Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Sunnet Inkari Ve Gayesi

B Çevrimdışı

Bi-CiHadina

Üye
İslam-TR Üyesi
BISMILLAH

Bugünlerde birileri dinin temel kaynaklarından biri olduğuna inandığımız, din olduğuna inandığımız, vahyin bir parçası olduğuna inandığımız Rasulullah (s.a.v) sünnetini ekarte etmeye, reddetmeye çalışıyorlar.Bize Kuran yeter, dinimizi yaşamak için bizim Allah’ın Kitabı’ndan başka bir şeye ihtiyacımız yoktur diyerek, Rasulullah’ı ve sünnetini silerek, kendilerince bir din icad etmeye çalışıyorlar. Rasulullah’ın Kuran konusundaki anlayışını ve uygulamalarını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlardan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, müctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kuran la ilgili anlayışlarının tümünü yok farzederek, onların tümünün üzerine bir çizgi çekerek kimilerinin salt akıllarıyla Kuran-ı anlamaya çalıştıklarını, bu iddaayla ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu sapık anlayışlar karşısında elbette Rasulullah efendimizin sünnetinin müdafası sadedinde bir şeyler söylememiz gerektiği kanaati ve inancındayız
İslamın temel kaynaklarından birisi olan sünneti reddetme hadisesi tarihte ilk önce Hicri ikinci yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu konuyu ilk defa ortaya atanlar Hariciler ve Mutezililerdir. Hariciler İslam toplumunda çıkarmak istedikleri fitnenin önünde en büyük engel olarak Rasulullah (s.a.v)in sünnetini gördüler. İslam tolmumunda Rasulullah efendimizin sözleri, fiilleri ve takrirleri üzerine kurulan bu son derece sağlam yapı var olduğu sürece din konusunda ortaya atabilecekleri hiçbir düşünce, hiçbir akım, hiçbir felsefe Müslümanlar tarafından kabul görmeyecek, hiçbir fitne başarıya ulaşayamacaktı. Onun içindir ki İslam toplumunda kendi batıl fikirlerini yayarak toplumu yıkmak isteyen Hariciler ilk önce önlerindeki büyük engel olan sünnete yönelerek onu yıkmayı o engeli kaldırmayı deneyip planladılar.Bunun için de şu iki iddia üzerinde fikirlerini yoğunlaştırdılar:
1Sünnetin dinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur.Dinde müslümanı bağlayan Allah’ın kitabıdır.Allah’ın kitabının dışında uyulmaya layık başka bir kaynak hiçbir otorite yoktur.
2Zaten Kuran’ın dışında hiçbir şey Allah tarafından korunmaya alınmadığından sünnetin, peygamberin hadislerinin doğruluğunda şüphe vardır.Şüphe üzerine kesinlikle din bina edilemez.Çünki hadisler bir sonraki nesle aktarılırken içine pek çok yalan yanlış şeyler karışmıştır. Binaenaleyh dinimizi böyle şüpheli, şaibeli şeylere bina edemeyiz.Allah’ın lafzan ve manen korunmuş olan kitabının dışında başka hiçbir şeye itimad edilemez.
Mutezile de hemen hemen aynı şeyi söyledi.Yunan felsefesinin ürünleriyle karşı karşıya gelen bu insanlar bunları yargılayıp sorgulayabilecek kadar dinlerini yakından tanıyamamış olmalarının sonucu olarak tamamen akılcı olan felsefi akımlarının etkisi altında kaldılar. Bu felsefi akımlar karşısındaki aşağılık duygusuna , yenilmişlik psikozuna kapılan ve inançları, akideleri sarsılan bu adamlar dinlerini, inançlarını bu felsefi akımlar karşısında tamamen akılcı ölçülere uyacak biçimde yeniden yorumlanmak, yeniden gözden geçirmek tutkusuna kapıldılar. Ama dinlerinde reforma yönelen , akıllarınauygun bir biçimde dine şekil vermek cinnetine kapılan bu insanların karşısınada yine en büyük engel olarak Rasulullah’ın sünneti çıkınca onlar da tıpkı selefleri gibi sünnete gölge düşürmeye, sünneti reddetmeye yöneldiler.Kuran’ı bu felsefi akımlar önünde diledikleri gibi yorumlamalarına engel olacak peygamberin ve onun sahabesinin örnekliliğini reddettikleri zaman önlerinin açılabileceğini zannediyorlardı. O zaman Kuran’ı istedikleri gibi yorumlayabilecekler vekendilerine yepyeni bir din yapabileceklerdi.Bunun için şu iddaayı ısrarla savundular: Peygamberin görevi sadece bize Kuran’ı getirip ulaştırmaktır. Allah’ın Rasulu bu görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Bunun ötesinde Muhammed bin Abdullah olarak Rasulullah bizim gibi sıradan bir insandan başkası değildir. Onun söylediklerinin ve yaotıklarının bizim için hiçbir değeri, hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Onun yapıp söyledikleri sadece kendisini ve kendi dönemini ilgilendirir. Bizler sadece Kuran’a yönelir onunla amel ederiz
Sünnet hakkında ortaya atılan bu iki fitnenin ikisi de İslam toplumun da hüsnü kabul görmedi. Muhaddis alimlerimizin ciddi çalışmaları, ümmetin vicdanının uyanıklığı sayesinde çok kısa bir süre içinde her ikiside ümmet arasında kabul görmeden yok olup gittiler. Kitabı ve sünneti tanıyan sıradan bir müslümanın bile peygamberini bir posta memuru kabul etmesi elbette mümkün değildi. Onun içindir ki bu ümmetin mizacı böyle saçmalıkları, bu tür bidatleri kabule asla musait değildir. Nasıl musait olsun da? Rasulullah efendimizin mubarek asrında başlayarak Raşid Halifeler , tabiin, möüctehid imamlar ve ümmetin fakihlerinin, muhaddislerinin rehberliğinde gelişerek gelmiş olan bu İslami hayat düzenini reddederek günübirlik küfür dünyanın felsefi akımlarının etkisi altında kalarak dinlerini reddedecek değillerdi elbette Müslümanlar…
Ancak uzun yılar kül halinde bulunan bu fitnenin asrımızda yeniden hortlatılmaya başlandığını görüyoruz. Tıpkı hicri ikinci asırda olduğu gibi batı karşısında , batı medeniyeti karşısında zihinsel bir yenilgiyi yudumlamış, kafirler karşısında aşağılık komplesine kapılmış kimi insanların aynı konuyu bu gün gündeme getirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Son günlerde “İslamı anlamak ve onu hayatımıza aktarabilmek için bize yalnızca Kitap (Kuran) yeter. Kuran’ın dışında başka hiçbir kaynağa ihtiyacımız yoktur. Zaten bizim dinimizin temel kaynağı Kuran’dır iddiası gündeme getirilmeye, ve dinimizin ikinci temel kaynağı olan sünnetin dinde hüccet olmadığı ve de sünneti ortaya koyan kaynakların doğruluğundan şüphe iddiaları yaygınlaşıyor. Ne yazık ki tıpkı öncekiler gibi ama bu defa batı medeniyeti karşısında aşağılık psikozuna kapılmış bir kısım insanlar tarafından batılı müsteşriklerin de etkisiyle Rasulullah efendimizin dinde temel odak nokta oluşu ya da şarii yönü reddedilmeye çalışılmaktadır. Bu iddiaları tıpkı öncekiler gibi tarih boyunca yan yana giden dinin iki temel kaynağını birbirinden ayırmaya yöneliktir. Kuran’ı sünnetten, sünneti Kuran’dan ayırmaktır. Az evvel de ifade ettiğim gibi bu akım yeni ve tesadiüfi değildir. Yalnızca Türkiyeye mahsus da değildir. Bunu gündeme getirenler esasen müsteşriklerdir. Asrımızda sünnete en büyük şüphe gölgesini düşüren Pr. Goldizerdir. Bu adam İslam hukukunun ikinci temel kaynağı olan hadislerin, Rasulullah efendimizin sözlerinden çok, Şam bilginlerinin görüşerli olduğunu iddia etti. Hadis diye kitaplarda yazılı olanlar peygambere ait sözler değil bir kısım insanların sözlerinden ibarettir dedi. Maksadı Müslümanlar nazarında değerli bir mevkii olan sünneti sarsmak , Peygamberimizin ve onun sünneti konusunda zihinleri saptırıcı şüphe tohumları atmaktır.
Aynı akımı Hindistanda önce Mehdilik, sonrada Peygamberlik idiasıyla ortaya çıkan Mirza Gulam Ahmed tarafından savunulduğunu görüyoruz. Bu nevzuhur adam da , sünnete en büyük darbeyi vurmalıydı ki , kendi Peygamberliğini yutturabilsin. Bunlardan ayrı olarak bir takım modernist yazarlar da bunların tilmizi olarak aynı iddiayı savunmuşlardır. Bu sünnet düşmenı modernistlerin iddiası şöyledir.
1Eğer İslamı anlamada Kuran kadar Sünnet de önemli olsaydı, Cenab-ı Hakk bunu bize Kuran da bildirirdi. Bizde Kuran kadar sünneti de anlamağa mecbur olurduk ve Sünnete de değer verirdik.
2Rasulullah’ın sünnetini, anlayışını ancak kendi dönemi ve kendi toplumu için geçerli kabul etmek lazımdır.Halbuki devir ve şartlar değişmiştir. Değişen asrın şartlarına sünneti tatbik edemeyiz.
3Hadisler çok zor şartlar altında toplanmıştır. Bunlara yalan karışma ihtimali çok fazladır. Binaenaleyh sünneti sünneti bir kenara bırakmak zorundayız. Hatta bu insanların gençlere; Hadislerle kafanızı bozmayın diyecek kadar Allah Rasulune saygısızlık ederek Kuran cı kesilirler. Temel iddaaları bunlardır.
İbni Hazm zamanında da hicri 500 lerde kendilerine Kuran cı denen bir grup zuhur eder.Bunların idiasına göre her şey Kuran da vardır. Hatta birisi sormuş, peki Hz. Ali’nin sakalının sık Hz Muaviyenin sakalının seyrek oluşu Kuran da varmı? Ama bunlar bir tarafdan Kurancı kesilirken sünneti ekarte etmişler. Bize sadece Kuran yeter, kulluğu yaşayabilmek için sadece Kuran yeter, onun dışında başka kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek sünneti inkar etmişlerdir. Veya “işte efendim sünnetin intikalinde, sübutunda şüphe vardır, bu yüzden zaman içinde içine yalan yanlış şeyler karışmış bir şeyi delil kabul edemeyiz” diyerek reddetmişlerdir.
Peki hedefleri neydi bu adamların? Hedef şu: Eğer Kuran’ın beyanı, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olan hadisler ekarte edilirse sonunda Kuran da çok rahat ekarte edilebilir. Veya sünnet yani Rasulullah efendimizin anlayışı ve uygulaması ekarte edilirse o zaman Kuranı salt aklımızla anlayıp dilediğimiz gibi bir Müslümanlık yaşama ve Kitab’ı kendi arzu ve heveslerimize göre anlayıp yorumlama imkanını elde ederiz” derdi var adamların. Keyiflerine geldiği gibi bir din yaşama , din belirleme konusunda hiçbir kayd-u bend altına girmeme arzularından kaynaklanıyordu bu iddia.
Bugünküler de hemen hemen buna benzer iddialarla ortaya çıkmaktadırlar. Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kuranı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır bir. İkincisi olarak da bu iddianın altında Ashabı Kirama karşı güvensizlik ve itimatsızlık yatmaktadır. Zira sünneti Rasulullah’tan sözlü olarak bize aktaran Ashabı Kiram efendilerimizdir.. Eğer bu mevzuda, hadislerin bize aktarılması konusunda ashabı kiram efendilerimize herhangi bir itimadsızlık isnad edersek o zaman Kuran’a da itimad etmemek gerekecektir. Kuran dan da şüphe etmemiz gerekecektir. Zira Kuran’ı yazıp, hıfzedip, toplayan ve bize ulaştıranlar da ashabı Kiram dır.Görülüyor ki bu iddianın altında Kuran’ı reddetme sinsi planı da yatmaktadır. Yani bugün sünnet diyecekler yarın Kuran diyecekler. “Kuran’a da itimad edilmez, çünki hadislere bir sürü yalan yanlış şeyler katanlar elbette Kuran’ada katmışlardır” diyecekler ve dini bitirecekler.
İşte üç aşağı beş yukarı dünkülerin de bugünkülerin de demeye çalıştıkları bunlar. Şimdi bu iddianın sahiplerine peygamberin ne olduğunu, peygamberin kim olduğunu, sünnetinin bizim dinimizde, bizim hayatımızda yerinin ne olduğunu anlatmamız gerekecektir.Peygamberin dinde temel odak nokta olduğunu, onsuz dinin olmayacağını, onsuz Müslümanlık olmayacağını , olamayacağını anlatmamız gerekecek. Peygamberin kullukta adım adım takip edilmesi gereken bir mukteda bih olduğunu, bir üsve-i hasene olduğunu anlatmamız gerekecek. Peygamberin Kuran’ın beyan edicisi, Kuran’ın tamamlayıcısı ve açıklayıcısı olduğunu, peygamberin sürekli Allah’ın kontrolunde bir masum olduğunu ve Rabbımızın kitabında kendisine itaat istediği herbir bölümünde aynı zamanda peygamberine de itaat istediğini, bu konuda peygamberle Allah’ın arasını ayıranların kafir olduklarını, peygambere din belirleme, haram ve helal koyma hakkının verildiğini, anlatmamız gerekecek, Kuran’da Rabbımızın anlatmadığı pek çok konuyu kendisine anlattırarak Rabbımızın peygamberini dinde nasıl şari kıldığını anlatmamız gerekecek
 

Benzer konular

Üst Ana Sayfa Alt