Hama’da Nusret Cephesi ve Cund’ul Aksa gruplarının liderliğinde Hama askeri havaalanı ve çevresini ele geçirerek Hama ve Humus cephelerini birleştirmeyi amaçlayan Büyük Sam Bedri savası başlatıldı. Hama havaalanının ele geçirilmesi rejimi Suriye merkez hattında ihtiyaç duyduğu hava desteğinden mahrum bırakacaktı.
Esed’in şebiha deposu olan Hama kırsalının ele geçirilmesi de önemliydi. Mucahidler Hama-Halep yolu üzerindeki kilit şehir Morek’te aylar suren savası da kazanmış, rejimin Halep’le karayolu bağlantısını kesmişti. Kalamun’da geçtiğimiz sene mezhepçi Hizbullah militanlarının eline gecen şehirleri almak için Kalamun Şehirlerinin Fethi operasyonu başlatıldı.
Art arda ağır kayıplar veren Hizbullah rejimle birbirini suçlamakta, bırakın Kalamun’u savunmayı Lübnan içinde kendi bölgelerinde bile darbe yemekteydi. Deraa cephesinde de işler rejim için iyi gitmiyordu. Muhalifler rejimin elindeki kilit bölgeleri ele geçirmek için Imam Nevevi operasyonunu baslatmis, Kuneytra ve Golan’da büyük ilerlemeler kaydetmişti. Rejimin asker kaynakları tükenme noktasına gelmiş, daha önemsiz cephelerden asker çekip sürekli Hama ve Kuneytra’ya yığıyor, gelen takviye birliklerine ise muhalifler pusu üstüne pusu atıyordu.
Kuneytra’daki muhalifler İsrail sınırını tamamen ele geçirmiş, kuzeye doğru yöneliyordu. Savasın iç dinamiklerine dışarıdan müdahale olmasaydı Kuneytra’daki muhaliflerin 2014 yılı sonuna kadar Sam’a ulaşacakları öngörülüyordu. Sam cephesinde ise Sam’in kapisi Maliha’da aylardır suren rejim kuşatması kırılmış, muhalifler Sam’ın merkez semtleri Abbasiyyin ve Ceramana’ya kadar ilerlemişti. Doğu Guta’da muhalif liderlere suikastlar düzenleyen IŞİD'e savaş acilmiş, IŞİD Şam’dan büyük ölçüde atılmıştı. Halep’te Seyh Neccar sanayi bölgesine kadar ilerleyen rejim durdurulmuş, Ahtarin, Dabik ve civar köyleri alarak direnişin nefes borusu Azez’e ulaşmayı amaçlayan IŞİD'i durdurmak için Sam Nehrevani savası başlatılmıştı.
Doğu cephesinde ise muhaliflerin Deyrizor’dan çekilmesi ile rejimle başbaşa kalan IŞİD strateji değişikliğine gitmiş, ele geçirdiği bölgelerde hakimiyetini sağlamlaştırmak için rejimin elindeki askeri üslere saldırmaya başlamıştı. Rakka’da ele geçirdiği 17. Kolordu, 93. Fırka ve Tabka hava üslerinde esir aldığı rejim askerlerine yaptığı sert ve aşağılayıcı muamele Suriye’de Esed taraftarlarının tepkisini çekmiş, Alevi nüfusta huzursuzluğa sebep olmuştu. Tabka’nin alınmasıyla IŞİD’in başkenti Rakka’dan şebbiha deposu Hama’nin doğusuna giden yol açılmış, Hama’da rejimin kontrolü tehlike altına girmişti. IŞİD Deyrizor havaalanına saldırmak üzereydi ve buranın düşmesiyle rejim artik geri dönüşü olmayan bir yola girecekti.
Sonra aniden Irak’in Sincar sehrinde IŞİD'in yaptığı iddia edilen, gerçekliği ispat edilmemiş katliam iddialarıyla Irak ve Suriye’ye müdahale senaryoları devreye sokuldu. IŞİD'in dogmasının birinci dereceden faili olan Amerika tekrar kurtarıcı rolüne soyunarak hayatımızdaki melun yerini aldı.
Halbuki katliama dair hiçbir delil bulunmayan Sincar’dan önce IŞİD bütün güçlerini yığarak Deyrizor’daki direnişi aylarca muhasara etmiş, kafalarını kesmiş, bunların resim ve videolarını övünerek paylaşmıştı. IŞİD zulmüne isyan eden Sünni Suaytat aşiretini iki haftalık bir savaş sonrası mağlup etmiş, esir aldığı aşiret üyelerinin beyinlerini patlatmış, çarmıhlara germişti. Bütün bunlar olurken ne Amerika’nın, ne buğun Suriye ve Irak Müslümanlarını bombalayan Arap diktatörlerinin, ne de İslam alemine liderlik ettiği söylenen Türkiye’nin vicdani parametrelerinde bir kıpırdanma olmamıştı. Hatta Deyrizor’daki Müslüman katliamı görüntüleri malum yalan makineleri tarafından Sincar’da Ezidi katliamı olarak lanse edilmişti.
Amerika ve müttefikleri Irak’i bir sure bombaladıktan sonra sadece Irak’la sınırlı bir saldırının IŞİD’e zarar vermeyeceğini keşfettiler. IŞİD'i yok etmek için Suriye’deki güç kaynakları da yok edilmeliydi. Ancak Suriye’de büyük bir sıkıntıları vardı: Amerika kendileri için sahada IŞİD’le savaşacak müttefik bulamıyordu. Irak’ta Şiiler seve seve bu rolü üstlenmeye hazırdı, Barzani/Talabani idaresindeki milliyetçi Kürtler de baslarda geri dursalar da turlu vaatler ve şantajlarla IŞİD’e savaş açmaya ikna edilmişti. Geriye sadece yeni bir Sahva hareketi başlatmak kalıyordu, ancak Sünni aşiretlerin çoğu 2006’dan aldıkları derslerle IŞİD’e karşı Irak Şii rejimi ve Amerika ile işbirliğine yanaşmıyordu.
Suriye’de ise kendisini dünya kamuoyuna meşru bir güç olarak kabul ettirmeye çalışan PKK dışında kimse IŞİD’le savaşmaya hevesli değildi. Geçtiğimiz aylarda kendi inisiyatifleri ile IŞİD’le savaşmış olan Livau’t Tevhid, Ceys’ul Mucahidin ve Ahraru’s Şam gibi gruplar, hatta Amerikan desteği almış gruplar Suriye’ye dışarıdan bir müdahaleyi reddediyordu. En Bati yanlısı gruplar bile ilk kursun Esed rejimine atılmadıkça IŞİD’e karsı savaşta Amerikan koalisyonu ile işbirliği yapmayacaklarını belirtmişlerdi.
Bu tavrı koymak için hakli gerekçeleri vardı, çünkü Esed’in yaptığı zulümler IŞİD’i kat be kat aşıyordu. Ayrıca Esed tarafından kimyasal silahlar ve varil bombalarıyla katledilirken kimsede Amerika’nın boş vaatlerine kanıp IŞİD’le savaşacak mecal mi kalmıştı? Savaşta edinilen tecrübeler insani akıllandırıyordu da. Senelerdir yanlış ellere geçebilir bahanesinin ardına sığınan Amerika Suriye muhalefetine küflü birkaç TOW tanksavar silahı dışında bir şey de vermemişti.
Muhalifler TOW’dan çok daha üstün Kornet ve Konkur füzelerini Esed’den zaten ganimet alıyorlardı halbuki. İsrail’e tehdit oluşturur korkusuyla ve ileriki zamanlarda Suriye’ye bir haçlı seferi düzenlenebilir diye düşünülerek muhaliflere ağır silahlar, Manpad’lar verilmemişti. Savaşın uzaması Amerika’nın işine geliyordu zaten, bu İslamcılar savası kazansa Amerika’ya ne gibi bir fayda sağlayacaktı. Uyduruk birkaç TOW sayesinde Amerika hem doğru safta yer alıyor görünüyor, hem de İslami grupların korkusundan Esed ve İran’la dostluğu pekiştirip terörist listesini gün be gün genişletiyordu. Terörist olan Sünni direnişçilerin sayısı her gün artarken Şii Hizbullah ve Ebu Fazl Abbas militanlari Lubnan ve İran’da eğitiliyor, devlet uçaklarıyla Şam havaalanına getiriliyor, bu şahıslara herhangi bir yaptırım uygulanmıyordu. Irak’taki Asaib’ul Hak vb Şii militan grupları zaten Amerikan silahları, tank ve topları kullanıyordu, ikiyüzlülüğe lüzum yoktu, Irak’ta işbirliği yaptığı grupları Suriye’de terörist ilan edemezdi Amerika.
3 yıldır Amerikan/Arap ikiyüzlülüğünün ve Şii/Nusayri zumlunun her turlusunu tecrübe etmiş olan Şam halkı basiret göstererek bu koalisyonla suç ortaklığını kabul etmedi. Dünyadaki ser düzeninin sahipleri bu sefer hataları ve doğrularıyla su ana kadar en karakterli duruş sergileyen ülke olan Türkiye’yi kendilerine piyon ve suçlarına payanda yapmak istedi. Suriye’de isin zor kısmını yapacak askerlere ihtiyaçları vardı, kendileri havadan bombalayıp istedikleri zaman kaçabileceklerdi. Bu bataklığa girmek için Türkiye NATO üyeliği ve güçlü ordusuyla güzel bir alternatifti. Bu şekilde Türkiye’nin direnişe verdiği destek de allem kalem edilip turlu manipülasyonlar ve şantajlarla kırılabilirdi.
Türkiye su ana kadar sürdürdüğü hakli durusu devam ettirip Amerikan koalisyonu ile suç ortaklığına girmeyi reddetmelidir. Suriye’ye ilk saldırılarında Esed zulmüne karşı en büyük mücadeleyi veren Nusret Cephesi’nin vurulması bu koalisyonun gizli hedeflerine örnektir. Şerefli tarihinin üzerine yüklediği sorumluluğun bilincinde olan bir Türkiye kendi çürük saltanatlarını korumaya çalışan Arap diktatörleri ve onların Yahudi patronlarının uşaklığını yapacak bir ülke değildir. Mısır darbecileri ile ayni masada oturmayı reddedecek karakterde idarecileri olan bir Türkiye bu darbecilerin patronları ile ayni ittifakın içinde yer alamaz.
Türkiye kendi inisiyatifi ve samimi niyetlerle Suriye’ye müdahalede bulunsa bile mevcut kaos ortamında turlu sabotaj ve manipülasyonlarla Türkiye’nin direnişçilerle bir savaşa çekilmesi muhtemeldir. IŞİD'e dur deme bahanesiyle vurulmaya başlanan Suriye’de aniden Horasan adında aslında var olmayan bir grup türetilerek Esed zulmü ile savaşmaktan başka amacı olmayan mücahitlerin vurulması gelecekte Türkiye üzerinde de yapılacak oyunların bir işaretidir.
Nitekim ne IŞİD ne de El Kaide ile alakası olmayan Livau’l Hak gibi İslami Cephe birlikleri bile bu saldırıların hedefi olmuştur. Bu saldırılar yapılırken ne Türkiye’nin ne de Suriye’deki muhaliflerin fikri alınmamıştır. Esed rejimine ve PKK’ya saldırılar haber verilirken Türkiye ve muhaliflere haber verilmemiştir.
Türkiye Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin sonuçlarını iyi hesap etmelidir. Türkiye sınırı Esed, PKK, Nusret Cephesi, İslami Cephe ve IŞİD tarafından kontrol edilmektedir. Suriye’deki İslami grupların NATO üyesi olması ve Amerikan koalisyonu ile birlikte hareket etmesi sebebiyle bir Türk müdahalesine direnç göstermesi kuvvetle muhtemeldir.
Türkiye Suriye’de kimle savaşacaktır? Suriye’de tüm muhalif gruplar savaş kuralları gereği birbiri ile ortak hareket etmektedir. Halk rejime karşı en ön saflarda yer alan muhacir gruplarını ve Nusret Cephesi’ni sevmektedir.
Türkiye Suriye’ye girdiğinde halkın takdirini kazanan, ancak Amerika tarafından terörist ilan edilen Nusret Cephesi, Ceys’ul Muhacirin vel Ensar gibi gruplarla da savaşacak midir?
Kaldı ki Suriye’deki tüm muhaliflerin bu gruplarla ortak çalıştığı, onlarsız Suriye direnişinin büyük darbe alacağı bilinmektedir. Türkiye bir güvenli bölge oluşturduğunda Nusret Cephesi’ni ve muhacir gruplarını bombalayan Amerikan ve Arap uçaklarını vuracak midir? Tüm bu sorulara cevap verilmeden Suriye’ye bir müdahaleye asla kalkışılmamalıdır.
Günümüzde İslam dünyası tarihteki en büyük dönüşümünü geçirmekte, 100 yıl önce İslam ülkeleri arasına çizilen suni sınırlar çatırdamaktadır. Arap dünyasının kukla idarecilerine duyulan öfke günümüzdeki savaşların genişleyerek devam edeceğinin habercidir. Nusret Cephesi lideri Muhammed Cevlani’nin konuşmasında ifade ettiği gibi Arap dünyasındaki patlamaya hazır volkanlar üzerinde oyun oynamaya kalkanlar kendi saltanatları üzerine kumar oynarlar. Bilinmelidir ki Suriye’ye girmek kolay ancak çıkmak zordur. Turkiye yillar, belki on yıllarca sürecek bir savaşın parçası olmamalıdır. Kritik anlarda atılacak yanlış adımlarla Türkiye’nin son on yılda istikrar anlamında edindiği tüm kazanımlar kaybedilebilir. Bu yazı, emri bil maruf ve nehyi anil munker vazifesini unutan, idarecilere karşı nasihat etmeyi bırakan, Gazze için binlercesiyle sokaklara dökülüp kahrolsun İsrail diye haykıran İslami vakıf ve cemaatlerin Suriye’deki Müslüman katliamına ve Türkiye’nin girmesi muhtemel suç ortaklığına karşı suskunluğuna bir tepki ve idarecilerimize karşı dostane bir uyarı olması niyetiyle yazılmıştır.
Allah Müslümanların ve tüm mazlumların yardımcısı olsun, İslam ülkelerinin idarecilerine Müslümanların izzetini savunan kararlar almayı nasip etsin.
@ekremuk
islahhaber'den alıntıdır.
Esed’in şebiha deposu olan Hama kırsalının ele geçirilmesi de önemliydi. Mucahidler Hama-Halep yolu üzerindeki kilit şehir Morek’te aylar suren savası da kazanmış, rejimin Halep’le karayolu bağlantısını kesmişti. Kalamun’da geçtiğimiz sene mezhepçi Hizbullah militanlarının eline gecen şehirleri almak için Kalamun Şehirlerinin Fethi operasyonu başlatıldı.
Art arda ağır kayıplar veren Hizbullah rejimle birbirini suçlamakta, bırakın Kalamun’u savunmayı Lübnan içinde kendi bölgelerinde bile darbe yemekteydi. Deraa cephesinde de işler rejim için iyi gitmiyordu. Muhalifler rejimin elindeki kilit bölgeleri ele geçirmek için Imam Nevevi operasyonunu baslatmis, Kuneytra ve Golan’da büyük ilerlemeler kaydetmişti. Rejimin asker kaynakları tükenme noktasına gelmiş, daha önemsiz cephelerden asker çekip sürekli Hama ve Kuneytra’ya yığıyor, gelen takviye birliklerine ise muhalifler pusu üstüne pusu atıyordu.
Kuneytra’daki muhalifler İsrail sınırını tamamen ele geçirmiş, kuzeye doğru yöneliyordu. Savasın iç dinamiklerine dışarıdan müdahale olmasaydı Kuneytra’daki muhaliflerin 2014 yılı sonuna kadar Sam’a ulaşacakları öngörülüyordu. Sam cephesinde ise Sam’in kapisi Maliha’da aylardır suren rejim kuşatması kırılmış, muhalifler Sam’ın merkez semtleri Abbasiyyin ve Ceramana’ya kadar ilerlemişti. Doğu Guta’da muhalif liderlere suikastlar düzenleyen IŞİD'e savaş acilmiş, IŞİD Şam’dan büyük ölçüde atılmıştı. Halep’te Seyh Neccar sanayi bölgesine kadar ilerleyen rejim durdurulmuş, Ahtarin, Dabik ve civar köyleri alarak direnişin nefes borusu Azez’e ulaşmayı amaçlayan IŞİD'i durdurmak için Sam Nehrevani savası başlatılmıştı.
Doğu cephesinde ise muhaliflerin Deyrizor’dan çekilmesi ile rejimle başbaşa kalan IŞİD strateji değişikliğine gitmiş, ele geçirdiği bölgelerde hakimiyetini sağlamlaştırmak için rejimin elindeki askeri üslere saldırmaya başlamıştı. Rakka’da ele geçirdiği 17. Kolordu, 93. Fırka ve Tabka hava üslerinde esir aldığı rejim askerlerine yaptığı sert ve aşağılayıcı muamele Suriye’de Esed taraftarlarının tepkisini çekmiş, Alevi nüfusta huzursuzluğa sebep olmuştu. Tabka’nin alınmasıyla IŞİD’in başkenti Rakka’dan şebbiha deposu Hama’nin doğusuna giden yol açılmış, Hama’da rejimin kontrolü tehlike altına girmişti. IŞİD Deyrizor havaalanına saldırmak üzereydi ve buranın düşmesiyle rejim artik geri dönüşü olmayan bir yola girecekti.
Sonra aniden Irak’in Sincar sehrinde IŞİD'in yaptığı iddia edilen, gerçekliği ispat edilmemiş katliam iddialarıyla Irak ve Suriye’ye müdahale senaryoları devreye sokuldu. IŞİD'in dogmasının birinci dereceden faili olan Amerika tekrar kurtarıcı rolüne soyunarak hayatımızdaki melun yerini aldı.
Halbuki katliama dair hiçbir delil bulunmayan Sincar’dan önce IŞİD bütün güçlerini yığarak Deyrizor’daki direnişi aylarca muhasara etmiş, kafalarını kesmiş, bunların resim ve videolarını övünerek paylaşmıştı. IŞİD zulmüne isyan eden Sünni Suaytat aşiretini iki haftalık bir savaş sonrası mağlup etmiş, esir aldığı aşiret üyelerinin beyinlerini patlatmış, çarmıhlara germişti. Bütün bunlar olurken ne Amerika’nın, ne buğun Suriye ve Irak Müslümanlarını bombalayan Arap diktatörlerinin, ne de İslam alemine liderlik ettiği söylenen Türkiye’nin vicdani parametrelerinde bir kıpırdanma olmamıştı. Hatta Deyrizor’daki Müslüman katliamı görüntüleri malum yalan makineleri tarafından Sincar’da Ezidi katliamı olarak lanse edilmişti.
Amerika ve müttefikleri Irak’i bir sure bombaladıktan sonra sadece Irak’la sınırlı bir saldırının IŞİD’e zarar vermeyeceğini keşfettiler. IŞİD'i yok etmek için Suriye’deki güç kaynakları da yok edilmeliydi. Ancak Suriye’de büyük bir sıkıntıları vardı: Amerika kendileri için sahada IŞİD’le savaşacak müttefik bulamıyordu. Irak’ta Şiiler seve seve bu rolü üstlenmeye hazırdı, Barzani/Talabani idaresindeki milliyetçi Kürtler de baslarda geri dursalar da turlu vaatler ve şantajlarla IŞİD’e savaş açmaya ikna edilmişti. Geriye sadece yeni bir Sahva hareketi başlatmak kalıyordu, ancak Sünni aşiretlerin çoğu 2006’dan aldıkları derslerle IŞİD’e karşı Irak Şii rejimi ve Amerika ile işbirliğine yanaşmıyordu.
Suriye’de ise kendisini dünya kamuoyuna meşru bir güç olarak kabul ettirmeye çalışan PKK dışında kimse IŞİD’le savaşmaya hevesli değildi. Geçtiğimiz aylarda kendi inisiyatifleri ile IŞİD’le savaşmış olan Livau’t Tevhid, Ceys’ul Mucahidin ve Ahraru’s Şam gibi gruplar, hatta Amerikan desteği almış gruplar Suriye’ye dışarıdan bir müdahaleyi reddediyordu. En Bati yanlısı gruplar bile ilk kursun Esed rejimine atılmadıkça IŞİD’e karsı savaşta Amerikan koalisyonu ile işbirliği yapmayacaklarını belirtmişlerdi.
Bu tavrı koymak için hakli gerekçeleri vardı, çünkü Esed’in yaptığı zulümler IŞİD’i kat be kat aşıyordu. Ayrıca Esed tarafından kimyasal silahlar ve varil bombalarıyla katledilirken kimsede Amerika’nın boş vaatlerine kanıp IŞİD’le savaşacak mecal mi kalmıştı? Savaşta edinilen tecrübeler insani akıllandırıyordu da. Senelerdir yanlış ellere geçebilir bahanesinin ardına sığınan Amerika Suriye muhalefetine küflü birkaç TOW tanksavar silahı dışında bir şey de vermemişti.
Muhalifler TOW’dan çok daha üstün Kornet ve Konkur füzelerini Esed’den zaten ganimet alıyorlardı halbuki. İsrail’e tehdit oluşturur korkusuyla ve ileriki zamanlarda Suriye’ye bir haçlı seferi düzenlenebilir diye düşünülerek muhaliflere ağır silahlar, Manpad’lar verilmemişti. Savaşın uzaması Amerika’nın işine geliyordu zaten, bu İslamcılar savası kazansa Amerika’ya ne gibi bir fayda sağlayacaktı. Uyduruk birkaç TOW sayesinde Amerika hem doğru safta yer alıyor görünüyor, hem de İslami grupların korkusundan Esed ve İran’la dostluğu pekiştirip terörist listesini gün be gün genişletiyordu. Terörist olan Sünni direnişçilerin sayısı her gün artarken Şii Hizbullah ve Ebu Fazl Abbas militanlari Lubnan ve İran’da eğitiliyor, devlet uçaklarıyla Şam havaalanına getiriliyor, bu şahıslara herhangi bir yaptırım uygulanmıyordu. Irak’taki Asaib’ul Hak vb Şii militan grupları zaten Amerikan silahları, tank ve topları kullanıyordu, ikiyüzlülüğe lüzum yoktu, Irak’ta işbirliği yaptığı grupları Suriye’de terörist ilan edemezdi Amerika.
3 yıldır Amerikan/Arap ikiyüzlülüğünün ve Şii/Nusayri zumlunun her turlusunu tecrübe etmiş olan Şam halkı basiret göstererek bu koalisyonla suç ortaklığını kabul etmedi. Dünyadaki ser düzeninin sahipleri bu sefer hataları ve doğrularıyla su ana kadar en karakterli duruş sergileyen ülke olan Türkiye’yi kendilerine piyon ve suçlarına payanda yapmak istedi. Suriye’de isin zor kısmını yapacak askerlere ihtiyaçları vardı, kendileri havadan bombalayıp istedikleri zaman kaçabileceklerdi. Bu bataklığa girmek için Türkiye NATO üyeliği ve güçlü ordusuyla güzel bir alternatifti. Bu şekilde Türkiye’nin direnişe verdiği destek de allem kalem edilip turlu manipülasyonlar ve şantajlarla kırılabilirdi.
Türkiye su ana kadar sürdürdüğü hakli durusu devam ettirip Amerikan koalisyonu ile suç ortaklığına girmeyi reddetmelidir. Suriye’ye ilk saldırılarında Esed zulmüne karşı en büyük mücadeleyi veren Nusret Cephesi’nin vurulması bu koalisyonun gizli hedeflerine örnektir. Şerefli tarihinin üzerine yüklediği sorumluluğun bilincinde olan bir Türkiye kendi çürük saltanatlarını korumaya çalışan Arap diktatörleri ve onların Yahudi patronlarının uşaklığını yapacak bir ülke değildir. Mısır darbecileri ile ayni masada oturmayı reddedecek karakterde idarecileri olan bir Türkiye bu darbecilerin patronları ile ayni ittifakın içinde yer alamaz.
Türkiye kendi inisiyatifi ve samimi niyetlerle Suriye’ye müdahalede bulunsa bile mevcut kaos ortamında turlu sabotaj ve manipülasyonlarla Türkiye’nin direnişçilerle bir savaşa çekilmesi muhtemeldir. IŞİD'e dur deme bahanesiyle vurulmaya başlanan Suriye’de aniden Horasan adında aslında var olmayan bir grup türetilerek Esed zulmü ile savaşmaktan başka amacı olmayan mücahitlerin vurulması gelecekte Türkiye üzerinde de yapılacak oyunların bir işaretidir.
Nitekim ne IŞİD ne de El Kaide ile alakası olmayan Livau’l Hak gibi İslami Cephe birlikleri bile bu saldırıların hedefi olmuştur. Bu saldırılar yapılırken ne Türkiye’nin ne de Suriye’deki muhaliflerin fikri alınmamıştır. Esed rejimine ve PKK’ya saldırılar haber verilirken Türkiye ve muhaliflere haber verilmemiştir.
Türkiye Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin sonuçlarını iyi hesap etmelidir. Türkiye sınırı Esed, PKK, Nusret Cephesi, İslami Cephe ve IŞİD tarafından kontrol edilmektedir. Suriye’deki İslami grupların NATO üyesi olması ve Amerikan koalisyonu ile birlikte hareket etmesi sebebiyle bir Türk müdahalesine direnç göstermesi kuvvetle muhtemeldir.
Türkiye Suriye’de kimle savaşacaktır? Suriye’de tüm muhalif gruplar savaş kuralları gereği birbiri ile ortak hareket etmektedir. Halk rejime karşı en ön saflarda yer alan muhacir gruplarını ve Nusret Cephesi’ni sevmektedir.
Türkiye Suriye’ye girdiğinde halkın takdirini kazanan, ancak Amerika tarafından terörist ilan edilen Nusret Cephesi, Ceys’ul Muhacirin vel Ensar gibi gruplarla da savaşacak midir?
Kaldı ki Suriye’deki tüm muhaliflerin bu gruplarla ortak çalıştığı, onlarsız Suriye direnişinin büyük darbe alacağı bilinmektedir. Türkiye bir güvenli bölge oluşturduğunda Nusret Cephesi’ni ve muhacir gruplarını bombalayan Amerikan ve Arap uçaklarını vuracak midir? Tüm bu sorulara cevap verilmeden Suriye’ye bir müdahaleye asla kalkışılmamalıdır.
Günümüzde İslam dünyası tarihteki en büyük dönüşümünü geçirmekte, 100 yıl önce İslam ülkeleri arasına çizilen suni sınırlar çatırdamaktadır. Arap dünyasının kukla idarecilerine duyulan öfke günümüzdeki savaşların genişleyerek devam edeceğinin habercidir. Nusret Cephesi lideri Muhammed Cevlani’nin konuşmasında ifade ettiği gibi Arap dünyasındaki patlamaya hazır volkanlar üzerinde oyun oynamaya kalkanlar kendi saltanatları üzerine kumar oynarlar. Bilinmelidir ki Suriye’ye girmek kolay ancak çıkmak zordur. Turkiye yillar, belki on yıllarca sürecek bir savaşın parçası olmamalıdır. Kritik anlarda atılacak yanlış adımlarla Türkiye’nin son on yılda istikrar anlamında edindiği tüm kazanımlar kaybedilebilir. Bu yazı, emri bil maruf ve nehyi anil munker vazifesini unutan, idarecilere karşı nasihat etmeyi bırakan, Gazze için binlercesiyle sokaklara dökülüp kahrolsun İsrail diye haykıran İslami vakıf ve cemaatlerin Suriye’deki Müslüman katliamına ve Türkiye’nin girmesi muhtemel suç ortaklığına karşı suskunluğuna bir tepki ve idarecilerimize karşı dostane bir uyarı olması niyetiyle yazılmıştır.
Allah Müslümanların ve tüm mazlumların yardımcısı olsun, İslam ülkelerinin idarecilerine Müslümanların izzetini savunan kararlar almayı nasip etsin.
@ekremuk
islahhaber'den alıntıdır.