Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Çözüldü Sokaktan Geçerken Ev Halkını Rahatsız Edene Karşı Tutum Ne Olmalı ?

H Çevrimdışı

Horasani

اعيدوا إلى الحق سلطانه
İslam-TR Üyesi
اسلام عليكم و رحمة الله
1) Sokaktan geçerken ,ev sakinlerinin duyacağı şekilde birbirine söven,biri veya birilerini uyarmak ; iyiliği emredip kötülükten alikoymaya ya da bu kötülüğü el ile düzeltmek , dil ile düzeltmek, o da olmazsa kalb ile buğz etmeye girer mi ? Yoksa böylelerini duymazdan mi gelecegiz ?

2) Bir kötülüğe ya da mümine yakışmayan bir davranışa güç yetirebildigi halde, böyle davranmayip aksini yapanın hali mi , yoksa bunlara güç yetiremeyecegini düşünen ve direk bunların aksini yapanın hali mi daha iyidir ?
(Abdulmuiz hocam bunlar nasıl soru her aklına geleni soruyor musun cevaplanacak bir tarafı yok dersen saygı duyarım :) esti bir yerden )
 
Abdulmuizz Fida Çevrimdışı

Abdulmuizz Fida

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ
Admin
عليكم سلام ورحمة الله وبركاته

Öncelikle meselenin kısaca özünü cevablayacak olursak;
Verdiğiniz örnekteki kötülüğün güç ve seviyesine göre, önce uyarıb ikaz edebilir, verilen tepkiye göre elle mudahalenin en hafif dozajıyla mudahale edilebilir, yine verilen karşılığa göre el ile mudahalenin dozajı da kötülüğün son bulmasına kadar arttırılabilir.
Kötülüğün güç ve seviyesine göre, gücün yetmemesi halinde sadece ikaz (dil) veya kalben buğz ile de tepki koyulabilir.

Meselenin fıkhi boyutunu aşağıya işlemeye çalışalım:

وعنْ أبي الأعور سعيدِ بنِ زَيْدِ بنِ عمرو بنِ نُفَيْلٍ ، أَحدِ العشَرةِ المشْهُودِ لَهمْ بالجنَّةِ ، رضي اللَّه عنْهُمْ ، قال : سمِعت رسُول اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقولُ : « منْ قُتِل دُونَ مالِهِ فهُو شَهيدٌ ، ومنْ قُتلَ دُونَ دمِهِ فهُو شهيدٌ ، ومن قُتِل دُونَ دِينِهِ فَهو شهيدٌ ، ومنْ قُتِل دُونَ أهْلِهِ فهُو شهيدٌ »
رواه أبو داود ، والترمذي وقال : حديثٌ حسنٌ صحيحٌ
Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebu'l-A‘ver Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nufeyl radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Malı uğrunda öldürülen şehiddir; kanı uğrunda öldürülen şehiddir; dini uğrunda öldürülen şehiddir; ailesi uğrunda öldürülen şehiddir."
(Ebû Dâvûd, Sünnet 29; Tirmizî, Diyât 21)

وعنْ أبي هُريرة ، رضي اللَّه عنْهُ ، قالَ : جاء رجُلٌ إلى رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فَقَال: يا رسول اللَّه أَرأَيت إنْ جاءَ رَجُلٌ يُرِيدُ أَخْذَ مالي ؟ قال : « فَلا تُعْطِهِ مالكَ » قال : أَرأَيْتَ إنْ قَاتلني ؟ قال : « قَاتِلْهُ » قال : أَرأَيت إن قَتلَني ؟ قال :« فَأنْت شَهيدٌ » قال : أَرأَيْتَ إنْ قَتَلْتُهُ ؟ قال : « هُوَ في النَّارِ » رواهُ مسلمٌ
Ebû Hurayra radıyallahu anh şöyle dedi:
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam geldi ve:
Yâ Rasûlallah! Bir kişi gelip malımı almak isterse ne yapayım? dedi.
Rasûl-u Ekram:
– "Ona malını verme" buyurdu.
Benimle savaşmaya kalkarsa ne dersin? diye sordu;

– "Sen de onunla savaş" cevabını verdi.
Adam beni öldürürse? dedi;
Peygamberimiz:
– "Sen şehid olursun" buyurdu.
Peki ben adamı öldürürsem? deyince,
Efendimiz:
– "O cehennemdedir" buyurdu.
(Muslim, Îmân 225)

Saîd İbni Zeyd hadisinde açıkça belirtildiği üzere, can, din, ırz ve namus da korunulması icab eden ve uğrunda gerekirse savaşılacak olan en aziz değerlerdir. Bu sebeble, bunları mudafaa ederken öldürülen kimse şehid sayılmaktadır. Öldüren kişiye de diyet ve kısas yoktur. Hadis umûmî olduğu için, müdafaa hususunda malın azı ile çoğu arasında bir fark gözetilmemiştir. Bu, İslâm âlimlerinin hemen tamamının görüş birliği içinde oldukları hususlardan biridir. İmam Nevevî, mal müdafaasının vâcib değil câiz olduğunu söylemiştir.

Bir mu'mini dininden dönmeye veya bid'atler işlemeye zorlayanlara, ya da dininin icablarını yerine getirmesine engel olanlara karşı da meşrû müdafaa hakkı kullanılır. Aynı şekilde kişinin ailesinin namusunu koruması vâcibdir. Bütün bu korumaları yaparken, öldüğü takdirde şehid hükmünde olur; mutecâviz durumunda olanı öldürdüğü takdirde kendisine şer'î cezalardan herhangi biri uygulanmaz. O halde netice olarak dini, canı, malı ırz ve namusu himâye edip korumak herkesin en tabiî hakkı ve görevidir. İslâm devletinin fertlere yönelik en önemli görevlerinin başında onların can, mal, din, ırz ve namus güvenliklerini sağlamak gelir. Bu konuda ruhsatla amel ederek kendini, ailesini ve malını düşmana teslim edenin işi Cenâb-ı Hakk'a kalmış olur; fakat cesaret ve kahramanlık gösterip öldürülürse o kimse şehidlik makamına ulaşır.


Kötülüğü, iyiliğin en güzeliyle ortadan kaldır!" (Fussilet 34)
"Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. Biz, onların ne tür sıfatlar uydurduklarını çok iyi biliriz." (Mu'minun 96)

Ey Muhammed, bu muşriklerin sana yaptıkları kötülükleri en güzel şeklide önle. Biz onların, Allah hakkında ne gibi şeyler uydurduklarını ve sana nasıl dil uzattıklarını çok iyi biliriz. Biz onları, yaptıklarından dolayı cezalandıracağız.
Âyet-i kerimede zikredilen "Kötülük"ten maksat, muşriklerin Rasulullah'a yaptıkları çeşitli eziyetler, onu yalanlanılan ve ona çeşitli adlar takmalarıdır. Müşriklerin yaptıkları bu kötülükleri "En güzel şeklide önlemek"ten maksat ise, Mucahide göre, muşriklerin Rasulullah'a yaptıklarına onun aldırış etmemesidir.
Mucahid'den nakledilen diğer bir görüşe göre ise Rasulullah'ın onlara selam vermesidir. Hasan-ı Basrî'ye göre ise, öfkesini yenmesidir.

«
Sizden her hangi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin!» buyurması bil icma' vucub ifâde eden bir emirdir.
İslâmda iyiliği emre emr-i bil ma'ruf, kötülükten nehye de nehy-i anil munker derler. Bu mesele müslümanlara kitâb, sünnet ve icma-i ummetle yâni bütün naklî delillerle farz kılınmıştır. İyiliği emir, kötülükten nehiy aynı zamanda din demek olan nasihattan ma'duddur. Bu hususda bazı râfizilerden başka muhalefet eden yoktur. Onlann muhalefetlerinin ise bir kıymeti yoktur.
Emri bil ma'rufun vucubu mu'tezile taifesinin dedikleri gibi aklî de değil şer'idir. Vakıa Kur'an-ı Kerîm'de:
«Siz kendinizi kollayın; siz hidâyete erdikten sonra başkasının sapması size zarar etmez» (Maide 105) buyurulmuştur. Amma bunun ma'nası siz başkalarına emri bil ma'rufla uğraşmayın demek değil, muhakkikin ulamanın beyanına göre:

«Siz aldığınız tâ'limaâta göre emri bi'l mâ'ruf, nehy-i ani'l-munkeri yaptınız mı artık başkalarının taksiri size zarar etmez» demektir. Çünkü kula yüklenen vazife yalnız iyiliği emir, kötülükten nehiydir. Bunları kabul ettirmek onun vazifesi değildir. Eserde vârid olduğuna göre Ebû Bekir bu âyeti minberde okumuş ve: «Siz bunu doğru te'vil edemiyorsunuz. Ben Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'den işittim: «Bir kavim zâlimi görürler de men'etmezlerse Allah'ın onlara kendi tarafından bir azâb göndermesi yakıncacıktır; buyuruyordu» demiştir.

Emri bil ma'ruf nehy-i ani'l-munker farz-ı kifâyedir. Binâenaleyh her farz-ı kifâye gibi o da bazı kimselerin ifâsıyle diğer rnüsîümanlardan saakıt olur. Lâkin hiç ifâ eden bulunmazsa özrü bulunmayan bütün mükellefler günahkâr olur. Emr bil rna'rufun farz-ı ayn olduğu yerler de vardır. Meselâ: Bir yerde bu vazifeyi bir kişiden başka bilen bulunmazsa o bir kişiye emri bi'l ma'rufu ifâ etmek farz-ı ayın olduğu gibi bir babanın evlâdı ile karısına iyiliği emir, kötülüklerden kendilerini nehyetmesi de farz-ı ayndır.

Ulema-i kiram emri bil mâ'ruf nehy-i ani'l-munker vazifesinin mukelleflerden sakıt olmayacağını beyan etmişlerdir. Çünkü mükellefin vazifesi ettiği emir veya nehyin, muhatabına te'sir edip etmediğini düşünmek değil, sadece o emir veya nehyi etmektir. İhtarın mü'minlere fayds vereceği ise âyetle sabittir. Yine ulemanın temsillerine göre emri bil ma1-rufa misal: avret yerinin bir kısmı açılan kimseye örtünmesini tenbih et mektir.

Emri bil mâ'ruf vazifesini yapan kimsenin emrettiği şeye kendisiniı de imtisal etmesi, nehyettiğinden kaçınması sözünün te'sirîi olması içıı pek muhim ve lâzım ise de şart değildir. Eğer emir ve nehyetiği şeyle kendinde de varsa bu sefer vazifesi çift olur; ve evvela kendine emir vey nehiyde bulunması sonra ayni şeyi başkasına yapması icâb eder.

Mû'tezileye göre kötülükten nehiy işini ancak kendisi kötülük etmeyen ifa edebilir.

Delilleri:

«Kendi nefislerinizi unutub da âleme iyiliği mi emrediyorsunuz?» (Bakara: 44) âyet-i kerîmesidir. Mutezileden bazıları; bir kimse kendinin etmediği kötülükten başkalarını nehyedebilir demişlerdir.

Emri bil ma'ruf nehiy ani'l-munker vazifesi yalnız devletin bu iş için tâyin ettiği me'murlara mahsus değildir; onu müslümanların efradı da yapabilirler. İmamu'l-Harameyn :«Buna delil icma-i muslimîndir.» diyor. Filhakika gerek asr-ı seâdetde gerekse diğer asırlarda bu işin memuru olmayanlar me'murlara iyiliği emir, kötülüklerden onları nehyederler; sair müslümanlar onların bu yaptıklarını takrir ve kabul eyler; başkalarının işine karışıyorlar diye kendilerini ayıplamazlardı. Sonra bu vazifeyi ancak bilenler yapar. Şayet yapılacak emir namaz, oruç ve saire gibi herkesin bildiği vâciblerden, nehiy dahi zina ve içki gibi meşhur menhiyyattan olursa bunları emir ve nehiyde bütün müslümanlar müşterektir. Fakat nâdir tesadüf edilen fiil, kavil ve içtihada dair ise avam takımının gerek isbât gerekse nefi suretiyle bu işe karışmağa hakları yoktur; bu sefer mesele yalnız ulemaya mahsus kalır. Ulema dahi ittifakı meselelere dair emir ve nehiyde bulunurlar. İhtilaflı meseleler hakkında bir şey diyemezler. Çünkü iki mezhebin birine göre her muctehid hakka isabet eder. Diğerine göre hakka isabet eden yalnız bir kişidir; amma hangi müctehidin hatâ ettiğini bilmek kullara müyesser değildir. Hatâ edene günah dahi yoktur.

Şu kadar var ki, muctehidlerin hilafından çıkmak için nasihat yollu emri bil ma'rufda bulunmak güzel ve makbul bir iştir. Zira bir sünneti ihlâl etmemek veya başka bir hilafa sebeb olmamak şartiyîe ulema-i kiram müctehidlerin hilafından çıkmaya bilittifak kaildirler. Meselâ dört mezhebin imamlarına göre ittifakla caiz olacak bir abdest; evvelâ niyet edilerek, her azayı âyetteki tertib üzere yıkamak, yıkarken hafifçe oğuşturmak, bir uzuvdan ötekine geçerken fazla vakit kaybetmemek, yâni azayı bir biri arkasından acele yıkamak, başın, bütününe meshetmekle alınır.

İmam Nevevi; emr-i bil mâ'ruf, nehiy ani'l-munker'in çok zamandır zâyi' olduğundan, onun zamanında bundan pek az bir takım izler kaldığından bahsettikten sonra sözüne şöyle devam ediyor:
«Emri bi'l mâ'ruf, çok büyük bir bâbtır. Bu işin nizâm ve kıvamı ancak onunla kaimdir. Fenalıklar çoğalınca azâb iyiye ve kötüye umumi olarak gelir. Zâlime mâni' olmazlarsa Allah Teâ1â 'nın azabını onlara umumuleştirmesi pek yakındır:
«Allah'ın emrine muhalefet edenler ya başlarına bir beiâ gelmesinden yahud acıklı bir azaba duçar olmalarından korunuversinler!» (Nur 73)

Şu halde âhiratinin mâ'mur olmasını dileyen ve Allah'ın rıdasını korku ile tahsil etmeye çalışan bir kimseye gereken vazife, bu baba ehemmiyet vermektir. Çünkü faydası çok büyüktür. Bâ husus, çoğunun elden gittiği bir zamanda!... Kendisine i'tirazda bulunan kimsenin rütbesi yüksek diye ondan korkmamalıdır. Zira Allah Teâlâ Hazretleri:
«Allah kendi dinine yardım edene elbet yardım edecektir(Hacc 40)
«Her kim Allah(ın emirlerin)a sarılırsa muhakkak doğru yola hidâyet olunur» (Ankebut 79)
«Yoksa insanlar hiç imtihan olunmadan iman ettik demekle bırakılacaklar mı sandılar? Yemin olsun ki, biz onlardan öncekileri imtihan ettik. Doğru söyleyenleri Allah elbette bilecek, yalancıları da elbet bilecektir.» (Ankebut 2 - 3) buyurmuştur.

Bilmeli ki, ecir kulfete göredir. Emr-i bi'l ma'rufu bir kimseye olan sadakati, sevgisi, mudâhenesi, bir kimseden itibar beklediği veya onun yanında i'tibarının devam etmesini istediği için elden bırakmamalıdır. Çünkü; ona olan sadâkat ve sevgisi kendisine bir hürmet ve hak icâbeder. Onun haklarından biri de kendisine nasihat etmek ve ona âhirati için yararlı işleri göstermek, zararlılarından korumaktır. İnsanın dostu ve ahbabı, âhiratini ma'mur etmeye çalışan kimsedir. Velev ki bu hâl onun dünyası hakkında bir noksanlığa bâdı olsun. Düşmanı ise âhiretinin zayi olmasına veya noksanlığına çalışandır; isterse bu sebeble ona dünyası için bir nevi menfaat hâsıl olsun. İblisin bize düşmanlığı böyledir. Peygamberler (Salevâtullahi ve Selâmuhu Aleyhim Ecmain) mu'minlerin dostlarıdır. Çünkü onların âhiretlerine yararlı şeylere ve o şeyler için kendilerine yol göstermeğe çalışırlar. Kerim olan Allah 'dan bizi, dostlarımızı ve sair müslümanları rızâsına muvaffak kılmasını dileriz. Bizlere cûd-u rahmetini teşmil buyursun.»

Emri bil mâ'rufu yapan kimsenin nezaket, rifk u mülâyemetle muamelede bulunması icâbeder. Zira maksada bu daha elverişlidir, îmam Şafiî: «Bir kimse din kardeşine gizlice va'z ederse ona gerçekten nasihat etmiş ve onu ziynetlemiş olur. Aşikâre va'zeden ise onu muhakkak surette rezil etmiş ve batırmıştır.» demiştir.

Nevevi ekseriyetle insanların emri bil ma'ruia karşı göz yumdukları şeylere misal olarak kusurlu bir malı satılırken gorüh de i'tirazda bulunmamalarım, o malın kurusunu müşteriye söylememelerini gösteriyor; bunun açık bir hatâ olduğunu söylüyor; ve: «Halbuki bilenin satıcıya i'tiraz ve inkârda bulunmasının, müşteriye malın kusurlu olduğunu bildirmesinin vâcib olduğunu ulema nassan beyân etmişlerdir.» diyor.

Munkerden nehyîn nasıl yapılacağını Rasulu Ekram (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hadisde güzelce beyan etmiştir. Mezkûr beyandan anlaşıldığına göre bir kötülük gören kimse imkân bulursa onu eliyle men'edecektir. Buna gücü yetmiyorsa diliyle, bu da mümkün değilse kalbiyle mâni' olacaktır. Kalble mâni' olmanın mâ'nası o şeyi kerih görmek, ondan tiksinmektir. Bu hakikatda bir kötülüğe mâ'ni olmak değilse de başkası elinden gelmediği için bizzarure onunla iktifa eder, Allahu â'lem bundan dolayı onun hakkında: «İmanın en zaifidir» buyurulmuştur. Yani kötülüğü değiştirme hususunda semeresi en az olan budur. Yoksa imanın en zayıfı yoldan eziyet veren şeylerin atılması olduğu yukarıda görülmüştü: Maamafih buradaki zaifliği mutlak bırakarak iki hadisin arasım bulmakda mümkündür. Bu takdirde eziyet veren şeyin atılmasiyle kötülüğü kalben değiştirmek birbirine müsavidir. Bundan daha zaif mertebe yoktur. Hatta kalben değiştirme daha da zayıftır.

Babımızın hadisi hakkında Kaadi Iyâd şunları söylemiştir: «Bu hadis, münkerin nasıl değiştirileceğini beyân hususunda esastır. Munkeri değiştiren kimseye düşen vazife, kavlen olsun fi'len olsun onu gideren herşeyle değiştirmektir. Meselâ; bâtıl bir şeyin âletlerini kıracak, içkiyi ya bizzat dökecek, yahut birine döktürecek; gasbedilen mallan ya bizzat gasıbdan alarak sahiblerine iade edecek yahud imkânı varsa başkasına emrederek bu işi yaptıracaktır.

Munkeri değiştirirken câhil ile şerrinden korkulan kuvvet' sahibi zâlime karşı son derece yumuşak davranmalıdır. Çünkü bu şekilde hareket etmesi sözünün kabulüne daha ziyade yarar.

Nitekim bu işi vazife olarak üzerine alan me'murun da aynı ma'nadan dolayı salâh ve fazilet ehli olması mustehabtır. Şaşkınlığında devam edenle tembelliğinde israfa varan hakkında şiddet göstermelidir. Amma bunu yapmak için gösterdiği şiddetin, değiştirdiğinden, daha kötü bir munkere sebeb olmayacağından emin bulunması şarttır. Kendisi zâlimin tasallutundan mahfuz olmalıdır. Eğer zann-ı galibine göre o munkeri eliyle değiştirmek kendisinin veya başkasının öldürülmesi gibi daha şiddetli bir munkere sebeb olacaksa elle değiştirmekten vazgeçerek dil ile söylemeli, nasihat ve korkutma ile iktifa etmelidir. Şayet söylemenin o munker gibi bir munkere sebeb olacağından korkarsa kalbiyle değiştirmelidir. Hadisden murad inşallah budur. Eğer emri bil ma'ruf hususunda yardım edecek bir kimse bulunursa, silâh çekmeye ve harbe müncer olmamak şartıyla yardım diler...»

Bazılarına göre öleceğini dahi bilse munkere karşı behemahal sarih sözle i'tirazda bulunmak lâzımdır. Fakat bu kavil doğru değildir.

Bu bâbda İmamu'l-Haremeyn'de şöyle demektedir:
«Mesele silah çekmeye ve harbe muncer olmamak şartiyle, lâfdan almayan büyük günah sahibini devletin tebaası efradı fi'len o günahdan men'edebilirler. İş harbe dayanırsa hükümdara havale edilir. Zamanının hükümdarı zâlim olur da zulmu meydana çıkar; ve yaptığı bu kötü hareketten sözle men'edildiği zaman vazgeçemezse memleketin ileri gelenleri, silah çekme ve harbetme bahasına bile olsa onu hal' (Yani azil) için ittifak edebilirler...»

Ancak îmamu'l-Harameyn'in bahsettiği bu hali' meselesi ulemâ arasında garib karşılanmış ve: «Bundan maksad: hükümdarın hal'i ile daha büyük bir fesad çıkacağından korkulmazsa o zaman hal'edilebilir; demektir.» şeklinde te'vil edilmiştir. Yine İmamu'l-Haremeyn'in beyanına göre emri bi'l-ma'rufla vazifeli olan kimse mucerred zann üzerine evlere girip araştırma yapamaz. O ancak gördükleriyle meşgul olur.

Ebu'l-Hasen Mârûdî araştırma meselesini ikiye ayırmaktadır:
1- İşlenen bir harama dair olup sonradan tedariki mümkün değilse araştırma caizdir. Meselâ: doğru söylediğine i'timâd ettiği bir zât: «Şu eve birisi bir adam kapadı; öldürecek.» Yahud: «Bir kadın kapadı; zina edecek» dese o evi aramak caizdir. Çünkü aranmadığı takdirde elden giden fırsatın tedarikine imkân yoktur. Bu aramayı yalnız devlet me'muru değil ahâli dahi yapabilirler.

2- Yukarıda söylenenlerden bir derece aşağı olan munkerattır. Bunlarda içeriye girerek araştırma yapmak câiz değildir. Meselâ: bir evden kötü kötü eğlence sesleri gelse içeride işlenen menhiyyatı men'etmek için eve girilemez; dışarıdan men'edilir.

Görülen bir kötülüğe engel olmak müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir. Bunu yapabilecek tek kişi varsa, ona farz-ı ayn olur. Kötülüğe mani olmada bütün insanlar aynı durumda değildir. Bazıları bunu elleri ile, bazıları dilleri ile yapacaktır. Bunlardan birini yapmayan ise, kalbi ile buğz etmekle iktifa edecektir. Fakat bu, imamın zayıflığına delildir.

Konuyla ilgili daha önce sual ve cevabımız şöyle idi:


Kemalist bir isverenin yaninda (islamdan bihaber olan abiside ayni yerde calisiyor) calisirken, Rabbisine secde etmeye baslayan bir kardesiniz su anda patronunun putuna ovgulerine imanindan dolayi tahammul edemiyor fakat ona verecegi tepkiden, isten cikmasi ya da cikarilmasi endisesinden ziyade tepki vermesi durumunda abisi ile evde yasayacagi (ki kuvvetle muhtemel) sorunlari goz onunde bulundurarak putuna yaptigi ovguler sebebiyle ona yalnizca sirtini donuyor.
Puta ovgu yapan kisinin kardesin ibadetlerine karsi bir tepkisi de yok hos karsiliyor. Nasil bir yol izlemesi gerekir bilemedik. İbadetine karisiyor olsaydi cikmasini tavsiye etmeden zaten cikardi elhamdulillah.
Nasihatleriniz ve paylasimlarinizi Allah subhanehu ve teala gunahlariniza keffaret kilsin.
Esselamu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuhu.
Musluman imkan ve ortamın durumuna göre gördüğü bir kötülük esnasında sırasıyla eliyle, diliyle, bu da mumkun olmaması durumunda kalbiyle buğzetmekle yükümlüdür.

Tarık b. Şihâb (r.anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir:

“Bayram hutbelerini namazdan önceye alan ilk kimse Mervan’dır. Bir adam kalkıp Mervan’a: Sünnete aykırı davrandın” dedi.
Mervan: Ey Falan kimse burada yapılanlar artık bırakıldı” dedi.
Ebû Saîd dedi ki: Bu adam üzerine düşeni yapmıştır. Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle buyurduğunu işittim: Her kim kötü bilinen bir şeyi görürse ona el atıp onu düzeltsin, buna gücü yetmez ise dili ile o kötülüğü düzeltmeye çalışsın buna da gücü yetmeyen ise kalbiyle bu işin kötü olduğunu bilsin ki bu durum imanın en zayıf şeklidir.
(Muslim, İmân, Bab 20, Hadis no: 78; Tirmizî, Fiten, 11; Ebu Davud, Salat, 232; İbn Mâce, ikâme 155, fiten 20; Ahmed b. Hanbel, III, 10, 20)


İşyerinde başınıza gelen bu tür hadiseler karşısında gücünüz yetmiyor, başka iş bulmak zor ve işten çıkmanız halinde maddi sıkıntı çekerim endişesiyle ses çıkaramayarak dini kendi şahsınızda zillete düşürme durumunda kalıyorsanız, bu tür ortamlara fırsat vermemeye çalışınız, bu tür kişilerden uzak durarak sakınmaya çalışınız.

"Âyetlerimiz hakkında munasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman hemen onlardan uzaklaş ki, ondan başka söze dalsınlar. Eğer şeytan bunu sana unutturursa hatırladıktan sonra hemen kalk, o zâlimler topluluğuyla oturma." (En'am 68)

Fakat işyerinde yaşananların boyutu aşırı ise; Allah'a, kitaba, peygamberlere veya İslam'a hakaret yada kufrediliyor ve siz de bunlara şahid oluyorsanız, onlara mudahale ederek yaptıkları şerefsizlik uygulamalarına bir son verdirmeniz, yahut oradan uzaklaşmanız, çıkmanız gerekmektedir.

"Allah size Kitab (Kur'an)'da: "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri muddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, munafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır." (Nisa 140)
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt