Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

TAĞUTLARIN DESTEKÇİLERİNİN VE ORDULARININ HÜKMÜ

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Dördüncü Konu
TAĞUTLARIN DESTEKÇİLERİNİN VE ORDULARININ HÜKMÜ


Tağutların destekçilerinden ve ordularından veya onların meclislerine, kortejlerine, toplantılarına ve İslam’a karşı açtıkları savaşa, şekli ne olursa olsun herhangi bir şekilde destek verenler ve iştirak edenlerden öldürülenler, şüphesiz o tağutlardandır.

Onlar ile, mücahidlerin hedef edindikleri tağutlar arasında hiçbir fark yoktur. Burada, tağutların yardımcılarının, kendilerinin masumiyeti hakkında delil olarak kullandıkları bazı bozuk anlayışlar üzerinde duracağız. Genel olarak bu bozuk anlayışlar şunlardır:

Birinci İddia: “Tağutlara tabi olan bu kişiler, yöneticileri tarafından kendilerine verilen emirleri yerine getirmektedirler. Dolayısıyla kendi iradeleri ile işlememeleri sebebi ile, işlemiş oldukları kötülüklerden sorumlu tutulmazlar”

Bu iddia, batıl ehli tarafından, geçmişte ve günümüzde sık sık kullanılmış olan asılsız bir sözdür. Günümüzde bir çok ülkede yayılmış olan bu iddia “Emir kulu” ismi ile kullanılmaktadır.

Onlara göre kişi, emir altında olduğu ve yaptığı kötülükleri, Allah’tan başka kendisine ibadet ettiği efendisinin emri ile yerine getirdiği sürece mazurdur.

Onlar, maaşlarının kullarıdır ve Allahu Teala yerine maaşlarına ibadet ederler. Bu maaş sebebiyle insanlardan bazılarını yüceltip, bazılarını aşağılarlar. Bazı toplulukları severken, diğerlerinden nefret ederler. Bazı toplulukları düşman edinirken, diğerlerini dost edinirler. Bazı topluluklara teslim olurken, diğerleriyle savaşırlar. Maaşı veren kimsenin emri, onlara göre şer’idir, itaat edilmesi gerekir ve bu emre itaat eden herkes, herhangi bir ceza ya da kınamadan uzaktır.

İslam, bu cahili akideyi tamamen reddetmiştir. Kur’an-ı Kerim, bunu söyleyeni rezil etmiş, tağutlara uyan ve onlara destek veren kişilere dünyada ceza, ahirette de hüsran vaad etmiştir.

Allahu Teala, bu kimseleri şöyle nitelemektedir: “O zaman (görecekler ki) kendilerine uyulup arkalarından gidilenler, kendilerine uyanlardan uzaklaşırlar ve o anda her iki taraf da azabı görmüşler, nihayet aralarındaki bağlar kopup parçalanmıştır. Uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara işledikleri bütün işlerini kendilerine hasret, pişmanlık ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkmazlar.” [Bakara/166-167]

“Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedi olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır. Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: “Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik!” derler. “Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve büyüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov” derler.” [Ahzab/64-68]

Allahu Teala, Firavun ve ordusu hakkında şöyle buyurur: “Firavun: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum. Ey Haman! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et). Bana bir kule yap ki, Musa’nın ilahına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir” dedi. O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bir bak, zalimlerin sonu nice oldu!

Onları, (insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lanet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötülenmişler arasındadır.” [Kasas/38-42]

Rabbimiz şöyle buyurur: “(Kıyamet gününde) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve zayıflar o büyüklük taslayanlara diyecekler ki: “Biz sizin tabilerinizdik. Şimdi siz, Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” Onlar da diyecekler ki: “(Ne yapalım) Allah bizi hidayete erdirseydi biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de birdir. Çünkü bizim için sığınacak bir yer yoktur.” [İbrahim/21]

“Kafir olanlar dediler ki: “Biz hiçbir zaman bu Kur’an’a ve bundan önce gelen kitaplara inanmayacağız. Sen o zalimleri, Rabblerinin huzurunda tutuklanmış, birbirlerini suçlayarak söz atarlarken bir görsen! Zayıf sayılanlar, büyüklük taslayanlara: “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” derler. (Dünyada) büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz” derler. Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı.

Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar; biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız. Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” [Sebe/31-33]

İbn-i Kesir, bu ayetlerin tefsirinde şöyle der: “Zayıf sayılanlar”, tabi olanlardır. “Büyüklük taslayanlar” ise önderleri ve efendileridir. “Siz olmasaydınız, elbette biz iman eden insanlar olurduk” yani, siz bizi engellemeseydiniz, elbette biz peygamberlere uyan, onların bize getirdiklerine iman eden kimseler olurduk, diyorlardı. Büyüklük taslayan önderleri ve efendileri de onlara derler ki: “Size hidayet geldikten sonra sizi ondan biz mi çevirdik?

Bilakis siz suç işliyordunuz” Biz sizi davet etmekten fazla bir şey yapmadık. Siz de bize delilsiz ve burhansız uydunuz. Peygamberlerin getirmiş olduğu hüccetlere, delillere ve burhanlara, arzu ve keyiflerinize uyarak karşı geldiniz. Bu nedenle de suçlular oldunuz.

Zayıf sayılanlar da büyüklük taslayanlara: “Hayır! Gece gündüz (işiniz) hile ve tuzak kurmaktı. Çünkü siz daima Allah’ı inkar etmemizi, O’na ortaklar koşmamızı bize emrederdiniz” derler. Yani siz aksine gece ve gündüz bize düzenbazlık ediyor ve bizi aldatıp hayallere sevk ediyordunuz. Bizim doğru yolda olduğumuzu söylüyordunuz. Ama bir de baktık ki; bunun hepsi batılmış ve apaçık bir yalanmış. Bizim Allah’a denk ilahlar edinmemizi istiyor ve bize uydurma şüpheler, birtakım deliller ikame ediyordunuz.

Böylece bizi yoldan çıkarmaya çalışıyordunuz. “Artık azabı gördüklerinde, için için yanarlar” Yani hem önderlik edenler, hem de onlara uyanlar azabı gördüklerinde, yaptıkları her şeyden dolayı pişmanlık duyarlar. “Biz de o inkar edenlerin boyunlarına demir halkalar takarız.” Ayette geçen “ağlal” kelimesi, ellerini boyunlarına getirip bağlayan demir halkalardır. “Onlar ancak yapmakta oldukları günahları yüzünden cezalandırılırlar.” Yani Biz, sizi ancak amellerinize göre cezalandırırız. Herkes kendi durumuna göre bir cezaya uğrar. Önderlerin kendi durumlarına göre bir azabı vardır. Nitekim onlara uyanların azabı da kendi durumlarına göredir.” [Tefsir-u İbn-i Kesir, 3/539]

Bu anlamdaki bu ve diğer birçok ayet, tabi olan kimselerin, kıyamet günü Allahu Teala’nın karşısında, kendilerinin mazur olduklarını belirtmek için, dünyada itaat ettikleri o kimseleri delil olarak göstereceklerine delalet etmektedir. Tabi olan kimseler, zorda kalmış zayıf kimseler olduklarını mazeret olarak ileri sürerler.

Onlar, Allahu Teala’ya isyan olan hususlarda efendilerine itaat ediyorlardı. Çünkü efendileri, onları kendilerine itaat etmeye zorluyordu. Bu suçlu kimseler, böylelikle bu azaptan kurtulacaklarını zannediyorlar. Allahu Teala Kur’an’da, tabi olanları, tabi olunanlar ile azapta birleştireceğini açıklamaktadır. Tabi olanla, kendisine tabi olunan arasında fark yoktur; mazeret olarak ileri sürdükleri şeyler onlar için hiçbir fayda sağlamayacaktır.

Şeriat hükümleri, “Kendilerine, efendileri tarafından emredilmesi halinde, bu emirleri yerine getiren kimselerin sorumlu tutulmayacağı” şeklindeki bozuk akideyi şu noktalara binaen reddeder:

Birincisi: Şeriat hükümleri, kafirleri dost edinen, onlara söz ve fiil ile yardım eden, onlarla birlikte Müslümanlara karşı savaşan kimseler hakkındaki hükmün, kafirlerin hükmünün aynısı
olduğunu belirtir.[Muvalat kelimesi yakınlık ve yakınlaşma anlamındadır. Yine iki şeyin arasının ayrılmaması, birbirini takip etmesi anlamına da gelir. Örneğin abdest amellerinde muvâlât kelimesi kullanılır. Yani abdest alırken yapılanların arasını ayırmadan peş peşe yapmak demektir. Muvâlât (dostluk) kelimesinin aslı; yakınlık ve takip etmedir. Zıddı ise Muâdât (düşmanlık)’tır. Bu da; uzak ve karşı olma anlamına gelir. Velî kelimesi şu anlamlara da gelir: Yardımcı, destek, müttefik, seven, arkadaş, soyca yakın olan, köle azad eden, azad edilen, köle ve bir işi üstlenen kimse; örneğin veliyyu’l-emr, kadının nikahta velisi ve yetimin velisi gibi. Dostluğun zıddı, düşmanlıktır. Düşmanlık, uzaklaşma ve muhalefettir. Uzaklaşmak, kurtulmak ve uzak durma anlamındadır. Kurtulduğunda, uzak durduğunda ve berî olduğunda, uzaklaştı denilir. Berâ gecesi, ayın güneşten uzaklaştığı gecedir. (Bkz. İbnu’l-Manzur, Lisânu’l-Arab, Madde: Velâ, 15/406- 415) Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Dostluk, düşmanlığın zıddıdır. Dostluğun aslı, sevgi ve yakınlıktır. Düşmanlığın aslı, nefret ve uzaklaşmadır. Veli, yakın olan manasındadır. Buna yönel, yani ona yaklaş, denir. Allah veli olduğuna göre sevdiği, razı olduğu, öfkelendiği, nefret ettiği, emrettiği, yasakladığı şeyde hakk sahibi ve izlenmesi gereken de O’dur. Dostuna düşman olan, O’na düşmandır. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (9 Tevbe/23) (Bkz: İbn-i Teymiye, el-Furkân beyne Evliyâi’r-Rahmân ve Evliyâi’ş-Şeytân, 7) Muhammed Nuaym Yasin şöyle der: “Bil ki, dostluk kelimesi, dosttan, yakınlık ve yakınlaşmadan türemiştir. Dostluk, düşmanlığın; dost, düşmanın zıddıdır. Mü’minler Rahman’ın dostları, kafirler de tağut ve şeytanın dostlarıdır. Bundan, kafirlerin dostluğunun, şeytan ve tağutlara yakınlık ve onlara söz, fiil ve niyetleriyle sevgi gösterdikleri anlaşılır…” Yine şöyle der: “Dostluğun kapsamına, onlara yardım, emirlerine uyma, onlarla birlikte hareket etme, planlarını ve kararlarını uygulama, sistemlerine katılma, onlar için casusluk yapma, Müslümanların ve ümmetin sırlarını onlara bildirme ve onların safında yer alarak savaşa katılma girer.” (Bkz: Muhammed Nuaym Yasin, el-İman, 111)]

Şöyle ki:
• Allahu Teala şöyle buyurur: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kafirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan hiçbir şey beklemesin. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnızca Allah’adır.” [Al-i İmran/28]

Müfessirlerin şeyhi İbn-i Cerir et-Taberi Rahimehullah şöyle der: “Bunun manası; Ey iman edenler, kâfirleri destek ve yardımcı edinerek dinleri üzere onlarla dostluk kurmayın, Müslümanlara karşı onlara yardımcı olmayın, Müslümanların zayıf noktalarını onlara göstermeyin. Kim bunu yaparsa, artık Allah ile bağı kopmuştur. Dininden dönerek küfre girmesi dolayısıyla Allah ondan, o da Allah’tan beridir.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/313]

• “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” [Maide/51]

İmam Taberi Rahimehullah şöyle der: “Eğer bu böyle ise, doğru olan da âyetin zahir anlamı neyi kapsıyorsa bu kapsadığı şeyleri genel olarak içerdiğini kabul etmektir. Ancak şüphesiz âyet, gelecek endişesiyle korkarak Yahudi veya Hristiyanları kendisine dost edinen bir münafık hakkında inmiştir. Çünkü bundan sonraki âyet buna delalet etmektedir. Şöyledir: “Kalplerinde hastalık bulunanların: ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koşuşturduklarını görürsün” [Maide/52]

Bize göre bu konuda söylenecek en doğru söz şudur: Allahu Teala ayette mü’minlerin, Yahudi ve Hristiyanları mü’minlere karşı yardımcı ve dost edinmelerini yasaklamıştır. Kim onları Allah’ın, Rasulü’nün ve mü’minlerin dışında yardımcı ve dost edinirse; Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere karşı taraftarlıkta onlardan olmuş olur. Allah ve Rasulü onlardan beridirler.”

Sonra şöyle der: “Allahu Teala: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözüyle; “Kim Yahudi ve Hristiyanları mü’minlerin dışında dostlar edinirse o onlardandır” demektedir.. Kim onları dost edinir ve mü’minlere karşı onlara yardım ederse, o onların dinindendir. Bir kimseyi dost edinen ancak ondan, dininden ve onun üzerinde bulunduğu şeyden razı ise onu dost edinir. Ondan ve dininden razı olduğunda da, onun muhaliflerine ve onu öfkelendiren şeye düşman olur. Böylece hükmü de onun hükmü gibi olmuştur.” [Tefsiru’t-Taberi, 6/276-277]

Cemaleddin el-Kasımi Rahimehullah şöyle der: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır”, yani onların topluluğundandır ve onun hükmü de onların ki gibidir. Dininin, onların dini ile aynı olmadığını iddia etse de, onlarla tam bir muvafakat içerisinde olması nedeni ile onlardan sayılır.” [Kasımî, Mehasinu’t-Te’vil, 6/240]

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar (yani onlara uyum gösteren ve onlara yardımda bulunanlar) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.”

Yine bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Müfessirler, bu ayetin, Müslüman olduklarını izhar ettikleri halde, kalplerinde Müslümanların yenilmesi korkusunun bulunması nedeni ile, Yahudi, Hristiyan ve diğer kafirleri dost edinenler sebebiyle nazil olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Onların kafirleri dost edinmeleri, Muhammed’in Sallallahu Aleyhi ve Sellem yalancı, Yahudi ve Hristiyanların ise doğru olduklarına inanmalarından dolayı değil, sadece bu korkularından dolayıdır.” [Mecmuu’l-Fetava, 7/193-194]

Kurtubi Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala’nın: “İçinizden onları dost tutanlar” sözü, kim onlara Müslümanlar aleyhine destek verirse, “onlardandır” demektir. Allahu Teala bu ayeti ile böylesinin hükmünün onların hükmü gibi olacağını beyan etmektedir. Bu da Müslümanın mürtedden miras almasına engel olması anlamına gelir. Bu hüküm, onlarla dostluk ilişkisini koparmak hususunda kıyamet gününe kadar bakidir.”

Yine şöyle der: “Allahu Teala’nın, “Zira onlar birbirinin dostudurlar” sözü ile yardımlaşma hususu kast edilmektedir. “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” sözü de şart ve cevabıdır. Yani, bunun böyle olmasına sebep, onları veli edinen kimsenin bizzat Yahudi ve Hristiyanların muhalefetleri gibi, Allah’a ve Rasulü’ne muhalefet etmiş olmasıdır. Onlara düşmanlık beslemek vacip olduğu gibi, artık ona da düşmanlık beslemek vacip olmuştur. Onlar için cehennem nasıl vacip olduysa, böylesi için de cehennem vacip olmuştur. Bunun sonucunda o da onlardan, yani onların arkadaşlarından olmuştur.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 6/217]

Süleyman bin Abdullah Alu’ş-Şeyh Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala, Yahudi ve Hristiyanların dost edinilmesini yasaklamış, mü’minlerden onlara dostluk gösterenlerin, onlardan olduğunu bildirmiştir. Aynı şekilde mecusi ya da putperest kafirleri dost edinenler de onlardandır… Allahu Teala, korkması nedeni ile kafirleri dost edinen ile diğerlerini birbirinden ayırmamıştır.

Bilakis, kalplerinde hastalık olan kimselerin, bu suçu etraflarındaki çemberden korkmaları nedeni ile işlediklerini bildirmektedir. İşte bu mürtedlerin durumu böyledir.” [Mecmuatu’t-Tevhid’in Onbirinci Risalesi, 338]

Bu ayet ve bu ayet hakkında ilim ve tefsir ehlinin sözleri, kafirleri dost edinen, mü’minlere karşı onlara yardım eden ya da Müslümanlarla olan savaşlarında onlarla birlikte olan kimsenin küfrü ve dinden çıktığı konusunda açık bir delalete işaret eder.

Tağutların, Allahu Teala’nın dinine karşı açtıkları savaş konusunda önemli bir misyon üstlenmiş olan ordu ve polislerinin durumları, korkuları nedeni ile kafirleri dost edinmiş olanlardan daha açık ve suçları ise daha büyüktür. Kişinin böyle bir konumda olması, büyük bir bela üzere olması demektir. Bu tür kişiler, Müslüman olduklarını iddia da etseler, namaz da kılsalar ve oruç da tutsalar şüphesiz kafirdirler. Allahu Teala’nın düşmanlarına dostlukta bulunmalarının, onlara itaat etmelerinin ve Müslümanlara karşı sürdürdükleri savaşta onlarla birlikte yer almalarının tek nedeni, Allahu Teala’ya itaat etmekten yüz çevirmeleridir.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Şeyh Abdurrahman bin Hasan Alu’ş-Şeyh şöyle der: “Kişinin İslam’ını ortadan kaldıran şeylerin üçüncüsü, müşrikle dostluk kurmak, ona destek olmak ve el, dil ya da mal ile ona yardımcı olmaktır. Allahu Teala şöyle buyurur: “O halde sakın kafirlere arka çıkma.” [Kasas/86] “Rabbim! Bana lütfettiğin nimetlere andolsun ki, artık suçlulara (ve suça itenlere) asla arka çıkmayacağım, dedi.” [Kasas/17] Bu, Allahu Teala’nın bu ümmetin mü’minlerine yönelik bir hitabıdır. Ey okuyucu, bu hitabın ve ayetin hükmünün neresinde yer aldığına bak ve bu hususa dikkat et!” [El-Mevridu’l-Azbu’l-Zilâl fî Keşfi Şibh-i Ehli’z-Zilâl, 291]

• Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” [Tevbe/23]

Kurtubi Rahimehullah şöyle der: “Bu, ayet-i kerimenin zahirinden anlaşıldığına göre bütün mü’minlere yönelik bir hitaptır. Ve ayet-i kerimenin mü’minlerle kafirler arasındaki dostluk bağını koparmak bakımından kıyamete kadar hükmü bakidir... “Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” İbn-i Abbas der ki: O da onlar gibi bir müşrik olur. Çünkü, kim şirke razı olursa o da müşriktir.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 8/93-94]

Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab Rahimehullah, kişinin İslam’ını ortadan kaldıran sebeplerden birinin de, Müslümanlara karşı müşriklere yardım etmek olduğunu söyler ve bunu “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır” [Maide/51] ayetine dayandırır. [Mecmuatu’t-Tevhid, 33]

Yine şöyle der: “Eğer kafirlere dostluk, onların ülkelerinde yaşamak, onlarla birlikte savaşa çıkmak ya da buna benzer bir şekilde olursa, bunu yapan kimse hakkında küfür hükmü verilir.
Allahu Teala şöyle buyurur: “İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.” [Maide/51] “O (Allah), Kitap’ta size şöyle indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” [Nisa/140]” [Mecmuatu’t-Tevhid, 175]

• Rabbimiz şöyle buyurur: “Şüphesiz ki kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, ona arka dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. Bunun sebebi; onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah, onların gizlediklerini biliyor. Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak! Bunun sebebi, onların Allah’ı gazaplandıran şeylerin ardınca gitmeleri ve O’nu razı edecek şeylerden hoşlanmamalarıdır.

Bu yüzden Allah onların işlerini boşa çıkarmıştır.” [Muhammed/25-28] Şeyh Süleyman bin Abdullah Alu’ş-Şeyh Rahimehullah şöyle der: “Allahu Teala, onlar hakkında dinden dönme ve şeytanın yoluna uyma nedeniyle uygulanacak hükmün sebebini haber vermektedir. Bu, onların, Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demeleridir.

Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayan müşriklere, sadece bazı hususlarda kendilerine itaat edeceğine dair söz veren kişi, bu sözünü yerine getirmese dahi sadece onlara vermiş olduğu bu söz nedeni ile küfre giriyorsa, acaba tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’a ibadet etme ve Allah’tan başka kendisine ibadette bulunulan diğer tüm sözde ilahlara, tağutlara ve kabirlere ibadet etmekten uzak durma konusunda Allahu Teala’nın indirdiklerinden hoşlanmayan müşriklere muvafakat eden, bu müşriklerin doğru yolda bulunduklarını beyan edip, Tevhid ehlinin onlara karşı savaşmalarının hata olduğunu, doğru olanın ise onlarla uzlaşmanın ve onların dinine girmenin olduğunu söyleyen kimsenin durumu nasıl olur?! Şüphesiz ki bu kişinin durumu, sadece bazı hususlarda kendilerine itaat edeceğine dair müşriklere söz veren kimselerin durumundan daha kötüdür ve riddeti ise daha şiddetlidir.” [Mecmuatu’t-Tevhid’in Onbirinci Risalesi, 346-347]

Yukarıda aktarmış olduğumuz ayet-i kerime ve Şeyh Süleyman’ın Rahimehullah sözü hakkında düşünen kimse, kafirleri dost edinen, İslam ve Müslümanları yok etmek için ortaya koydukları programın uygulanmasında görev alan ve yeryüzünde Allahu Teala’nın şeriatı ile hükmedilmesine çağıran kimselere karşı yapılan saldırılarda, kafirlerin destekçileri konumunda olan kişilerin hükmünü rahatlıkla anlar.

Ayette, bazı meselelerde kendilerine itaat edeceklerine dair kafirlere söz veren kişilerin, bu sözlerini yerine getirmeseler dahi mürted oldukları belirtildiğine göre, fiili olarak kafirlere itaatte bulunan kişilerin hükmü acaba ne olur? Yine kafirlere sadece bazı meselelerde değil, bütün meselelerde itaat eden ve onların emirlerini yerine getiren kişinin hükmü acaba ne olur? Hiç şüphesiz bu kişiler kafir hükmündedirler.

Şeyh Şenkıti şöyle der: “Ayet-i kerime, Allahu Teala’nın indirdiğinden hoşlanmayan kimselere itaat eden ve üzerinde bulundukları batılda onlara yardım eden kimsenin kafir olduğuna delalet etmektedir.” [Advau’l-Beyan, 7/560, 587]

İbn-i Teymiye’ye Rahimehullah, dini nedeniyle bir Müslümanı öldürmeyi amaçlayan kimsenin hükmü hakkında şöyle cevap vermiştir: “Hristiyanların, dinleri üzerinde bulunan Müslümanlarla savaşması gibi, İslam dini nedeniyle bir Müslümanı öldüren kimseye gelince, o kimse şüphesiz kafirdir.

Müslümanlar ile arasında anlaşma bulunan bir kafirden daha kötüdür. Şüphesiz bu kimse, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabının, kendilerine karşı savaştıkları kafirler derecesinde muharip bir kafirdir. O kişi, diğer kafirlerin kalacağı gibi, cehennemde ebedi olarak kalacaktır.

Ancak, şahsi bir düşmanlık, mal, geçimsizlik ya da buna benzer bir nedenden dolayı öldürülmesi yasak olan bir kimseyi öldüren kişiye gelince, bu fiil büyük günahlardandır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’a göre, sadece bu fiilinden dolayı kişi tekfir edilmez.

Böyle bir kimseyi sadece Hariciler tekfir eder.” [Mecmuu’l-Fetava, 34/136-137] Bu konuda mürted yöneticilerin, onların askerlerinin ve yardımcılarının küfrü, dinine sımsıkı sarılmış olan Müslümanların ve mücahidlerin öldürülmesini meşru olarak görmeleri yönündendir.

Zira ortaya koymuş oldukları kanunları, cahiliyye yönetimlerinin yok edilerek, alemlerin Rabbi olan Allahu Teala’nın tertemiz şeriatı ile insanlar arasında hükmetmek ve Allahu Teala’nın şeriatını hakim kılmak isteyen kişilerin idam ile cezalandırılmalarını gerektirmektedir.

Şu anda uygulanmakta olan küfür kanunlarına binaen, haksız yere masum bir Müslümanın kanını dökmeyi mübah gören kimse, şüphesiz kafirdir. Çünkü onun bu fiili mübah görmesi, Müslüman kanının dökülmesinin haram olduğuna delalet eden mütevatir nassları yalanlama kapsamındadır. Bu nedenle İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “İnsan, ne zaman üzerinde icmâ bulunan bir haramı helâl veya bir helâlı haram kılar ya da üzerinde icmâ bulunan bir hükmü değiştirirse, fakihlerin ittifakıyla mürted bir kafir olur.” [Mecmuu’l-Fetava, 3/267]

Bu sözlerinden anlaşıldığı gibi Şeyhu’l-İslam Rahimehullah, bu konuda, öldürmeyi iki kısma ayırmaktadır: Birinci Kısım: Kişinin, dini, akidesi ve menheci nedeniyle öldürülmesi.

İkinci Kısım: Kişinin, şahsi bir düşmanlık ya da mal nedeniyle öldürülmesi.

Dini ve akidesi nedeniyle bir Müslümanla savaşan kimse, şüphesiz kafirdir; cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaktır. Bu kimse, Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendilerine karşı savaştığı kafirler derecesindedir.

Bu tağutların, onların askerlerinin ve yardımcılarının durumunu, onların mücahid Müslümanlara karşı neden savaştıklarını anlayan kimse, onların, Şeyhu’l-İslam’ın Rahimehullah sözünün kapsamına girdiklerini kesin olarak bilir.

Bilinmektedir ki, Müslümanlar ile tağutlar arasındaki düşmanlığın nedeni, mal veya dünyevi bir mesele değil, tağutların, alemlerin Rabbi olan Allahu Teala’nın şeriatı ile hükmetmeyi
reddetmeleridir.

Tağutların ve tağutların askerlerinin, Müslümanlara karşı yürüttükleri savaşları nedeni ile tekfir edilmeleri için, İslam dininden nefret ediyor olmaları şart değildir. Zira İslam dininden hoşlanmamak, tekfirin başka bir sebebidir. Hem dininden dolayı Müslümanları öldüren ve hem de İslam’dan hoşlanmayan kişinin küfrü tek bir sebebe değil, birbirinden bağımsız iki ayrı sebebe dayanır. Bununla birlikte savaş ve öldürmek, nefretin en önemli alametlerindendir.

İbn-i Teymiye Rahimehullah, kanının dökülmesinin helal olduğuna inanarak Müslümanı öldüren kimselerin hükmü konusunda şöyle der: “Müslümanların kanlarının dökülmesinin, mallarının alınmasının ve onlara karşı savaşılmasının mübah olduğuna inanan kimsenin, Allah’a ve Rasulü’ne savaş açan ve yeryüzünde fesadı yayan kişilerden sayılması evleviyatla geçerlidir. Müslümanların kanlarını ve mallarını helâl kabul eden ve onlar ile savaşılmasını caiz gören harbi kafire karşı savaşılmasının, bütün bu sayılanları haram kabul eden fasıka karşı savaşılmasından daha öncelikli olması gibi.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/311]

İkincisi: Şeriat hükümleri, bir topluluğa katılan kimse hakkındaki hükmün o topluluğun hükmü ile aynı olduğunu ve onlarla birlikte cezalandırılacağını belirtir. İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Soyguncu savaşçıların bir topluluk halinde hareket ediyor olmaları ve bu topluluktan sadece bir kişinin, diğerlerinin yardımı ve desteği sonucunda öldürme suçunu işliyor olması hakkında şöyle denmiştir: Ele geçirilmeleri halinde sadece öldürme fiilini yerine getiren kişi öldürülür. Cumhura göre ise, suçu bizzat işleyen ile, suçu işleyen kişiye destek olan arasında fark yoktur ve dolayısıyla da yüz kişi dahi olsalar bu topluluğun tamamı öldürülür. Raşid Halifelerin uygulamaları da bu şekildedir. Ömer ibnu’l-Hattab Radıyallahu Anhu, öldürme fiiline bizzat katılmadıkları halde düşmana gözcülük yapan kişileri de öldürmüştür. Zira öldürme fiilini yapan kişi, ancak gözetleyici ve diğer destek gruplarının yardımı ile bunu yapabilir.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/311]

İbn-i Kudame Rahimehullah şöyle der: “Yol kesen eşkıyalara yardımcı olan kimsenin hükmü, yol kesme fiilini doğrudan işleyen kimsenin hükmü gibidir. Malik ve Ebu Hanife bu görüştedir. Şafii Rahimehullah şöyle der: “Yardımcı kimseye sadece tazir cezası uygulanır. Çünkü yol kesen kişiye uygulanan had cezası, ancak suçu işleyen kişi için geçerlidir. Suçu işleyen kişiye yardımcı olana uygulanmaz.”

Bize (Hanbelilere) göre ise, bu hüküm harp ile ilgilidir ve dolayısıyla fiili bizzat işleyen ile, o kişiye destek olan arasında fark yoktur. Bu aynen, elde edilen ganimet taksiminde bu ikisi arasında fark gözetilmemesi gibidir. Zira harp, destek ve yardıma bağlıdır. Fiili doğrudan işleyen kişinin, yardım ve destek olmaksızın başarıya ulaşması mümkün olmaz.” [El-Muğni, 8/297]

İbn-i Hazm Rahimehullah şöyle der: “Harb ehli olan bir kafir, İslam memleketlerinden birini ele geçirse ve orada bulunan Müslümanları kendi hallerine bırakmış olsa, ancak egemenliği kendi elinde bulundurup, orada İslam dininden başka bir din ilan etse, o memlekette kalıp bu kafiri destekleyen herkes kafir olmuş olur. Bu kişiler Müslüman olduklarını iddia etseler de durum değişmez.” [El-Muhallâ, 11/200]

Yine İbn-i Hazm şöyle der: “Aynı şekilde Müslümanlardan kim Rum, Sudan, Türk, Çin ve Hind bölgelerinde yaşar, malın azlığından, bedeninin zayıflığından ya da yol bulamamaktan dolayı o ülkeden çıkamaz ise o kimse mazeret sahibidir. Eğer kafirlerin Müslümanlara karşı yaptığı savaşta, herhangi bir hizmet ya da yazışma yoluyla kafirlere yardım ederse, o kimse kafir olur.” [El-Muhallâ, 11/200]

Şeriat hükümleri, kendilerine karşı çıkmayarak bir toplulukla birlikte olan kimse hakkındaki hükmün, birlikte olduğu topluluğun hükmüyle aynı olduğunu belirtir. Çünkü o kimsenin, herhangi bir zorlanma olmaksızın o toplulukla birlikte olması, onların yaptığı fiili onayladığını ve onları kabul ettiğini gösterir.

Bunun için Allahu Teala şöyle buyurur: “O, Kitap’ta size indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” [Nisa/140]

Taberi Rahimehullah şöyle der: “Yoksa siz de onlar gibi olursunuz” yani, Allah’ın ayetlerini inkar eden, onlarla alay eden kimselerle oturur, onları dinlerseniz, siz de onlar gibi olursunuz. Çünkü siz, onların Allah’ın ayetleriyle alay ederek isyan ettikleri gibi, onlarla birlikte oturarak ve onların Allah’ın ayetlerini inkar ve alay etmelerini dinleyerek, Allah’a isyan ettiniz. Onların yapmış olduğuna benzer bir tavır içine girdiniz. Bu nedenle, Allah’a karşı günah işlemekte ve Allah’ın sizin için yasaklamış olduğu şeyi yapmakta onlar gibi oldunuz.” [Tefsiru’t-Taberi, 9/320, 322]

İbn-i Kesir Rahimehullah, bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Yani, yasak olduğu haberi size ulaştıktan sonra nehyolunduğunuz işi işlediğinizde, Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ve alay edildiği yerde onlarla oturmaya razı olduğunuzda, bunu küçümsediğinizde, onlara hiçbir itirazda bulunmadığınızda, onların yapmış olduğu bu fiile ortaklık etmiş oldunuz. Bunun için Allahu Teala şöyle buyurur: “Siz de onlar gibi olursunuz.”…

Ardından şöyle der: “Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir” yani, küfürde, bu münafık ve kafirlere katıldıkları gibi, Allah da cehennem ateşinde onları ebedi olarak kafirlere ve münafıklara katacaktır. Ceza, ibret, bukağı ve kaynar su içeceğinin bulunduğu yerde onları bir araya getirecektir.” [Tefsir-u İbn-i Kesir, 1/566-567. Daru’l-Ma’rife, Beyrut]

Allahu Teala, ayetleriyle alay eden ve o ayetleri inkar eden kafirlerle birlikte oturan, bu kafirlere karşı herhangi bir itirazda bulunmayan kimseler hakkındaki hükmün, o kafirlerin hükmü ile aynı olduğunu, kıyamet günü de onlarla birlikte haşrolunacaklarını bildirmektedir.

O halde, kafirlerin, Allahu Teala’nın ayetlerini inkar edip, bu ayetler ile alay ettikleri meclislerine kendi iradeleri ve istekleri ile gidenlerin ve orada oturanların durumu acaba ne olur?

Bununla birlikte onlar, Müslümanları fitneye düşürmek, dinlerinden ve Rablerine giden yoldan alıkoymak, değerlerini çiğnemek, Allahu Teala’nın dinini, şeriatını ve hükümlerini yok etmek için gece gündüz sürekli olarak planlar yaptılar. Efendilerinin emirlerini uygulamak için kongrelerinde, parlamentolarında ve Kremlinlerinde küfür olan beşeri kanunlar ortaya koyarak, Allahu Teala’nın şeriatını kaldırdılar.

Şüphesiz bu kimselerin küfrü, yukarıda aktarmış olduğumuz ayet-i kerimede bildirilen kişilerin küfründen daha şiddetlidir. Kafirlerin gücünden ve tuzaklarından korktuklarını söyleyerek mazeret ileri sürmeleri onlara hiçbir fayda sağlamaz. Şüphesiz Allahu Teala, ilim ehlinin sözlerinde geçtiği gibi, ikrah olunan kişi dışında kimsenin özrünü kabul etmeyecektir.

Bunun için Kurtubi Rahimehullah, Allahu Teala’nın, “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz” [Enfal/25] ayetinin tefsirinde şöyle der: “Alimlerimiz derler ki: Fitne eğer yaygın bir etki gösterecek olursa herkes helak olu. Bu ise masiyetlerin açıkça ortaya çıkması, münkerin yayılması ve bunların değiştirilmemesi halinde sözkonusu olur..”

Şöyle devam eder: “İnsanlar, açıktan açığa münker işleyecek olurlarsa, onu gören herkesin o münkeri değiştirmesi bir farzdır. Eğer buna ses çıkarmayacak olursa, hepsi de isyankar olur. Birisi, o münker fiili işlemekle, diğeri de ona razı olmakla.

Allahu Teala ise, hükmü ve hikmeti gereği münkerin işlenmesine rıza göstereni bizzat onu işleyen gibi değerlendirmiştir.” [Tefsiru’l-Kurtûbî, 7/374-375. Bkz: İbnu’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, 2/847]

İbn-i Hacer el-Askalani Rahimehullah, İbn-i Ömer’den Radıyallahu Anhuma rivayet edilen, “Allah bir kavme azap indirince, o kavim içinde bulunan herkese azap isabet eder. Sonra herkes kendi amellerine göre diriltilir” hadisinin şerhinde şöyle der: “Bundan, kafirlerden ve zulümden kaçmanın gerekliliği anlaşılmaktadır. Çünkü onlarla birlikte ikamet etmek, nefsi tehlikeye atmak kabilindendir. Bu, birlikte ikamet edilen kafirlere yardımda bulunmamak ve onların yaptıklarından razı olmamak halinde böyledir. Ancak, kafirlere yardım eden ve yaptıklarından razı olan kişi, şüphesiz kafirlerdendir.” [Fethu’l-Bârî, 13/61. Hadisi, Buhârî rivayet etmiştir. No: 7108]

Dolayısıyla, mürted yönetimlerin resmi basın kuruluşları vasıtısıyla, bu askerlerin ve tağutların destekçileri niteliğinde olan kişilerin masum olduğunun açıklanması oldukça gülünçtür. Ki bu açıklamalar, mücahidler tarafından yapılan her operasyondan sonra yapılmaktadır.

Masum olarak isimlendirdikleri bu kişiler mürted yönetimlerin ve İslam’a karşı savaşan sistemlerin destekçileridirler. Bu yönetimler ve sistemler, o askerlerin elleri ile kötülüklerini ve küfürlerini uygulamaktadır.

Onlar, işbirlikçi mürted hükümetlerin askerleri ve ayakta durmalarını sağlayan sütunlarıdırlar. Ki bu yönetimler İslam’ın hükmetmesini engellemekte, laik yasaları ve kanunları ise silah, zindan, işkence, sahte seçimler, saptırıcı basın ve ırzları kirleterek dayatmaktadırlar.

Onlar, kendi aralarında yaptıkları bir takım güvenlik anlaşmalarına binaen mücahidleri ve davetçileri memleketlerinden çıkaran mürted yönetimlerin temsilcileridirler.

Onlar, binlerce tutuklunun bulunduğu hapishanelerde, Müslümanlara karşı en sert işkence ve sindirme çeşitlerini uygulamak için uğraşan mürted hükümetlerin temsilcileridirler. Her ay bu Müslümanlardan onlarcası işkence, açlık ve baskı ile bu yönetimler tarafından öldürülmektedir. Yine bu yönetimlerin askerî mahkemeleri, Müslüman gençleri, en basit nedenlerden dolayı idam etmektedir.

Onlar, kendilerini Amerika’nın ayakları altına atan ve Müslümanların memleketlerini satan yönetimlerin temsilcileridirler. Ki bu yönetimler, Kuveyt, Irak, Somali ve Bosna’da Amerika’nın çıkarlarını savunmak için, kendi askerlerini paralı askerler olarak savaştırmaktadırlar. Amerika’ya, havada, karada ve denizde her türlü askeri kolaylığı sağlamaktadırlar.

Onlar, Filistin’i satan, İsrail’in varlığını kabul eden, onlara teslim olan, Sina’yı silahsızlandırarak onlara veren, Kahire’de İsrail için elçilik açan, şehrin semasını kirleten ve minarelere meydan okurcasına dalgalanan İsrail bayrağını diken hükümetlerin temsilcileridirler.

Yine onlar, İsrail’in temsilcileri olarak, bölgeyi teslim olmaya çağıran, İsrail’de elçilikler açmaya davet eden, bölgede iktisadi ve kültürel işgali tamamlamak için, İsrail’in önünü açan hükümetlerin temsilcileridirler.

Kendisini Arap ya da İslami olarak isimlendiren bütün hükümetler ve bölgedeki bütün milliyetçi laik hareketler, Filistin’i İsrail’e satmışlardır. Onlar halkı, Filistin’in kurtarılamayacağına inandırmaya çalışmakta ve Filistin’in kurtarılacağına da asla inanmamaktadırlar.

Şüphesiz bütün bu devletler ve hareketler, Birleşmiş Milletler’i ve onun kararlarını tanımaktadırlar. İsrail ise, Birleşmiş Milletler’in bir üyesidir. Dolayısıyla bütün üyeler, hatta Filistin Kurtuluş Örgütü, İsrail’in varlığını kabul eden bu organizasyonun kararlarına uymaktadır. Filistin Kurtuluş Örgütü, devrimi başlattığını iddia ettiği ilk günden beri, Müslümanların, Yahudilerin ve Hristiyanların birlikte yaşayabilecekleri laik bir sistemi hedeflemektedir.

Bilakis onlar en radikal oldukları dönemlerde bile, Filistin topraklarına gelen milyonlarca Yahudinin ve yönetimlerinin haklarını silah zoru ile korumuşlardır. Günümüzde ise, Yahudilere teslim olmanın eşiğindedirler.

Ben değerli okuyucunun bu önemli meseleye dikkat etmesini istiyorum. Çünkü bu, Baasçılar, milliyetçiler, Hristiyanlar ve koministlerden oluşan laiklerle Müslümanlar arasındaki fiili farklardandır. Müslüman olmayan bütün bu insanlar, Filistin’i sattılar. Ancak onlar, satış bedeli konusunda ihtilaf ettiler: Bu bedel, İsrail ile yapılacak olan bir barış mı, yoksa Filistin’in Yaser Arafat’a ait bir belediye olarak kalması mı? Yoksa 1967’nin sınırlarının geçerli olması mı olsun?... Filistin’in Müslüman ümmete dönmesi meselesine gelince, 1949 yılında kendi istekleriyle kabul ettikleri ateşkesten ve Birleşmiş Milletler’in meşruluğunu kabul etmelerinden itibaren bunu gözardı etmişlerdir.

Filistin için Müslümanlardan başkası kalmamıştır. Zira o Müslümanlar, usulde ifrata kaçamazlar. Bu usulü inkar etmeleri, dinde zaruri olarak bilinen meselelerin inkarı manasına gelir ki bu, küfürdür. Filistin konusunu önemsememek; Müslümanların memleketlerinin kafirler tarafından işgal edilmesine razı olmak ve işgalci düşmana karşı yapılması gereken cihad farziyetini kabul etmemektir.

Bu, laiklerin değer vermedikleri, önemli meselelerden biridir. Onların bu meseleye değer vermemeleri garip değildir. Zira onlar dinlerini önemsemeyince, doğal olarak topraklarını, namuslarını, değerlerini ve ümmetlerinin hakkını da önemsemeyeceklerdir.



Kim zelil olursa, zillet kolay gelir ona,
Ölüye acı vermez, yara.


Ey Müslüman kardeşlerim! Müslümanlar ile laikler arasındaki bu farka dikkat edin. Bu fark ile onların gerçek durumunu teşhir edin ve onların bu ayıplarını ortaya çıkarın.

Masum olarak nitelenen bu polis ve askerler, Müslümanların servetini çalarak, Amerika ve İsrail’e teslim eden mürted yönetimlerin temsilcileridirler. Bu yönetimler, Müslümanların mallarını Amerika ve Batı’nın çıkarları uğruna Amerika ve onun müttefiklerinin orduları için harcamaktadırlar.

Yine masum olarak nitelenen bu kimseler, sanat ve kültür adıyla resmi televizyonlarda günah ve zinayı yayan mürted hükümetlerin temsilcileridirler.
 
E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
MÜRTED YÖNETİMLERE KARŞI AYAKLANILIR, AYNI VATANIN VE AYNI AŞİRETİN EVLATLARI DAHİ OLSALAR, ONLARA YARDIMCI OLANLAR ÖLDÜRÜLÜR


Bozuk anlayışlardan biri de, basın ve işbirlikçi münafıkların sürekli olarak tekrarladıkları şu tuhaf sözdür: “Müslüman bir vatan evladı, nasıl olurda kendi vatandaşını öldürebilir?” Bu söz, İslam’a göre geçersiz olup, onların çelişkilerini ve tökezlemelerini gösterir. Şöyle ki:

1- İslam’a göre, dostluk ve düşmanlığın tek kaynağı, milliyetçilik ya da diğer yeryüzü bağları değil, sadece dindir. Allahu Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kötü gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Rasulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” [Tevbe/23-24]

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir toplumun, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Rasulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. İşte onların kalbine Allah, imanı yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, kurtuluşa erecekler de sadece Allah’ın tarafında olanlardır.” [Mücadele/22]

Yine Rabbimiz şöyle buyurur: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.”

Şu kadar var ki, İbrahim babasına: “Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” demişti. (O mü’minler şöyle dediler)

“Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” [Mümtahine/4]

“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını görmemezlikten gelirseniz ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” [Teğabun/14]

2- İslam’a ve İslam şeriatının usulüne göre, mürted yöneticilere karşı yapılan savaş, asli kafirlere karşı yapılan savaştan şu üç sebebe binaen daha önceliklidir:

Birincisi: Onlara Karşı Yapılan Savaş, Saldırı Değil Savunma Cihadı Niteliğindedir. Zira bu mürted yöneticiler, Müslümanların memleketlerine tasallut olmuşlardır.

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Savunma savaşı, dine ve kutsallara saldıran düşmanı savmanın en çetin şeklidir. İcma ile vaciptir. Dini ve dünyayı bozan saldırgan düşmanı savmak, imandan sonra gelen en büyük vaciptir. Bu nedenle hiçbir şart yoktur ve imkan ölçüsünde herkes için farz-ı ayn hükmündedir.” [El-İhtiyaratu’l-Fıkhiyye, s. 309]

İkincisi: Mürtedin İşlemiş Olduğu Suç, Asli Kafirin İşlemiş Olduğu Suçtan Daha Ağırdır.

İbn-i Teymiye Rahimehullah şöyle der: “Riddet küfrü icma ile asli küfürden daha büyüktür.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/478] Yine şöyle der: “Rasulullah’ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem sünnetinde mürtedlerin cezasının, asli kafirlerin cezasından daha ağır olduğu sabittir. Bu birkaç yöndendir.

Bu yönlerden birisi, mürtedin her halukarda öldürülmesi, onlardan cizyenin kabul edilmemesi ve onlar ile zimmet akdinin yapılmamasıdır. Bu hükümler asli kafirlerin hükümlerinden farklı ve daha ağırdır. Bu yönlerden bir diğeri ise, mürtedin, savaşmaya güç yetiremeyen aciz bir kişi dahi olsa, asli kafirdeki hükmün aksine öldürülmesidir. Savaşmaktan aciz olan asli kafir, hanefilere, malikilere, hanbelilere ve ulemanın çoğunluğuna göre öldürülmez. Bir diğer yön ise mürtedin mirasından Müslüman yakınının alamaması ve yine Müslüman yakınından kalan mirasda da mürtedin hak sahibi olmamasıdır. Ayrıca nikah akdi de asli kafirin aksine mürted ile caiz değildir. Hatta yine asli kafirin aksine mürtedin kestiğinin yenilmesi haramdır.” [Mecmuu’l-Fetava, 28/524]

Şeyhu’l-İslam Rahimehullah başka bir yerde de şöyle der: “Ebu Bekir Radıyallahu Anhu ve sahabe, asli kafirden önce mürted ile cihada başladılar. Çünkü mürted ile yapılan bu cihadda Müslümanların ülkelerinin bütünlüğü korundu. Ayrıca İslam’dan çıkmak isteyenler de yeniden İslam’a döndürüldü. Oysaki o dönemde asli kafirle ve diğer müşriklerle yapılan cihadda istenen hedef Müslümanların topraklarını müdafaa ya da Müslümanların o anki sayılarını korumak değil, yeni fetihler ve yeni kavimlere İslam’ın taşınması idi. Ancak şu muhakkak ki, önceden fethedilen yerlerin ve önceden dine girmiş insanların korunması, sonraki yapılacak fetih hareketlerinden öncelikli ve önemlidir.” [Mecmuu’l-Fetava, 35/158-159]

Üçüncüsü: Bu Mürtedler Bize Diğer Kafirlerden Daha Yakındır.

İbn-i Kudame Rahimehullah, “Her Kavim, Kendisine En Yakın Olan Düşman İle Savaşır” başlığı altında şöyle der: “Burada asıl olan, Allahu Teala’nın “Ey iman edenler! Kafirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar” [Tevbe/123] ayetidir. Çünkü en yakın olanın zararı daha büyüktür.

Onunla savaşmak, hem onun hem de ondan sonrakilerin zararını önler. Onu bırakıp uzaktaki düşmanla savaşmak, en yakın düşmana Müslümanları vurmak için hazırlık yapma fırsatını verir.”

İbn-i Kudame Rahimehullah, sözünün devamında şöyle der: “Ancak eğer ki, savaşa uzak düşmanla başlamak konusunda, bu uzak düşmanın, Müslümanlar için şerrinden daha çok korkulan bir durumda olması veya bu uzak düşmandan savaşa başlamakta Müslümanlar için daha fazla maslahatın bulunması ya da en yakın düşmanla aralarında bir anlaşmanın bulunması gibi, bir özür olursa, savaşa uzak düşmanla başlamakta bir sakınca yoktur.” [El-Muğni ve’ş-Şerhu’l-Kebir, 10/372-373]

3- Onların ortaya attıkları bu batıl sözün delaleti, kendi uygulamalarına tezat oluşturmaktadır. Askerî mahkemeleri tarafından verilen hükümler sonucunda, Mısır hükümeti tarafından darağacında idam edilenler, derileri soyulanlar, tecavüze uğrayanlar ve işkence altında öldürülenler yine aynı vatanın evladı olan kişilerdir...

Canını ve malını Allah yolunda kurban etmeyi kararlaştırmış olan mücahidlerin yaptıkları herbir şehadet operasyonunda bu tür bozuk anlayışlar teker teker bozguna uğramaktadır. Zira mücahidler bunun, zafere giden yol olduğunu ve maaşlarına ibadet eden tağutların ve onların yardımcılarının sahip olmadıkları bir silah olduğunu bilmektedirler. Bu mücahidler, faydasız bir şekilde yöneticileri razı etmek için uğraşanların zayıflıklarını ve gevşekliklerini reddetmektedirler. Bu yöneticiler, kendi sapıklıkları ve küfürlerine tabi olmadıkça kimseden razı olmazlar. Allahu Teala’nın buyurduğu gibi: “Sizin de kendileri gibi küfre girmenizi istediler ki onlarla eşit olasınız.” [Nisa/89]

Bu nesil, ölüm ve hak üzere Allah’a kavuşma pahasına da olsa, kendilerinden sonra gelenler için yolu açmak maksadı ile aşırılığa kaçmadan, tereddüt etmeden ve zaferi görmeden kendilerini feda etmeyi tercih etmiştir. Bir takım fetvaların arkasına sığınarak yerlerinde oturanlar dünya zevkine dalmış ve isimleri dilden dile dolaşır bir haldeyken, bu mücahidler sahip oldukları herşeyi Allah’a yakınlık kazanmak için feda etmektedirler. Yine bu mücahidler, izzeti Allahu Teala’dan umdular, yalnız Allah’tan yardım istediler ve düşmanlarının kesin olarak yenileceğine inandılar.

Zira bu, Allahu Teala’nın, düşmanlarına karşı uyguladığı sünnetidir.

Son olarak Allahu Teala’dan, Allah yolunda canlarını feda eden bütün şehidleri rahmeti ile kuşatmasını, onları, bizi ve bütün Müslümanları hayır ile mükâfatlandırmasını diliyoruz. Çünkü biz, binlerce kitap ve vaazlardan öğrenemediğimiz şeyleri bu şehidlerden öğrenmekteyiz. Allahu Teala’dan dileriz ki, son nefesimizi verinceye kadar bizi cihad yolu üzerinde sabit kılsın. Bizleri sözünden dönenlerden eylemesin. Bu mürtedlerin canlarını bizim ve kardeşlerimizin elleri ile alsın ve onların üzerine azabını indirsin.

Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.. Salat ve selam, Muhammed’in, onun âlinin ve ashabının üzerine olsun.
 
KavlulFasl Çevrimdışı

KavlulFasl

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Demek ki; ''TAĞUTLARDAN SİLAH SATIN ALAN MÜSLÜMANLARDA TAĞUTTUR.''

Öyledir Çünkü Tağutlara Para Kazandırıyor ve Onlarla İlişkiye giriyor,Milyonlarca Dolar Para veriyor ve Silah satın alıyor bu Kafir,Tağutlardan...

Ayrıca bu Kitabı yazanlar aynı zamanda ''TEKFİR RİSALESİ'' adlı birde Kitap yazıyor,Bu Kitabı Okuyan adam benim yazdığım yazılarımı Okur ve Benide Tekfir eder ,

Çünkü istediği tarafa çekebileceği Bir Malzeme-Kelime-Cümle yazmışımdır, vermişimdir Mutlaka yazılarımda...

Bunu yapmamak için Onlar gibi olmam gerekiyor bunun içinse bu Kitapları bol bol Okumalıyım ,yoksa beni Tekfir edebilirler...

Buda Onların okuduğu kitaplardan Beslenmeyi gerektiriyor,aksi takdirde TEKFİR edilirim Fobisi ile karşı karşıya kalırım...


ABDULHAK akximin ''MAKDİSİ''nin ''TEKFİR RİSALESİ''nden aldığı Deliller Tekfire karşı Koymak ve ''İFRAT'' (Aşırılık-Marjinallik) gitmemesi Mekalelerin sık sık ''MAKDİSİ''nin bu Risalelerine yer veriyordu ,peki aynı ''MAKDİSİ''nin kitabına Dikkatle bakıyorumda,bunu Okuyup Tekfirci olmamak elde değil ...

ABDULHAK akxim Allah Ona rahmet etsin,Kendisi bu Kitaplarda ki TEZAT ları Önce iyi bir TENKİDE tabii tutmalıydı aslında...


İÇİMDEN TEKFİR EDESİM GELİYOR...
 
ABDULHAK Çevrimdışı

ABDULHAK

الإذلال هو بعيد عنا
Admin
Selamun aleykum
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamudlillahirrabbilalemin, we's-salatu we's-selamu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn.

Hatadan munezzeh olan sadece Allah c.c. dır.
Rasulullah s.a.v. den başka herkesin sözü alınırda , bırakılırda.
Alim, zelle denen hatasından dolayı dışlanmaz, hatalı görüşü delille bırakılır.

Şeyh Ebu Muhammed Asım el Makdisi de alim bildiklerimizdendir.
Türkiyede kendilerinden başka müslüman-alim bırakmayan , tekfire kayan kişilerin bilhassa bu ve bunun gibi olan alimin kitaplarını (görüşlerini) hatalı algılayarak bizleri tekfir ettikleri için Bizde bu alimin, özellikle bu tarz yola kayanlar için yazmış olduğu "tekfirde aşırılıktan sakındıran 30 risale" kitabından tekfirdeki ince hususları , izlenmesi gereken yolları ve tekfire mani olabilecek hususları sunduk.
Tıpkı tekfire kayanların hatası gibi sizinde hatalı düşündüğünüzü ve Şeyhi bu konuda anlayamadığınızı görüyorum. Şeyhin tekfir konusunda düşüncesi ve menheci sunduğum risalelerde bellidir. Tekfir konusunda hatalı gördüğün meseleleri oradan bulup sorabilirsin . Kitaplarındaki tekfirle alakalı yazılarını ise bu menhece göre düşünmeniz veya konuyla ilgili başka bir sebebi veya niyeti olduğunu düşünüp araştırmanız gerekmektedir.
Özellikle "tağuttan sakındırmakla" ilgili kafir olunabilme ihtimali olunan meselelerde, müslümanları bu işlerden uzak tutmak , sakındırmak niyetiyle yazdıklarını, konudaki nihai düşüncesi fetvası buymuş , böyle yapan kişi, kayıtsız şartsız tekfir edilir gibi anlamak şeyhin menhecini göz ardı etmek , "tekfirde aşırılıktan sakındıran 30 risale" kitaplarını kaale almamak demektir!

İÇİMDEN TEKFİR EDESİM GELİYOR... demişssin .

"Ameller, niyetlere göredir."
(Buhari, Bed'ul-Vahy, I; Tirmizi, Fedailu'l-Cihad, 16; İbnu Mace, Zuhd, 26)

Sesli düşünme faslınına geçmeden önce iyi araştır , düşün . Yoksa icraata döktükten sonra dönüş yoktur, pişmanlık fayda vermez.
Sonra ortada mutlaka bir kafir olur!

Selamun aleykum
 
Üst Ana Sayfa Alt