları bunlarla tartışmış ve bilakis durum gelecekte ne ise geçmişte de öyledir, orada fark yoktur, geçmiş ve gelecek izafi (göresel)dir, gelecek olan şey, bir zaman gelir geçmiş haline gelir, her geçmişte daha önce bir gelecek idi, dolayısıyla devamlılığı bu iki taraftan birinde mümkün, diğerinde muhal saymak akli değildir" demişlerdir.
Yine demişlerdir ki:
"Bu husus, Rabb Tebareke ve Teala'nın "yapan oluşu"nun (failiyyati) devamlılığı ile ilgili bir meseledir. O, ezelde Rabb, kadir ve fa'al (her murad ettiğini yapan) idi. Tıpkı ezelde, hayy (diri), alim (bilen) ve kadir olduğu gibi...
O'nun "yapan" olub da bir işi yapamaması muhaldir. Sonra durumunun değişip, bir yenilik olmaksızın, ezelde yapamadığı bir işi yapar hale gelmesi muhaldir. Böyle bir şeyi düşünmek bile bozuk bir düşünce olduğunu bilmeye kafidir. Bozukluğunu anlamaya şu da yeter:
"Tapılacak işin daha önce muhal iken sonradan mümkün hale geldiği vakit, ya o işin yapılabileceği önceki bir vakit olmaya uygundur ya uygun değildir.
Eğer uygun değil derseniz, bu bir tahakkümdür ve mâkul değildir, bu delilik gibi bir şeydir. Yok eğer uygundur derseniz, o zaman aynı şekilde o vakitten önce başka bir vakit daha vardır ve bu sonsuz devam eder. Olmuş bitmiş veya olduğu farzedilen hiçbir zaman yoktur ki orada o iş mümkün olmasın. Bu da bir kemal ve ihsan sıfatıdır, Rabb Teala'nın hamdine, rablığına ve mülkü saltanatına dairdir. O, ezelden beridir, hep Rabb'dir, hamid (övülen), melik ve kadirdir, O'nun bu sıfatları yenilenmemiştir. Tıpkı ezelden beri, diri (hayy), murid (irade eden), alim olduğu gibi.
Hayat, ilim, irade ve kudret sıfatları da eserlerini ve ilgili hususları icab ettirir (ortaya çıkarır). Hiçbir engelleyici ve kahredicisi olmayan, hayy, kadir, alim ve murid bir varlığın bir şey yapmasının imkansız olması nasıl düşünülebilir. Nasıl bu husus, dinin esaslarının esası kabul edilir de Allah ve Rasülünün haber verdiği şeylere ölçü olarak alınır ve aklen caiz olanlar, imkansız olanlar diye bir ayırım buna göre yapılır?
Eh, ölçü diye ortaya atılan şeyin durumu bu ise buna göre ölçülen şeyler nasıl doğru olabilir?
"Geçmiş varlık alemine girmiş bitmiştir, gelecek ise öyle değildir" diye bir ayırım yapanların bu sözüne gelince, bunun arkasında herhangi bir gerçek yatmamaktadır. Çünki varoluşun sınırladığı hareketler, sonludurlar, sonra yok olup geçmişe karışırlar. Tıpkı gelecekte olacakların şimdi yok bulundukları gibi. Dolayısı ile bunların varlığı iki yokluk arasında bulunmaktadır. Bu hareketlerden bir gurup var olup bitince arkasından başka bir gurup ortaya çıkar. Geçmişe karışan, gelecekte olacak olanla tamamen aynıdır. Dolayısı ile o delil eğer geriye doğru bir şeyin öncesinde sonsuz şeylerin olamıyacağını gösterirse, ileriye doğru da sonsuz şeylerin olamayacağını gösterir.
Gelelim şu sözünüze:
"Gelecek, şöyle demeye benzer: "Sana ne zaman bir dirhem versem, arkasından başka bir dirhem daha vereceğim" ki bu mümkündür.
Geçmişse şöyle demeye benzer: "Sana ne zaman bir dirhem versem, daha önceden başka bir dirhem vermiş olacağım" ki bu muhaldir."
Evet sizin böyle bir söz ile geçmişi, gelecekten ayırmanız bir aldatmacadır. Bizim konumuzla ilgili değildir. Bizim konumuza uygun olarak geçmişle ilgili söylenecek söz şudur:
"Sana ne zaman bir dirhem vermişsem, mutlaka ondan önce başka bir dirhem vermişimdir."
İşte böyle bir şey, tıpkı gelecekte olduğu kadar geçmişte de devam edib gitmeye musaittir. Sağlam akıl yönünden ikisi arasında asla bir fark yoktur.
Nihayet Cehm, Ebu'l-Huzeyl ve bunların etbaı iki durum arasında bir fark göremeyince, hareketlerin geçmişte bir başlangıçlarının olması gerektiği gibi gelecekte de bir sonlarının olması gerektiğine hükmettiler.
Hadis ehli ise her ikisinin de mümkünlük ve vaki olma yönünden eşit olduğunu söyledi. Rabb Sübhanehü ve Teala'nın murad ettiği her-şeyi ezelde yapıcı (fa'al) olduğunu, kemal sıfatlarına, celal özelliklerine ezeli ve ebedi olarak sahib olduğunu belirttiler. Bir işi her zaman yapmaya kadir olanın, aynı işi belli bir zamanda yapabilen bir olmaz, yaratan yaratmayan gibi olmaz, ihsan eden etmeyen gibi olmaz, işleri idare eden etmeyen gibi olmaz dediler.
Acep alemlerin Rabbinin takdiri veya gerçek namutenahi bir zamanda kendisi için muhal olarak birtakım işleri yapmamış bulunmasında ne gibi bir kemal ola ki?
Aslında öyle demek, O, buna kadir olamaz demektir. Eğer bu mutlak ifadeye yanaşmaz ve muhal olan bir şey güç yetirilmezlikle nitelenemez derseniz o zaman iki muhali cemetmiş olursunuz:
İşin, muhalliğini gerektiren bir şey yokken muhal olduğunu söylemek, işin, sebeb yenilenmesi yokken bizatihi muhallikten bizatihi mümkünlüğe geçmesi.
Bir de kalkmış bunu bir asıl kabul ederek yaratıcının varlığını ve alemin sonradan varoluşunu isbata çalışıyorsunuz. Böylece hem akla hem şeriata karşı cinayet işliyorsunuz. Rabb Teala, ezelde de işi yapmaya kadirdir, irade ile konuşmaya da. Ezelde murad ettiğini de yapan O'dur, ihsan edici Rabb da O'dur.
Kısaca şunu söylemek isteriz ki;
Cennet ve Cehennemin fani olduğunu söylemek, bid'at bir sözdür, sahabeden, tabiinden, İslam imamlarından hiç kimse böyle bir söz söylememiştir.
Bu sözü söyleyenler bunu fasit bir kıyastan hareketle ortaya atıyorlar. Ne ki bu asıl, insanlardan bir çoğuna bir şeye benzer gibi gelmiş de bunu hakk bir inanç sanmışlar, buna dayanarak Kur'an'ın mahluk olduğunu söylemiş, sıfatları reddetmişlerdir. Halbuki Kur'an, Sünnet ve sarih akıl, Allah'ın kelimelerinin, fiillerinin sonsuz olduğunu ne sona erib kesilir, ne bir başlangıçla sınırlanır olmadığını belirtmektedir.
Allah buyurur ki:
"De ki: Eğer deniz Rabbimin kelimeleri için murekkeb olsa, bir mislini daha takviye için getirsek yine Rabbimin kelimeleri bitmeden deniz biterdi." (Kehf, 109)
"Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem olsa, deniz murekkeb olsa arkasından onu yedi deniz takviye etse Allah'ın kelimeleri bitmezdi. Allah azizdir, hakimdir." (Lukman, 27)
Yani O, izzetli ve hikmetli olduğu için O'nun kelimeleri bitmez. İzzet ve hikmet O subhanın iki zati sıfatıdır, durum başka türlü de olmaz.
İbn Ebi Hatem, Tefsirinde zikreder:
er-Rabi b. Enes derdi ki:
"Allah Azze ve Celle'nin ilmi karşısında tüm kulların ilmi, bütün denizler içinde bir tek damla kadardır. Nitekim Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem olsa..." (Lokman, 27)
"Deniz murekkeb olsa..." (Kehf, 109)
Yani denizlerin hepsi Allah'ın kelimeleri için murekkeb, ağaçların hepsi kalem olsa kalemler kırılır, denizlerin suyu biter, yine Allah'ın kelimeleri kalır, onları hiç bir şey sona erdiremezdi. Çünki hiç kimse O'nu layık olduğu şekilde takdir edemez, layık olduğu şekilde övemez. Bilakis O, kendini övdüğü gibidir. Rabbimiz, dediği gibi, çok üstündür. Sonra dünya nimetleri başından sonuna kadar ne varsa hepsi, ahirat nimetlerine göre yeryüzündeki tüm daneler karşısındaki bir hardal danesi kadar bir şeydir.
Cehennemin Ebedîliği
Cehennemin ebediliği ve devamlılığı konusunda ise Şeyh el-İslam şöyle demiştir:
Bu konuda selefden ve halefden tanınmış iki görüş vardır. Bu konuda tabiinin tartışması bilinmektedir.
Ben derim ki; bu konuda yedi görüş vardır:
1. "Cehenneme giren bir daha oradan çıkmayacaktır. Bilakis ebediyyen biiznillah orada kalacaktır."
Bu görüş, Haricilerin ve Mutezile'nin görüşüdür.
2. "Cehennem ehli, orada, bir müddet azab olunurlar, sonra durum değişir, onlar için alışkanlık halini alır, zamanla tabiatlerine uygun geldiği için ateşten zevk almaya başlarlar."
Bu, ittihatçıların lideri İbn Arabi et-Tai'nin görüşüdür.
O, Fusus'unda der ki:
O, va'dinde doğru olmakla övülür, tehdidinde doğru olmakla değil. İlahi hazret (Cenab-ı Hak) bizzat övünç verici övgüyü ister. Bu sebeble O'na, vadinde doğru olmakla övgü yapılır, tehdidinde doğru olmakla değil. Bilakis O, vazgeçecektir (afvedecektir), bununla övülür O. "Allah'ın rasüllere verdiği va'dden cayacağını sanma." (İbrahim, 47)
Allah bu ayette va'd demiş, vaid (tehdid) dememiştir. Bilakis bir ayette de "onların seyyiatına bakmayız(tecavüz ederiz yani affederiz)" buyurmuştur. (Ahkaf, 16)
Seyyiata karşılık tehdidde bulunmuş olmasına rağmen vazgeçecektir. İsmail'i de va'dine sadık olmakla övmüştür. Artık böyle bir şey, bir tercih ettiriciyi gerektirdiğinden, Hakk hakkında bunun mümkünlüğü kalmamıştır:
"Binaenaleyh O, sadece va'dine sadıktır, Hakkın, tehdidine sadık olması diye bir şey yoktur.
Ama şayet onlar bedbahtlık yurduna (ateşe) girseler bile, orada lezzet üzere olacaklar, farklı nimetler tadacaklardır.
Bu nimetler Cennettekilerden farklıdır, ama netice aynı, iki nimet arasında görünüşte fark vardır.
Cehennemdeki nimete, tad (uzubet) kökünden gelen"azab" adı verilmiştir, çünki Cehennem tatlıdır. Bu azab, içindeki nimet için kabuk durumundadır, kabuk koruyucudur."
Bu görüş bir sivri uçtur. "Allah'ın tehdidinden cayması caiz değildir, tehdid ettiklerini mutlaka azaplandırması gerekir" diyen Mutezilenin bu görüşü de bir sivri uçtur. Bu adamlara göre, ateşe giren bundan asla kurtulamaz, öbürüne (İbn Arabi'ye) göre de orada kimse azap çekmez. Her iki gurup ta Rasülün getirdiği ve Allah'dan alıb bildirdiği kesin ve zaruri bilgilere ters görüş sahibidirler.
3 - "Oradakiler belli bir zamana kadar azab olunacaklar sonra oradan çıkacaklar, arkalarından onların yerine oraya başkaları gelecek."
İşte bu görüşü, yahudiler Peyagamber'e Sallallahu Aleyhi ve Sellem aktarmışlar, Peygamber, onlara yalan söylediklerini belirtmiştir. Allah Teala da onların bu sözlerinde yalan olduklarını Kur'an'da açıklamıştır:
"Bize sayılı günler dışında ateş dokunmayacaktır dediler. De ki: Allah katında bir söz aldınız da Allah o sözünden caymayacaktır mı yoksa Allah'a bilmediğiniz bir şeyi mi yamıyorsunuz? Doğrusu kim bir kötülük kesbetmiş, hatası kendisini çepeçevre kuşatmışsa, öyle olanlar cehennemliktirler, onlar, orada kalıcıdırlar." (Bakara, 80-81)
Yine şöyle buyurur:
"Baksana şu kendilerine kitabdan bir nasib verilenlere ki aralarında hükmetmesi için, Allah'ın Kitabına çağırdıkları zaman onlardan bir gurup O'na aldırmayarak yüz çevirir (kendi bildiklerine gider)ler. (Hiç çekinmeden böyle yapmalarının) Sebebi, bize sayılı günler dışında azab dokunmayacaktır demelerinden (zannetmelerinden)dir. Bu kuruntuları onları, dinleri hakkında yanılgıya düşürmüştür." (Al-i İmran, 23-24)
İşte bu (biraz girib çıkacağız), görüşü Allah'ın düşmanları yahudilerin görüşüdür. Onlar böyle düşüncelerin, bu görüşü sahiblenenlerin pirleridirler. Hem Kur'an, hem Sünnet, hem Sahabenin, hem Tabiinin, hem İslam imamlarının icmaı bunun yanlışlığına delalet ediyor.
Allah buyurur ki:
"Onlar oradan çıkacak değillerdir." (Bakara, 167)
"Onlar oradan asla çıkarılacak değillerdir." (Hicr, 48)
"Onlar oradan ne zaman çıkmak isteseler geri çevrilecekler." (Secde, 20)
"Onların işi bitirilmez ki ölsünler, oranın azabı onlara hafifletilmez de." (Fatır, 36)
"Deve iğne deliğinden geçmediği sürece (yani devamlı olarak) onlar Cennet'e girmeyeceklerdir."(A'raf, 40)
Bu ifade, onların Cennet'e giremeyeceğini olabildiği kadar beliğ bir biçimde ifade etmektedir.
4. "Oradan çıkarlar, Cehennem yine ateş olarak kalır, fakat içinde artık azab gören kimse yoktur."
Bu görüşten yine Şeyh el-İslam bahsetmiştir ve Kur'an ve Sünnet aynı şekilde bu görüşü de reddetmektedir.
5. "Bilakis bizzat fani olur, çünki Cehennem daha önce yok iken var olmuş sabit olan bir şeyin kalıcı ve ebedi olması muhaldir."
Bu görüş Cehm b. Safvan ve fırkasının görüşüdür. Ona göre Cennetle Cehennem arasında yok olma yönünden bir fark yoktur.
6. "Hayat ve hareketler sona erer, hareket etmeyen, acı duymayan cemadat olarak kalırlar."
Bu görüş Mutezilenin imamı Ebu'l-Huzeyl el-Allaf'ın görüşüdür. O bu görüşte, sonu gelmez hadis (sonradan olma varlık)lar olmaz görüşünü uygulamıştır. Ona göre bu hususta Cennet ve Cehennem de aynıdır.
7. "Cehennem'in Rabbi ve yaratıcısı Allah Tebârake ve Teala onu sona erdirir (fani kılar), O, Cehennem için varıb dayanacağı bir süre koymuştur, sonunda Cehennem sona erer, azabı ortadan kalkar."
Şeyh el-İslam der ki:
Böyle bir görüş, Ömer, İbn Mes'ud, Ebu Hureyre, Ebu Said ve başkalarından nakledilmiştir. Abd b. Humeyd, ki bu zat hadis imamlarının büyüklerindendir, meşhur tefsirinde der ki:
Bize Suleyman b. Harb anlattı, bize Hammad b. Seleme anlattı, Sabit'ten, el-Hasen'den, Ömer dedi ki:
"Şayet Cehennemlikler kum yığınları kadar bir süre de ateşte kalsalar yine bir gün gelir oradan çıkarlar."(İbn el-Munzir rivayeti, bk. ed-Durr el-Mensur, IV, 478.)
Yine dedi ki:
Bize Haccac b. Minhal anlattı, Hammad b. Seleme'den, Humeyd'den, el-Hasen'den, Ömer b. el-Hattab dedi ki:
"Şayet cehennem ehli cehennem'de kum yığınları sayısınca kalsalar yine bir gün gelir oradan çıkarlardı."
Bu açıklamayı O, "Orada, nice devirler bekleyecekler" (Nebe1, 23.) ayetinin tefsirinde zikretmiştir.
İşte bunu Abd, -ki O, hafız imamların ve sünnet ulemasının büyüklerindendir- Suleyman b. Harb ve Haccac b. Minhal gibi iki büyük zattan rivayet etmiştir. Bu iki zatta Hammad b. Seleme'den aktarırlar. Öyle bir zattan rivayetleri sana yeter.
Hammad da Sabit ve Humeyd'den, bu ikisi de el-Hasen'den aktarmışlardır. Bu kıymetli sened sana yeter.
Gerçi el-Hasen, Ömer'den direk işitmemiş ise de bunu bazı tabiinden rivayet etmiştir. Şayet Ömer'in böyle dediğine kanaati olmasa idi, onu böyle kesin olarak rivayet etmezdi. Çünki "Ömer dedi ki" ifadesini kullanıyor. Şayet bunun Ömer'den duyulmadığı farzedilse bile, o imamların bunu hiç redd veya inkar etmeden kabul etmeleri -ki onlar sünnete ters daha aşağı bir şeyi bile reddederler- yeter. Evet, eğer bu görüş o imamlara göre Allah'ın kitabına, Rasülünün sünnetine ve imamların icmasına ters bir şey olsaydı, onu, ilk inkar edenler bu kimseler olurdu.
Yine dedi ki:
"Şubhesiz bu görüşü Ömer'den nakledib kabul eden, bununla Cehennem'in ehli olan cehennemlikler cinsini kasdetmiştir. Bazı günah işleyenlere gelince, onların oradan çıkacaklarını ve orada kum yığınları kadar veya buna yakın bir miktar bile kalmayacaklarını hem onlar hem başka zatlar bilmektedir. Onlar yine bilmektedirler ki, cehennem ehli sözü, muvahhid (tevhid ehli) olanlara değil onların dışındakilere has bir sözdür. Nitekim Peygamber "cehennem ehli" demiştir.
Cehennemin gerçek ehli olan cehennemliklere gelince; onlar orada ölmeyeceklerdir, bir hayat da görmeyeceklerdir. Bu "orada kalacaklar" (1210) ve"onlar oradan asla çıkarılmayacaklardır" (Hicr, 48)ayetlerine ters de değildir. Bilakis Allah'ın haber verdikleri aksi mümkün olmaz bir doğru ve gerçektir. Fakat cehennem eceli gelib de tıpkı dünya gibi fani olduğu zaman, artık ne ateş kallmış olacaktır, ne de orada azab görmek diye birşey."
Bu görüşün sahibleri yine dediler ki:
"Ali b. Ebi Talha el-Valibi'nin Tefsir'inde, İbn Abbas'ın Radıyallahu Anhu;
"Dedi ki: Ateş sizin barınağınızdır, Allah'ın dilediği hariç hep orada kalacaksınız, senin Rabbin hakim (hikmet sahibi) ve bilendir" (Bakara, 162)ayetinde şöyle dediğini nakleder:
"Hiç kimsenin, yaratıkları hakkında Allah'a hükmetmesi, onlara Cennetlik ve Cehennemlik damgası vurması yaraşmaz."
Dediler ki:
Bu ayetteki tehdid ehl-i kıbleye mahsus değildir. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:
"Onları hep bir araya topladığı gün, ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız" buyurur.
Onların, insanlardan olan dostları ise, ey rabbimiz, biz hep birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık derler. Allah da buyurur ki:
"Allah'ın dilediği hariç, içinde sürekli kalmak üzere duracağınız yer ateştir. Şubhesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir." (En'am, 128)
Cinlerin insanlardan olan dostları için kesin olarak kafirler girer. Çünkü cinlerle dostluğa isyankar mûminlerden çok kafirler layıktır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur:
"Biz şeytanları, iman etmeyenlere dost kıldık."(A'raf, 27)
"Onun, iman edib sadece Rabb'lerine tevekkül edenlere karşı bir gücü yoktur. Onun gücü, onu dost edinenlere ve Allah'a şirk koşanlara geçer."(Nahl, 99-100)
"Takva sahipleri var ya, onlara şeytandan bir vesvese dokunduğunda, hatırlayıb hemen gerçeği görürler. Şeytanların dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürüklerler, sonra da yakalarını bırakmazlar." (A'raf, 201-202)
"Beni bırakıb onu ve zürriyetini dostlar mı edineceksiniz, onlar size düşman iken?" (Kehf, 50)
"Şeytanın dostları ile savaşınız." (Nisa, 76)
"İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır, bakın, şeytan tarafında olanlar mutlaka ziyan edeceklerdir." (Mucadele, 19
"Şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına vahyederler (vesvese ve fikir verirler), eğer onlara itaat ederseniz siz de muşriksiniz." (En'am, 121)
İstisna (hariç bırakma), şeytanların dostlarının ateşe gireceğinden söz eden ayette meydana gelmiştir. İşte bu noktadan hareketle İbn Abbas, "hiç kimsenin, yaratıkları konusunda Allah'a hükmetmesi yaraşmaz" demiştir.
Yine dediler ki:
"İlla, siva manasınadır, ayet "Allah'ın onlara artırmayı dilemiş olduğu azab" çeşitleri ve zamanları dışında" anlamına gelir diyenlerin bu sözüne gelince; bunun, müstesna ve müstesna minh'le uyuşmadığı gizli değildir. Şubhesiz muhatabın anladığı da, "illa" nın sonrasının öncesine muhalif olmasıdır."
Yine dediler ki:
"Bu istisna cehenneme girmeden önceki berzah, mahşer ve dünya zamanlarını dışarda bırakmak içindir diyenlerin bu görüşüne, sözün gelişi destek vermemektedir. Çünki bu istisna, hariç bırakma, onlar ateşe girdikten sonra gökler ve yer durdukça orada kalacaklardır anlamındaki haberi bir cümleden yapılmıştır. Binaenaleyh maksat girişlerinden önceki zamanla ilgili değildir. Muhatab öyle bir şeyi anlamaz. Baksana Allah onlara ateşte iken hitab ediyor.
Onlar "ey Rabbimiz biz birbirimizden yararlandık ve bize süre olarak tayin ettiğin ecele ulaştık" diyorlar. O, o zaman onlara:
"Ateş sizin barınağınız, orada kalıcılarsınız, Allah'ın dilediği hariç" buyuruyor. (En'am, 128)
Onların: "Ey Rabbimiz biz birbirimizden yararlandık ve bize süre olarak tayin ettiğin ecele ulaştık" sözleri bir çeşit itiraf, teslim oluş ve hasret duyuş anlamı taşır. Yani:
"biz cinlerden yararlandık, cinler de bizden, böylece muştereken şirke, şirki çağrıştıran günah ve sebeblere düştük, böyle vakit geçirib zevk etmeyi Sana ve Rasullerine itaate tercih ettik, ecellerimiz bitti, ömrümüz böyle geçib gitti, dünyada iken rızanı kazanmadık, ömrümüz boyu işimiz gücümüz birbirimizden yararlanmaktan başka bir şey değildi" demiş oluyorlar.
Şimdi düşün ki bu itiraflarında, taşıdıkları halin hakikati yatmaktadır. Düşün ki bu hakikat o gün onlar için nasıl da ortaya çıkıvermiş ve ecelleri süresince yaptıkları tek şeyin, birbirlerinden menfaatlenmek olduğunu, Rabblerine ibadet, O'nu tanımak, tevhid etmek, sevmek, rızasını tercih etmek gibi şeylerden nasipsiz olduklarını anlamışlar.
Onların bu itirafı şu sözlerine benziyor:
"Şayet işitir, akleder olsaydık cehennemliklerden olmazdık." (Mulk, 10)
"Ve böylece günahlarını itiraf ettiler." (Mülk, 11)
"Hakkın sadece Allah'a ait olduğunu anladılar."(Kasas, 75)
Vesaire.
Maksat şu ki, "Allah'ın dilediği hariç" sözü işte bu adı geçen kimselere aittir, tamamen onlara hastır veya hem onları hem de müminlerin isyankar olanlarını içine alır. Burada kasdedilenler sadace müslümanların isyankar olanlarıdır demenin ise hiçbir vechi (ihtimali) yoktur. Bir gurup bu görüş zayıf olduğunu görüş olarak benimseyince dediler ki; istisna (hariç bırakma), berzah ve mahşer müddetlerini hariç bırakmak içindir. Filhakika bu görüşün zayıf olduğu açığa çıkmıştır.
Diğer bir gurup ise bu istisna ateşin dışında başka bir azab ile ilgilidir dediler.
Dediler ki:
Mana, "siz ateşte ebedi olarak kalacaksınız, ancak Allah'ın sizin ateşin dışında azablandırmak istediği azab yani zemherir (zemheri) hariç."
Allah demiştir ki:
"Cehennem bir gözetlemedir. Azgınlar için dönüş yeridir. Orada devirler boyu kalacaklardır,"(Nebe', 21-23)
Bunlar diyor ki:
"Ebediyet devirlerle ölçülmez. Nitekim İbn Mes'ud, bu ayette;
"Cehennem'in üzerine öyle bir zaman gelecek ki o zaman orada kimse olmayacak, bu, onlar orada devirler boyu kaldıktan sonra gerçekleşecektir."
(Suyuti bu rivayeti ed-Durr el-Mensur, IV, 4784 de"Cehennem üzerine bir zaman gelecek ki kapıları pekiştirilecektir" şeklinde vermiştir.)
İbn Kayyim'in bu sözlerini dikkatle okuyan, onun Cehennemin faniliğine dair görüşleri ve bu görüş sahiplerinin delillerini tam bir tarafsızlık içinde naklettiğini anlar.
Halbuki O'nun el-Vabil es-Sayyib min el-Kelim et-Tayyib, s. 18'de yazdıkları onun, cehennemin devamlılığına kesin kanaat getirdiğini belirtmektedir.
İbn Kayyim orada şöyle demektedir:
"Cehenneme gelince orası, sözlerde, amellerde yiyecek ve içeceklerde hep pislik (habislik) yurdudur, orası habislerin yurdudur. Allah orada habisleri birbirinin yanına getirip, birbirinin üzerine yığacaktır, sonra onları ehli ile birlikte cehennemde kılacaktır. Yani orada habis olanlardan başka bir şey yoktur.
İnsanlar, hiç habisliği olmayan iyiler, hiç iyiliği olmayan habisler ve kendinde hem iyilikler hem habislikler bulunanlar diye üç tabaka olduğu için, yurtları da üçe ayrılmıştır:
Sırf iyilik yurdu, sırf habislik yurdu. Bu iki yurt asla fani olmaz. Bir yurtta, kendinde hem iyilik hem kötülük bulunanlar içindir. Bu yurt fani olucudur, bu yurt isyankarlar içindir. Çünki, cehennemde tevhid ehlinden hiç kimse kalmayacaktır. Çünki onlar cezaları oranında azab edilince cehennemden çıkacaklar ve cennet'e konacaklardır. Böylece nihayet sırf iyilik yurdu ve sırf habislik yurdundan başka hiçbir yurt kalmayacaktır.
(Şeyh İbn Kayyim : "Hâdi'l-Ervâh ilâ Bilâd el-Efrâh" (Ruhları, Sevinç Ülkesine Nağmeler Söyleyerek Sürükleyen), 67. Bölüm)
TIKLA : "CENNET
*******
(İftira ve hakikat ortaya çıkmış, İbn teymiyyenin Cehennemin ebedi olduğuyla ilgili bahsi geçen yazıyı , konuyla ilgili 7 görüş olduğundan dolayı sırayla görüş sahiblerini ve itikatlerini anlattığı ortaya çıkmıştır. Allahtan korkun )
Bu söze şöyle karşılık veririz; birincisi; Hasen el Basri, Ömer r.a.’den bunu işitmemiş olup, mürsel olarak rivayet etmiştir. Hasen el Basri r.a., zahid imamlardan biri olması yanında, müdellis bir ravi olup, mürsel rivayetleri imamlar indinde makbul değildir. İmam Darekutni Sünen’de der ki; “Hasen el Basri ve Ebul Aliye’nin mürselleri alınmaz. Zira bunlar kimden rivayette bulunduklarına dikkat etmezler.”
Ehli Sünnet İmamlarının bu söze karşı çıkmayışlarına gelince; onlar Ömer r.a.’ın bu sözünü, cehennem’e girip de çıkacak olan günahkar müminlerin hakkında olduğuna hamletmişlerdir.
Ayrıca Ömer r.a.’a nisbet edilen bu sözün sabit olduğunu kabul etsek bile, cehennem’in sonu geleceğine delil gösterilemez. Bu, “Zeyd şu evde şu kadar kalır, sonra oradan çıkar” demek gibidir ve bunu söylerken, evin yok olacağı anlamına gelmez.
Şayet; “Allah cehennemi, kendisine isyan eden kullarını cezalandırmak için yaratmıştır. Onların cezası bitince, oraya ihtiyaç kalmaz” denilirse, bu yukarıda kaydettiğimiz, cehennem azabının kafirlere sonsuz olduğunu belirten ayetlere muhaliftir. Bu hükümde ne sahabe, ne tabiin, ne de ehli sünnet imamları ihtilaf etmemiştir.
Sonra İbni Teymiye r.a., Ömer r.a.’ın sözünü kafirlere hamlederek; “zaten günahkar müminler cehennemde kum taneleri kadar uzun süre orada kalacak değildir. Ömer r.a. kafirleri kastetmiş olmalıdır” der.
Bu iddianın zayıflığı bellidir. Beyan ilmi, onun bu sözünün yanlışlığını ortaya koyar. Zira Ömer r.a. şart kaziyesiyle diyor ki; “Şayet, onların cehennemde kalışı şu kadar uzasa bile, yine oradan çıkarlardı.” İbni Teymiye’nin iddiasının kabul edilebilmesi için; “Şüphesiz cehennemlikler, kum taneleri sayısı kadar bekleseler de oradan çıkarlar” demiş olması gerekirdi. Bu yüzden bu sözün kafirlere hamledilmesi yanlış olup, günahkar muvahhidler hakkındadır.
(Batıl iddiasında Haklı çıkmak için her türlü iftira ve karalamayı göz göre göre yapan bu sapık sofiler, Allah'tan korkmaz, kuldan utanmasalarda böyle rezil duruma düşmekten kurtulamazlar.
Kitab elimizde olmasına rağmen yüzümüze baka baka, aynı konudaki başkalarına ait görüşleri; muhalifleri İbn Teymiyye ait miş gibi göstererek, Şeyhul İslam İbn Teymiyye'yi gözden düşürmeye, sapık intibaı vermeye çalışmıştır. Tabi sapığın kim olduğu ifşa olmuştur. Üstte koyduğumuz yazının aslında her şey ortadadır)
Ömer r.a.’ın bu sözü, İbni Mesud r.a.’ın rivayet ettiği şu hadisteki gibidir;
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Şayet cehennem ehline; “sizler ateşte dünyadaki taşlar kadar kalacaksınız” denilse, bununla sevinirlerdi.”
[sahihtir. Taberani(10/179) Deylemi(5154) Ebu Nuaym Hilye(4/168) Ebu Hatem İlel(2/224) Mecmauz Zevaid(10/396) Taberani’nin isnadında zayıf ravi Hakem Bin Zuheyr vardır. Elbani Zaiful Cami’de haksız olarak; mevdu dedi. Lakin Hafız İbni Receb bunu ceyyid isnad ile rivayet etti; Tahvif Minen Nar(s.179) Begavi Tefsiri(4/438)]
(Hadiste; "zayıf uydurma bakma al" diyen sofiyye, burada bir pratiği daha apaçık ortadadır. Görülüğü gibi zayıf, uydurma olsa da sahihtir notu verebilmekte, kendince delil diye ortaya koyabilmektedir.)
Cehennemde cezasını çekip, oradan çıkarılacak olan muvahhid günahkarların kalış süresi hakkında, İbni Ebu Hatem, ve es Sunne’de İbni Şahin, Ali r.a.’den rivayet ediyorlar; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Pişman olmadan ve tevbe etmeden ölen büyük günah sahiplerinden bazısı cehennem’de bir ay, bazısı bir sene kalıp çıkarılır. Onlar içinde cehennemde en uzun kalanı, dünyanın ömrü kadardır.” [zayıftır. İbni Receb Tahvif Minen Nar(s.189) Lisanul Mizan(5/150) Tehzibut Tehzib(9/118) İbni Makula İkmal(2/516) İbnül Cevzi İlelül Mütenahiye(2/940) mechul ravileri vardır.] Aynısını Hakiym et Tirmizi, Nevadirul Usul’de daha uzun bir metinle rivayet etti ve orada dünyanın ömrü yedi bin sene olarak geçer.
Sonra Şeyhulislam, cehennemin faniliğine, İbni Abbas r.a.’ın Enam suresi 128. ayeti tefsirinde söylediği şu sözünü delil getiriyor;
“Hiç kimsenin, yaratıkları hakkında Allah’a hükmetmesi, onlara cennetlik veya cehennemlik diye damga vurması yakışmaz.”
(Kitabın aslından yukarıdaki sözlerin İbn Teymiyye'ye mi yoksa, ibn Teymiyye'nin "Bu görüşün sahibleri yine dediler ki" diyerek nakli midir şimdi ortaya çıkıyor :
Bu görüşün sahibleri yine dediler ki:
"Ali b. Ebi Talha el-Valibi'nin Tefsir'inde, İbn Abbas'ın Radıyallahu Anhu;
"Dedi ki: Ateş sizin barınağınızdır, Allah'ın dilediği hariç hep orada kalacak sınız, senin Rabbin hakim (hikmet sahibi) ve bilendir" (Bakara, 162) ayetinde şöyle dediğini nakleder:
"Hiç kimsenin, yaratıkları hakkında Allah'a hükmetmesi, onlara Cennetlik ve Cehennemlik damgası vurması yaraşmaz."
Dediler ki:
Bu ayetteki tehdid ehl-i kıbleye mahsus değildir. Çünkü Allah şöyle buyurmuştur:
"Onları hep bir araya topladığı gün, ey cinler topluluğu, siz insanlarla çok uğraştınız" buyurur.
Onların, insanlardan olan dostları ise, ey Rabb'imiz, biz hep birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık derler. Allah da buyurur ki:
"Allah'ın dilediği hariç, içinde sürekli kalmak üzere duracağınız yer ateştir. Şubhesiz Rabbin hikmet sahibidir, bilendir." (En'am, 128)
CENNET )
Bu sözün, cennet ve cehennemin son bulmasıyla alakası yoktur. Müminlerden birinin işlediği günah sebebiyle, onun cehennemlik olduğuna veya işlediği sevap sebebiyle cennetlik olduğuna şahitlik etmenin caiz olmadığına işaret etmiştir ki, bu zaten sahih hadislerle sabit bir meseledir.
Bu konuda delil getirilen diğer rivayet; Ebu Hureyre ve İbni Mesud r.a.’dan nakledilen; “Bir zaman gelir ki, cehennemde kimse kalmaz”[5] sözüdür.
Begavi r.a., bu sözü naklettikten sonra der ki; “Şayet bu rivayet sabit ise, Ehli sünnet’e göre anlamı; “iman ehlinden kimse kalmaz” demektir. Kafirler ise sonsuza kadar cehennemde kalırlar.”
Ubeydullah Bin Muaz r.a., bu sahabelerin sözünü; “ashabımız derler ki; “Yani muvahhidlerden kimse cehennemde kalmaz demektir” diye açıklamıştır.
Diğer bir delilleri; “Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin, istediğini hakkıyla yapandır.”(Hud 107) ayeti hakkında Ebu Said, Cabir ya da başka birinin; “Bu ayet bütün tehdit ayetlerine uygulanır.”[6] Sözüdür.
Suyuti bunu Durrül Mensur’da, Abdurrazzak, Taberi, İbnül Münzir, Taberani ve Beyhaki’nin Esma ve Sıfat adlı eserine nisbet etmiştir.
Bu rivayette ravi Ebu Nadre; “ya Ebu Said, ya Cabir, ya da başka bir sahabe dedi ki..” diyerek şüpheli bir şekilde ibare kullanmış, bunu kimin söylediği meçhul kalmıştır. Delil olarak kullanılamaz.
Rivayet sabit olsaydı bile, cehennemin sonlu olduğunu göstermez. Nitekim Beyhaki, el Ba’s ven Nuşür’de, İbni Abbas r.a.’nın bu ayetin (Hud 107) tefsirinde;
“Fakat Rabbin şunların cehennemde, şunların cennette kalmasını dilemiştir.” Dediğini rivayet ediyor.
Bu ayetteki; “Rabbinin dilediği hariç” ifadesi, İbni Abbas, Hasen, Halid Bin Madan, Dahhak, Katade, Ebu Sinan, İbni Kesir, Taberi ve başkalarının da dediği gibi, muvahhidler hakkındadır. Zira, “bedbaht olanlar” lafzı, kafirleri de, günahkarları da kapsar.[7]
Beyhaki, Ferra ve Halimi’den naklen der ki; “bu ayetteki “illa=ancak” edatı, “siva=dışında” manasındadır. Bu aynı; “falanın bende bir seneye kadarki iki bin dirhemi dışında, bin dirhemi vardır.” Sözü gibidir.[8]
İbni Amr r.a.’ın “Cehennemde hiç kimse kalmaz ve kapıları kapanır”[9] sözünü delil getirdiler. Rivayet bu şekliyle münkerdir. Bezzar’ın rivayet ettiği sahih rivayette; “yani cehennemde muvahhidlerden kimse kalmaz” ziyadesi geçiyor.[10]
Enes r.a. merfuan rivayet ediyor; “Cehennem üzerine bir gün gelir ki orada ümmeti Muhammed’den kimse kalmaz.” [11]
Yine Ebu Umame’den merfuan; “Cehennem üzerine bir gün gelir ki, ademoğlunun muvahhidlerinden hiç biri orada kalmaz ve cehennemliklerin üzerlerine kapılar kapanır.”[12]
Sonra Şeyhul İslam İbni Teymiye, İbni Merduye’nin tefsirinde Cabir r.a. hadisinden tahric ettiği şu rivayeti delil getiriyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bahtsızlar ateştedirler. Onların orada (o bunaltıcı ateş içinde) bir soluk alıp verişleri vardır ki!... Rabbinin dilediği hariç, (onlar) gökler ve yer durdukça o ateşte ebedî kalacaklardır.”(Hud 106-107) ayetleri hakkında buyurdu ki; “Allah dilerse, bedbaht olanlardan bazı kimseleri ateşten çıkarmayı ve onları cennete koymayı dilerse bunu yapar.”[13]
Deriz ki, bu, cehennemin son bulacağına değil, tam aksine delil olur. Burada çıkarılması dilenen bedbahtlar, İbni Abbas r.a.’nın dediği gibi muvahhid olanların günahkar olanlarıdır. Ayrıca burada bedbahtların muhakkak çıkarılacağı belirtilmemiş, “Şayet Allah dilerse” diye şarta bağlanmıştır. Bu aynı şu ayetteki gibidir;
“Biz dileseydik, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, "Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım" diye benden kesin söz çıkmıştır.”(Secde 13) burada da Allah’ın dilemesine bağlanmıştır.
Buhari ve Müslim’in sahihlerinde rivayet edilen hadiste; “Ölüm, çok güzel bir koç şeklinde getirilir ve cennet ile cehennem arasında boğazlanıp şöyle denilir; ey cennet halkı, ebedilik var, ölüm yok, ey cehennem halkı, ebediyet var, ölüm yok!” buyrulmuştur.[14]
İddia sahibinin diğer delilleri olan; “(Azgınlar) orada çağlar boyu kalacaklar, Orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, Kaynar su ve irin (tadarlar). Ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak. Çünkü onlar hesap gününü (geleceğini) ummazlardı. Bizim âyetlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı.”(Nebe 23-28) ayetlerine gelince;
Bu ayetlerde anlatılanlar, kafirlerin sıfatıdır. İbni Teymiye’nin buradaki “çağlar boyu” ifadesini alarak, fakat sonra gelen ayeti hesap etmeyrek delil getirmesi, onun bir zuhulüdür. Nebe suresi 30. ayetinde buyrulur ki; “Tadın! Bundan sonra yalnızca azabınızı arttıracağız.” Şayet kastedilen; “çağlar boyu cehennemde kalmalarından sonra ancak azabın artacağı” olunca, İbni Teymiye’nin bu iddiası boşa çıkmış oluyor.
Nitekim burada “çağlar boyu” diye terceme edilen “ahkab” kelimesi hakkında Begavi ve Abd Bin Humeyd, Hasen el Basri r.a.’den şöyle naklediyor; “Ahkab; ancak süreklilik, devamlılık ifade eder.”[15]
Abdurrazzak, Taberi, Abd Bin Humeyd ve İbnül Münzir, Katade r.a.’den naklediyor; “Ahkabın sonu yoktur, bir hukubdan diğer hukuba geçmeyi ifade eder.”[16] Rabi Bin Enes de böyle dedi.
Netice; ne ayetlerde, ne hadislerde, ne de sahabe sözlerinde, cehennemin sonu geleceğine delil yoktur. Bilakis cehennem azabının ve cennetin sonsuz olacağına dair deliller çoktur.
Cehennemde azap olmayacağı, azabın biteceği şeklindeki görüşler ise, Kitap ve sünnete muhalif, sapık görüşlerdir.
Şia taifesinden Mustafa İslamoğlu; “Bakî olan yalnız Allah’tır. Bu yüzden cennet ve cehennemin sonu vardır.” Diyor! Vahyin belirlediği hükme rağmen böyle düşünen sapıklara şunu sorarım; o çok güvendiğiniz mantığınız uzayın sonsuzluğunu nasıl algılıyor acaba
[1] Müslim(iman 306) Cemül Fevaid(10053)
[2] İbni Kayyım Hadil Ervah(s.409) Suyuti Durrül Mensur(4/478)
[3] sahihtir. Taberani(10/179) Deylemi(5154) Ebu Nuaym Hilye(4/168) Ebu Hatem İlel(2/224) Mecmauz Zevaid(10/396) Taberani’nin isnadında zayıf ravi Hakem Bin Zuheyr vardır. Elbani Zaiful Cami’de haksız olarak; mevdu dedi. Lakin Hafız İbni Receb bunu ceyyid isnad ile rivayet etti; Tahvif Minen Nar(s.179) Begavi Tefsiri(4/438)
[4] zayıftır. İbni Receb Tahvif Minen Nar(s.189) Lisanul Mizan(5/150) Tehzibut Tehzib(9/118) İbni Makula İkmal(2/516) İbnül Cevzi İlelül Mütenahiye(2/940) mechul ravileri vardır.
[5] Taberi(12/118) Begavi Tefsiri(2/403) Suyuti Durrül Mensur(4/478) Ruhul Maani(12/146)
[6] Durrül Mensur(4/478)
[7] Taberi(12/118) Kurtubi(9/99) İbni Kesir(8/3988)
[8] Şuabul İman(1/329)
[9] münker bir rivayettir. Bkz.: Zehebi Mizan(7/189) İbni Hacer Tehzibut Tehzib(12/49) Salebi Tefsiri(4/321)
[10] Bezzar(6/442) Hafız İbni Hacer, Tahricu Ehadisil Keşşaf(s.82) Alusi Ruhul Maani(12/146) Feyzul Kadir(1/40)
[11] İbni Adiy Kamil(5/220) Zehebi Mizan(5/124) Feyzul Kadir(5/321)
[12] Taberani(8/247) Deylemi(5351) Hatib Tarih(9/122) Mecmauz Zevaid(10/360)
[13] Suyuti Durrül Mensur(4/476)
[14] Müslim(4/2189) Buhari(11/406-Fethul Bari) Beyhaki Şuab(386-387)
[15] Taberi(30/11) Lisanul Arab(1/326) Beyzavi(5/441) İbni Kesir(4/465) Kurtubi(19/177) Durrül Mensur(8/394) Salebi(4/381) Vahidi(2/1166) Begavi(4/438) Zadul Mesir(9/8) Celaleyn(s.787) Nesefi(4/311) Alusi Ruhul Maani(30/14-15)
[16] bir önceki dipnota bakınız.
Şeyh Osman el Hamis:
Şeyhu'l islam İbn Teymiyye (Rahimehullah)'ın Cehennemin Ebediliği ve Usûlu
İLGİLİ KONULAR :
İbni Arabi'nin Rasulullah'ı (s.a.v.) Sollama Zırvası
https://www.islam-tr.org/konu/ibni-arabinin-rasulullahi-sollama-zirvasi.9023/
Seyyid Kutub'u Yanlış Anlayanlar ve Hatalı Tekfir Edenlerin Hatası
https://www.islam-tr.org/konu/sehid-seyyid-kutubu-yanlis-anlayanlar-ve-hatali-tekfir-edenlerin-hatasi.20788/