Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Süheyl Bin Amr (r.a)

Muaz ibni Cebel Çevrimdışı

Muaz ibni Cebel

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
SÜHEYL b. AMR

Özgürlükten Şehâdete
Bedir savaşında Süheyl b. Amr esir düşünce, Hz. Ömer Resûlullah’a yaklaşmış ve şöyle demişti:

“Ey Allah’ın Resûlü! İzin ver Süheyl’in dişlerini sökeyim. Bir daha senin aleyhinde bulunmasın.”

Resûlullah şöyle cevap vermişti:

“Asla ya Ömer..!

Senin dediğine müsaade edersem, peygamber bile olsam, Cenab-ı Hak da bana öyle muamele yapar.”

Sonra Ömer’e yaklaştı:

“Ey Ömer..!

Sen onu bırak. Gün gelecek o seni sevindirecek…”

* * *

Günler geçti...

Ve Resûlullah’ın verdiği haber doğrulandı.

Kureyş’in en büyük hatibi Süheyl b. Amr, İslâm’ın en gözde hatiplerinden birisi oldu.

Amansız bir müşrik iken, Allah korkusundan göz yaşlarına hakim olamayan tövbekar bir mü’mine döndü.

Kureyş’in büyük bir önderi, büyük bir komutanı, İslâm yolunun esaslı bir savaşçısı oldu. Hem de ölünceye dek cihad etmeye kendisini adamış bir savaşçı. Umarız Allah geçmiş günahlarını affeder...

İşte böyle... O inatçı müşrik nerede, bu müttaki mü’min şehid nerede..?!

İşte o, Süheyl b. Amr’dır.

* * *

Savaş meydanlarında korkusuzca at oynatan Kureyş’in ileri gelenlerinden biri... Ve yine Kureyş’in anlayış ve zeka sahibi fikir babalarından biri...

İşte bu yüzden Kureyş, Hudeybiye senesinde Resûlullah’ı Mekke’ye girme kararından vazgeçirmek için elçi olarak onu göndermişti.

Hicretin altıncı yılının son günleriydi. Resûlullah ashabıyla beraber Kâbe’yi ziyaret etmek maksadıyla yola çıkmıştı. Niyetleri umre yapmaktı, savaş istemiyorlardı. Zaten savaş için hazırlıklı da değillerdi.

Kureyş, onların bu yolculuklarını öğrenmişti. Yollarını kapamak ve istikametlerini değiştirmek için hemen tedbir aldılar.

Durum hayli kritikti. Gerginlik had safhadaydı. Resûlullah ashabına dedi ki:

“Allah’a yemin ederim ki, beni Allah’ın Harem sahasına saygı içeren hangi bir plana davet ederlerse, elbette kabul ederim.”

Bu arada Kureyş, Resûlullah’a elçi ve temsilcilerini birbiri ardına göndermeye başlamıştı. Resûlullah, onların her birine savaş düşünmediklerini, maksatlarının Kâbe’yi ziyaret etmek ve kutsal yerleri tazimde bulunmak olduğunu anlatmaya çalıştı.

Her bir elçisi geri döndüğünde, Kureyş ondan daha çeneli, daha dilbazını gönderiyordu. Sonunda elçi olarak Urve b. Mes’ûd es-Sakafî’yi tayin ettiler. Zira o en kuvvetlileri ve en zekilerinden biriydi. Bu sefer Kureyş, Resûlullah’ın geri dönmeye ikna olacağına kesin gözüyle bakıyorlardı. Ama umutları bu defa da suya düşmüştü. Çünkü Urve apartopar geri dönmüş ve Kureyş’e şu tavsiyede bulunmuştu:

“Ey cemaat! Ben Kayser, Kisra ve Necaşi divanlarını gördüm; nice hükümdarlarla karşılaştım...

Vallahi, hiçbirinin kavminde, Muham*med’in ashabının ona gösterdiği hürmet ve ita*atı görmedim.

Şunu kesin olarak gözlüyorum ki, onun çevresinde öyle insanlar var ki, asla onun kılına bile dokundurtmazlar.

Bana kalırsa, kararınızı yeniden gözden geçirin.”

* * *

İşte o zaman Kureyş, kesin olarak anladı ki, bu tarz engelleme çabalarının hiçbir faydası yoktur. Ve anlaşmaya karar verdiler. Bu önemli görev için de mizacı anlaşmaya en yatkın bir lider seçtiler: Süheyl b. Amr…

* * *

Müslümanlar daha uzaktan Süheyl’i görür görmez Kureyş’in anlaşma ve uyuşma temayülüne girdiğini anladılar. Öyle ya Süheyl gönderildiğine göre...

Nitekim Süheyl geldi, Resûlullah’ın önünde oturdu ve uzun uzadıya müzakereler yapıldı. Ama iş sonunda barış ile noktalandı.

Süheyl bu anlaşma müzakerelerinde, Kureyş adına çok şey koparmaya çalışmıştı. Hatta Resûlullah da engin toleransı ile bu hususta ona bir hayli yardım etti. Anlaşmanın bir an önce sağlanması için elinden geleni yaptı.

* * *

Devir dönmüş, günler birbirini kovalamış ve nihayet hicretin sekizinci senesi gelmişti. Allah Resûlü mücahid ashabıyla beraber Mekke’nin fethine çıkmıştı. Kureyş daha önce Resûlullah’la imzaladığı anlaşmayı tek taraflı olarak bozmuştu.

Evet… Muhacirler anavatanlarına dönüyorlardı... Daha dün istemeyerek, zorla çıkarıldıkları, hatta kovuldukları yurtlarına...

Dönüyorlardı… Bu sefer yanlarında ensâr vardı… Onları zor günlerinde bağırlarına basan, yurtlarını sığınak, evlerini barınak yapan, onları kendilerine tercih eden, her şeylerinden üstün tutan o ensâr...

Kelimenin tam anlamıyla İslâm dönüyordu... Dalga dalgaydı gökler, zafer sancaklarıyla…

Ve işte Mekke’nin bütün kapıları açılıyordu.

Müşrikler buruktular, zillet içerisinde vahim bir endişeyi yaşıyorlardı.

Acaba şimdi akıbetleri nasıl olacaktı. Zira müslümanlara yapmadıkları şey kalmamıştı. Öldürmüşlerdi, yakmışlardı, işkence etmişlerdi, aç bırakmışlardı..

Fakat Resûlullah onları bu zillet, bu endişe ve bu belirsizliğin dayanılmaz baskısında uzun süre bırakmak istemedi. Çünkü o rahmet peygamberiydi.

Son derece yumuşak ve oldukça toleranslı bir yaklaşımla onlara yöneldi. Ses tonundan şefkat ve merhamet damlıyordu:

“Ey Kureyş halkı!.

Size ne yapacağımı umuyorsunuz?”

Bu sözlere, daha dün azılı bir İslâm düşmanı olan Süheyl b. Amr cevap verdi:

“İyilik umuyoruz, sadece iyilik… Asil ve kerim bir kardeşten, asil ve kerim bir babanın oğlundan ne umulur?”

İşte o zaman Allah dostunun mübarek dudaklarından nurlu bir tebessüm yayıldı:

“Haydi gidin...!

Hepiniz serbestsiniz..!!”

Muzaffer ve hakim bir Peygamberin ağzından dökülen bu kelimeler, biraz olsun duygu taşıyan bir insanı utanç ve mahcubiyetten, hatta pişmanlıktan için için eritmeye yeterdi...

İşte o anda bu büyüklük, bu asalet, bu merhamet karşısında Süheyl b. Amr’ın bütün duyguları galeyana gelmiş ve âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olmuş, İslâm’a girmişti.

Esasen onun söz konusu hâlet-i ruhiye içerisinde İslâm’ı kabullenişi, yenik düşmüş ve ister istemez kaderine razı olmuş bir insanın zoraki bir şeye boyun eğmesi değildi.

Aksine onun Müslümanlığı -sonraki yaşantısında da kanıtladığı gibi-Muhammed (s.a.v.)’e ve onun temsil ettiği dinin yüceliğine yürekten bağlanmış bir insanın Müslümanlığıydı.

* * *

Fetih günü müslüman olanlara “Tulekâ” (serbest bırakılmışlar) adı verilmişti. Resûlullah’ın şirkin bağlarından kurtarıp, İslâm’ın sınırsız hürriyetine kavuşturduğu bahtiyarlar demekti bu. Çünkü o gün onlara şöyle buyurmuştu:

“Haydi gidin...!

Hepiniz serbestsiniz..!!”

Resûlullah’ın sonsuz hoşgörü ve merhametine mazhar olan bu insanların bir kısmı, kuvvetli ihlasları sayesinde bu serbestinin sınırlarını çok geride bırakarak, fedakârlığın, kulluğun, temizliğin en yüce ufuklarına yükselmişlerdir. Ve de Peygamberin seçkin ashabı arasında ön saflarda yer almışlardır. İşte Süheyl b. Amr da bu bahtiyarlardan birisidir.

* * *

Şüphe yok, İslâm onu yeni bir kalıba dökmüştür.

Onun önceden var olan ama kararmış, pas tutrnuş cevherini parlatmış, cilalamış, sonra da ona daha pek çok ilaveler yapmıştır. Ardından da onu Hakk’ın, iyiliğin ve imanın hizmetine salmıştır.

Onun vasıflarını şöyle anlatırlar:

“Hoşgörü, cömertlik...

Çok namaz, çok oruç, çok sadaka, çok Kur’ân okuma, Allah korkusuyla çok göz yaşı dökme..”

İşte Süheyl… işte büyüklüğü…

Henüz Fetih günü müslüman olmasına rağmen onun İslâm’a bağlılığı ve samimiyeti çok kimseden daha üstün bir seviyeye ulaşmıştı. İslâm onu tam bir âbid, tam bir zahid, tam bir fedai ve tam bir mücahid yapmıştı.

Resûlullah rahmeti-i Rahman’a kavuştuğu sırada Süheyl, Mekke’de ikamet ediyordu. Resûlullah’ın vefat haberi Mekke’ye ulaşınca, oradaki müslümanları da tıpkı Medine’de olduğu gibi bir şaşkınlık, bir kargaşa havası sarmıştı.

Medine müslümanlarını girdikleri şoktan Ebû Bekir (r.a.) kurtarmıştı. O zaman kesin ve kararlı bir tarzda demişti ki:

“Ey insanlar, her kim Muhammed’e tapıyorsa; bilsin ki, Muhammed ölmüştür.

Her kim Allah’a tapıyorsa, bilsin ki Allah bâkîdir, asla ölmez.”

Gariptir ama; Ebû Bekir’in Medine’de üstlendiği önemli rolü Mekke’de Süheyl b. amr üstlenmiştir.

Nitekim bu haber Mekke’ye ulaştığında bütün herkesi bir yerde toplamış ve münasip bir üslupla işin gerçeğini izah etmiştir. Demiştir ki:

“Şuna kesin olarak inanıyoruz ki, o, kendisine yüklenen emaneti hakkıyla yerine getirmeden ölmüş değildir. Öyleyse biz müslümanlara düşen, bundan sonra onun çizdiği yolda, onun öğütlediği istikamette yaşantımızı devam ettirmektir. Saçımızı başımızı yolmanın bir anlamı yoktur…”

Süheyl’in bu olgun ve kararlı tavrı, Resûlullah’ın vefat haberi Mekke’ye vardığında bazı kimselerin imanını neredeyse yok edecek büyük bir fitneyi bertaraf etmiştir.

İşte o gün, Resûlullah’ın verdiği haber. her zamankinden daha açık olarak tahakkuk etmiş oldu. Nitekim Bedir günü Ömer’e dememiş miydi:

“Sen onu bırak. Gün gelecek o seni sevindirecek…”

İşte bugün o gündü. Gerçekten Süheyl’in bu olumlu tavrı ve kalplerdeki imanı yerli yerinde tutan bu konuşması, Hz. Ömer’e anlatıldığında hemen Resûlullah’ın uyarısını hatırlamış, uzun uzun gülmüştür. Zira Ömer’in söküp parçalamak istediği dişler, işte böyle hizmet etmişti İslâm’a.

* * *

Süheyl, Fetih gününde İslâm’a girip imanın tadına varınca, kendi kendine şu sözü verdi:

“Şuna kesinlikle kararlıyım ki, müşriklerin yanındaki konumum neyse, müslümanların yanında da aynısı olacak. Müşriklerin safında nelerimi feda etmişsem, müslümanların safında da aynısını feda edeceğim. Bu şekilde geçmişteki hâlim, kesintisiz sürüp gitmiş olacak.

Sözgelimi; müşriklerin safındayken, onların putlarının önünde uzun yıllar durmuşsam, şimdi de bir ve tek olan Allah’ın huzurunda uzun uzun durmalıyım.”

İşte bu duygularla namaz kıldı… kıldı… kıldı...

Bu duygularla oruç tuttu… tuttu… tuttu...

Çok ibadet etti. Çok… Zevkle, tadına vararak... Bu ibadet ruhunu yüceltti. Öyle yakınlaştırdı ki Rabb’ine...

Madem ki, dün İslâm’a karşı müşriklerle bir olmuş, savaş etmiş, düşmanlık yapmıştı, öyleyse şimdi de İslâm ordusunun vazgeçilmez bir neferi olmalı, cesurca dövüşmeli, hak erleriyle bir olup, Farisîlerin ateşini söndürmeliydi. Allah’ı bırakıp da ilâh edindikleri, köleleştirdikleri kimseleri içine atıp yaktıkları azgın ateşlerini... Hak erleriyle bir olup, Bizans’ın zulmünün, zulmetinin hakkından gelmeliydi. Tevhid ve takva öğretisini yaymalıydı bütün cihana...

İşte bu yüce gaye, bu yüce ideal için düştü Şam yollarına. İslâm için, İslâm ordusunda savaştı, durmaksızın savaştı…

İşte Yermuk savaşı…

İslâm ordusu, fevkalade zor, son derece kritik bir an yaşıyor...

Orada Süheyl de var. Sevinçten neredeyse uçacak. Bir fırsat yakalamış, kaçırılmaz bir fırsat… Cahiliyedeyken, şirk içindeyken işlediği bütün hataları silip süpürmenin tam sırası işte... Savaşmak, dövüşmek, var gücüyle çarpışmak, can pahasına vuruşmak...

Mekke’yi çok seviyordu. Hem de canından çok…

Buna rağmen müslümanlar Şam’da zafer kazandıktan sonra tekrar Mekke’ye dönmek istemedi. Bunun için şöyle derdi:

“Resûlullah’ın şu sözünü işittim:

“Sizden birinin bir saat Allah yolunda olması, ömrü boyunca yaptığı işlerden daha hayırlıdır.”

İşte bu yüzden ben, ölünceye dek Allah yolunun bir nöbetçisi olacağım... Ve Mekke’ye asla dönmeyeceğim..”

* * *

Gerçekten de sözünü tuttu Süheyl.

Kalan ömrünü bir murabıt olarak geçirdi. Nihayet onunda vadesi doldu ve ruhu Allah’ın rahmetine, Allah’ın rızasına uçup gitti... Sevinçle… Coşkuyla…
 
Üst Ana Sayfa Alt