SURİYE ve GERÇEKLER
Bismillahirrahmanirrahim
Ayaklanmalar başladığından beri Suriye Dünya gündeminden düşmedi. ABD, AB, Arap Birliği ve Türkiye'den Esad'a itiraz sesleri ve hatta bazen de "bırakın tutmayın beni" tarzında efelenme hareketi yapanlar oluyor. Efeliği yapanlar daha yerlerinden kalkarken birilerinin onu kolundan tutup sakinleştirmesi ve yerine oturtması için yalvarır gözlerle etrafa bakıyor. Tutan olmasa kendisi de mecburen oturacak. Peki Suriye neden önemli ve dünya neden tüm olanlara sessiz kalmakta ?
Bilmeyenler için söyleyelim......Suriye küresel cihad hareketinin en önemli menbalarından birisidir. Günümüzde ve onlarca senedir çeşitli cihad cephelerine gidip gelenler belki bu sözümüze itiraz edebilirler. Çünkü bu kardeşlerimiz gittikleri cephelerde en çok Yemen ve Arap Yarımadasından kardeşleri görmüş olmalılar. Halbuki bunun sebebi Suriye'nin daha az mücahid ve muvahhide sahip olması değil bilakis Yemen ve Arabistan'ın aksine Hama olaylarından beri Suriyeli mücahidlerin faaliyetlerini daha çok kendi memleket ve bölgelerine yöneltmelerinden ileri gelmektedir. Evet yanlış duymadınız, Suriye'de Hama olaylarından beri oldukça geniş bir mücahid kitlesi vardır. Ancak Suriye'deki zalim rejim bunların gizli örgütlenmelerini her defasında deşifre etmeyi, yüzlercesini binlercesini öldürmeye ve esir etmeye muvaffak olmuştur maalesef. Wikileaks belgelerinde Esad'ın Amerikalı muhatabına "Siz istihbarat alanında çok büyük imkanlara sahip olduğunuz halde Terörle mücadelede bizim kadar etkili olamadınız. Bizim istihbaratçılarımız sizinkilerden daha iyi analiz yaptıkları için onlara karşı başarılı olduk" diyerek övünen Esad bugünlerde Allah'ın Nurunu üflemeyle söndüremeyeceğini idrak etmeye başlamış olmalı. Esad, alemlerin rabbinin mühlet verip geciktirdiğini ama asla ihmal etmeyeceği gerçeğinden gafil olarak İslam'la mücadelede büyük gayret gösteriyordu. Öylesine ki, bugün aleyhine komplo kurmakla itham ettiği İngiltere ile sıkı bir işbirliği tesis etmiş, İngiliz gizli servisi mücahidlerle ilgili bilgisine hayranlık duyduğunu açıkladığı Suriye istihbaratından İslam’la savaş konusunda ders alıyorlardı. İsteyenler bu haberi internetten bulabilirler (bende mevcut). En son Irak cihadıyla birlikte Suriye'deki cihad hareketleri en aktif günlerini geçirmişler ve Suriye'deki Nusayri çetenin tüm baskılarına rağmen bir süreliğine de olsa Suriye, Irak cihadının Lojistik merkezi olmuştur. Suriye ve Irak'ta hareket alanı bulan mücahidler Lübnanda da aktif hale gelmişler ancak Allah'ın takdiri ile kardeşlerin çalışma ve örgütlenmeleri Nehrul Barid kampında yaşanan çatışma ile ağır darbe almıştır. Suriye tarafında Nusayri çetenin ağır baskıları sonucu kardeşlerin bu kadar ağır darbe almaları Irak'taki cihadı da etkilemiş. Irak'taki kardeşler zaten hapishaneye döndürülen şehirlerde sıkışıp kalmışlar ancak buna rağmen yıllardır hiçbir lojistik ve dinlenme merkezleri olmaksızın cihadlarını başarı ile sürdürmüşlerdir. Bu açıdan değerlendirildiğinde başta Irak İslam Devletini ve Irak'lı muvahhid cihadi cemaatleri alınlarından öperek kutlamak gerekir.
Bugün Suriye'ye karşı dünyanın bu sessizliğinin en önemli sebeplerinden birisi dünya kamuoyu tarafından çok iyi bilinmeyen ama devletler ve İstihbarat Teşkilatlarının oğullarının isimleri kadar iyi bildikleri Suriye'nin sunni direnişin menbaı ve kalesi olması gerçeğidir. Asıl korku, 2007 yılında olduğu gibi Irak, Suriye, Lübnan hattında faaliyet gösteren mücahidlerin bu kez derslerine daha iyi çalışmış olarak bu eksende güçlerini toparlamaları ve ivme kazanmalarıdır. Bu eksenin hali hazırda Gazze'de de kendisine sağlam bir ayak oluşturmuş olması onların için çok vahim gelişmelerdir.Failleri henüz belli olmasa da geçtiğimiz günlerde vukuu bulan Sina Yarımadasındaki saldırı ve Lübnan'da Rumye hapishanesinden beş Fethul İslam üyesinin firar etmesi derin kaygıya sebep olmakta. İki olay İstihbarat çevreleri tarafından Suriye eksenli gelişecek olayların işaret fişeği olarak algılandı.
Suriye'de olanlar kimi çevrelerin iddia ettiği gibi Batı'nın İsraile karşı sözde direniş cephesini tasfiye etmek için giriştiği bir komplo değildir. Niye olsun ki ? İsrail’in fiili işgali altındaki Golan Tepelerini savaşarak İsrail'den geri almak dururken 40 senedir bunun için tek bir mermi sıkmayan ama kendi meşruiyetini sağlamak için ağzı her açıldığında İsrail’in düşmanı ve direnişin hamisi olduğunu iddia eden Suriye bugün aslında Hizbullah ile birlikte İsrail'in sınırlarının koruyuculuğunu yapmakta. Hizbullah'ı İsrail’e karşı direnişte bir odak olarak görenlere derim ki; 2008 yılında Gazze yakılıp yıkıldığında Hizbullah İsrail’e tek bir roket attı mı ? Hizbullah, İran'ın bölgedeki kuklasıdır ve ancak İran'ın çıkarlarına aykırı bir durum olursa o zaman İsrail’e roket atacaktır. Roketlerin ateşlenmesini Allah'ın dini, mazlumun inlemesi değil İran'ın ulusal çıkarları belirler. İran ve Hizbullah taraftarları ve Suriye'de yaşanan olayları Batı'nın Suriye'ye müdahale ederek direnişi (Hizbullah'ı) bitirmek için giriştiği bir komplo olarak görenlerin serap gördükleri bunca kan akıtılmasına karşın dünyanın Suriye ve Esad’a müdahaleye sessiz ve isteksiz olmalarından belli değil mi ? Bu durum aslında tezimizi yani Suriye'de asıl korkulanın mücahidler olduğunu güçlendiren en önemli kanıt; çünkü bir taraftan Suriye ve Hizbullah tehdit olarak görülecek ama diğer taraftan tehdit olarak gördükleri bu gücü tasfiye etmek için önlerine çıkan fırsatı kullanmada ayak sürecekler. Batı, şayet Suriye'deki durumu Hizbullah'ı tasfiye etmek için bir fırsat ve kendi çıkarına görseydi şu an kadar bunun için birçok adım atılmış olurdu. Halbuki Obama Esad'ın gitmesi gerektiği açıklamasını bile sözlü olmayan yazılı bir açıklama ile geçiştirip on günlük tatiline çıktı. Suriye'de oluk oluk kan akarken o şu an keyif çatıyor. ABD'nin Suriye ve Esad aleyhine attığı sözde adımların tek bir sebebi var; Suriye'de ABD ve İsrail'in çıkarlarını tehdit eden bir durum ortaya çıktığında müdahale etmek için bugünden zemin hazırlamak. Bu türden açıklamalarla Suriye'deki kimi muhalif çevrelerin ABD'den beklentilerinin tam olarak bitmemesi ve zamanı geldiğinde işbirliği yapılabileceğinin sinyalini veriyorlar.
Halbuki açıkça ortaya çıktı ki Türkiye dahil hiç kimse Esad'ın gitmesini istemiyor. Herkes statükonun korunmasından yana. Herkes Esad'ın durumu bir an önce kontrol altına alması için adeta Esad'ın gözlerinin içine bakmakta. Zalim dünya sisteminin istediği şudur; ayaklanmalar bazı neticeler verecekse de bu neticeler kesin sonuçlu olmayan ve günü kurtaran neticeler olmalı....hem devrimciler razı edilmeli (kandırılmalı) hem de Esad'ın bazı tavizler vererek uzun vadede zayıflaması umulmakta. Böylece geçiş yumuşak yapılsın ve dünya sistemi kendine sadık iktidar adaylarını hazırlayabilsin. Mısır modeli yani.....Ancak Suriye'de Esad hanedanı Mübarek gibi zelil olmak istemiyor. Mısır'da Mübarek ailesi ile sınırlı kalan zillet süreci Suriye'de Esad ailesi ile sınırlı kalmayacaktır. Mübarek denilen Firavun bir azınlığa mensup değildi ve yine Mısır devleti iktidarını dini bir azınlık temsil etmiyordu. Aksine Suriye'de Esad rejimi % 10 civarındaki Nusayri azınlığı temsil etmekte. Esad'ın düşmesi demek bu azınlığın toprağa gömülmesi demek. Bu durumu tek bir hamle belki değiştirebilir, bu da Esad'ın yine Nusayri güruha mensup başka birisi tarafından alaşağı edilmesi olabilir. Ancak Suriye'deki Nusayri hakimiyetini muhafaza etmek için bu da yeterli olmayabilir. Zira, mazlum, mustazaf ve mümin Suriye halkında Esad hanedanına ve Nusayri hakimiyetine o denli büyük bir kin var ki......Bu kinin ve nefretin gerçek boyutunu şu an hiç kimsenin tam olarak kestiremediğini fark ediyorum. Bugün Suriyeli müslümanlarla sadece bir kaç saat oturduğunuzda birden fazla kez Nusayrilere beddua okuduklarını duyarsınız. Yani Suriyeli müslümanlarda sadece Esad'dan değil tüm Nusayrilerden kurtulmak için gereken motivasyon fazlasıyla var. Onyıllardır buna bilenmiş, bugünlerin gelmesini iple çekmişler sanki....
Bir Türkiyeli ve hele de Suriye'yi bilmeyen biriyseniz bu beddua okumalara ve düşmanlığa anlam veremeyebilirsiniz. Lakin azgın Nusayri rejiminin 40 yıldır ülkede Sunni müslümanlara uyguladıkları zulümler bilinse - ki tüm çıplaklığıyla ortaya çıkma ihtimali var - buna herkes hak verecektir. Herkes Hama katliamının hesabının görülmediğini söylüyor. Bu doğru, ancak meseleyi sadece Hama katliamı olarak tasvir etmek çok eksik olur. Tam 40 senedir Firavunun sürdürdüğüne benzer bir zulüm sürmekte Suriye'de. Devlet eliyle kendi vatandaşına karşı uygulanan bir terör ve eşkıya rejimi. Kaçırılan, sorgusuz sualsiz yıllarca yer altındaki hapishanelerde tutulan, akrabaları tarafından akibetleri bile sorulmaya cesaret edilemeyen bir zulüm çeşidi. Hiç kimseye hesap verilmeksizin kaçırılan ve işkence altında infaz edilen binlerce mustazaf. Bununla birlikte gündelik yaşamda Nusayri azınlık tarafından aşağılanan, kendi değerleri ve inançları hor görülen müslümanlar. Şu anda sayıları on binden kesinlikle az olmayan mücahidler Baas zindanlarında esaret yaşamaktadır. Bu zulmü şu an sizlere anlatırken eminim ki iman eden bir kalp taşıyan insanlar olarak sizlerde Esad'a ve Nusayrilere karşı en azından nefret hissediyorsunuz. Suriye'yi ortada var olan bu kin ve düşmanlıktan ayrı olarak ele almak matematik bir yaklaşım olur ve gerçeği yansıtmaz. Suriye ile ilgili benim nacizane öngörüm şudur ; Korku duvarlarının yıkıldığı doğrudur ancak bu, henüz baraj sularının yavaş yavaş yükselmesini ifade edecek boyuttadır. Suriye'de asıl beklenmesi gereken baraj sularının baraj sedlerini yıkacak kadar güçlenmesidir. O vakit rövanş vaktidir, o vakit suların önünde hiçbir güç duramayacaktır. Bu sel Nusayrilere ve işbirlikçilerine öylesine büyük bir yıkım dalgası getirecek ki, Allah daya iyi bilir ama artık Suriye'de Nusayrilerin esamesi okunmayabilir. Nusayrileri destekleyen Şii unsurlar ve Hrıstiyanlar da bu dalgadan etkilenecektir. Sunni kesime mensup olan ve Esad hanedanını bugüne kadar tezkiye edenlerde büyük bir yıkımla karşı karşıya kalacaklar. Bilakis, hiç kimse bu selin nereye kadar gideceğini ve nerede duracağını kestiremiyor. Risk inanılmaz büyük. Statükonun desteklenmesi de riskin bu kadar büyük olmasındandır.
Ben bu yazı vesilesiyle tüm mümin kardeşlerimi Suriyeli kardeşlerimize Nusayri kafirlere karşı temkin vermesi için dualarını arttırmaya çağırıyorum. Yine burnumuzun dibindeki Suriyeli kardeşlerimize yardım için yollar aranmasını ve onlara bu zor günlerinde tüm imkanlarımızı seferber etmeye çağırıyorum. Suriye, İslam alemi ile Küfür ehli arasında süregelen savaşta düğüm noktası mesabesinde olduğunu düşünüyorum. Suriye, satrancı tamamen müminlerin lehine değiştirme potansiyeli olan bir ülkedir. Suriye Nusayri ve İran hakimiyetinden kurtarıldığında Irak cihadı ivme kazanacaktır. Irak'taki şii iktidarı sarsılacaktır. Yine Lübnan'da bugüne kadar Suudi ajandasıyla hareket eden işbirlikçi Sunni kesimler ve İran güdümlü Hizbullah tarafından sürekli katliama uğramış olan muvahhid müslümanlar Lübnan'da ağırlıklarını ve etkinliklerini arttıracaklardır. Suriye üzerinden gelen İran silahları artık Hizbullah'a rahatlıkla ulaşamayacak ve Hizbullah'ı Lübnan'ın İsrail sınırından tasfiye etmenin önü açılacaktır. Ürdün'de işbirlikçi Abdullah iktidarına karşı var olan isyan ateşi tetiklenecek ve iş Suud hanedanının ve İran'ın bölgedeki tüm hesap ve etkinliklerinin bozulmasına sebep olacaktır. İsrail için ise sonun başlangıcı olacaktır. Bölgede İsraili koruyan sistemler yıkılınca İsrail ile hesaplaşma ve bu habis uru İslam Dünyası'nın bünyesinden söküp atmanın zemini ve şartları oluşacaktır. Türkiye, Türkiye de yaşayan müslüman ve mücahidlerin önemi her geçen gün artacaktır, buna hazırlıklı olmak gerekir. Buna hazırlık, yıllardır hep ihmal edilmiş olan, mücahidlerin kendilerini fikri ve kültürel olarak yetiştirmesi şeklinde olmalıdır. Fikri ve kültürel hazırlık diğer tüm hazırlıklardan çok ama çok daha önemlidir. Çünkü fikren gelişmemiş bir beynin acele ile yerinde olmayan kararlar alması kan ve fedakarlık ile elde edilmiş kazanımların düşmanın hileleri ile kaybedilmesine neden olacaktır. Elbette bu makalede saydığımız tüm gelişmeler bir anda olmayacaktır ve Batı'nın burada saydıklarımızın onda biri gerçekleştiğinde ne çirkin tezgahlarla karşımıza çıkacağını tahmin edebiliyorum. Ancak biraz zaman da alsa da ve çokça fedakarlık istese de tüm bu adımlar mutlaka atılacaktır. Bu adımlardan sadece birinin atılması diğerinin yani ikinci adımın atılmasının zeminini otomatikman hazırlayacaktır. Bir nevi domino etkisi olacaktır. Mesele, bu saydıklarımızın olup olmaması değil, sadece ne zaman olacağı ile ilgili bir zaman meselesidir, inşallah.
Velhamdulillahi Rabbil Alemin...
Selçuk Yıldız - Sütun Haber - 25/08/2011