SÜNNET DÜŞMANLARI NE YAPMAK İSTİYORLAR?
Hiç şüphesiz ki İslam’ın iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyedir. Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in bizlere emanet olarak bıraktığı Kitap ve Sünnete tutunduğumuz müddetçe sapmayız. Rasulullah (sav): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz” (el-Hakim, Mustedrak; Malik, Muvatta) buyurmaktadır.
Madem Müslümanız, o halde her işimizi Rabbimize ve O’nun Sevgili Resulüne danışmalıyız. Zira müslüman demek, teslim olmak demekse; hayatımızın her alanında Allah’ın ve Peygamber’in vereceği hükme razı olmalıyız. "Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve O’nun Resulüne arz ediniz. " (Nisa suresi / 59) ayetiyle; anlaşmazlığa düştüğümüz her konuda o meselenin çözümünü Allah’a ve O’nun Resulü’ne götürmemiz emredilmiştir. Burada Allah’a götürün derken, tabii ki de Allah’ın Kitabına; O’nun Resulü’ne götürün derken de Peygamber’in (as) sünnetine götürün kastedilmiştir. Nitekim Şatibi bu ayeti açıklarken: “Resule müracaat hayattayken olur, vefatından sonra ise sünnetine müracaat edilir, âlimlerin uygulamaları hep böyle olmuştur.” der. (el-i’tisam II. 169)
Emperyalizmin keşif kolu olan oryantalistler, müslümanların ellerinde bulunan ve onlara zafer kazandıran Kur’an ve Sünnetten onları ayırmak istediler. Fakat baktılar ki Kuran’dan soğutamıyorlar, bu defa onları hadislerden yani sünnetten soğutmaya başladılar. Sünneti inkâr etme sebeplerini şöyle sayabiliriz; dinin ikinci delili olan sünnet etrafında şüphe ve fitne çıkarıp hadis ilminin güvenilir olmadığı izlenimini veren Batılı müsteşriklerin kirli kaynaklarıyla beslenme, şeri ölçülerde aklı naklin önüne geçirme, Kur’an’da her şeyin açıklandığı ve bu yüzden hadislere gerek kalmadığı safsatası, Kur’an’ın Allah tarafından korunduğu halde sünnetin korunmadığı, sünnete hüküm koyma yetkisinin verilmesinin Allah’a şirk koşmakla eş olduğunu söyleme, hadislerin söylendiği çağın şartlarını dikkate alırsak bizi bağlamayacağı vb. gibi birçok boş, mâlâyâni, kuşku ve tereddütler…Peki bu konuda Kur’an ne diyor? Kur’an da onları mı destekliyor yoksa onların Müslüman olmadıklarını mı fermân ediyor? Gelin isterseniz biraz da Kur’an âyetlerine bakalım.
“De ki: "Allah'a ve peygambere itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân; 31, 32)
Görüldüğü gibi bu âyette Allah’ı sevme iddiâsında olanların Allah rasûlüne itaat etmeleri gerektiği, ancak Allah rasûlüne itaat edenleri Allah’ın seveceği, günahlarını ancak o zaman bağışlayacağı açıkça beyân edilmektedir. Şâyet sünnete ihtiyaç olmasa idi Allah rasûlüne hangi hususta itaat edilecektir? Eğer tebliğ ettiği Kur’an hususunda itaat edilecek denilirse biz de deriz ki, o zaman Allah’ın, “peygamberin Allah’tan alıp tebliğ ettiği Kur’an’ın hükümleri husûsunda Allahá itaat edin” denilmesi gerekmez miydi?
Bu âyette de Allah Rasûlünün verdiği (emrettiği) her şeyi almamız (yapmamız), yasakladığı her şeyden de kaçınmamız gerektiği bildiriliyor. Eğer sünnete ihtiyaç olmasa idi veya sünnet de delil olmasa idi Allah Rasûlü neyi emredecek veya neyi yasaklayacaktı? Eğer Kur’an’ın hükümlerini emredecek veya Kur’an’ın yasaklarını bildirecek denilirse biz de deriz ki, o zaman âyet, “Allah size neyi verirse alın, neyi de yasaklarsa ondan da kaçının şeklinde olması gerekmez miydi?
Yukardaki âyeti bir daha, bir daha okuyun. Allah azze ve cell, “Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin”, diye buyuruyor. Allah’ın önüne geçmeyi anladık. Allah mücerret bir şahıs olmadığına göre Allah’ın önüne geçmek demek, Allah’ın kitabına bakmadan iş görmeyin demektir. Peki, Allah Rasûlünün önüne geçmek ne demek oluyor? Demekki Allah rasûlü de bir şeyler emretmesi, bir şeyleri de yasaklaması gerekiyor ki onlara bakmadan iş görüldüğünde onun önüne geçilmiş olsun. Şimdi de bir sonraki âyeti görelim:
Şu âyete bakar mısınız? Allah, Hz. Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmayı, Allah rasûlünün yanında tartışmayı amellerin yok olmasına sebep sayıyor. Allah Rasûlünün yanında onun sesinden daha yüksek sesle konuşmak, onun yanında başka insanlarla bağrışıldığı gibi bağrışmak amellerin yok olmasına sebep oluyorsa ya Allah Rasûlünün hadislerini ve sünnetini kabul etmeyenlerin durumu ne olur?
İşte bu âyet de kısa, özlü ama meseleyi kökünden halleden bir âyettir. Allah azze ve cell bu âyette Allah rasûlüne itaatı kendisine itaat sayıyor. Bu da demek oluyor ki, Allah rasûlüne isyan da Allah’a isyan olmuş oluyor. Allah Rasûlüne itaat de ancak onun emrettiği veya yasakladığı hususlarda olur.
Bu âyet ehli kitap hakkında inmiştir. Âyette ehli kitabın da Allah rasûlüne îman etmeleri gerektiği, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram kılmaları gerektiği ve hak dîni (İslâm’ı) din edinmeleri gerektiği (Müslüman olmaları gerektiği) beyan ediliyor. Ayet de bizi ilgilendiren husus, Allah rasûlünün de haram veya helal kılma yetkisinin olduğudur. Hani bazıları diyor ya, “Allah’tan başka hiç kimsenin haram veya helal kılma yetkisi yoktur”, diye, işte bu âyet Allah rasûlünün de haram veya helal kılma yetkisinin olduğunu beyan ediyor. Allah rasûlüne bu yetkiyi bizzat Allah vermektedir. Ona bir sınır çizmiş Allah rasûlü de kendisine çizilen sınırlar içinde kalarak helal veya haram kılmaktadır. Nitekim Kur’an’da, Aslan, kaplan, sırtlan, köpek ve benzeri gibi yırtıca veya iğrenç hayvanların haram olduğu bildirilmemiştir. Yine kuşlardan hangilerinin haram, hangilerinin de helal olduğu da bildirilmemiştir. Bunları ancak Allah Rasûlünün hadislerinden anlıyoruz. Eğer Allah rasûlünün haram veya helal kılma yetkisi olmasa idi Allah bazı âyetlerde olduğu gibi bu gibi hususlarda da peygamberini îkâz etmez miydi? Nitekim Allah, Allah Rasûlünün kendi içtihatlarına dayanarak verdiği bazı hükümleri veya yaptığı işleri îkaz ederek düzeltmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah Rasûlünün Allah’ın îkâzına sebep olmayan söylediği her söz, yaptığı her amel, buyurduğu her emir ve yasakladığı her şey Allah’ın onayından geçmiş demektir. Aşağıdaki âyet de yukardaki âyete benzer bir âyettir. Şimdi de o âyete bir bakalım.
Görüldüğü gibi bu ayet de, Allah rasûlünün bazı temiz şeyleri helal kıldığını, pis olan bazı şeyleri de haram kıldığını açıkça beyân etmektedir. Âyetin sonunda da ancak Allah Rasûlüne îman edenlerin, ona saygı gösterenlerin, ona yardım edenlerin kurtuluşa ereceklerini beyân etmektedir. Allah rasûlüne saygı da ancak Allah rasûlünün emir ve yasaklarına uyularak gösterilebilir. Bu konuda Allah Rasûlü de şöyle buyurmuştur:
"Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, 'Sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin.' diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir." (Musned:4/130-133, Tirmizi, İlm, 2660 nolu hadis.)
İşte bu hadis bir mucizedir. Allah Rasûlü 1400 sene öncesinden bugünü ve bugünkü sünnet düşmanlarını anlatmaktadır. Tam da Allah Rasûlünün beyan ettiği gibi hadisleri ve sünneti inkar edenler çıkmış, “bize Kur’an yeter, biz hadisleri kabul etmeyiz”, demişlerdir.
Kur'an islamın en temel kaynağıdır. Kur'an ayetlerinin büyük bir kısmı mühkem ayetlerdir. yani hükmü açık, izaha ihtiyaç olmayan ayetlerdir. Hadis ve sünnet bu muhkem ayetleri teyit eder; yani tasdik eder ve doğrular. Bir kısım ayet ise mücmel ayetlerdir. Bu ayetler bir hüküm bildirir ancak, sevgili peygamberimizin pratiği ve izahı ile vüzûha kavuşur. namazın vakitleri ve nasıl kılınacağı, zekatın hangi maldan ne kadar verileceği gibi. Mesela, Allah “namaz kılın” diyor ama namazın nasıl kılınacağı Kur’an’da geçmemektedir. Evet, “rükû edin, secde edin” denilmekte ama nasıl rükû edileceği, nasıl secde edileceği bilinemez. Bunu ancak birisi göstermesi gerekir ki doğru olarak yapılabilsinler. Yine mesela sabah namazı kaç rekat, öğle namazı kaç rekat, ikindi, akşam ve yatsı namazları kaç rekat Kur’an’da geçmemektedir. Sünneti ortadan kaldırdığınız an namaz kılamazsınız. O zaman kendi kafanızdan hükümler koyacaksınız. Zekat da aynen öyledir. Allah azze ve cell “zekat verin” diyor ama hangi maldan ne kadar, ne zaman, kime zekat verileceği bildirilmemektedir. Biz bunu söyleyince sünnet inkarcıları hemen tevbe sûresinin altmışıncı âyetini gösterecekler ve diyeceklerdir ki, “işte bu âyette kimlere zekatın verileceği beyan edilmektedir.” Biz de onlara deriz ki, evet orada belirtilmiştir ama oradaki “fî sebîlillah” olanlar kimlerdir? Bugün küfür sistemlerinde partiler kurup küfür kanunları ile Müslümanları yönetme iddiasında olanlar bile kendilerinin “fî sebîlillah” olduklarını iddia ederek partilerine zekat toplamaktadırlar. Yine mesela muellefe-i kulûb kimlerdir? Fâkir ve miskin kimlerdir? Fakirliğin ve miskinliğin sınırı nedir, nerede başlar, nerede biter? Bunları bilemezsiniz. Bunları da ancak Allah tarafından desteklenen, Allah’tan devamlı vahiy alan birisi gösterecek veya söyleyecek ki bilesiniz. Sünneti ortadan kaldırdığınız zaman bunlara siz açıklık getireceksiniz. Allah rasûlünün sünnetini kabul etmeyenler bu sefer Allah rasûlünün yerine kendilerini koyacaklardır. Allah kitabında hırsızlık yapanların yaptıklarına karşılık olarak ellerini kesmemizi emrediyor. Peki hırsızlık nedir? Ne zaman hırsızlık gerçekleşmiş olur? Hırsızlığın tesbitinde delilimiz ne olacak? Hırsızlığı sâbit olanların elleri nereden kesilecek? Bilekten mi, dirsekten mi omuzlardan mı? Çünkü el tâbiri Arapçada üç anlamda da kullanılmaktadır. Kur’an’daki bütün hükümler böyledir.
Hadis ve sünnete olan ihtiyacımız gövdenin kol ve bacaklara olan ihtiyacı gibidir. Kol ve bacakları olmayan gövde, bir başkasının yardımı olmadan hiçbir hedefine ulaşamaz. Kur'an gövde ise kol ve bacaklarda hadis ve sünnettir. Bu nedenle hadis ve sünnete başvurmadan, onları rehber edinmeden; kur'anı tam manasıyla hayata taşımamız mümkün olmaz.
Bugün sünneti (ve hadisleri) inkâr edenler, kabul etmeyenler, sünnet ve hadisler hakkında şüphe oluşturmaya çalışanların esas amaçları Kur’an’ı ortadan kaldırmaktır. Sünnet Kur’an’ı koruyan bir zırh hükmündedir. Bir asker düşman bildiği askeri öldürebilmek için önce onun zırhını parçalaması gerekir ki vücudunda yara açabilsin veya onu öldürebilsin. İşte sünnet düşmanlarının amacı da budur. Onların esas amacı Kur’an’ı ortadan kaldırmak, ortadan kaldıramazlarsa bile bugünkü İnciller gibi işlevsiz, hayata müdâhale edemeyecek hâle getirmektir. Sünneti ortadan kaldırdıkları an yorumları ile kuranı tahrif edeceklerdir. Yukarda açıkladığımız gibi namazı Kur’an’daki ibâreye göre kılamayacakları için bu sefer, “efendim salâttan maksat duâdır. Allah duâ yapmamızı emrediyor. Bugünkü kılınış şekliyle bir namaz yoktur”, diyeceklerdir.
Bilelim ki, “bize Kur’an yeter” diyenler, “sünnet ve hadisler sonradan uydurulmuştur”, diyenler, “indirilmiş din, uydurulmuş din”, diyenlerin her biri zındıktırlar. Bunlar kendilerinin Müslüman olduklarını ne kadar iddiâ ederlerse etsinler Müslüman değildirler. Hattâ bunlar kâfir olan müsteşriklerden daha tehlikelidirler. Müsteşrikler sürüye dalan kurt iseler bunlar da koyun postuna bürünmüş kurtturlar. Dolayısı ile verecekleri zarar kâfir olan müsteşriklerin verecekleri zarardan daha büyüktür. Bundan dolayı Müslümanların uyanık olmaları, böylelerinin yaldızlı sözlerine kapılıp tuzaklarına düşmemeleri gerekir. Velhamdulillâhi Rabbil âlemin.
Hiç şüphesiz ki İslam’ın iki temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyedir. Hatemu’l-Enbiya Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in bizlere emanet olarak bıraktığı Kitap ve Sünnete tutunduğumuz müddetçe sapmayız. Rasulullah (sav): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz” (el-Hakim, Mustedrak; Malik, Muvatta) buyurmaktadır.
Madem Müslümanız, o halde her işimizi Rabbimize ve O’nun Sevgili Resulüne danışmalıyız. Zira müslüman demek, teslim olmak demekse; hayatımızın her alanında Allah’ın ve Peygamber’in vereceği hükme razı olmalıyız. "Eğer bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve O’nun Resulüne arz ediniz. " (Nisa suresi / 59) ayetiyle; anlaşmazlığa düştüğümüz her konuda o meselenin çözümünü Allah’a ve O’nun Resulü’ne götürmemiz emredilmiştir. Burada Allah’a götürün derken, tabii ki de Allah’ın Kitabına; O’nun Resulü’ne götürün derken de Peygamber’in (as) sünnetine götürün kastedilmiştir. Nitekim Şatibi bu ayeti açıklarken: “Resule müracaat hayattayken olur, vefatından sonra ise sünnetine müracaat edilir, âlimlerin uygulamaları hep böyle olmuştur.” der. (el-i’tisam II. 169)
Emperyalizmin keşif kolu olan oryantalistler, müslümanların ellerinde bulunan ve onlara zafer kazandıran Kur’an ve Sünnetten onları ayırmak istediler. Fakat baktılar ki Kuran’dan soğutamıyorlar, bu defa onları hadislerden yani sünnetten soğutmaya başladılar. Sünneti inkâr etme sebeplerini şöyle sayabiliriz; dinin ikinci delili olan sünnet etrafında şüphe ve fitne çıkarıp hadis ilminin güvenilir olmadığı izlenimini veren Batılı müsteşriklerin kirli kaynaklarıyla beslenme, şeri ölçülerde aklı naklin önüne geçirme, Kur’an’da her şeyin açıklandığı ve bu yüzden hadislere gerek kalmadığı safsatası, Kur’an’ın Allah tarafından korunduğu halde sünnetin korunmadığı, sünnete hüküm koyma yetkisinin verilmesinin Allah’a şirk koşmakla eş olduğunu söyleme, hadislerin söylendiği çağın şartlarını dikkate alırsak bizi bağlamayacağı vb. gibi birçok boş, mâlâyâni, kuşku ve tereddütler…Peki bu konuda Kur’an ne diyor? Kur’an da onları mı destekliyor yoksa onların Müslüman olmadıklarını mı fermân ediyor? Gelin isterseniz biraz da Kur’an âyetlerine bakalım.
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
“De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
“De ki: "Allah'a ve peygambere itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân; 31, 32)
Görüldüğü gibi bu âyette Allah’ı sevme iddiâsında olanların Allah rasûlüne itaat etmeleri gerektiği, ancak Allah rasûlüne itaat edenleri Allah’ın seveceği, günahlarını ancak o zaman bağışlayacağı açıkça beyân edilmektedir. Şâyet sünnete ihtiyaç olmasa idi Allah rasûlüne hangi hususta itaat edilecektir? Eğer tebliğ ettiği Kur’an hususunda itaat edilecek denilirse biz de deriz ki, o zaman Allah’ın, “peygamberin Allah’tan alıp tebliğ ettiği Kur’an’ın hükümleri husûsunda Allahá itaat edin” denilmesi gerekmez miydi?
وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
“…Rasül size neyi verirse onu alın, size neyi yasaklarsa ondan geri durun ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah cezası şiddetli olandır.” (Haşr; 7)Bu âyette de Allah Rasûlünün verdiği (emrettiği) her şeyi almamız (yapmamız), yasakladığı her şeyden de kaçınmamız gerektiği bildiriliyor. Eğer sünnete ihtiyaç olmasa idi veya sünnet de delil olmasa idi Allah Rasûlü neyi emredecek veya neyi yasaklayacaktı? Eğer Kur’an’ın hükümlerini emredecek veya Kur’an’ın yasaklarını bildirecek denilirse biz de deriz ki, o zaman âyet, “Allah size neyi verirse alın, neyi de yasaklarsa ondan da kaçının şeklinde olması gerekmez miydi?
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
“Ey iman edenler! Allah'ın ve Peygamber'inin huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah duyandır, bilendir.” (Hucurât; 1)Yukardaki âyeti bir daha, bir daha okuyun. Allah azze ve cell, “Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin”, diye buyuruyor. Allah’ın önüne geçmeyi anladık. Allah mücerret bir şahıs olmadığına göre Allah’ın önüne geçmek demek, Allah’ın kitabına bakmadan iş görmeyin demektir. Peki, Allah Rasûlünün önüne geçmek ne demek oluyor? Demekki Allah rasûlü de bir şeyler emretmesi, bir şeyleri de yasaklaması gerekiyor ki onlara bakmadan iş görüldüğünde onun önüne geçilmiş olsun. Şimdi de bir sonraki âyeti görelim:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi ona da bağırmayın. Yoksa siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” (Hucurât; 2)Şu âyete bakar mısınız? Allah, Hz. Peygamberin yanında yüksek sesle konuşmayı, Allah rasûlünün yanında tartışmayı amellerin yok olmasına sebep sayıyor. Allah Rasûlünün yanında onun sesinden daha yüksek sesle konuşmak, onun yanında başka insanlarla bağrışıldığı gibi bağrışmak amellerin yok olmasına sebep oluyorsa ya Allah Rasûlünün hadislerini ve sünnetini kabul etmeyenlerin durumu ne olur?
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ وَمَنْ تَوَلّٰى فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ
“Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80)İşte bu âyet de kısa, özlü ama meseleyi kökünden halleden bir âyettir. Allah azze ve cell bu âyette Allah rasûlüne itaatı kendisine itaat sayıyor. Bu da demek oluyor ki, Allah rasûlüne isyan da Allah’a isyan olmuş oluyor. Allah Rasûlüne itaat de ancak onun emrettiği veya yasakladığı hususlarda olur.
قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ۟
“Kendilerine kitap verilmiş olanlardan Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Peygamber'inin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlere karşı, küçük düşürülmüş bir halde kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 29)Bu âyet ehli kitap hakkında inmiştir. Âyette ehli kitabın da Allah rasûlüne îman etmeleri gerektiği, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram kılmaları gerektiği ve hak dîni (İslâm’ı) din edinmeleri gerektiği (Müslüman olmaları gerektiği) beyan ediliyor. Ayet de bizi ilgilendiren husus, Allah rasûlünün de haram veya helal kılma yetkisinin olduğudur. Hani bazıları diyor ya, “Allah’tan başka hiç kimsenin haram veya helal kılma yetkisi yoktur”, diye, işte bu âyet Allah rasûlünün de haram veya helal kılma yetkisinin olduğunu beyan ediyor. Allah rasûlüne bu yetkiyi bizzat Allah vermektedir. Ona bir sınır çizmiş Allah rasûlü de kendisine çizilen sınırlar içinde kalarak helal veya haram kılmaktadır. Nitekim Kur’an’da, Aslan, kaplan, sırtlan, köpek ve benzeri gibi yırtıca veya iğrenç hayvanların haram olduğu bildirilmemiştir. Yine kuşlardan hangilerinin haram, hangilerinin de helal olduğu da bildirilmemiştir. Bunları ancak Allah Rasûlünün hadislerinden anlıyoruz. Eğer Allah rasûlünün haram veya helal kılma yetkisi olmasa idi Allah bazı âyetlerde olduğu gibi bu gibi hususlarda da peygamberini îkâz etmez miydi? Nitekim Allah, Allah Rasûlünün kendi içtihatlarına dayanarak verdiği bazı hükümleri veya yaptığı işleri îkaz ederek düzeltmiştir. Bu da demek oluyor ki, Allah Rasûlünün Allah’ın îkâzına sebep olmayan söylediği her söz, yaptığı her amel, buyurduğu her emir ve yasakladığı her şey Allah’ın onayından geçmiş demektir. Aşağıdaki âyet de yukardaki âyete benzer bir âyettir. Şimdi de o âyete bir bakalım.
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
“Onlar, kendi yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları okuma yazma bilmeyen, kendilerine iyiliği emredip kötülükten sakındıran, temiz şeyleri onlara helal kılıp pis şeyleri haram eden, ağır yüklerini ve daha önce üzerlerinde bulunan bağları indiren o nebi peygambere iman ederler. Ona iman eden, saygı gösteren, yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nura uyan kimseler işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf; 157)Görüldüğü gibi bu ayet de, Allah rasûlünün bazı temiz şeyleri helal kıldığını, pis olan bazı şeyleri de haram kıldığını açıkça beyân etmektedir. Âyetin sonunda da ancak Allah Rasûlüne îman edenlerin, ona saygı gösterenlerin, ona yardım edenlerin kurtuluşa ereceklerini beyân etmektedir. Allah rasûlüne saygı da ancak Allah rasûlünün emir ve yasaklarına uyularak gösterilebilir. Bu konuda Allah Rasûlü de şöyle buyurmuştur:
"Bana, Kur’ân-ı Kerim ve onun bir misli (hüccet olmada eş değer bir benzeri) daha verilmiştir. Karnı tok vaziyette koltuğunda oturarak, 'Sadece şu Kur’ân'a sarılınız; içinde helal olarak gördüğünüz şeyleri helal sayın, haram olarak gördüğünüzü de haram kabul edin.' diyecek bazı kimselerin gelmesi yakınlaşmıştır. Şüphesiz Allah Resûlünün haram kıldığı şey, Allah’ın haram kılması demektir." (Musned:4/130-133, Tirmizi, İlm, 2660 nolu hadis.)
İşte bu hadis bir mucizedir. Allah Rasûlü 1400 sene öncesinden bugünü ve bugünkü sünnet düşmanlarını anlatmaktadır. Tam da Allah Rasûlünün beyan ettiği gibi hadisleri ve sünneti inkar edenler çıkmış, “bize Kur’an yeter, biz hadisleri kabul etmeyiz”, demişlerdir.
Kur'an islamın en temel kaynağıdır. Kur'an ayetlerinin büyük bir kısmı mühkem ayetlerdir. yani hükmü açık, izaha ihtiyaç olmayan ayetlerdir. Hadis ve sünnet bu muhkem ayetleri teyit eder; yani tasdik eder ve doğrular. Bir kısım ayet ise mücmel ayetlerdir. Bu ayetler bir hüküm bildirir ancak, sevgili peygamberimizin pratiği ve izahı ile vüzûha kavuşur. namazın vakitleri ve nasıl kılınacağı, zekatın hangi maldan ne kadar verileceği gibi. Mesela, Allah “namaz kılın” diyor ama namazın nasıl kılınacağı Kur’an’da geçmemektedir. Evet, “rükû edin, secde edin” denilmekte ama nasıl rükû edileceği, nasıl secde edileceği bilinemez. Bunu ancak birisi göstermesi gerekir ki doğru olarak yapılabilsinler. Yine mesela sabah namazı kaç rekat, öğle namazı kaç rekat, ikindi, akşam ve yatsı namazları kaç rekat Kur’an’da geçmemektedir. Sünneti ortadan kaldırdığınız an namaz kılamazsınız. O zaman kendi kafanızdan hükümler koyacaksınız. Zekat da aynen öyledir. Allah azze ve cell “zekat verin” diyor ama hangi maldan ne kadar, ne zaman, kime zekat verileceği bildirilmemektedir. Biz bunu söyleyince sünnet inkarcıları hemen tevbe sûresinin altmışıncı âyetini gösterecekler ve diyeceklerdir ki, “işte bu âyette kimlere zekatın verileceği beyan edilmektedir.” Biz de onlara deriz ki, evet orada belirtilmiştir ama oradaki “fî sebîlillah” olanlar kimlerdir? Bugün küfür sistemlerinde partiler kurup küfür kanunları ile Müslümanları yönetme iddiasında olanlar bile kendilerinin “fî sebîlillah” olduklarını iddia ederek partilerine zekat toplamaktadırlar. Yine mesela muellefe-i kulûb kimlerdir? Fâkir ve miskin kimlerdir? Fakirliğin ve miskinliğin sınırı nedir, nerede başlar, nerede biter? Bunları bilemezsiniz. Bunları da ancak Allah tarafından desteklenen, Allah’tan devamlı vahiy alan birisi gösterecek veya söyleyecek ki bilesiniz. Sünneti ortadan kaldırdığınız zaman bunlara siz açıklık getireceksiniz. Allah rasûlünün sünnetini kabul etmeyenler bu sefer Allah rasûlünün yerine kendilerini koyacaklardır. Allah kitabında hırsızlık yapanların yaptıklarına karşılık olarak ellerini kesmemizi emrediyor. Peki hırsızlık nedir? Ne zaman hırsızlık gerçekleşmiş olur? Hırsızlığın tesbitinde delilimiz ne olacak? Hırsızlığı sâbit olanların elleri nereden kesilecek? Bilekten mi, dirsekten mi omuzlardan mı? Çünkü el tâbiri Arapçada üç anlamda da kullanılmaktadır. Kur’an’daki bütün hükümler böyledir.
Hadis ve sünnete olan ihtiyacımız gövdenin kol ve bacaklara olan ihtiyacı gibidir. Kol ve bacakları olmayan gövde, bir başkasının yardımı olmadan hiçbir hedefine ulaşamaz. Kur'an gövde ise kol ve bacaklarda hadis ve sünnettir. Bu nedenle hadis ve sünnete başvurmadan, onları rehber edinmeden; kur'anı tam manasıyla hayata taşımamız mümkün olmaz.
Bugün sünneti (ve hadisleri) inkâr edenler, kabul etmeyenler, sünnet ve hadisler hakkında şüphe oluşturmaya çalışanların esas amaçları Kur’an’ı ortadan kaldırmaktır. Sünnet Kur’an’ı koruyan bir zırh hükmündedir. Bir asker düşman bildiği askeri öldürebilmek için önce onun zırhını parçalaması gerekir ki vücudunda yara açabilsin veya onu öldürebilsin. İşte sünnet düşmanlarının amacı da budur. Onların esas amacı Kur’an’ı ortadan kaldırmak, ortadan kaldıramazlarsa bile bugünkü İnciller gibi işlevsiz, hayata müdâhale edemeyecek hâle getirmektir. Sünneti ortadan kaldırdıkları an yorumları ile kuranı tahrif edeceklerdir. Yukarda açıkladığımız gibi namazı Kur’an’daki ibâreye göre kılamayacakları için bu sefer, “efendim salâttan maksat duâdır. Allah duâ yapmamızı emrediyor. Bugünkü kılınış şekliyle bir namaz yoktur”, diyeceklerdir.
Bilelim ki, “bize Kur’an yeter” diyenler, “sünnet ve hadisler sonradan uydurulmuştur”, diyenler, “indirilmiş din, uydurulmuş din”, diyenlerin her biri zındıktırlar. Bunlar kendilerinin Müslüman olduklarını ne kadar iddiâ ederlerse etsinler Müslüman değildirler. Hattâ bunlar kâfir olan müsteşriklerden daha tehlikelidirler. Müsteşrikler sürüye dalan kurt iseler bunlar da koyun postuna bürünmüş kurtturlar. Dolayısı ile verecekleri zarar kâfir olan müsteşriklerin verecekleri zarardan daha büyüktür. Bundan dolayı Müslümanların uyanık olmaları, böylelerinin yaldızlı sözlerine kapılıp tuzaklarına düşmemeleri gerekir. Velhamdulillâhi Rabbil âlemin.