E
Çevrimdışı
ABDULLAH GÜL'ÜN CUMHURBAŞKANI OLDUKTAN SONRAKİ KONUŞMASI
Yüce Meclis’in Sayın Başkanı,
Saygıdeğer Milletvekilleri,
Ülkemiz demokrasisinin ne kadar olgunlaştığını hem kendimize hem de bütün dünyaya bir kez daha gösterme fırsatı bulduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Kısa bir süre önce, bütün dünyanın takdirle izlediği bir genel seçim yaptık. Biraz önce de, cumhurbaşkanlığı seçimini en güzel biçimde tamamladık.
Beni ülkemizin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçen yüce heyetinize en içten şükran duygularımı sunuyorum.
Bizler, Türk Milleti olarak, nice büyük devletler kurmuş, cihanşümul imparatorluklara sahip olmuş bir milletin, şerefli bir tarihin mirasçılarıyız. Başta devletin değişik kademelerinde yer alanlar olmak üzere, hepimiz, ilelebet yaşatmaya kararlı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da güçlenmesi için elbirliğiyle çalışmalıyız. Cumhuriyet’in kurucusu Büyük Atatürk’ün koyduğu “Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarma” hedefi daima aklımızda olmalı.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugünlere, varlığını ve gücünü pekiştirerek ulaşmış bulunuyor. Biz bu Cumhuriyeti kolay kurmadık, bugünlere zahmetsiz gelmedik. Aziz vatanımızın her karış toprağının şehit kanlarıyla sulanmış olması bunun kanıtıdır. Cumhuriyetimizi kuran kadronun, önce, saldırgan güçlere karşı bir İstiklal Savaşı vermesi, ardından da ülkemizi çağdaş milletler topluluğunun saygın bir üyesi yapmak üzere olağanüstü çabalar göstermesi gerekti. O dönemde ne büyük fedakârlıklara katlanıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu yüce Meclis o fedakar kadronun hepimize armağanıdır.
TBMM, milletimizin iradesiyle oluşan ve varlığıyla o iradeyi temsil eden, ülkemizin bugünü ve geleceğiyle ilgili bütün kararların alındığı yegane çatıdır. Yüksek katılımla gerçekleşen son genel seçimin oluşturduğu heyetiniz, milli iradeyi en geniş ve en güçlü bir biçimde temsil etmektedir. Demokrasimizin katılımcılık ve temsil özellikleri bu seçimle daha da güçlenmiştir. Sizler gibi geniş temsil kabiliyetine sahip bir heyetin takdirlerine mazhar olmayı kendim için büyük bir onur sayıyorum. Üstlendiğim şerefli görevin sorumluluğunu yerine getirirken, milletimizin siz değerli temsilcilerinin desteğine her zaman ihtiyaç duyacağım tabiidir.
Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve aynı görevi bugüne kadar üstlenmiş bütün Cumhurbaşkanlarımızı saygıyla, ahirete intikal edenleri rahmetle anıyor, milletimiz adına hepsine en kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Görevimin zorluğunun idrakindeyim. “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli çalışmasını gözetir.” Bunları yerine getirmek bir anayasal gerekliliktir. Görevde bulunacağım süre içerisinde hiçbir ayırım yapmaksızın bütün vatandaşlarımızı kucaklayacağım. Tarafsızlığımı titizlikle koruyacağım ve devlet organlarının uyumlu çalışmasını sağlamak için elimden gelen bütün gayreti göstereceğim.
Türkiye Cumhuriyeti ‘demokratik’, ‘laik’ ve ‘sosyal’ bir ‘hukuk devleti’dir. Anayasamızın değişmez hükümleriyle belirlenmiş bu nitelikler bir bütündür ve her biri hiç kuşkusuz Cumhuriyetimizin temel değerleridir. Bu ilkelerin hepsini, hiçbir ayrımcılığa tabi tutmadan savunmak ve her fırsatta güçlendirmeye çalışmak azmi ve kararlılığı içinde olacağım.
Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da. Yalnız bu kadar da değil; hemen her toplumda zaman zaman baş gösteren çatışma ve kavga unsurlarını daha baştan ortadan kaldırmanın en kestirme yolu da yine laiklik ilkesine bağlılıktır. İçinde yer aldığımız coğrafyaya özgü gerçekleri ve hassasiyetleri düşündüğümüzde, din ve vicdan özgürlüğünü de içinde barındıran laiklik ilkesinin değerini daha iyi kavramış oluruz.
Dikkatlerinizi çekmek istediğim önemli konuların en başında demokratik sisteme duyulması gereken güven geliyor. Vatandaşın yöneticilerini kendisinin seçtiği demokratik sistem, hukukun evrensel ilkelerine bağlı, hak arama yollarının açık olduğu, temel hak ve özgürlüklerin bireysel veya örgütlü olarak sonuna kadar kullanılabildiği bir yapıdır. Ülkelerin gelişmesi ve insanların mutluluğu için asgari şart, açık bir topluma dönüşmektir. Anayasamızda da yer alan, fikir ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, insanlarımızın onurlu bir hayat sürdürebilmelerinin de teminatıdır. Şiddeti beslemeyen her türlü fikrin serbestçe ve korkusuzca ifade edilebildiği bir açık toplum olma hedefinden asla sapmamalıyız. Çağdaş dünya, nicedir, özgürlüklerden korkmamayı öğrendi; bizler de özgürlüklerimize en hayati değerlerimiz olarak her durumda sahip çıkmalıyız.
Günümüz dünyasında, farklı özelliklerin vurgulandığı, değişiklikten ve çeşitlilikten korkulmayan bir anlayış daha fazla kabul görmeye başladı. Bizi millet yapan değerler yerli yerinde ise, anayasal düzenin temel ilkeleri yerleşmiş ve herkes tarafından gözetiliyor ise, böyle bir ortamda, farklılık ve çeşitliliklerimiz bizim için zafiyet unsuru değil, aksine en büyük zenginliğimiz olacaktır. Bu gerçeği görebilirsek, birlik ve beraberliğimizi, dirlik ve düzenimizi daha da sağlamlaştırabiliriz. Demokratik kültürümüz çoğulculukla beslendiği oranda, bizi biz yapan değerlere daha kolay sahip çıkabiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, devlet, insanların mutluluğunu, huzurunu, refahını, güvenini sağlamak için vardır. Bir tek vatandaşının dahi, din, dil ve etnik özellikleri yüzünden, ya da ekonomik durumu nedeniyle kendisine karşı ayrımcılık yapıldığını, horlandığını hissettiği bir ülke, çağdaş bir ülke olma vasfı taşıdığını iddia edemez. Devlet görevinde, üzerine titrenmesi gereken en önemli nokta, insan odaklı bir hizmet anlayışının hakimiyeti olmalıdır. Asıl olan vatandaşın doğuşuyla kazandığı temel haklarıdır. Bu da, devlet adına hareket eden, her kademeden bürokratların, her eğilimden siyasilerin, öncelikle vatandaşın hak ve hukukunu korumakla görevli olduklarının bilincinde bulunmalarını gerektirir.
Kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlandığı, kadınlarımızın hayatın her alanına aktif olarak katılabildiği şartların gerçekleştirilmesi öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bu amaca hizmet edecek her adımınıza destek olacağımı bilmenizi isterim.
Ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi ve sosyal barışın sürdürülmesini sağlayan en önemli unsurların başında adalet duygusunun vatandaşlar arasında yerleşmesi gelir. Hukuk devleti olmanın temelinde ‘adalet’ ilkesi vardır. Türkiye Cumhuriyeti, adalet mekanizmasının en süratli biçimde işlediği, insanların hak duygularının zedelenmediği, vicdanların tatmin olduğu bir devlet olmak zorundadır; bunu sağlayacak olan da siz değerli milletvekillerinin kararlılığıdır.
Vatandaşları devletine kopmaz bağlarla bağlayacak, demokratik sisteme sahip çıkma ihtiyacını artıracak, gurur ve onurunu takviye edecek olan unsur güçlü bir toplumsal güven duygusudur. Toplumsal güveni sarsan hastalıkların başında yolsuzluklar ve haksızlıklar gelir. Yolsuzluk ve haksızlığın ortadan kaldırılmasının en etkili yöntemi ise kamu hayatında şeffaflığın sağlanmasıdır. Her vatandaş ihtiyacı olan her bilgiye en kısa sürede erişebilmelidir. Bireylerin doğru bilgiye ulaşabilmesinin en kestirme yolu ise, bağımsız, tarafsız ve sorumluluğunu müdrik bir medyanın varlığından geçer.
Çağdaş bir hukuk sistemine, şeffaflık ve istikrara sahip olması, Türkiye’nin gücüne güç katacak, dünyanın diğer ülkeleri gözündeki saygınlığını artıracaktır. Kendine güvenen bireylere ve güçlü bir toplum yapısına sahip olabilmek için, eğitimde, ekonomide, kamu görevlerinde, devlet imkanlarından yararlanmada, hemen her alanda, fırsat eşitliğinin bütün vatandaşlara sağlanması elzemdir.
Türkiye hedefini doğru seçmiş, o hedefe ulaşma yolunda şimdiye kadar büyük mesafeler kat etmiştir. 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerine başladığımız Avrupa Birliği yolunda kararlı bir biçimde ve kendi irademizle yürümeye devam etmeliyiz. Avrupa Birliği üyeliği hedefli siyasi ve ekonomik reformları daha ciddi bir kararlılıkla gerçekleştirmemiz ülkemiz için gereklidir. Avrupa’daki siyasi konjonktür her zaman değişebilir. Bizim için önemli olan, çağdaş standartlara ulaşabilmek için gerekirse müzakere fasıllarını kendimiz açıp kapama iradesini gösterebilmemizdir. Reformlarını aksatmadan hayata geçirerek Avrupa Birliği ile her alanda uyum sağlamış bir Türkiye, zamanı geldiğinde, kendi tercihini kendisi yapacaktır. Reformlarımızı, başkaları istiyor diye değil, kendimiz, kendi halkımız için gerçekleştirmeliyiz. Kendini yenilemiş güçlü bir Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda önüne çıkartılacak engelleri aşması çok daha kolay olacağı gibi, zaman içerisinde o engellerin de fazla bir anlamı kalmayacaktır. Bunu başarmak bizim elimizdedir.
Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne eriştiğimizde, güçlü ve sarsılmaz demokratik kurumları, istikrara kavuşmuş dev ekonomik gücü, birbirine güvenen insanları ve farklılığı zenginlik sayan anlayışın kökleşmiş olduğu toplum yapısıyla, Türkiye’nin, dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olacağına inanıyorum. Güçlü bir demokrasiye, güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olan Türkiye, bu özellikleriyle, hem kendi vatandaşlarını mutlu edecek, hem de bölgesine huzur ve istikrar getirecektir. Riskli bir coğrafyada yaşıyoruz; bu coğrafyada, Türkiye, çevresi ve dışarıdan bakanlar için tam anlamıyla güvenli bir ada olmalıdır.
Bunun için de, bu hafta boyunca kutlayacağımız zaferlerimizi borçlu olduğumuz, dünyanın takdir ve gıptayla baktığı, bağımsızlığımızın sembolü, güçlü, modern ve etkili Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcılık gücünün yüksek tutulması, ulusal bekamızın kaçınılmaz gereğidir.
Asayiş ve huzurumuzun güvencesi olan fedakar emniyet güçlerimizi de, yeni ortaya çıkan güvenliği bozucu eylemler karşısında daha da güçlendirmeliyiz. Unutmayalım: Vatandaşı rahat ve huzur içerisinde başını yastığa koymayan bir ülkenin, kalkınması, refah düzeyini artırması mümkün değildir.
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden terörist eylemlere karşı etkili mücadelemiz büyük bir kararlılıkla sürdürülecektir. Bu uğurda verdiğimiz şehitler, kaybettiğimiz vatan evlatları, hepimizin yüreğini dağlıyor. Ateş düştüğü yeri yakar, ama devletimiz acıları dindirmek, ateşi söndürmek için vardır. Şehit aileleri ve yakınlarının, şehitlerimizin bizlere birer emaneti olduğunu hiçbir zaman unutmayacağız.
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ bundan böyle de temel ilkemiz olmalıdır. Doğusu ve batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle bütün ülkenin eşit şartlar içerisinde refahı paylaşması, huzur ve istikrarı yaygınlaştıracak, bireyler arasında kardeşlik duygularını pekiştirecek, birlik ve beraberliğimizi sağlamlaştıracaktır. Yakın ve uzak komşularımızla karşılıklı güven ve saygıya dayalı onurlu bir işbirliği zemini oluşturmalıyız. Türk devletleri ve toplulukları ile ilişkilerimizi tarihi bir sorumluluk olarak görüyorum ve özel bir hassasiyetle takip edeceğim. Komşularımızla ilişkilerimizi her zamankinden daha büyük bir kararlılıkla sürdürürken, dünyadaki gelişmelere de kayıtsız kalmadan, inisiyatifi her zaman elimizde tutacak aktif politikalar uygulamalıyız.
Sosyal devlet anlayışının gereklerinin neler olduğunun, sosyal güvenlik sistemimizin daha da yaygınlaştırılması ihtiyacının, sağlık alanında alınacak mesafeler bulunduğunun, eğitim, bilim ve teknoloji alanlarında yeni atılımlar yapılması gerektiğinin hepimiz farkındayız. İstikrara kavuşmuş, uluslararası rekabet gücünü yakalamış ekonomimizin dengelerini bundan böyle de korumalıyız. İçe kapalı ekonomilerin günümüz dünyasında ayakta kalma şansı yoktur; tam rekabetin kanalları, içeride ve dışarıda daima açık olmalıdır. İnsanımızın özlenen bir refah düzeyine kavuşmasının ve ülkemizin övünülecek bir noktaya taşınmasının en önemli unsuru, rekabet gücü olan, etkinlik ve verimliliği esas alan bir ekonomidir.
Sözlerime son verirken kararlılığımı bir kez daha en güçlü biçimde ifade etmek isterim. Bana tevdi ettiğiniz bu onurlu görevi yerine getirirken milletimizin ve onun iradesinin yansıdığı Yüce Meclis’in desteğini her zaman ve her şartta arayacağım. Kapım herkese açık olacak. Aralarında ayırım gözetmeksizin, bütün siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla yakın bir işbirliği içerisinde olacağım. Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin üzerine titreyeceğim. Şeffaflık içinde, tam bir tarafsızlıkla, bütün vatandaşlarımı kucaklayarak yoluma devam edeceğim. Gücüm yettiğince, vatandaşlarımın huzuru, ülkemin esenliği yolunda çaba sarf edeceğim. Kimsenin kimseyi ezmediği, keyfiliğin hüküm sürmediği, hak kullanımı açısından zayıfla güçlü arasında hiçbir fark bulunmayan, vatandaşın haklarının korunup kollandığı, içeride güçlü, dışarıda saygın bir Türkiye ideali için var gücümle çalışacağım.
Bu uğurda Allah beni mahcup etmesin.
Büyük milletimizi ve sizleri en derin saygı, sevgi ve minnet duygularıyla yeniden selamlıyorum.
Yüce Meclis’in Sayın Başkanı,
Saygıdeğer Milletvekilleri,
Ülkemiz demokrasisinin ne kadar olgunlaştığını hem kendimize hem de bütün dünyaya bir kez daha gösterme fırsatı bulduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Kısa bir süre önce, bütün dünyanın takdirle izlediği bir genel seçim yaptık. Biraz önce de, cumhurbaşkanlığı seçimini en güzel biçimde tamamladık.
Beni ülkemizin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçen yüce heyetinize en içten şükran duygularımı sunuyorum.
Bizler, Türk Milleti olarak, nice büyük devletler kurmuş, cihanşümul imparatorluklara sahip olmuş bir milletin, şerefli bir tarihin mirasçılarıyız. Başta devletin değişik kademelerinde yer alanlar olmak üzere, hepimiz, ilelebet yaşatmaya kararlı olduğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin daha da güçlenmesi için elbirliğiyle çalışmalıyız. Cumhuriyet’in kurucusu Büyük Atatürk’ün koyduğu “Türkiye Cumhuriyeti’ni muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarma” hedefi daima aklımızda olmalı.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bugünlere, varlığını ve gücünü pekiştirerek ulaşmış bulunuyor. Biz bu Cumhuriyeti kolay kurmadık, bugünlere zahmetsiz gelmedik. Aziz vatanımızın her karış toprağının şehit kanlarıyla sulanmış olması bunun kanıtıdır. Cumhuriyetimizi kuran kadronun, önce, saldırgan güçlere karşı bir İstiklal Savaşı vermesi, ardından da ülkemizi çağdaş milletler topluluğunun saygın bir üyesi yapmak üzere olağanüstü çabalar göstermesi gerekti. O dönemde ne büyük fedakârlıklara katlanıldığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu yüce Meclis o fedakar kadronun hepimize armağanıdır.
TBMM, milletimizin iradesiyle oluşan ve varlığıyla o iradeyi temsil eden, ülkemizin bugünü ve geleceğiyle ilgili bütün kararların alındığı yegane çatıdır. Yüksek katılımla gerçekleşen son genel seçimin oluşturduğu heyetiniz, milli iradeyi en geniş ve en güçlü bir biçimde temsil etmektedir. Demokrasimizin katılımcılık ve temsil özellikleri bu seçimle daha da güçlenmiştir. Sizler gibi geniş temsil kabiliyetine sahip bir heyetin takdirlerine mazhar olmayı kendim için büyük bir onur sayıyorum. Üstlendiğim şerefli görevin sorumluluğunu yerine getirirken, milletimizin siz değerli temsilcilerinin desteğine her zaman ihtiyaç duyacağım tabiidir.
Bu vesileyle, Cumhuriyetimizin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve aynı görevi bugüne kadar üstlenmiş bütün Cumhurbaşkanlarımızı saygıyla, ahirete intikal edenleri rahmetle anıyor, milletimiz adına hepsine en kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Görevimin zorluğunun idrakindeyim. “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli çalışmasını gözetir.” Bunları yerine getirmek bir anayasal gerekliliktir. Görevde bulunacağım süre içerisinde hiçbir ayırım yapmaksızın bütün vatandaşlarımızı kucaklayacağım. Tarafsızlığımı titizlikle koruyacağım ve devlet organlarının uyumlu çalışmasını sağlamak için elimden gelen bütün gayreti göstereceğim.
Türkiye Cumhuriyeti ‘demokratik’, ‘laik’ ve ‘sosyal’ bir ‘hukuk devleti’dir. Anayasamızın değişmez hükümleriyle belirlenmiş bu nitelikler bir bütündür ve her biri hiç kuşkusuz Cumhuriyetimizin temel değerleridir. Bu ilkelerin hepsini, hiçbir ayrımcılığa tabi tutmadan savunmak ve her fırsatta güçlendirmeye çalışmak azmi ve kararlılığı içinde olacağım.
Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da. Yalnız bu kadar da değil; hemen her toplumda zaman zaman baş gösteren çatışma ve kavga unsurlarını daha baştan ortadan kaldırmanın en kestirme yolu da yine laiklik ilkesine bağlılıktır. İçinde yer aldığımız coğrafyaya özgü gerçekleri ve hassasiyetleri düşündüğümüzde, din ve vicdan özgürlüğünü de içinde barındıran laiklik ilkesinin değerini daha iyi kavramış oluruz.
Dikkatlerinizi çekmek istediğim önemli konuların en başında demokratik sisteme duyulması gereken güven geliyor. Vatandaşın yöneticilerini kendisinin seçtiği demokratik sistem, hukukun evrensel ilkelerine bağlı, hak arama yollarının açık olduğu, temel hak ve özgürlüklerin bireysel veya örgütlü olarak sonuna kadar kullanılabildiği bir yapıdır. Ülkelerin gelişmesi ve insanların mutluluğu için asgari şart, açık bir topluma dönüşmektir. Anayasamızda da yer alan, fikir ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, insanlarımızın onurlu bir hayat sürdürebilmelerinin de teminatıdır. Şiddeti beslemeyen her türlü fikrin serbestçe ve korkusuzca ifade edilebildiği bir açık toplum olma hedefinden asla sapmamalıyız. Çağdaş dünya, nicedir, özgürlüklerden korkmamayı öğrendi; bizler de özgürlüklerimize en hayati değerlerimiz olarak her durumda sahip çıkmalıyız.
Günümüz dünyasında, farklı özelliklerin vurgulandığı, değişiklikten ve çeşitlilikten korkulmayan bir anlayış daha fazla kabul görmeye başladı. Bizi millet yapan değerler yerli yerinde ise, anayasal düzenin temel ilkeleri yerleşmiş ve herkes tarafından gözetiliyor ise, böyle bir ortamda, farklılık ve çeşitliliklerimiz bizim için zafiyet unsuru değil, aksine en büyük zenginliğimiz olacaktır. Bu gerçeği görebilirsek, birlik ve beraberliğimizi, dirlik ve düzenimizi daha da sağlamlaştırabiliriz. Demokratik kültürümüz çoğulculukla beslendiği oranda, bizi biz yapan değerlere daha kolay sahip çıkabiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, devlet, insanların mutluluğunu, huzurunu, refahını, güvenini sağlamak için vardır. Bir tek vatandaşının dahi, din, dil ve etnik özellikleri yüzünden, ya da ekonomik durumu nedeniyle kendisine karşı ayrımcılık yapıldığını, horlandığını hissettiği bir ülke, çağdaş bir ülke olma vasfı taşıdığını iddia edemez. Devlet görevinde, üzerine titrenmesi gereken en önemli nokta, insan odaklı bir hizmet anlayışının hakimiyeti olmalıdır. Asıl olan vatandaşın doğuşuyla kazandığı temel haklarıdır. Bu da, devlet adına hareket eden, her kademeden bürokratların, her eğilimden siyasilerin, öncelikle vatandaşın hak ve hukukunu korumakla görevli olduklarının bilincinde bulunmalarını gerektirir.
Kadın-erkek eşitliğinin tam olarak sağlandığı, kadınlarımızın hayatın her alanına aktif olarak katılabildiği şartların gerçekleştirilmesi öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bu amaca hizmet edecek her adımınıza destek olacağımı bilmenizi isterim.
Ekonomik kalkınmanın gerçekleşmesi ve sosyal barışın sürdürülmesini sağlayan en önemli unsurların başında adalet duygusunun vatandaşlar arasında yerleşmesi gelir. Hukuk devleti olmanın temelinde ‘adalet’ ilkesi vardır. Türkiye Cumhuriyeti, adalet mekanizmasının en süratli biçimde işlediği, insanların hak duygularının zedelenmediği, vicdanların tatmin olduğu bir devlet olmak zorundadır; bunu sağlayacak olan da siz değerli milletvekillerinin kararlılığıdır.
Vatandaşları devletine kopmaz bağlarla bağlayacak, demokratik sisteme sahip çıkma ihtiyacını artıracak, gurur ve onurunu takviye edecek olan unsur güçlü bir toplumsal güven duygusudur. Toplumsal güveni sarsan hastalıkların başında yolsuzluklar ve haksızlıklar gelir. Yolsuzluk ve haksızlığın ortadan kaldırılmasının en etkili yöntemi ise kamu hayatında şeffaflığın sağlanmasıdır. Her vatandaş ihtiyacı olan her bilgiye en kısa sürede erişebilmelidir. Bireylerin doğru bilgiye ulaşabilmesinin en kestirme yolu ise, bağımsız, tarafsız ve sorumluluğunu müdrik bir medyanın varlığından geçer.
Çağdaş bir hukuk sistemine, şeffaflık ve istikrara sahip olması, Türkiye’nin gücüne güç katacak, dünyanın diğer ülkeleri gözündeki saygınlığını artıracaktır. Kendine güvenen bireylere ve güçlü bir toplum yapısına sahip olabilmek için, eğitimde, ekonomide, kamu görevlerinde, devlet imkanlarından yararlanmada, hemen her alanda, fırsat eşitliğinin bütün vatandaşlara sağlanması elzemdir.
Türkiye hedefini doğru seçmiş, o hedefe ulaşma yolunda şimdiye kadar büyük mesafeler kat etmiştir. 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerine başladığımız Avrupa Birliği yolunda kararlı bir biçimde ve kendi irademizle yürümeye devam etmeliyiz. Avrupa Birliği üyeliği hedefli siyasi ve ekonomik reformları daha ciddi bir kararlılıkla gerçekleştirmemiz ülkemiz için gereklidir. Avrupa’daki siyasi konjonktür her zaman değişebilir. Bizim için önemli olan, çağdaş standartlara ulaşabilmek için gerekirse müzakere fasıllarını kendimiz açıp kapama iradesini gösterebilmemizdir. Reformlarını aksatmadan hayata geçirerek Avrupa Birliği ile her alanda uyum sağlamış bir Türkiye, zamanı geldiğinde, kendi tercihini kendisi yapacaktır. Reformlarımızı, başkaları istiyor diye değil, kendimiz, kendi halkımız için gerçekleştirmeliyiz. Kendini yenilemiş güçlü bir Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda önüne çıkartılacak engelleri aşması çok daha kolay olacağı gibi, zaman içerisinde o engellerin de fazla bir anlamı kalmayacaktır. Bunu başarmak bizim elimizdedir.
Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne eriştiğimizde, güçlü ve sarsılmaz demokratik kurumları, istikrara kavuşmuş dev ekonomik gücü, birbirine güvenen insanları ve farklılığı zenginlik sayan anlayışın kökleşmiş olduğu toplum yapısıyla, Türkiye’nin, dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri olacağına inanıyorum. Güçlü bir demokrasiye, güçlü bir ekonomiye ve güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olan Türkiye, bu özellikleriyle, hem kendi vatandaşlarını mutlu edecek, hem de bölgesine huzur ve istikrar getirecektir. Riskli bir coğrafyada yaşıyoruz; bu coğrafyada, Türkiye, çevresi ve dışarıdan bakanlar için tam anlamıyla güvenli bir ada olmalıdır.
Bunun için de, bu hafta boyunca kutlayacağımız zaferlerimizi borçlu olduğumuz, dünyanın takdir ve gıptayla baktığı, bağımsızlığımızın sembolü, güçlü, modern ve etkili Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcılık gücünün yüksek tutulması, ulusal bekamızın kaçınılmaz gereğidir.
Asayiş ve huzurumuzun güvencesi olan fedakar emniyet güçlerimizi de, yeni ortaya çıkan güvenliği bozucu eylemler karşısında daha da güçlendirmeliyiz. Unutmayalım: Vatandaşı rahat ve huzur içerisinde başını yastığa koymayan bir ülkenin, kalkınması, refah düzeyini artırması mümkün değildir.
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden terörist eylemlere karşı etkili mücadelemiz büyük bir kararlılıkla sürdürülecektir. Bu uğurda verdiğimiz şehitler, kaybettiğimiz vatan evlatları, hepimizin yüreğini dağlıyor. Ateş düştüğü yeri yakar, ama devletimiz acıları dindirmek, ateşi söndürmek için vardır. Şehit aileleri ve yakınlarının, şehitlerimizin bizlere birer emaneti olduğunu hiçbir zaman unutmayacağız.
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ bundan böyle de temel ilkemiz olmalıdır. Doğusu ve batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle bütün ülkenin eşit şartlar içerisinde refahı paylaşması, huzur ve istikrarı yaygınlaştıracak, bireyler arasında kardeşlik duygularını pekiştirecek, birlik ve beraberliğimizi sağlamlaştıracaktır. Yakın ve uzak komşularımızla karşılıklı güven ve saygıya dayalı onurlu bir işbirliği zemini oluşturmalıyız. Türk devletleri ve toplulukları ile ilişkilerimizi tarihi bir sorumluluk olarak görüyorum ve özel bir hassasiyetle takip edeceğim. Komşularımızla ilişkilerimizi her zamankinden daha büyük bir kararlılıkla sürdürürken, dünyadaki gelişmelere de kayıtsız kalmadan, inisiyatifi her zaman elimizde tutacak aktif politikalar uygulamalıyız.
Sosyal devlet anlayışının gereklerinin neler olduğunun, sosyal güvenlik sistemimizin daha da yaygınlaştırılması ihtiyacının, sağlık alanında alınacak mesafeler bulunduğunun, eğitim, bilim ve teknoloji alanlarında yeni atılımlar yapılması gerektiğinin hepimiz farkındayız. İstikrara kavuşmuş, uluslararası rekabet gücünü yakalamış ekonomimizin dengelerini bundan böyle de korumalıyız. İçe kapalı ekonomilerin günümüz dünyasında ayakta kalma şansı yoktur; tam rekabetin kanalları, içeride ve dışarıda daima açık olmalıdır. İnsanımızın özlenen bir refah düzeyine kavuşmasının ve ülkemizin övünülecek bir noktaya taşınmasının en önemli unsuru, rekabet gücü olan, etkinlik ve verimliliği esas alan bir ekonomidir.
Sözlerime son verirken kararlılığımı bir kez daha en güçlü biçimde ifade etmek isterim. Bana tevdi ettiğiniz bu onurlu görevi yerine getirirken milletimizin ve onun iradesinin yansıdığı Yüce Meclis’in desteğini her zaman ve her şartta arayacağım. Kapım herkese açık olacak. Aralarında ayırım gözetmeksizin, bütün siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla yakın bir işbirliği içerisinde olacağım. Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerin üzerine titreyeceğim. Şeffaflık içinde, tam bir tarafsızlıkla, bütün vatandaşlarımı kucaklayarak yoluma devam edeceğim. Gücüm yettiğince, vatandaşlarımın huzuru, ülkemin esenliği yolunda çaba sarf edeceğim. Kimsenin kimseyi ezmediği, keyfiliğin hüküm sürmediği, hak kullanımı açısından zayıfla güçlü arasında hiçbir fark bulunmayan, vatandaşın haklarının korunup kollandığı, içeride güçlü, dışarıda saygın bir Türkiye ideali için var gücümle çalışacağım.
Bu uğurda Allah beni mahcup etmesin.
Büyük milletimizi ve sizleri en derin saygı, sevgi ve minnet duygularıyla yeniden selamlıyorum.
Moderatör tarafında düzenlendi: