Suriye’de Esed rejimine karşı başlayan muhalefet hareketinin silahlı mücadele şekline dönüşmesiyle birlikte en önemli meselelerden birisi, sahada mücadele eden direniş gruplarının birliği sorunu olmuştur.
Arap Baharı adı verilen süreçle başlayan ve öncesinde örgütlü bir hazırlık sürecinden yoksun olan direniş hareketi, ilk dönem ağırlıklı olarak ordudan ayrılan Sünni kökenli askerler ve mahalli halk hareketleri tarafından sürdürülüyordu. Zamanla mücadelenin bir iç savaş olmaktan çıkıp bölgesel ve küresel aktörlerin siyasi ve fiili katılımlarıyla birlikte, muhalif hareket de giderek daha farklı bir şekil almaya başladı.
Suriyeli yerli halkın yanı sıra, dini saiklerle farklı ülkelerden gelen muhacir/yabancı savaşçıların da ülkeye akın etmesiyle birlikte muhalif hareketin İslami karakteri bariz bir şekilde ön plana çıktı. Bu zaman zarfında direnişçiler, ülkenin büyük bir bölümünde kontrolü ele geçirdi. Yine bu dönemde, bölgesel veya ülke genelinde faaliyet gösteren bazı grupların cemaatsel yapıları korunmakla birlikte diğer gruplarla işbirliğine yönelik çatı oluşumları kuruldu. Bunlara örnek olarak; Ehl-i Şam Operasyon Odası, Suriye İslam Cephesi, Suriye İslami Kurtuluş Cephesi(her iki çatı örgütünü oluşturan cemaatlerin büyük bölümü daha sonraları İslami Cephe’yi oluşturacaklardı) gibi oluşumlar örnek verilebilir.
2013 yılının sonlarına gelindiğinde ise, daha sonraları kendisini “İslam/Hilafet Devleti” ilan ederek küresel bir boyut kazanacak olan “Irak&Şam İslam Devleti(IŞİD/DAİŞ)” örgütü ile bazı yerel gruplar arasındaki gerginlikler artmış, özellikle ülkenin kuzey ve doğu kesimlerinde rejimden kurtarılan bölgelerde yeni kamplaşmalar başlamıştı. 2014 yılı başlarında ise, örgüt ve Ceyşu’l-Mücahidin(Mücahidler Ordusu) isimli grup arasında Halep kırsalında patlak veren çatışmalar, kısa süre içersinde diğer ÖSO grupları ve o dönemki İslami Cephe unsurlarının da katılımıyla şiddetlenerek özellikle ülkenin kuzey kesiminde yer alan Halep ve İdlip vilayetlerinde pek çok yere yayılmıştı.[1] IŞİD’in muhaliflerine yönelik gerçekleştirdiği katliamlarının şiddetini artırması ve uyuşmazlıkların çözümü hususunda Şer’î mahkeme girişimlerine yanaşmaması sonucu, çatışmanın ilk dönemlerinde tarafsız kalan ve daha önce örgütle El Kaide çatısı altında beraber olduğu Nusret Cephesi(Cebhetu’n-Nusra) de bu savaşa dahil oldu.
2014 yılının ortalarına kadar muhalifler karşısında büyük kayıplara uğrayan ve yalnızca Rakka şehir merkezi ve Halep’in doğu kesimlerinden itibaren belli kırsal bölgelerde varlığını koruyan IŞİD, aynı dönemde Irak’ta ani bir kalkışmayla Musul şehri başta olmak üzere ülkenin pek çok yerleşim yerinde kontrolü ele geçiriyordu. Burada, üzerinde pek çok komplo teorisi geliştirilmesine neden olacak şekilde, kendisine karşı kayda değer bir direniş göster(e)meyen Irak Ordusu’ndan ele geçirdiği ağır silahların da etkisiyle Suriye’de yeniden toparlanıyor, Deyrizor şehri başta olmak üzere ülkenin önemli bir bölümünü kontrolü altına alıyordu. Bu bağlamda IŞİD’in Suriye’nin doğusunda yer alan petrol bölgelerini ele geçirmesiyle elde ettiği maddi gelirin de rakiplerine karşı örgüte bariz bir avantaj sağladığını da belirtmek gerekir.
O dönem Suriye’deki İslami direniş hareketlerine bakacak olursak; Ahraru’ş-Şam ve Ceyşu’l-İslam gibi büyük gruplar başta olmak üzere yerel Suriyeli grupların hemen hepsinin IŞİD’e karşı savaşta yer aldığını görürüz. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, daha evvel örgütle aynı çatı altında yer almış bulunan ve çatışmaların başından itibaren tarafsız kalma konusunda azami derecede hassas davranan Nusret Cephesi’nin de, bağlı olduğu El Kaide’nin merkezi otoritesinin IŞİD ile bağlantısını kopardığını ve bu örgütün eylemleriyle hiçbir alakasının olmadığını resmen beyan etmesinden sonra IŞİD karşıtı cephedeki yerini almasıyla birlikte cephede taşlar yerine oturmuş oldu.[2]
Bahsi geçen süreçte tarafsız kalan direniş gruplarının da olduğu görüldü. Bunlardan başlıcaları; Cundu’l-Aksa(Aksa’nın Askerleri), Ceyşu’l-Muhacirin ve’l Ensar(Muhacir ve Ensar Ordusu/Suriye’deki Kafkasya Emirliği grubu), Fecru’l-İslam (İslam’ın Yükseliği) olarak sayılabilir
Bu dönemde İslami cemaatler arasında, tam birleşme olmaksızın ortak bir çatı örgütü kurulması girişimlerinden birisi de, muhacir ağırlıklı cihadi cemaatlerin bir araya gelerek kurdukları Ensaru’d-Din Cephesi olmuştu.
Bu Cephe ise, Kafkasya Emirliği(İmarat Kavkaz) hareketinin Suriye kolu Ceyşu’l-Muhacirin ve’l Ensar, Fas ve Mağrib ülkelerinden muhacirlerin kurduğu Şam el-İslam (İslam’ın Şamı), Arap Yarımadası’ndan gelen gönüllülerden oluşan Ketibetu’l-Hadra(Yeşil Tabur) ve Halep’in kadim cemaatlerinden Fecru’ş-Şam(daha evvel “Fecru’l-İslam) cemaatlerinin bir araya gelmesiyle kuruldu. Ensaru’d-Din Cephesi de, IŞİD ile diğer direnişçi gruplar arasında yaşanan çatışmalardan uzak kalmayı tercih etmiş, temel amaç olan ülkedeki rejimi devirerek İslami bir yönetim kurulmasına odaklanmıştı.[3] İzlediği siyaset ve duruşuyla diğer tüm grupların da saygısını kazanan Ensaru’d-Din Cephesi, IŞİD örgütü tarafından da açık olarak “tekfir” edilmeyen ve açık bir düşmanlığa muhatap olmayan yegane hareket olmayı başarmıştır. Nitekim, Cephe’yi oluşturan en önemli unsur olan Muhacir&Ensar Ordusu’nun o dönemki lideri Selahaddin Şişeni, 2014’ün Kasım ayında rejimin Halep kuşatması esnasında Nusret Cephesi ve Ahraru’ş-Şam hareketlerinin ricasıyla Rakka’ya giderek IŞİD yetkilileriyle görüşmüştü.[4] Bu görüşme, çatışmaların başlamasından bu yana örgütün diğer gruplardan muhatap aldığı belki de ilk ve tek resmi ilişki olmuştur.
Ensaru’d-Din Cephesi’ni oluşturan cemaatlerden Ketibetu’l-Hadra(Yeşil Tabur), bir süre sonra kendisini lağvederek aynı cephenin en büyük unsuru Muhacir ve Ensar Ordusu’na katıldı. 2015’in ortalarında kendi içinde kendi içinde bazı sorunlar yaşayan grup, eski lideri Selahaddin Şişeni(Feyzullah Margoşvili) ile birlikte bir kısım mücahidin “İmarat Kavkaz fi’ş-Şam(Şam’daki Kafkasya Emirliği)” adı altında bağımsız hareket etme kararının ardından Eylül ayı sonlarında Nusret Cephesi’ne katıldı.[5]
Aynı günlerde yine eski Sovyet ülkelerinden gelen muhacirlerin oluşturduğu “Tevhid ve Cihad” ile “Kırım Cemaati” de Nusret Cephesi’ne bağlılıklarını bildirdi.[6] Bu katılımlarla birlikte El Kaide’nin Suriye kolu, aynı yapının eski Irak şubesinin başrol oynadığı bu zorlu fitne sürecinin akabinde, muhacir mücahidlerin yeniden toplandığı bir merkez haline geldi.
IŞİD’in zaman içerisinde ülkenin doğu kesimlerindeki pek çok bölgeyi ele geçirmesiyle birlikte, önemli ölçüde İran’ın himayesine giren ve Lübnan, Irak, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerden getirilen on binlerce Şiî milisin desteğiyle yeniden toparlanmaya başlayan rejim de kaybettiği toprakların bir kısmını geri alarak muhalif güçleri belli mıntıkalarda kuşatmayı başardı. Bu bağlamda IŞİD’in diğer muhalif hareketlere karşı amansız bir savaşa giriştiği bu dönemde, Esed rejimi ile üstü örtülü bir uzlaşma sürecine girdiğinin altını çizmekte fayda vardır. Üzerinde pek çok komplo teorinin üretilmesine sebep olan bu olguyu, işin tafsilatına girmeden ve zahiren görünen veriler üzerinden değerlendirecek olursak; bu dönemde rejim ve IŞİD’in stratejik olarak aynı plan doğrultusunda hareket ettiklerini görürüz. Her iki gücün de öncelik olarak Suriyeli İslami direniş hareketlerine yönelik baskısını yoğunlaştırdığını ve bu hareketlerinin olası tasfiyelerinin ardından oluşacak yeni konumlarına göre birbirlerine karşı pozisyonlarını belirlemeyi düşündüklerini söyleyebiliriz.
Velhasıl, IŞİD ile Suriye muhalefeti arasındaki bu yıpratıcı savaşın ardından 2015 yılı başlarına gelindiğinde; ülkenin doğusunun büyük ölçüde IŞİD’in kontrolüne girdiği, ABD başta olmak üzere tüm küresel emperyalist güçlerin desteğini alan PKK’nın ülkedeki uzantısı PYD/YPG’nin de Suriye’nin kuzey-doğusunda önemli kazanımlar elde ettiği bir tablo oluşmuştu. Yukarıda bahsettiğimiz gibi; IŞİD’in Suriyeli direnişçi grupları zayıflatması, pek çok bölgede ikmal yollarını kesmesi ve kendisinin zayıf konumda olduğu belli bölgelerde de mevzilerini rejim lehine olacak şekilde terk etmesi sonucu Suriye direnişi, aynı anda savaşmak zorunda kaldığı bu 3 cephe karşısında oldukça zor bir duruma düşmüştü.
Suriye genelinde çeşitli bölgelerde kısmi olarak varlık gösteren muhaliflerin nispeten en büyük alanı kontrol ettikleri ve Türkiye ile sınır bölgesini oluşturan vilayet olan İdlip’in şehir merkezi ve kalan rejim bölgelerini zapt etmek, muhalifler için hayati bir önem arz ediyordu. Bu amaçla, Suriye genelinde faaliyet gösteren en büyük cihadi hareketlerden Ahraru’ş-Şam ve Nusret Cephesi’nin önderliğinde yerel gruplardan Cundu’l-Aksa(Aksa Ordusu), Ecnad eş-Şam (Şam’ın Askerleri), Liva el-Hakk(Hak Tugayı), Feylaku’ş-Şam(Şam Lejyonu) ve Ceyşu’s-Sunne(Sünnet Ordusu) gibi grupların bir araya gelmesiyle 2015’in Mart ayında Ceyşu’l-Feth(Fetih Ordusu) kuruldu.[7]
Kuruluş misakının ilan edilmesinin hemen akabinde İdlip şehir merkezine büyük bir taarruz başlatan Fetih Ordusu, kısa süre içinde şehri Esed rejiminden özgürleştirmeyi başardı. Ardından Esed rejiminin bu vilayet sınırları içerisinde elinde kalan son yerleşim yerleri ve askeri üslere yöneldi. Eriha, Cisr eş-Şuğur kentleriyle Mastume, Karmid ve Ebu Zuhur gibi stratejik öneme haiz askeri üsleri ele geçiren Fetih Ordusu, bir yandan sahada önemli bir avantaj elde etmiş, diğer yandan da muhalif örgütler ve Sünni halk açısından moral kaynağı olmuştur. Öte yandan; bölgede faal olarak savaşan irili-ufaklı bir çok muhacir cemaati de resmi olarak Fetih Ordusu’nda adları geçmese de “Büyük İdlip Gazvesi”ne katılmıştı.
İdlip Vilayeti’nde Alevî-Nusayri nüfûsun yaşadığı Fua ve Keferya kasabaları hariç tüm yerleşimleri ve kırsal kesimi ele geçiren Fetih Ordusu, ilerleyişini Hama yönüne doğru sürdürdüğü sırada kendi içinde birtakım ihtilaflar yaşadı. İlk önce, ittifakın en “radikal” olarak tanımlanan bileşeni Cundu’l-Aksa, Fetih Ordusu’ndan ayrıldığını açıkladı. Grup, Fetih Ordusu ittifakından ayrılmasına ilişkin resmi bildirisinde ayrılmaya gerekçe olarak; çatı örgütünün “İslami ajandasının yetersiz oluşu”, bazı üyelerin batılı veya işbirlikçi Arap devletlerine yönelik yaklaşımlarını ve IŞİD’e karşı savaşılması hususunda kendilerine baskı yapılmasını gösterdi.[8]Bazı gruplar tarafından önceden beri bünyesinde IŞİD sempatizanları barındırmak ve bu örgütle gizli işbirliği halinde olmakla itham edilen Cundu’l-Aksa cemaatinin konuya ilişkin resmi beyanında ise şunlar belirtiliyordu:
“Bizler, Cundu’l Aksa cemaati olarak Bağdadî cemaatine karşı konumumuzu şu şekilde tanımlıyoruz:
Bu cemaatin ilan ettiği “Hilafet”i batıl görüyor, Müslümanları tekfir etmelerinden, haksız yere kanlarını mubah saymalarından Allah’a sığınıyoruz. Müslümanların saflarını bölmelerinden, âlimlerin kanlarını helal görüp dökmelerinden razı değiliz. Bilakis bu yapılanları bir aşırılık, zulüm ve düşmanlık olarak sayıyoruz. Bulunduğumuz bölgelerde saldırganlıklarının def edilmesine gelince, bu husus şer’an üzerimize haktir. Bize ve Müslümanlara yapılan saldırıları bertaraf etmek üzerimize farzdır. Savaştığı İslami gruplarla bir ateşkes yapmasını, güçlerini ve silahlarını Irak ve Suriye tağutlarına çevirmesi çağrısında bulunuyoruz.”[9]
Önemli bir bölümü tecrübeli muhacir savaşçılardan oluşan cemaat, Fetih Ordusu’ndan ayrılmakla birlikte özellikle Hama kırsalında Fetih Ordusu birlikleriyle koordine halinde operasyonlarına devam ediyordu.
Fetih Ordusu’nda ikinci kopuş ise, 2016 yılının ilk günlerinde Feylak eş-Şam grubunun bir bildiri yayınlayarak bu oluşumdan ayrıldığını duyurmasıyla oldu. Grup, bu eyleminin gerekçesi olarak Suriye sahasında değişen şartları göz önünde bulundurarak birliklerini Halep Vilayeti’nde kaydıracağını, bu nedenle İdlip merkezli Fetih Ordusu oluşumunda bir misyonunun kalmadığını belirtiyordu.[10] Bununla birlikte, İhvan çizgisinde olduğu bilinen Feylaku’ş-Şam’ın Suudi Arabistan başta olmak üzere bölgedeki yönetimlere karşı siyasetinin uzun süredir diğer hareketler açısından huzursuzluğa sebep olduğu biliniyordu. Nitekim, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki Şiî Hûsî hareketine karşı operasyon başlattığı dönemde Feylak eş-Şam yayınladığı bir bildiride, “Hadimu’l Harameyn Kral Selman’ın emrinde savaşmak üzere 2000 savaşçısının hazır olduğu” ifade edilmişti.[11]
Böylece Suriye’de kurulan ilk “Fetih Ordusu” girişiminde ayrılık, oluşumun en “radikal” ve en “ılımlı” sayılan üyeleri tarafından gerçekleşmiş oldu. Yine bu dönemde Rusya’nın ülkeye yönelik müdahalesi şiddetini artırmış, oluşumun isminin ifade ettiği gibi askeri yönden fetih/saldırı süreci duraklamış, direniş grupları daha çok savunma pozisyonuna çekilmişti.
2016 yılının ilk dönemi bu şekilde geçerken Halep’e abluka ve ağır bombardımanın arttığı geçtiğimiz haftalarda, gerek Suriye halkının genel arzusu gerekse Suriye direnişinin manevî liderlerinden Şeyh Dr.Abdullah el-Muheysini ve Muslih el-Ulyânî gibi davetçi alimlerin çabaları sonucu, Fetih Ordusu’nun yeniden bir araya geldiği ilan edildi.Mayıs ayının ilk günlerinde ilan edilen yeni oluşumda Feylak eş-Şam tekrar yer alırken, yeni katılımcı olarak Uygur muhacirlerden oluşan Türkistan İslam Cemaati dikkat çekiyordu.[12]Yeni oluşumla birlikte Fetih Ordusu’na döneceği iddia edilen Cundu’l-Aksa ise, çatı örgütünün dışında kalmakla birlikte, ilanın hemen ardından Güney Halep’te düzenlenen operasyona destek verdi.
Ve yeniden organize edilen Fetih Ordusu’nun ilk büyük muharebesi olan Güney Halep operasyonu, muhalifler açısından oldukça başarılı bir şekilde sonuçlandı. Çatışmalarda İran Devrim Muhafızları ve Şiî militanlar ağır kayıplar verirken Han Tuman bölgesindeki pek çok nokta, Fetih Ordusu’nun eline geçti.[13]
Farklı grupların cemaatsel birleşme olmasa dahi tek çatı altında ve koordineli biçimde hareket etmelerinin sahada böylesine göz alıcı zaferlere yol açması, ülkenin farklı yerlerinde mücadele eden hareketler için de örnek oldu. Nitekim İdlip zaferinin arkasından Şam kırsalında yer alan Kalamun’da yine “Fetih Ordusu-Kalamun(Ceyşu’l-Feth el-Kalemun)” ve devamında “Seriyyet-i Ehl-i Şam(Şam Ehli Seriyyeleri)”, Doğu Ğuta’da “Cundu’l-Melahim(Melahim/Büyük Savaş Askerleri)”, Dera’da ise ÖSO-Güney Cephesi gibi ortak çatı örgütleri oluşturma girişimleri görülmekle birlikte bu girişimler, çeşitli sebeplerle ya sekteye uğradı ya da önemli bir askeri başarı elde edemedi. Son olarak Doğu Ğuta’da Nusret Cephesi, Ahraru’ş-Şam ve Fecru’l Umme(Ümmetin Yükselişi) grupları bir araya gelerek Ceyşu’l Fustat isimli yeni bir oluşuma gitti.[14] Rejimin kuşatması altında bulunan Doğu Ğuta’daki bu oluşum, ilk kuruluş döneminde yine bu bölgedeki güçlü hareketlerden Ceyşu’l-İslam(İslam Ordusu) ile yaşanan bazı sorunlar nedeniyle henüz Esed rejimine karşı önemli bir askeri faaliyette bulunamamıştır. Bununla birlikte, birleşmiş bir İslami yapının Şam (Dımeşk) kırsalında oldukça stratejik bir öneme sahip olan bölgedeki muhtemel bir askeri başarısı, yakın gelecekte rejim açısından önemli bir tehdit olacaktır.
Sonuç olarak; Fetih Ordusu girişimi, Suriye’deki direniş hareketleri arasındaki birleşme ve koordinasyon örneği olarak şimdiye kadar meydana gelen en olumlu yapılanma olmuştur. Cemaatsel yapılar ayrı kalmakla birlikte yalnızca iyi örgütlenmiş bir ortak askeri birliğin sahada getirdiği başarılar, gruplar arasındaki muhtemel vahdetin direnişi zafere ulaştırmasına ilişkin umutları daha da artırmış oldu.
Bu girişimin bir diğer göstergesi de; Suriye direnişinde istikbalin dışa bağımlı ve net bir ajandası olmayan gruplardan ziyade bağımsız ve İslamî ajandası olan hareketlerde olduğudur. ABD ve müttefikleri tarafından planlanan “Eğit-Donat” gibi projelerin de fiyaskoyla sonuçlanmasının ardından bu güçlerin bölgede yalnızca PYD/YPG’ye yönelmeleri, dışarıdan desteğe odaklanmış “ılımlı” olarak anılan muhalif grupların tasfiyesine yada İslami hareketlere kanalize olmasına yol açacaktır.
Öte yandan; IŞİD vesilesiyle aleyhinde uzun süredir kara propaganda yapılan ve şeytanlaştırılmaya çalışılan Şer’î bir yönetimin somut örneği, bu hareketlerin vasat çizgileriyle kurdukları ve uyguladıkları İslami bir yapı sayesinde bertaraf edilmiş olacaktır.
Seyit URAL
Küresel Analiz