Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sistem İçi Mücadele Yöntemi ve Anayasa Tartışmaları Üzerine‏

I Çevrimdışı

izminçik

Üye
İslam-TR Üyesi
İslami kesim son on yıldır İslami mücadelede yöntem sorununu tartışmaktadır. On yıl öncesinde birçok model benimsendiğinden olsa gerek son on yıl biraz da muhafazakâr bir partinin iş başına geçmesiyle birlikte yöntem sorunu yeniden güncellenmiş durumdadır. Sistem içi mücadeleden kasıt sistemin meşru gördüğü araçları kullanarak mücadele etmektir. Tabi bu mücadelede amaçlanan İslami yani tevhidi duruşu bozmadan müminlere alan açmaktır. Türkiye siyasi tarihine baktığımızda bu iddia ile ortaya çıkan pek çok siyasetçi olmuştur. Bunlardan en meşhuru Necmettin Erbakan ve onun temsil ettiği harekettir. Sistem içi mücadele araçlarından olan parti kurma yöntemini tercih eden Erbakan kısa sürede İslami kesimin sesi olmayı başarmış ve ardına taktığı milyonlarca insanı politize etmiştir. Peşindeki kitle, devrimi ha bugün yaptık ya da yarın yapacağız inancıyla çalışmıştır. Oysa yıllar süren bu serüven kitlelerin dünyevileşmesi, yılgınlığa kapılması ve sistemin içinde erimeyle son bulmuştur. Oysa ilk çıkış kaynaklarında adil düzen, İslami bir devlet modeli sunan bu yapı, geldiği nokta itibariyle parlamenter demokrasiye iman etmiş ve devletin temel mantalitesine dokunmayan noktalarda siyaset yapmaya devam ederek geleceğe taşıyacağı herhangi bir heyecan ve İslami projeden yoksun kalmıştır. Böylelikle peşindeki kitleyi de sistemin kucağına atıvermiştir.
Tabii bu düşüncenin karşısında tevhidi kesim mevzisini koruyarak en başında bu yönteme karşı çıkmış ve “sizin dininiz size bizim dinimiz bize” vahyi gereğince kendi metodolojisini üretme yoluna gitmiştir. Bu anlayışın neticesinde bu ülkede tevhidi dillendirenler bir hayli çoğalırken beraberinde sistem dışı kalmalarından dolayı çeşitli işkenceler, hapis hayatı ve sürgünleri yaşamak zorunda kalmışlardır. Ercümend Özkan sistem dışı kalanlardan bir tanesidir mesela. Bu ülkede tevhidi düşünen insanlar her zaman üvey evlat muamelesi görmüşlerdir. Sistem içi araçları; oy vermeyi, partisel mücadeleyi, sendikal faaliyetleri, vakıf ve dernek çalışmalarını reddedenler bunun alternatifi olarak Dar’ül Erkam modelini oluşturarak ev çalışmalarına önem vermiş ve bu sayede birçok mütefekkir bu okullardan yetişerek vahyin hayata girişine öncülük etmişlerdir. Bu düşünceyi temsil edenler sistemin restorasyonla değil inkılapla değişmesi gerektiğini savunanlardı. Devletin değişmez kabul ettiği temel yasaları başta İslami bulmayan bu tevhidi duruş mevcut yönetimin ordudan tutun polis teşkilatına kadar, partilerden tutun ekonomik yönetime kadar ve üniversitelerden tutun diyanet teşkilatına kadar her alanda köklü bir değişimin gerekliliğini savunuyorlardı. Oy vermeyi tağuta destek vermek olarak gördüklerinden oy veren iman dairesinden çıkıyordu. Yani sistem içi araçları kullananlar veya kullanmaya yeltenenler şiddetle eleştiriliyordu. İşte bu yüzden devlet bu grupları terör çıkarmak, halkı bölücülüğe teşvik etmek gibi ve TC’yi devirip yerine şeriat devleti getirmeyi istemekle suçlayarak bu hareketi yapanları şiddetle cezalandırıyordu.
Aliya İzzet Begoviç, anılarını anlattığı “Tarihe Tanıklığım” kitabında Yugoslavya’nın dağılmadan önce yaşadığı bir tutuklanış anısına değinirken şöyle diyordu: Polis teşkilatı Aliya’yı yakaladığında aynen şöyle der: “Bay Aliya, bize deseniz ki şu dağın ardında bir askeri grup hazırladık ve sizinle savaşacağız. Bundan asla korkmayız ve topumuzla, tüfeğimizle savaşırız. Ne var ki sizin iki, üç kişiyle bir evde çalışma yaptığınızı duyarsak bu bizi çok korkutur çünkü biz Yugoslavya’yı bu şekilde kurmuştuk.” Devletler bu anıda anlatılan yasayı çözmüş olmalılar ki halkının böyle çalışma yapmalarından şiddetle çekinmektedirler. Onun için sistem ne yapılıyorsa gözünün önünde yapılmasını ve kurallarını kendi çizdiği bir metodla yapılmasını salık vermektedir. Sistemler, kendine muhalif grupları bu şekilde asimile ederek kendi bünyesinde eritme yoluna gitmişlerdir. Tabii bu sisteme entegre olmayanları ise devlet, terörizmle suçlamıştır. Tevhidi camiaların yıllar süren mücadelesine karşın devlet de bir karşı mücadele yapmıştır. Geleneksel Sünni anlayışla beslenen, tasavvufi mistik anlayışı toplumun tek geçer akçe dini kabul ettirirken tevhidi camiaları vahhabilikle ve sapkınlıkla suçlamıştır. Şeriati’nin deyimiyle dine karşı din savaşları vermişlerdir.
Tevhidi Camiaların Zamanla Evrimleşmesi:
Tevhidi camialar bir yandan sistem ve diğer yandan da geleneksel din ile mücadele ederken şahitsizliğin sıkıntılarını yaşamışlardır. Çünkü birtakım şeyleri el yordamıyla bulduklarından yapayım derken kırdıkları şeyler de çok olmuştur. Zamanla tevhidi camialar da geleneksel dine karşı ve tasavvuf anlayışına karşı mücadele verilmesinden dolayı o düşüncelerde varolan şeyh-mürit ilişkisi yanlış bir zemine oturtulmuş ve bir lider anlayışı gelişmemiştir. Yani gassalın elinde meyyit olmayalım derken ağabeye/ üstada/ lidere karşı bağlılık sağlıklı bir zemine oturmamış aksine gereksiz sayılabilecek bir itaatsizlik ve bireycilik anlayışı gelişmiştir. Kur’an’ı bir kaç defa okuyup bitirenler ve üç beş çeviri kitap okuyanlar, ağabeyleri eleştirerek yeni tabelalar oluşturarak yeni cemaatçikler oluşturmuşlardır. Sağlıklı bir düşünüşle ve sağlam bir bilgi temeliyle oluşmayan bu yapılar ya zamanla gelenekselleşmişler yahut da sisteme entegre olmuşlardır.
Bir takım camialar da tevhidi duruşunu koruyarak diğer camialara ağabeylik yapmak adına veya daha fazla kitleyi etkilemek adına kimi söylevleri fazla dillendirmemeye gayret etmişlerdir. Halkın hoşuna gidecek, suya sabuna dokunmayan cümlelerle esas söylenecek sözler ya hiç söylenmemiş ya da ta sonralara bırakılarak bireyin sağlıklı bir zeminde gelişmesinin önüne geçilmiştir. Geniş kitlelere ulaşan camialar dünyanın değişen yüzünü iyi okuyamadıklarından olsa gerek bir takım savrulmalara uğramışlardır.
Kuşkusuz bir düşünce ve hareketin güçlü bir zemine oturabilmesi için belli başlı kriterlere ihtiyacı vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz; öncelikle kendi inandığı değerleri çok iyi bilmesi ve o değerlere koşulsuz güven duyması ve yaşamını da o değerler üzerine bina etmesidir. Ondan sonra dünyanın gidişatını, dünyaya yön veren fikri akımı ve ülkesinin konumunu, tarihini, toplum yapısını ve düşünce yapısını, temel felsefesini bilmesi gereklidir. Müslümanların basiretli olması ve hikmetli bir hareket vücuda getirmeleri de ancak bu yolla mümkündür. Oysa Müslümanlar böylesi bir derinlikli okumaya geçebilmiş değillerdir. Ayrıca bir kısım okuyan camialar kendilerini en üst mercii olarak görme yanlışına düştüklerinden dolayı (ki etkilediği insan sayısının çokluğu onlara bu düşünceyi kanıksattırmış olabilir) öğrenmeye ve eleştiri ile kendilerini sorgulamaya alıcılarını kapatmış durumdadırlar. Bir okul, bir mektep oluşturmadan sloganik bir tavırla tepki geliştiren ve giderek inkılabi metoddan tertil fıkhına kayan bu düşünce grupları zamanla sistem içi araçları meşru görme yoluna gitmişlerdir.
Nebevi hareketler irdelendiğinde ve Kur’an’ın metodu takip edildiğinde sistem içi araçların sürekli reddedildiği ortadaydı. Bu bilinen bir vakıaydı ne var ki derinliksiz okumalar, dünyayı algılayamama, yetişmiş kadroların eksikliği, uzun vadeli projelerin yoksunluğu bu camiaları yeni bir yola mecbur etmiştir. Çünkü slogana mâhkûm olan bu düşünce sahiplerine bir çıkış gerekiyordu ki o da sistem içi mücadele araçlarının tartışılır hale getirilmesiydi. Durum şimdi tersine dönecekti çünkü en başta belirtmiş olduğumuz Necmettin Erbakan hareketinin sonuçları aynısıyla bu hareketin de başına gelecekti. Çünkü bu tür günü kurtaran çözümler uzun vadede yapılması gerekli olan proje ve çalışmaları da karartacaktır. Oysa nebevi hareket gereği sabırla sayıya bakılmaksızın uzlaşı olmadan mücadelenin ciddiyetle devam etmesi gerekiyordu. Ama böyle olmadı. Olmadı olmasına da bu araçları kullanmanın da bir gerekçesi olmalıydı. Yani birilerini bu araçları kullanma hususunda ikna etmeli ve İslam tarihinden kendilerini destekleyecek dayanaklar bulmalıydılar. Ve bu dayanakları da kendi yorumları çerçevesinde te’vil yaparak buldular.
Sistem İçi Araçları Kullanmanın Gerekçeleri:
En başta Hz. Yusuf örneği vardır. Oysa bu konunun da derinliksiz bir okuma ürünü olduğunu görmekteyiz. Zira Hz. Yusuf’a Allah elçiliğini güçlü kuvvetli çağına erişince vermektedir. Bu süre muhtemelen Yusuf’un zindanda olduğu bir zamana denk düşer. Yusuf, Firavun’un rüyasını yorumladıktan sonra Firavun bu bilge kişiyle görüşmek ister ve görüştükten sonra Yusuf’a iman eder. (Tevrat, Tekvin, bab 41, 37. ayetten itibaren okuyunuz) Sanıldığı gibi Yusuf kâfir bir sistemin maliye bakanlığını yapmış biri değildir o kendisine İman etmiş ve kralın emriyle tek tanrılı dini kabul etmiş bir ülkenin maliye bakanlığını yapmıştır. Tersini düşünecek olsaydık kuşkusuz Allah’a şirk koşan bir kralın işlerini yaparak o krallığın uzun yıllar yaşamasını sağlayacaktı ki bu nübüvvetin kaidesine aykırıdır. Yusuf tevhidi düşüncesinden asla taviz vermemiş ve rüyayı yorumlama biçimiyle de Allah’ın peygamberi olduğuna kralı inandırmış birisidir.
Bir diğer gerekçeleri Habeşistan’a hicret olayıdır. Burada tartışılması gereken şey her şeyden önce hicret olayının doğru değerlendirilmesidir. Kur’an hicret sürecini anlatırken kâfirlerin müminlere nefes aldırmayacak kadar baskı yapması karşılığında inançlarını koruması için o ülkeyi terk ederek inançlarını rahatça yaşayacakları mekânlar bulma gayretidir. Eğer bu mümkün değilse bulundukları yerde sabretmeleri gerekmektedir. (16/110- 6/34) Hicretten önce Müslümanların hicreti hak edecek bir şahitlik ortaya koymaları gerekiyordu ki ardından müminlerin korunması hadisesini ele alıp tartışabilelim. Habeşistan’a hicret işte tam bu nokta da ortaya çıkmış bir hicretti. Sahabesinin öldürülmesine dayanamayan resul bir avuç inanan insanı kaybetmemek için onların canlarının emniyet altına alınacağı bir çare düşünmüş ve müminler o dönemde güvenilir bölge olan Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Oraya ulaşan sahabilerin Necaşi ile diyalogları ise hafızalarımızdadır. Yine inançlarından taviz vermeden kendilerini krala karşı savunmuşlardır. Oysa bugün bunu sistem içi bir aracı kullanmak için öne sürmek çok yersiz ve gereksizdir. Henüz bunu konuşabileceğimiz bir şahitliği ortaya koyabilmiş değiliz maalesef.
Medine’ye hicret zaten peygamberin bir güç olarak kabul edildiği zamanda gerçekleşmiştir. Dolayısıyla orada sistem içi bir araçtan söz etmek yine mantıksızdır. Medine’de şartları belirleyen Peygamber’in kendisidir. Güç ve iktidar Allah’ın da yardımıyla elçisi Muhammed’indir (sav).
Bir diğer dayanak noktası Rum suresinin ilk ayetleridir. Kur’an bütünlüğü ve nüzul ortamı gereğince ayet değerlendirildiğinde dönemin süper gücü Sasani’lere yenilen Rum’ların kısa süre sonra Sasani’lere karşı galip geleceği bildirilmekte ve emrin öncesinde ve sonrasında Allah’a ait olduğu müminlerin de bu emirle sevineceği belirtilmektedir. Bu sure Mekki bir suredir. Mekke’de zulüm gören ashaba ve resule müjdedir. Yani Rumların galip gelmesi gibi sizde yakında galip geleceksiniz ve bununla sevineceksiniz demektedir. Yani iki kafir devletten birinin diğerini yenmesi o dönem işkence altındaki müminlere hiç faydası yoktu. Birilerinin zorlama yorumlarıyla dış dünyayı takip eden ve iki güç arasında dengeleri oynayarak kendine alan açmaya çalışan kimseler de yoktu. Zaten buna imkân da yoktu. Yani bu ayetten sistem içi mücadeleye dayanak üretmek yine çok zorlama bir tevilden öteye geçmemektedir.
Yine sistem içi mücadeleye örnek olması için verilen diğer ayet Mümtehine suresi 8 ve 9. ayetlerdir. Ayetler aynen şöyledir: “Allah, sizi, din konusunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış kimselere iyilik etmekten, onlara âdil davranmaktan men etmez. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever. Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” Bu ayetler Medine döneminde inmiş olan ayetlerdir. Yani müminlerin güçlü olduğu bir dönemde yapması gerekenleri anlatan ayetlerden biridir. Oysa yaşadığımız toplumda güçlü olan küfür sistemidir. Müminler fevri anlamda şahitlik yapma gayretinde olsalar da bir güç, otorite olabilmiş değillerdir henüz. Mekke dönemi ve Medine dönemi diye analojik olarak yaklaşmadığını düşünen bir kısım müminler bu ayetlerin bugün de kâfirlerin hâkim olduğu süreçte de yaşanabileceğini iddia etmektedirler. Gelin biz de öyle düşünelim bir an için: Ayette “din konusunda sizinle savaşmamış” ifadesini alalım ve içinde yaşadığımız hem dünyayı hem de ülkemizin siyasi yönetimini değerlendirelim. Eşcinselliğin, travestiliğin, zinanın meşru olduğu, kapitalizmin elleriyle insanların kazançlarının elinden alındığı, hevaperest bir toplum dayatması yapıldığı, alkolün toplumsal travma yarattığı ve güçlünün güçsüzün tepesine bindiği, adil olmayan gelir dağılımı… vs. bu sıralamayı uzatmak mümkün. Bütün bu sıraladıklarımız Allah’ın belirlediği hududullaha bir saldırı değil midir? Saldırının illa şiddet içeren bir eylemle mi gelmesi gerekir. Kaldı ki eğer gerçek şahitlikler biraz çoğalsın ve sistem alarm versin şiddet tüm gücüyle müminlere isabet edecektir. Bunu anlamak için özgürlük, insan hakları iddiasında bulunan o süper güçlerin Ebu Gureyb’ine, Guantanamo’suna çıplak gözle bakmak gerekecektir. Özgürlük ve insan hakları havarileri konu direnişçi müminler olunca birden insanlığını kaybederek saldırganlaşırlar. Çünkü İslam onların kan emici sistemlerine karşıt duracak ve onların düzenini alaşağı edecek yegâne sistemdir de ondan.
Ayrıca yine peygamberin Mekke’de Ebu Talib’in himayesinde olması, Taif dönüşü müşrik olan Mutim b. Adiyy’‘in himayesine girerek Mekke’ye girmesi de yukarıdaki diğer konular gibi doğru bir tahlile tabi tutularak yapılmamıştır. Çünkü bugünün sistem içi mantığına göre değerlendirildiğinde bir uzlaşı söz konusu değildir. Herhangi bir iş karşılığında bir vaad yoktur ortada. Peygamberin tevhid mücadelesi bu süreçlerde de bu süreçlerden sonra da şiddetlenerek devam etmiştir. Bizim buradan çıkarmamız gereken ders sistem içi araçları Müslümanların lehine nasıl kullanırız olmamalıdır. Biz kendimizin bizzat oluşturduğu metodolojiyi takip ederek (ki bu metodolojide asla küfrü onaylayan bir hareket olmamalıdır) kendi gündemlerimizi yaşamalıyız. Anayasa tartışmalarına da bu değerlendirmeler ışığında bakabilmeliyiz.
Anayasa Tartışmalarına Genel Bir Bakış:
Anayasalar bir sistemin kurucu asli iktidarları tarafından yapılır ve devletin temel mantalitesini ortaya koyar. TC anayasası da bunlardan biridir. Anayasanın ilk üç maddesi; devletin şeklini, cumhuriyetin şeklini ve devletin bütünlüğünü, resmi dilini, bayrağını, milli marşını, başkentini konu edinir. Bu üç maddenin bırakın değişmesini değiştirilmesini dahi teklif etmek yasaklanmıştır. Devletler zamanla toplumu yönetmede gerek dış müdahalelerin etkisiyle gerek konjonktüre göre farklı tepkiler gösterebilir. Bir bakarsınız jakoben cumhuriyetçiler iktidardadır, bir bakarsınız liberal demokratlar iktidardadır. İktidara kim gelirse gelsin devlet temel değişmez dinamikleri ile ayaktadır ve gücünü muhafaza etmektedir. İslami bir iktidar ancak inkılabi bir metodla mümkündür. Yani sistem içi bir restorasyonla devlet aygıtı tevhidi olamaz. Ancak sistemin komple yıkılıp yeniden İslami usullere göre şekillendirilmesi gerekmektedir. Devlet Türkiye’de son on yıla yakındır liberal demokrat bir yönetim tarzıyla yönetilmektedir. Bu yönetim anlayışı Müslümanları direk cepheden gören, onları düşman ilan eden ve şiddetli baskı uygulayan bir anlayış yerine sözüm ona daha müşfik, uzlaşmacı ve sabredicidir.
Sistem, değişmesini teklif etmeyi bile yasak saydığı temel maddelerine dokundurmadan teferruat olarak baktığı diğer tüm konularda her türlü fikre kendini açık tutmuştur. Başörtüsü, namaz, katsayı, vakıflar-dernekler kanunu, özel okullar vs. bunlar sistem için teferruat olan konulardır. Bunu söylerken aklıma Napolyon’un Mısır’ı işgal ettiğinde ezan sesi duyunca yanındaki yaverine dönerek “bu nedir” diye sorması geliyor. Yaveri, ezan olduğunu ve Müslümanları namaza çağırdığını söylüyor. Napolyon; “bize, işgalimize bir zararı var mı?” diye soruyor. Yaver ise “hayır efendim” deyince tamam “o zaman ezanın okunmasında ve namaz kılmalarında sakınca yoktur” diyor. Yani devletler temel dinamiklerini tehlikede görmedikçe herkesle oturup konuşabilir. Anayasa tartışmalarına da devlet aynı cepheden bakmaktadır. Benim Lat, Menat ve Uzza’ma dokunmayın ama toplumsal ilişkiler adına her şeyi konuşabiliriz demektedir. Oysa peygamberler putları kırmak için gönderilmişlerdir. Biz onların takipçileri olarak onların kutsal saydığı putlarına karşı mücadele etmek zorundayız. Allah, henüz vahyin başında Kalem suresinde 8. ayetten başlayarak müminlerin nasıl bir metod içerisinde olması gerektiğini sıralamıştır; “Şu halde yalanlayanlara itaat etme. Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp uzlaşacaklardı. Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren, hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı. Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye…” bu sayılan kötü özellikler yalnızca bireylerin değil aynı zamanda modern toplumlarda devletlerinde karakteridir. Bugün sıkça vurgulanan siyasal İslam teriminden kasıt tevhidi düşünen camialardır ve sürekli sistem tarafından aşağılanmaktadır. Demokrasi ve özgürlük havarileri sürekli bizden olduklarına ve bize özgürlük getireceklerine yemin ede dursunlar (Libya, Tunus, Irak, Sudan, Mısır vs gibi) getirdikleri daha fazla yoksullaşma, insanlığın köleleşmesi ve toplumsal kargaşanın devam etmesidir. İnsanlığı tevhide ulaştıracak he türlü hayrın önüne geçmekteler ve yapılanları toplumda kaos çıkarmak, terör faaliyetlerinde bulunmak olarak nitelemektedirler. Şimdi bu güçlerle veya bu güçleri temsil eden işbirlikçilerle oturup biz sizin putlarınıza dokunmayalım sizde bizim inançlarımıza müsaade edin uzlaşalım demek bilinç körlüğü ya da şuur bozukluğudur.
Metin Önal Mengüşoğlu’nun “Anayasanın Devir ve Iskatı” yazısında ifade ettiği gibi sistem içi mücadele etmeyi tercih edenler kendilerini hızlı koşan bir atın üzerinde iyi bir süvari zannedebilirler lakin atın sahibi başkadır, terbiyecisi başkadır, gireceği ahır başkadır. Sizin terbiye etmediğiniz, ve size ait olmayan bir varış çizgisine, noktasına sizi götürecek olan bu yolculuk Allah’ın arzu etmediği bir noktada son bulabilir. Onun içindir ki “yaratan rabbin adıyla oku”mayı becerebilmek gerekiyor. Bunun için uzun soluklu daha derinlikli okumalara ve beraberinde vahyin şahitleri olmaya ihtiyacımız vardır.
Sonuç:
Sistem içi mücadele, cumhuriyetten bu yana müslümanları sisteme entegre etmekten başkaca bir işe yaramamıştır. En son örneği ise referandum sürecidir. Kemalist oligarşinin geriletilmesi iddiasında olanlar devletin temel dinamiklerinin değişmediğini görmüşlerdir. Varolan mevcut yasaların ya da çıkacak olanların halktan çok elitlerin, kompradorların elini güçlendireceğinden kuşku yoktur. Kaldı ki biz güçlü bir topluluk olamadıkça ve masaya yumruğunu vuracak bir güç olamadıkça başkalarının çizdiği gündemler dışına çıkamayacağızdır. Artık İbrahim olma zamanıdır, putları kırma zamanıdır. Ne var ki işimiz daha zordur. Zira yalnız meydanlardaki putları değil kalem ve kağıtlardaki putları da farketmek ve onların büyüsüne aldanmadan onları da yok etmek lazımdır. Onun içindir ki daha fazla okumaya, tefekküre, istişareye ve bir binanın tuğlaları gibi kenetlenmiş şahitliğe ihtiyacımız vardır. Bırakalım onların dini onların olsun bizim dinimiz se bizim. Biz onların taptıklarına tapmayalım onlar da bizim taptığımız ilaha tapmasınlar. Safları net olarak ayrıştıralım ki metodolojimiz de ona oranla homojenleşsin. Sezai Karakoç’un “Hızırla Kırk Saat” eserinden bir şiirle yazıyı noktalamış olalım.
“ey yeşil sarıklı ulu hocalar.....
bunu bana öğretmediniz...

bu kesik dansa karşı.....
bana birşey öğretmediniz.......

kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı günlere geldim..
bunu bana öğretmediniz.....

hükümdarın hükümranlığı için halka yalvardığı...
ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim..
bunu bana öğretmediniz.....

kardeşim İbrahim...........
bana mermer putları nasıl devireceğimi öğretmişti..
ben de gün geçmez ki birini patlatmıyayım...

ama siz..........

kağıtlardakini.....

kelimelerdekini....

ve sözlerdekini.........

nasıl sileceğimi öğretmediniz.......”


Bünyamin Zeran



 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı günlere geldim..
bunu bana öğretmediniz.....

hükümdarın hükümranlığı için halka yalvardığı...
ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim..
bunu bana öğretmediniz.....

çok güzel hocam süper
 
ibnikayyim Çevrimdışı

ibnikayyim

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
yusuf kıssası ile ilgili yazdığınız ise çok açıklayıcı oldu bu ihtiyacım olan bir bilgi idi Allah razı olsun
 
Üst Ana Sayfa Alt