Lisan’ul-Arab’ın yazarı qavl kelimesine dair diyor ki:
İtikat ve düşüncelerin qavl diye nitelenmesi caizdir. Çünkü itikat saklıdır. Bu nedenle ancak söz ile bilinebilir. Yahut bu, qavl’in yerine duruma delalet eden başka bir şey ile bilinir. Fakat sonuçta sözlerden başka bir şeyle ortaya çıkamadığı için buna söz denilmiştir. Çünkü içte var olan, onun bir sebebidir. Söz ise onun bir delilidir. Nasıl ki bir şey başka bir şeyle iç içe olduğunda onun ismini alıyorsa işte bunun gibi söz burada onun delili olmaktadır.
Şemr şöyle demiştir:
Dersin ki: Falankes bana dikte (taqvil) ettirdi. Ta ki ben de söyledim. Yani bana (qale) söyledi, dememi öğretip emretti. "qavvelteni" ve "eqvelteni" yani bana ne diyeceğimi öğrettin (allemteni) ve konuşturdun. Ve beni söze yönelttin.
Said b. el- Müseyyeb’in hadisinde bunun örneği vardır. Kendisine Osman ve Ali hakkında ne söylüyorsun denildiğinde şöyle demişti:
İkisi hakkında Allah’ın bana dikte ettiğini (dedirttiğini, taqvil ettiğini) söylerim. Sonra da şu ayeti okudu:
“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr 59/10)
İşte bu anlamda ‘sözün’ içinde bir miktar ilim bulunmalıdır. Bundan anlaşılıyor ki Resulullah’ın (s.a.v) “İnsanlarla La ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” sözünde geçen “deyinceye kadar” (yequlu) da maksat "La ilahe illallah" ı ifade edip bilinceye ve anlayıncaya (yentiqu ve yalemu) kadar demektir.
Şehadetin geçerli olmasında gereklerine dair ilim ve yakin sahibi olmak şarttır:
Şehadete gelince, aynı kaynakta deniliyor ki:
İbni Side, şahid, bildiğini beyan eden alim demektir, demiştir.
Ebubekr b. el-Enbari ise: Müezzinin:
“Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığına şehadet ederim” sözünde geçen ‘Eşhedu’,biliyorum (a’lemu) demektir. Yani Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığını biliyorum ve Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığını beyan ediyorum.
Eşhedu enne muhammeden Resulullah sözü ise şöyledir:
Biliyorum ve beyan ediyorum ki Muhammed Allah’ın resulüdür demektir, demiştir.
“Allah...şahitlik etmiştir ki ondan başka ibadete layık ilah yoktur.” (Al-i İmran 3/18) ayeti için Ebu Ubeyde şöyle demiştir:
Şehide Allahu (Allah şehadet etti) nin manası Allah kendisinden başka ilahın olmadığını takdir etti. Bunun özü ise; Allah bildi ve beyan etti. Çünkü şahid bildiğini beyan eden alimdir. Şahid, hakim yanında şehadet etti yani bildiğini beyan etti ve ortaya koydu.
el-Münziri Ahmed b. Yahya’ya bu ayet hakkında sorulduğunda cevaben şöyle demiştir:
Her nerede Allah şehidellahu demişse bunun anlamı alimellahu (Allah bildi) demektir.
İbni Arabi de şöyle demiştir:
“Allah dedi” ifadesi bu durumda şu manaya gelir:
Allah bildi. Bunun da manası ketebellahu (Allah yazdı) demektir.
İbnül Enbari ise şöyle demiştir:
Bu ayetin manası Allah kendisinden başka ibadete layık ilahın olmadığını beyan etti demektir. (İbni Manzur, Lisan’ul-Arab)
Kurtubi:
“Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat etmeye malik değillerdir. Ancak bilerek hak dine inanıp ona şahitlik edenler müstesnadır “ (Zuhruf 43/86) ayeti hakkında diyor ki: Manası şudur:
O kimseler şefaate yetkili olamazlar. Ancak hakka şehadet edip ilim ve basiret üzere iman edenler hariç. Bunu Said b. Cübeyr ve başkası demiştir. Hak şehadeti, La ilahe illallah’tır. “Onlar biliyorlar” Yani şehadet ettikleri şeyin hakikatini biliyorlar.
İkinci olarak “Bilerek hakka şehadet edenler hariç” ayeti iki manaya delalet ediyor.
a. Şüphesiz hakka şehadet etmek ilimle olmadıkça hiçbir fayda vermez. Keza taklit de, söylenenin, doğruluğuna dair ilim olmadan yarar sağlamaz.
b. Şüphesiz hukuk vesair bütün şehadetlerde şahid olan kişinin ilgili hususta bilgili olması şarttır. Nitekim Resulün (s.a.v) şu sözü de bu anlamdadır.
“Sen güneş misali gördüğünde şahidlik et, yoksa terket.”
İbni Kesir:
... Bu, istisnai munkatıdır. Yani; lakin basiret ve ilim ile hakka şehadet edene O’nun şefaati Allah (c) katında -gene kendi izniyle- fayda verir, demiştir. (İbni Kesir Terc., 13/7172)
İmam Taberi şöyle diyor:
Bazıları bunun manası şudur demiştir:
İsa, Üzeyr ve o müşriklerin ibadet ettiği melekler Allah katında şefaat anında hiç kimseye şefaat etmeye yetkili değildirler. Yalnız hakka şehadet eden dolayısıyla bilerek, tevhit ile ve elçisinin getirdiğine uygun olarak Allah’ı birleyip O’na itaat eden kişi bundan hariçtir. “Yalnız hakka şehadet edenler ayrıdır.” Yani ihlas kelimesine. “Onlar biliyorlar” ki, Allah haktır. Keza İsa, Üzeyr ve melekler de. Yani diyor ki, İsa, Üzeyr ve melekler yalnızca hakka şehadet eden yani hakkı bilen kişiye şefaat ederler. (Taberi Terc., 5/2174)
İbni Teymiye şöyle demiştir:
Şehadette şahidin ilim, doğruluk ve beyanının bulunması lazımdır. Nitekim şahidin şehadetindeki amaç da ancak bu hususlarla hasıl olur. (Feteva, 14/187)
Ayrıca diyor ki: (Feteva, 14/400-411) Eb’ul-Ferec, bu ayetin manasında iki görüş vardır, demiştir:
1. Şüphesiz O, “Hak dua ancak Allah’a yapılır. O’ndan başka dua ettikleri şeyler...” (Ra’d 13/14) ayeti ile onların ilahlarını kastetmiştir. Sonra da İsa, Üzeyr ve melekleri istisna etmiştir. Sonra şöyle dedi:
“Hakka şehadet eden hariçtir.” Bu şehadet La ilahe illallah şehadetidir. “Onlar biliyorlar”: dilleriyle neye şehadet ettiklerini kalpten biliyorlar. İşte bu yorum çoğunluğun görüşüdür. Katade de onlardan biridir.
2.“Dua ettikleri” ile amaç, İsa, Üzeyr ve müşriklerin ibadet ettiği meleklerdir. Bunlar hiç kimseye şefaat etmeye malik değildirler. “Hakka şehadet edenler hariçtir.” Bu hak, ihlas kelimesidir. Onlar biliyorlar ki İsa’yı da Üzeyr’i de melekleri de Allah yaratmıştır. Bu Mücahid’in de içinde olduğu bir grubun görüşüdür. Sayfa 409-411 de ise diyor ki:
Bu da şefaat eden ile edileni içerir. Sadece hakka bilerek şehadet edene şefaaat edilir. Melekler, peygamberler ve salihler şefaate malik değillerse de Allah onlara izin verdiğinde şefaat ederler. Ne var ki gene de onların ancak müminlere şefaat etmelerine izin verilir. O müminler La ilahe illallah’a şehadet ediyorlar. Onlar bilerek hakka şehadet ediyorlar. Demektir ki bu kelimeleri atalarını ve büyüklerini takliden (miras alarak) söyleyenlere şefaat etmezler. Nitekim sahih hadiste şöyle gelmiştir:
“Şüphesiz kişi kabrinde sorgulanır: Sen bu adam hakkında ne dersin. Mümin kişi şöyle der: O Allah’ın kulu ve Resulüdür. Bize beyyinat ve hidayet getirdi. Şüphe ve tereddütte olan ise kemküm ederek bilmiyorum der. İnsanların bir şeyler dediğini duydum ben de tekrarladım (dedim).” (Kütüb-i Sitte, 15/310; Müslim Terc., 11/6934; Buhari Terc., 3/1298)
Bu nedenle dedi ki (c.c):
“Bilerek hakka şehadet edenler hariç.” Daha önce geçtiği gibi, İbni Abbas şöyle demişti:
Yani kim kalbî bir ihlas ile La ilahe illallah derse. Şefaatle ilgili gelen bütün sahih hadisler beyan ediyor ki şüphesiz şefaat yalnızca La ilahe illallah ehli kimseler için söz konusudur.
Kurtubi de:
“Allah’tan -O tektir, ortağı yoktur- başka ilahın olmadığına şehadet ederim.” sözü şu manadadır:
Yani bildiğimi telaffuz ediyor ve onu gerçekleştiriyorum. Şahidlik etmenin aslı, haberdar eden kişinin, hissi ile şahid olduğu şeylerden yana haber vermesidir. Sonra şöyle denilmiştir:
Bu, insanın iyice yapıp gerçekleştirdiği şeyler için kullanılır. Velev ki hissen şahid olunmasa bile. Çünkü bilerek gerçekleştiren, his ve müşahede ile idrak eden gibidir, demiştir.(el-Müfhim Şerh’u Sahih-i Müslim, c. 1 (İmam Müslim’in mukaddimesinin şerhinde). )
Nevevi ise bu rivayetlere dair yorumunda diyor ki:
Bunlarda şu vardır:
Şüphesiz imanın şartı, şehadeteyni inanarak ikrar etmek ve ayrıca Resulün getirdiği bütün şeylere itikat etmektir. Resulullah (s.a.v) bunların hepsini şu sözünde cem etmiştir.
“İnsanlarla La ilahe illallah deyip bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum.” (Nevevi Şerhi, 1/212)
Bilindiği gibi kelime-i şehadete inanmadan önce bunların ne demeye geldiğini gösteren ilim gelir. Esasen inanmak ve tasavvur etmek, ilmin bir parçasıdır. Çünkü kul, hakikatına cahil oluduğu bir şeye doğru bir şekilde nasıl inanabilir ki?
İtikat ve düşüncelerin qavl diye nitelenmesi caizdir. Çünkü itikat saklıdır. Bu nedenle ancak söz ile bilinebilir. Yahut bu, qavl’in yerine duruma delalet eden başka bir şey ile bilinir. Fakat sonuçta sözlerden başka bir şeyle ortaya çıkamadığı için buna söz denilmiştir. Çünkü içte var olan, onun bir sebebidir. Söz ise onun bir delilidir. Nasıl ki bir şey başka bir şeyle iç içe olduğunda onun ismini alıyorsa işte bunun gibi söz burada onun delili olmaktadır.
Şemr şöyle demiştir:
Dersin ki: Falankes bana dikte (taqvil) ettirdi. Ta ki ben de söyledim. Yani bana (qale) söyledi, dememi öğretip emretti. "qavvelteni" ve "eqvelteni" yani bana ne diyeceğimi öğrettin (allemteni) ve konuşturdun. Ve beni söze yönelttin.
Said b. el- Müseyyeb’in hadisinde bunun örneği vardır. Kendisine Osman ve Ali hakkında ne söylüyorsun denildiğinde şöyle demişti:
İkisi hakkında Allah’ın bana dikte ettiğini (dedirttiğini, taqvil ettiğini) söylerim. Sonra da şu ayeti okudu:
“Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla.” (Haşr 59/10)
İşte bu anlamda ‘sözün’ içinde bir miktar ilim bulunmalıdır. Bundan anlaşılıyor ki Resulullah’ın (s.a.v) “İnsanlarla La ilahe illallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” sözünde geçen “deyinceye kadar” (yequlu) da maksat "La ilahe illallah" ı ifade edip bilinceye ve anlayıncaya (yentiqu ve yalemu) kadar demektir.
Şehadetin geçerli olmasında gereklerine dair ilim ve yakin sahibi olmak şarttır:
Şehadete gelince, aynı kaynakta deniliyor ki:
İbni Side, şahid, bildiğini beyan eden alim demektir, demiştir.
Ebubekr b. el-Enbari ise: Müezzinin:
“Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığına şehadet ederim” sözünde geçen ‘Eşhedu’,biliyorum (a’lemu) demektir. Yani Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığını biliyorum ve Allah’tan başka ibadete layık ilahın olmadığını beyan ediyorum.
Eşhedu enne muhammeden Resulullah sözü ise şöyledir:
Biliyorum ve beyan ediyorum ki Muhammed Allah’ın resulüdür demektir, demiştir.
“Allah...şahitlik etmiştir ki ondan başka ibadete layık ilah yoktur.” (Al-i İmran 3/18) ayeti için Ebu Ubeyde şöyle demiştir:
Şehide Allahu (Allah şehadet etti) nin manası Allah kendisinden başka ilahın olmadığını takdir etti. Bunun özü ise; Allah bildi ve beyan etti. Çünkü şahid bildiğini beyan eden alimdir. Şahid, hakim yanında şehadet etti yani bildiğini beyan etti ve ortaya koydu.
el-Münziri Ahmed b. Yahya’ya bu ayet hakkında sorulduğunda cevaben şöyle demiştir:
Her nerede Allah şehidellahu demişse bunun anlamı alimellahu (Allah bildi) demektir.
İbni Arabi de şöyle demiştir:
“Allah dedi” ifadesi bu durumda şu manaya gelir:
Allah bildi. Bunun da manası ketebellahu (Allah yazdı) demektir.
İbnül Enbari ise şöyle demiştir:
Bu ayetin manası Allah kendisinden başka ibadete layık ilahın olmadığını beyan etti demektir. (İbni Manzur, Lisan’ul-Arab)
Kurtubi:
“Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar, şefaat etmeye malik değillerdir. Ancak bilerek hak dine inanıp ona şahitlik edenler müstesnadır “ (Zuhruf 43/86) ayeti hakkında diyor ki: Manası şudur:
O kimseler şefaate yetkili olamazlar. Ancak hakka şehadet edip ilim ve basiret üzere iman edenler hariç. Bunu Said b. Cübeyr ve başkası demiştir. Hak şehadeti, La ilahe illallah’tır. “Onlar biliyorlar” Yani şehadet ettikleri şeyin hakikatini biliyorlar.
İkinci olarak “Bilerek hakka şehadet edenler hariç” ayeti iki manaya delalet ediyor.
a. Şüphesiz hakka şehadet etmek ilimle olmadıkça hiçbir fayda vermez. Keza taklit de, söylenenin, doğruluğuna dair ilim olmadan yarar sağlamaz.
b. Şüphesiz hukuk vesair bütün şehadetlerde şahid olan kişinin ilgili hususta bilgili olması şarttır. Nitekim Resulün (s.a.v) şu sözü de bu anlamdadır.
“Sen güneş misali gördüğünde şahidlik et, yoksa terket.”
İbni Kesir:
... Bu, istisnai munkatıdır. Yani; lakin basiret ve ilim ile hakka şehadet edene O’nun şefaati Allah (c) katında -gene kendi izniyle- fayda verir, demiştir. (İbni Kesir Terc., 13/7172)
İmam Taberi şöyle diyor:
Bazıları bunun manası şudur demiştir:
İsa, Üzeyr ve o müşriklerin ibadet ettiği melekler Allah katında şefaat anında hiç kimseye şefaat etmeye yetkili değildirler. Yalnız hakka şehadet eden dolayısıyla bilerek, tevhit ile ve elçisinin getirdiğine uygun olarak Allah’ı birleyip O’na itaat eden kişi bundan hariçtir. “Yalnız hakka şehadet edenler ayrıdır.” Yani ihlas kelimesine. “Onlar biliyorlar” ki, Allah haktır. Keza İsa, Üzeyr ve melekler de. Yani diyor ki, İsa, Üzeyr ve melekler yalnızca hakka şehadet eden yani hakkı bilen kişiye şefaat ederler. (Taberi Terc., 5/2174)
İbni Teymiye şöyle demiştir:
Şehadette şahidin ilim, doğruluk ve beyanının bulunması lazımdır. Nitekim şahidin şehadetindeki amaç da ancak bu hususlarla hasıl olur. (Feteva, 14/187)
Ayrıca diyor ki: (Feteva, 14/400-411) Eb’ul-Ferec, bu ayetin manasında iki görüş vardır, demiştir:
1. Şüphesiz O, “Hak dua ancak Allah’a yapılır. O’ndan başka dua ettikleri şeyler...” (Ra’d 13/14) ayeti ile onların ilahlarını kastetmiştir. Sonra da İsa, Üzeyr ve melekleri istisna etmiştir. Sonra şöyle dedi:
“Hakka şehadet eden hariçtir.” Bu şehadet La ilahe illallah şehadetidir. “Onlar biliyorlar”: dilleriyle neye şehadet ettiklerini kalpten biliyorlar. İşte bu yorum çoğunluğun görüşüdür. Katade de onlardan biridir.
2.“Dua ettikleri” ile amaç, İsa, Üzeyr ve müşriklerin ibadet ettiği meleklerdir. Bunlar hiç kimseye şefaat etmeye malik değildirler. “Hakka şehadet edenler hariçtir.” Bu hak, ihlas kelimesidir. Onlar biliyorlar ki İsa’yı da Üzeyr’i de melekleri de Allah yaratmıştır. Bu Mücahid’in de içinde olduğu bir grubun görüşüdür. Sayfa 409-411 de ise diyor ki:
Bu da şefaat eden ile edileni içerir. Sadece hakka bilerek şehadet edene şefaaat edilir. Melekler, peygamberler ve salihler şefaate malik değillerse de Allah onlara izin verdiğinde şefaat ederler. Ne var ki gene de onların ancak müminlere şefaat etmelerine izin verilir. O müminler La ilahe illallah’a şehadet ediyorlar. Onlar bilerek hakka şehadet ediyorlar. Demektir ki bu kelimeleri atalarını ve büyüklerini takliden (miras alarak) söyleyenlere şefaat etmezler. Nitekim sahih hadiste şöyle gelmiştir:
“Şüphesiz kişi kabrinde sorgulanır: Sen bu adam hakkında ne dersin. Mümin kişi şöyle der: O Allah’ın kulu ve Resulüdür. Bize beyyinat ve hidayet getirdi. Şüphe ve tereddütte olan ise kemküm ederek bilmiyorum der. İnsanların bir şeyler dediğini duydum ben de tekrarladım (dedim).” (Kütüb-i Sitte, 15/310; Müslim Terc., 11/6934; Buhari Terc., 3/1298)
Bu nedenle dedi ki (c.c):
“Bilerek hakka şehadet edenler hariç.” Daha önce geçtiği gibi, İbni Abbas şöyle demişti:
Yani kim kalbî bir ihlas ile La ilahe illallah derse. Şefaatle ilgili gelen bütün sahih hadisler beyan ediyor ki şüphesiz şefaat yalnızca La ilahe illallah ehli kimseler için söz konusudur.
Kurtubi de:
“Allah’tan -O tektir, ortağı yoktur- başka ilahın olmadığına şehadet ederim.” sözü şu manadadır:
Yani bildiğimi telaffuz ediyor ve onu gerçekleştiriyorum. Şahidlik etmenin aslı, haberdar eden kişinin, hissi ile şahid olduğu şeylerden yana haber vermesidir. Sonra şöyle denilmiştir:
Bu, insanın iyice yapıp gerçekleştirdiği şeyler için kullanılır. Velev ki hissen şahid olunmasa bile. Çünkü bilerek gerçekleştiren, his ve müşahede ile idrak eden gibidir, demiştir.(el-Müfhim Şerh’u Sahih-i Müslim, c. 1 (İmam Müslim’in mukaddimesinin şerhinde). )
Nevevi ise bu rivayetlere dair yorumunda diyor ki:
Bunlarda şu vardır:
Şüphesiz imanın şartı, şehadeteyni inanarak ikrar etmek ve ayrıca Resulün getirdiği bütün şeylere itikat etmektir. Resulullah (s.a.v) bunların hepsini şu sözünde cem etmiştir.
“İnsanlarla La ilahe illallah deyip bana ve benim getirdiklerime iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum.” (Nevevi Şerhi, 1/212)
Bilindiği gibi kelime-i şehadete inanmadan önce bunların ne demeye geldiğini gösteren ilim gelir. Esasen inanmak ve tasavvur etmek, ilmin bir parçasıdır. Çünkü kul, hakikatına cahil oluduğu bir şeye doğru bir şekilde nasıl inanabilir ki?