Taklidin Zemmi

A Çevrimdışı

Askalani

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
KÖRÜ KÖRÜNE TAKLİT

İslam toplumunun içerisinde bulunmuş olduğu en büyuk bela ve musi-betlerden birisi de, “ ... DELİLSİZ KÖRÜ KÖRÜRÜNE HAREKET ETME HASTALIĞIDIR … “
Kitap ve Sünnet’in kınayarak reddettiği bütün cahiliyye toplumlarının dalalete sürüklenmelerindeki tek sebep, bu toplumların delilsiz körü körüne hareket etmeleridir desek inanın bubalağa etmiş olmayız.
Gerek geçmişteki cahiliye toplumlarının ve gerekse günümüz cahiliyesinin içinde bulunduğu bu bela ve musibet, öyle kök salmışki içerimize, inanın artık Kitabın ve Sünnet’in açık ve kesin nasları karşısında vurdum duymaz hale gelinmiştir.

Nasılki Allah resulü s.a.v heva ve arzularına göre din yaşayan mekkeli müşrikleri Kitap ve Sünnete davet ettiğinde onu yalanlamaları sadece ve sadece atalarını körü körüne taklit etmeleri yüzünden olmuştur, aynı şekilde günümüz cahiliyesinde de Kitaba ve Sünnete davet olunan bir çok insan, Ata ve dedelerinden devraldıkları dini inanç ve ameller yüzünden davet olundulları bir çok hakkı ve hakikatı yalanlamaktadırlar.

Bilindiği gibi, Ataları ve dedeleri körü körüne taklit etmek demek, babadan oğula geçen din ve dini inançlara – araştırma ve soruşturma yapmadan - bağlı kalıp onları sürdürmektir…. Bu inanç ve amellere sıkı sıkıya bağlı kalmalarının sebebi de, sadece babaları ve dedeleri öyle inandıkları ve öyle yaptıklarından dolayıdır….. Değilse bu hususta kesin bir delile dayalı olarak, baba ve dedelerinin doğruluğuna kanaat getirerek yaşadıkları şeyler değildi onlar.

Değerli kardeşlerim ! Unutmayalımki Kitabın ve Sünnet’in bu tip hareketleri kınayarak reddettiği mesajları bir hayli çoktur…. Bunların birkaçında Rabbimiz subhanehu ve teala şöyle buyurmaktadır :

“ Ey Muhammed ! Senden önce de biz bir ülkeye her hangi bir uyarıcı gönderdiğimiz zaman, oranın şımarık varlıklıları “ doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, bizde onların izlerini izlemekteyiz ” derlerdi. Gönderilen uyarıcı : “ eğer size babalarınızı üzerin de bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş isem de mi bana uymazsınız ” derdi de Onlar : “ Doğrusu sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz “ derlerdi.”
ZUHRUF : 23.24

“ Onlara gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Peygambere uyun denildiğinde, “ Atalarımızın üzerinde bulunduğu yol bize yeter ” derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler – yine mi onların yoluna uyacaksınız - ”
MAİDE : 104

“ Onlara Allah’ın indirdiğine uyun dense, hayır, biz atalarımızın üzerinde bulunduğu şeye uyarız ve onların yolundan gideriz, derler. Şeytan onları alevli azabın ateşine çağırsada mı ? “

LOKMAN : 2I

“ Bir de şöyle demişlerdi : “ Biz atalarımızı bir din üzerinde bulduk, şimdi onların izleri üzerinde gitmekteyiz “

ZUHRUF : 22

Görüldüğu gibi sırf alışageldikleri inanç ve amellerini terketmemek için baba ve atalarının dinine tabi olan bu insanlar, Allah’ın kendilerini kınadığı insanlardır… Çünkü bu tavırları ve bu tutumları, Allah’ın sevmediği bir tutumdur.

Oysaki İslam’ın bu konudaki asıl metodu ve menheci ; her hangi bir inanç ve amel hakkında kesin bir hükme varmadan önce ciddi bir araştırma yaparak onun kabul edilmesi ve ondan sonra ona uygun hareket edilmesidir.

Bu metod, şuurlu ve basiretli her müslümanın şiarı olmalıdır…. Bu şekilde hareket eden bir insan, İslam’a ait bütün inanç ve amelleri kaynağına inerek araştıran, doğru ve hak olanı alan ve onları başkalarına anlatırken de doğru olanı, hak olanı anlatan birisi demektir.

Bu şekilde hareket edildiği zaman islam, bid’atlerden, hurafelerden ve batıl olan her şeyden uzak kalmış olacak ve hüküm ve icraat sahasında zan ve şüphe asla rol oynayamayacaktır….

Unutulmamalıdırki insan, azalarından sudur eden her şey ile Allah’a karşı bir sorumluluğu vardır… göz gördüğünden, kulak işittiğinden, el yaptığından, dil konuştuğundan ve kalp’te kendisine düşenden sorum-ludur…..

Öyleyse şuurlu ve basiretli bir insan görmediği, duymadığı ve araştırarak kaynağına inmediği bir meselenin veya hakkında kesin bir delil edinmediği bir inanç ve amelin ardına düşmesi ve o mesele hakkında kat’i bir söz söylemesi nasıl caiz olabilir ki ?

Bakınız Rabbimiz bu konuda ne buyumaktadır :

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

{ Bilmediğin bir şeyin ardına düşme ; zira kulak,göz ve gönül bunların hepsi de ondan mes’uldür. }
İSRA . 36.AY.

İşte Allah’u Azze ve Celle bu ve bununla eş manalı Ayeti celileleriyle inananlara bilinçli ve şuurlu hareket etmelerini, körü körüne bir şeylerin ardına düşmemelerini ve bu şekildeki bilinçsiz ve şuursuz hareket-lerinden dolayı da hesaba çekileceklerini bildirmektedir…

Rabbimiz Allah’u Azze ve Celle yine şöyle buyurmaktadı :

“... Allah’tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir ?...“
KASAS : 50. Ay.

“ Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse ile, kötü işi kendisine süslendirilen ve keyfine uyan gibi olur mu hiç ?. “
MUHAMMED : 14 . Ay.

“ Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadan, Allah’ın Ayet’leri üzerinde tartışırlar. Bu çirkin iş ise, gerek Allah’ın yanında ve gerekse mü’minlerin arasında büyük bir kızgınlık doğurur. Allah her kibirli zorbanın kalbini mühürler. “
MÜ’MİN : 35.Ay.

Bu Ayet’i celilelerde de görüldüğü gibi Rabbimiz Allah’u Teala, delilsiz körü körüne hareket edenlerle, şuurlu ve basiretli hareket edenleri birbirinden ayırt etmiş ve delille hareket edenlerin istikamet sahibi olduklarını, delilsiz körü körüne hareket edenlerin ise heva ve arzularına uyan sapık kimseler olduklarını açıklamıştır…..

Bu da gösteriyor ki insanlar ya delili bulunan sağlıklı bir yol üzerin-dedirler, ya da delili bulunmayan, gidişatlarının kendilerine süslü götse-rildiği sapık bir yol üzerindedirler….

Öyleyse hiç unutulmaması gerekir ki ; insanın elinde sağlıklı bir delili yoksa, ne gidişatının akla ve mantığa uygunluğu ve ne de kendisine o yolun hoş ve süslü gösterilmesi, o yolun doğru doğru bir yol olduğuna delalet etmez…

Bu konudaki geçerli olan kural ; O yolun Kur’an ve Sünnet çizgisinde olmasıdır.
İslamdandır denilen veya - İslami sınırlar içerisindedir - denilen bütün inanç ve ameller, geçerliliğini koruyabilmesi için ancak bu dinin kay-nakları olan Kur’an ve Sünnet çizgisinde olma mecburiyetindedir…Bunun dışında kalan şeyler ise, kesinlikle kabul görmeyen ya tahmini faraziyeler ya da zanna dayalı olan şeylerdir….. İslam ise bu türden tahmini ve faraziye şeyleri tepeden tırnağa kınamış ve onların hakla ne uzaktan ve ne de yakından alakasının olmadığını zikretmiştir.

Rabbimiz Allah’u Azze ve celel bu konuda şöyle buyurmaktadır :

“ Onların çoğu zandan başka bir şeye tabi olmamaktadırlar.Oysa zan haktan hiç bir şey ifade etmez. Allah onların yaptıklarına elbetteki hakkıyla vakıftır “
YUNUS: 6.Ay.

“ Eğer yeryüzünde bulunan insanların çoğunluğuna uyarsan, Onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Zira onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar. Ve dolayısiyle sadece saçmalıyorlar ”
EN’AN : 116.Ay.

“ Halbuki onların bu hususta hiç bir bilgileri yoktur. Onlar sadece zan’na tabi oluyorlar, zan ise haktan hiç bir şey ifade etmez “

NECM : 28.Ay.

Allah Resulü s.a.v ise bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar :

“ Sizleri zandan sakındırırım. Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.......”

BUHARİ :13 .C.6048.S

Ayet ve Hadislerin ifade ettiği gibi zan, gerçeklerle alakası olmayan sözlerin en yalanı olarak nitelendirilmiştir.

Eğer dikkat ettiyseniz Ayet’i kerimelerde işaret edilen diğer bir husus da ; çoğunluğun geçerli bir kaide olmadığı, dolayısıyla yeryüzündeki insanların çoğunun bir şeylere tabi olmaları veya bir şeylere inanmaları o şeyin illa da doğru olduğuna delalet etmez.

Değerli Müslümanlar ! Şüphesiz ki Allah ve Resulü, faraziye bilgiler-den uzak durun, zan’na tabi olmayın, körü körüne hareket etmeyin diye mesajlar verirken bununla, inananları bilinçli ve şuurlu hareket etmek için asıl kaynağa davet etmektedir.

Rabbimiz kerim kitabında yine şöyle buyurmaktadır :

اتَّبِعُواْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكُم مِّن رَّبِّكُمْ وَلاَ تَتَّبِعُواْ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء قَلِيلاً مَّا تَذَكَّرُونَ

{ Rabbinizden size indirilene tabi olun, O nun dışında dostlar edinip de onlara tabi olmayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz }
A’RAF . 3.AY

Hulasa değerli kardeşlerim, eğer inanan bir kimse rabbisinden ken-disine indirilen bir yol üzerinde değil ise, Artık bu kimse delilsiz körü körüne hareket eden ve şeytanın, gittiği o yolu kendisine süslü gösterdiği ve kendisinin de doğru yolda olduğunu zannetmesinden başka tutuna-cağı bir şeyi olmayan kimse demektir….

Halbuki – biraz önce de ifade ettiğimiz gibi – insanın takip ettiği yolun kendisine süslü gelmesi, onu hoş görmesi veye kalbinin o yolda mutmain olması, o yolun doğru olduğuna delalet etmez….. Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur :

“ Kim o rahmanın zikrine - yani Kur’an’ına ve Sünnet’ine - göz yumarsa, biz ona şeytanı musallat ederiz de artık o onun ayrılmaz arkadaşı olur. 0 şeytanlar onları doğru yoldan çıkardıkları halde, onlar hala kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler. “

ZUHRUF : 56.Ay.

Evet değerli kardeşlerim ! unutmayalımki vahdeti engelleyen hastalık-ların ve ortaya çıkan bütün çarpık inanç ve amellerin en büyük sebebi, inananların delilsiz körü körüne hareket etmeleridir.

Tabiki, samimi olduklarına hüsnü zan beslediğimiz bu insanların da muhakkak kendilerine göre bir değer yargıları veya ölçüleri vardır… Ve bunların da doğruluğuna inanırlar….. Ama maalesef bu doğrular, kendilerinin tesbit ettikleri doğrular olup Kur’an’ın ve Sünnet’in ortaya koyduğu doğrular değildir….. Çünkü her gurubun değer yargısı, kendilerini idare eden cemaat liderinin ortaya koyduğu şahsi yorum ve anlayışlardır.

Kendilerine Alim, Üstaz, Şeyh efendi, Abi veya Hoca efendi denilen bir çok kılavuzların önderliğinde oluşan bu çarpıklık,İslami bir dava için şahsi değer ölçülerine göre yapılanmaya çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla bu değer ölçülerine göre belirlenen güç ve kuvvet anlayışını bilerek veya bilmeyerek kabullenen bir çok insan kalabalığı da, bu kabul-lenmeleri neticesinde tevhidi yoldan sapmışlardır.

Çünkü islami hakim kılmak için güçlenmeyi kaçınılmaz gören bu kim-seler, benimsedikleri şahsi değer ölçülerine göre güçlenmeye çalışmakta ve niyetleri samimi olan bir çok müslümanın mal ve mesaisini de bu gibi gayri İslami yollarda heder etmektedirler.

Acaba, gayri islami inanç ve ameller içerisinde bulunmalarına rağmen iyi niyet taşıdıklarını söyleyen bu insanların durumu nedir ? … Sahip oldukları bu iyi niyet kendilerini kurtarırmı ?.... Veya din adına yaptıkları bu şeyleri geçerli kılarmı ?....

Tabiki bu soruların cevaplanabilmesi ve bu hususun da güzel anlaşıl-ması için, İslam’da niyet’in yeri ve konumu nedir veya hangi durumlarda geçerli olup olmadığını iyi bilmemiz gerekir.

NİYET : Yapılacak her hangi bir eylemin keyfiyeti ile alakalı zihni meşgul etmek demektir…. Başka bir ifadeyle ;

NİYET : Yapılan her hangi bir amelde kastedilen şey veya gözetilen maksat, gaye ve murad anlamına gelen kalbi bir yöneliştir.

Değerli kardeşlerim ! Unutmayalım ki İslam’da niyetin önemi çok büy-üktür…. İslam’a ait bir amel, bozuk bir niyetlen işlendiği zaman bu amel sahih dahi olsa kabul görmeyecektir.

Yani, Namaz, Zekat, Hacc, Oruç, Cihad vesaire gibi İslami amelleri yerine getirmeye çalışan bir insan, bu amelleri halis bir niyetlen yapmı-yorsa, işlemiş olduğu bu amellerin her hangi bir faidesini göremeye cektir…… Resulullah s.a.v’in yanında ve onunla birlikte savaşmak gibi yüce bir ameli yerine getirmesine rağmen niyeti, Medine’deki hurmalık-larını korumak olan kişinin öldürülüp cehenneme yuvarlanması buna bir örnektir.

Ve yine ,Resulullah s.a.v ve ashabı ile birlikte hicret gibi güzel bir ameli yerine getirmesine rağmen niyeti, Medineye kendisinden önce giden bir kadına kavuşmak olan kişinin Allah ve Resulü tarafındar kınanması ve hicretinin de Allah’a ve Resulüne değilde, o kadına sayılması, yine buna açık bir örnektir.

Bu kişiler görünüşte büyük bir fedakarlıkla savaşıp hicret etmelerine rağmen niyetleri, Allah ve Resulü için değil de Medine’deki hurmalık ve kadın için olduğundan dolayı bu amellerinin karşılığını görememişlerdir.

MÜSLİM : 6.C.1907.N

Tabi ki bunun tam tersi olarak ameller, halis bir niyetlen de yapılsa, değilmi ki o amel sünnete uygun değil, işte bunun da karşılığını göremeyecektir….. Yani o amal ondan kabul edilmeyecektir.


Allah Resulü s.a.v bu konudaki hadisi şeriflerinde şöyle buyurmak-tadırlar :

{ … Aişe r.anha'dan ; Resulullah s.a.v söyle buyurdular : Kim bizim şu işimizin – yani dinimizin - içinde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse, o reddolunur. } diğer bir rivayette ise :

{ ... Her kim bizim emrimize uymayan bir amel işlerse, o amel kendisinden kabul edilmeyip reddolunur. }
MÜSLİM : 5.C.1718.N

İşte zikredilen bu hadisi şeriflerde açıkça anlatıldığı gibi, yapılan her hangi bir amelle alakalı insanın elinde bir delili yok ise, - diğer bir ifadeyle o amel sünnete uygun değil ise – iyi niyetlen de yapılmış olsa o amel, kabul edilmeyip reddolunacaktır…

Öyleyse değerli kardeşlerim ! bütün inanıyorum diyenlerin, bu önemli noktayı kavramaları ve her konuda olduğu gibi bu konuda da Kitap ve Sünnet’i kendilerine örnek almaları gerekir…. İnanın yaşadığımız şu ortamdaki delilsiz körü körüne hareket eden Müslümanların böylesi bir şuura şiddetle ihtiyaçları vardır.

Yani ; inananların dini yaşantılarında sadece ve sadece iyi niyet taşımalarının yeterli olmadığını ve bir ibadetin kabulü için mutlaka hem iyi niyet ve hem de amelin sünnete uygun olması gerektiğini çok iyi bilmeleri gerekir.

Çünkü değişik din anlayışlarının bulunduğu bir çok cemaatlerde, bu değişik anlayışlardan hareket ederek farklı gurup ve ekollere bölünen müslümanların sadece ortak bir yönleri vardır…. Bu ortak yönleri de, hepsinin dillerinde dolaşan ; “ niyetimiz islamı yaşamaktır “ sıloganıdır.

Her hangi bir müslümanı yanlış bir itikad içerisinde veya gayri islami bir amelle uğraşırken gördüğünüz zaman, onu ikaz etmeye cesaret götse-remezsiniz.

Neden ? ….. Çünkü, söyleyeceği ilk söz, sizin konuşmaya başladığınız andan itibaren onda hazır beklemektedir… O söz de :

“ AMELLER NİYETLERE GÖREDİR KARDEŞİM, BİZİM NİYETİMİZ İSLAM’DIR ” sözüdür.

Ama unutmayalım ki bu söz, temiz akıl sahibi ve şuurlu bir müslümanın söylerken düşünmesi ve içinde bulunduğu şu çirkin duruma bakarak belkide utanması gereken bir sözdür.

“ Niyetimiz islam’dan başka bir şey değildir ” diyenlere şu soruyu sormak gerekir ; Acaba İslam, insanlara niyet olarak sunulan bir görüş mü ? yoksa Kitap ve Sünnet’e göre yaşanan bir hayat nizamı mı ?

Bir müslümanın şunu çok iyi araştırması ve asla unutmaması gerekir ki ; Peygamberlerin gönderiliş gayesi, sadece insanların niyetlerini değiştirmek değil, aynı zamanda bu insanların içinde bulundukları yolu,yaşam tarzlarını ve amellerini de değiştirmek içindi…

Defalarca tevhid derslerinde de ifade ettiğimiz gibi ; İnsanların sadece iyi niyete sahip olmaları yeterli olmuş olsaydı, Allah’ı razı etmek istemelerine rağmen sapıklığa düşen Ehli kitaba veya Allah’a daha fazla yaklaşmak için bazı şahısların kabir ve türbelerine tazimde bulunarak :

“ Biz bunlara ibadet etmiyoruz. Biz bunları sadece bizi daha fazla Allah’a yaklaştırsınlar diye vasıta ediniyoruz...”
ZÜMER : 3. Ay.

diyen mekkelilere Peygamber gönderilmezdi…. Çünkü kullandıkları ifadelerden de anlaşıldığı gibi Mekkelilerin niyetleri iyiydi… Yani daha fazla Allah’a yaklaşmak istiyorlardı.

Öyleyse bu hassas nokta çok iyi düşünülmelidir…. Delilsiz körü körüne hareket ederek gayri islami yollarda ömürlerini tüketenlerin sadece iyi niyet taşımalarının kendilerine bir faydasının olmayacağını iyi tefekkür etmeleri ve gayri islam’i bu hal üzere öldükleri zaman da aynı sözleri, aynı rahatlıkla Allah’u Azze ve Celle’ye karşı verip veremeyeceklerini iyi düşünmeleri gerekir.

İyi niyetli olduklarını iddia edenlere ; “ bu halinizin mustakil olarak size faidesi olmaz “ diye anlattığımız kimseler hala aynı şeyde ısrar ederlerse, hiç kusura bakmasınlar, bu niyetlerine hiç bir zaman kavuşa-mıyacaklardır.

Niyeti Erzurum’a gitmek olan bir kimse İzmir yolunu tutar ve İzmir’e doğru ilerlemeye çalışırsa, elbetteki Erzurum’a varamayacaktır…. Niyeti Erzurum’a gitmek olan bir kimsenin tutacağı yol, Erzurum yolu ve bineceği vasıta da dadaş turizm olmalıdır.

Dolayısıyla niyetleri Allah’ı razı etmek olan kimselerin yönelecekleri yolda, Allah ve Resulü’nün Kitap ve Sünnet’te tarif ettiği yol olmalıdır.

İşte , Allah’ın dinini istenildiği şekilde yaşamak isteyen bir kimsenin bu noktada durması ve bu metodu çok iyi düşünmesi gerekir…

Allah’ın rızasına varabilmem için,O’nun razı olacağı ve resulünün de tarif edip yaşadığı o yolu bulmalıyım ve bunu kendime dert edinmeliyim, demelidir…..

Artık bu dertle uykulanını kaçırmalı ve delilsiz körü körüne hareket etmeyi bırakıp, bu dertle samimi bir arayışa girmelidir.

Nasıl ki her hangi bir işten atıldığı zaman üç beş günlük nafakası için endişeleniyor ve kapı kapı gezip dolaşıyor ise, aynı şekilde hatta daha fazla ebedi hayatı için telaşa kapılmalı ve endişe etmelidir insan.

Bilmelidir ki, sadece iyi niyet insanı kurtarmayacağı gibi, iyi niyetle kendilerine tabi olduğu ağalar,beyler ve Ustazlar da insanı kurtara-mıyacaktır.

Bunu çok iyi bilmeli ve bu bilinçle dehşete kapılmalıdır….Şayet her hangi bir guruba müntesipse, bu grubu yöneten hocasından değil, Allah’tan korkarak yiğitçe ayağa kalkmalı ve islami bir edeple :

“ ...... Hocam bizleri davet ettiğiniz ve bizlerinde islami duygu- larla benimsediğimiz bu yol, Kur’an ve Sünnet’in tarif ettiği bir yol mudur ?... Resulullah s.a.v bizatihi aramızda olsaydı bizleri bu yola mı davet ederdi ?

Hocam bizler Kur’an ve Sünnet yolunda isek bu yolun delillerini bize verebilir misin ? … Çünkü bu yola davet edeceğimiz insanlara bunları göstermemiz gerekir…. “ diyebilmelidir.

Bununla beraber samimi bir Müslüman, Kitap ve Sünnet çizgisindeki tenkit ve tashihlere de açık olmalıdır…. İdrak etmelidir hangi yolda olduğunu, doğru yol da olduğuna inanmaktan ve hocasına, abisine bu manada iyi niyetle teslim olmaktan ziyade, doğru yolda olduğunu bizzat kendisi idrak etmelidir…. Yani gittiği o yola liderlerinin doğru dediği için doğru diyen değil de, o yolun doğruluğunu bizzat kendisi idrak ve isbat eden olmalıdır….

Bu bilinçle bulunmalıdır yürüdüğü o yolda, bu bilinçle davet etmelidir yoluna ve bu bilinçle savunmalıdır yolunu….. Savunduğu davaya yöneltilen Kitap ve Sünnet çizgisindeki eleştirileri can kulağı ile dinlemeli ve herkese açık olmalıdır samimi bir müslüman…. Bununla beraber, Kitap ve Sünnet’in zıddına tesbit edilen inanç ve amelleri terkedip, yiğitçe doğru olana, hak olana teslim olmalıdır bir müslüman.

Etrafındaki gayri islami yapılanmalara ve onların ağızlarındaki delilsiz sözlere aldanarak, bu yolların hepsininde hak olduğuna inanmamalıdır.

Unutmamalıdır ki Kur’an ve Sünnet insanları tek bir yola davet etmiştir…. Ve yine unutmamalıdır Allah Rasulü s.a.v’in :

“ … Benim ümmetim yetmiş üç parçaya bölünecek, biri cennete, yetmiş ikisi de cehenneme gidecektir … ” hadisi şerifini …

Ve en önemlisi de, unutulmamalıdır kurtulan toplumun Kur’an ve Sünnet çizgisinde bulunan cemaat olacağı…

Değerli kardeşlerim ! hele hele şurası hiç unutulmamalıdır ki,insanlar birer beşerdirler, hata da edebilirler, isabet de edebilirler…. Her insan, gittiği yolu benimser ve sadece kendi gittiği yolun doğruluğuna inanır. Ama unutulmamalıdırki ,doğru yol bir tanedir.

Basiretli bir müslüman,bir çok zavallı insanın dediği gibi : “ Hedef ana yol, biz guruplar ise ana yola giden tali yollarız ” diyerek içerisinde bulunduğu çarpıklığı meşru göstermeye çalışmaz.

O, Allah Rasulü s.a.v’in şu hadislerinde buyurduğu gibi, tek yolun varlığına inanır :

“… Abdullah İbn Mes‘ud r.a’ dan : Rasulullah sa.v bir gün ashabı ile otururlarken, yere bir çizgi çizerek : Bu Allah’ın yoludur, dedi. Ve o çizginin sağına soluna cılız cılız çizgiler çizerek tekrar buyurdular ki : Bunlar da, her birinin kavşağında bir şeytanın oturduğu ayrı ayrı yollardır. Ondan sonra da : “ İşte bu benim dosdoğru yolumdur, ona tabi olun, başka yollara tabi olmayın ki, sizi O’nun yolundan ayır-masın ” Ayeti kerimesini okudu... “

AHMED : 1 / 435 – 465 – DARİMİ : 1.C.208.N – HAKİM : 2 / 318 – M.ZEVAİD : 7 / 22

Evet ey Müslüman ! unutmaki Allah’u Azze ve Celle’nin tek bir yolu vardır…. O’da, tevhid dini islam’dır… Bu yolun en güzel tarifini Allah Rasulü s.a.v yapmış ve bunu en güzel şekilde de onun sahabeleri yaşa-mıştır…. Artık bir başkasının ayrı ayrı yollar tarifine ihtiyaç yoktur.

Kendisinin de hadisi şeriflerinde buyurduğu gibi :

ما بقي من شيء يقرب من الجنة ويباعد من النار إلا وقد بين لكم


{ Size cennet’e yaklaştıracak ne var ise onu açıklamışımdır. Ve yine size, cehennem’den uzaklaştıracak ne var ise onları da açıklamı-şımdır. }
M. ZEVAİD : 8 . 264 - S . SAHİHA : 4.C.1803.N - HAKİM : 2.C. 4. SAY

عن أبي ذر قال تركنا رسول الله صلى الله عليه وسلم وما طائر يقلب جناحيه في الهواء إلا وهو يذكرنا منه علما قال فقال صلى الله عليه وسلم فذكره . وله شاهد من رواية عمرو عن المطلب مرفوعا بلفظ ما تركت شيئا مما أمركم الله به إلا قد أمرتكم به وما تركت شيئا مما نهاكم عنه إلا قد نهيتكم عنه .
وإسناده مرسل حسن .

{ Ebu Zerr r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v bizi, hava’da kanat çırpan kuştan dahi malumat vemiş olduğu halde terk etti . }

İBNİ HİBBAN :1.C.65.N – AHMED : 5 / 162 - TABERANİ KEBİR : 1647.N - S . SAHİHA : 4.C. 1803.N


{ Ve yine bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır : Allah’ın size emredip de benim size emretmediğim hiçbir şey bırakmadım. Ve yine, Allah’ın size yasaklayıp da benim size yasaklamadığım hiçbir şey de bırak-madım.}
S . SAHİHA : 4.C. 1803.N

Artık bu delillerden sonra söylenecek tek söz ” Allah, bu konuda problemi olan kimselere anlayış ve hidayet versin “ sözüdür.

Zaten şuurlu ve basiretli bir müslümanın düşüneceği tek şey de, Kitap ve Sünnet’in inananlara ayrı ayrı yollar tarif etmediğidir…. Çünkü onun içerisinde birbirine zıt her hangi bir şey yoktur.

Eğer ortada dönen veya görülen çarpıklıklar veya zıtlıklar söz konusu ise, unutulmamalıdır ki bunlar, islam’ın malı değil inananların şahsi yorum ve anlayışlarıdır.

Hulasa değerli kardeşlerim ! unutmayın ki dinini delilsiz körü körüne yaşayan bütün taklitçi insanların hali her zaman aynı olmuştur…Sonuçta,
din’lerini param parça edip,guruplara ayrılmışlardır……. Ve işin ilginç tarafı ise ; mutlak doğru her gurup kendisini zannederek, diğer gurupları rahatlıkla suçlamış ve saf dışı etmişlerdir…. Hatta ve hatta daha da ileri giderek birbirlerini tekfir dahi etmişlerdir.

Tüm bunların sonucu ise : Kendilerinin bu hale gelmesine sebep olan liderlerini ve önderlerini Allah’tan gayri Rabb ve İlah edinmişlerdir.

Belki bu ifadelerimiz, samimi ama bu konuda bilgisi olmayan bir çok kimsenin garibine gidebilir… Ama unutulmamalıdır ki bizden önceki kavimler, aynı hal ve hareketlerinin sonucu olarak Allah nazarında bu hükmü giymişlerdir.

Allah’u Azze ve Celle bu konuda şöyle buyurmaktadır.:

“... Onlar hahamlarını ve rahiplerini - yani din adamlarını - Allah’tan gayri rabb’ler edindiler…… “
TEVBE : 31.Ay.

Bu Ayeti kerimeyi en güzel şekilde izah eden Allah resulü s.a.v’in şu hadis’i şerifine iyi dikkat edelim.

“... Adiy İbn Hatem r.a’dan : Kendisine islam daveti ulaşınca şam’a kaçmış ve cahiliyye devrinde hıristiyan olmuştu.Allah Rasulü s.a Adiy İbn Hatemin kız kardeşine hediyeler verip ihsanda bulunarak, kardeşinin geldiği zaman kendisinin yanına getirilmesi için teşfik etmişti…. Nihayet Adiy Medineye gelmişti.Onun gelişini haber verdiler. Boynunda gümüş bir haçla Allah rasulünün yanına girdi. Allah Rasulü s.a.v ona şu ayeti kerimeyi okudu : “ Onlar hahamlarını ve rahiplerini, Allah’tan gayri rabb’ler edindiler. “
Bunun üzerine Adiy İbn Hatem : Onlar hahamlarına ve rahiplerine ibadet etmiyorlardı ki, dedi. Allah Rasulü s.a.v şöyle buyurdu : Ey Adiy, onların dediklerine uymadılar mı ? Onlar helalı haram, haramı da helal yaptıklarında onların bu dediklerini kabul etmediler mi ? Adiy,evet deyince, Resulullah s.a.v : İşte onların hahamlarına ve rahip-lerine ibadetleri budur.Ve işte onların hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan başka rabb’ler edinmeleri böyle olmuştur. dedi. ”

TİRMİZİ : 5.C.3292.N – AHMED :

İşte bu delillerin açık ifadelerinden anlaşılıyor ki, Allah’ın dinini yaşa-mak isteyen insanların Alimlerini, Hocalarını, Üstazlarını delilsiz körü körüne taklit etmeleri neticesinde, başlarına doğru yoldan sapma ve Allah’tan gayri rabb ve İlah edinme gibi belalar getirmiştir.

Unutmayalım ki bu kural aynen bizim için de geçerlidir… “ Çünkü hüküm illet üzere döner “ … Yani aynı problem kim de vuku bulursa bulsun, o kimse de aynı hükmü giyer.

Ama bu demek değildir ki, insanlar dinlerini yaşamada alimlere , Hocalara ihtiyaçları olmaz, onlara bir şeyler sormaz…. Hepinizin de bildiği ve duyduğu gibi ; “ Alimler peygamberlerin varisleridirler ” sözü Allah Rasulü s.a.v’in sözüdür..
EBU DAVUT : 4.C.3641.N

Bizim buradaki anlatmak istediğimiz şeyler, dinini yaşamaya çalışan insanların Alimlerini, Hocalarını, Şeyhlerini veya Ağabeyilerini dinlerken, onların ağızlarırdan çıkan her sözün hak olduğunu peşinen kabullen-melerinden önce, onu araştırmaları gerekir… Veya anlatan kim olursa olsun, din adına anlatılan şeylerin delilini onlardan istemeleri gerekir…

Unutmayalımki böyle şer’i bir metodla hareket etmek, inananların hem sıhhatli bir din yaşamalarına vesile olacak, hem de birlik ve beraberlik sağlanacaktır…. Herkesinde yakinen bildiği gibi, müslümanlar arasındaki bu yaygın hastalık - yani guruplaşmalar ve ayrılıklar - inanıyorum diyen-lerin başlarına büyük bir bela olmuştur….

Bunların müsebbibi olan şeytan ve avaneleri arzularına ulaşabilmek için inananları parçalamayı, çeşitli gurup ve ekollere bölmeyi bir görev bilerek sistemli bir şekilde çalışmaya girmişler ve neticede de bu arzularına kavuşmuşlardır.

Ama unutulmamalıdır ki bu başarı, bir tarafın mükemmel çalışması, diğer tarafın ise lakayıt ve pasif kalmasından meydana gelmiştir.

Şeytan ve avaneleri mükemmel çalışmalarının neticesi bu başarıyı elde etmişlerdir… Ama inanıyorum diyenler ise, delilsiz körü körüne hareket etmekle, bananecilikle ve hasetsen dinlerine karşı samimiyetsiz ve lakayıt tavırlarıyla meydanı karşı tarafa terk etmişlerdir.

Oysa ki Allah’u Azze ve Celle, şeytanın hile ve tuzağının zayıf oldu-ğunu bizlere bildiriyor…. Peki o zaman insanın aklına şu gelmez mi ? ..

Demekki inananların Kur’an ve Sünnete olan bağlılıkları, şeytanın o zayıf hilesinden daha çürükmüş…

Değerli kardeşlerim ! ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum. Son söz olarak Rabbimden niyazım bizlere, körü körüne hareket etmekten ziyade şuurlu, basiretli ve delillere dayalı bir din yaşamamızı nasip eylesin…
AMİN

VEL HAMDU LİLLAHİ RABBİL ALEMİN




TACUDDİN EL- BAYBURDİ
 
E Çevrimdışı

Ebu Enes El Muwahhid

Yeni Üye
İslam-TR Üyesi
Allah (svt) Razı Olsun Akhi





Tabi Olma Ve Taklit Arasındaki Fark




İbni Abdi'1-Ber 'Camiu Beyani'l-İlmi ve Fazlihi[23] isimli kitabında taklidin fesadı, onu yasaklama ve taklitle tabi olma arasındaki fark diye açtığı başta şöyle diyor: Allah-u teala Kitabının bir çok yerinde taklidi zemmederek şöyle buyurmuştur:

'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayri Rabler edindi*ler. [24] Rivayet olunduğuna göre, Huzeyfe ve diğerleri bu ayeti tefsir ederlerken şöyle demişlerdir: 'Onlar, Allah'ı bırakarak haham ve ruhbanlara tapmıyorlardı, fakat onlar kendilerine tabi olanlara bir şeyi helal ve haram ediyorlar, onlara tabi olanlarda haham ve rahiplerini bu helal ve haramlarda taklit ediyorlardı. Adiy b. Hatim diyor ki: Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e boynumda haç olduğu halde geldi*ğimde bana: 'Ya Adiy!... Bu putu boynundan at' dedi yanına yaklaştı*ğımda Rasulullah (saiiaiiaim aleyhi ve seiiem) Tevbe Suresini okuyordu. 'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayrı Rab'Ier edindiler[25] ayetine kadar okumaya devam etti. Ben: Ya Rasulullah, biz onları Rabler edinmedik, dedim. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Bilakis, onlar size haram olan bir şeyi helal ediyor, siz de onu helal sayıyordunuz öyle değil mi?' dedi. Evet öyle yapıyorduk dedim. Rasulullah (saiiaiiaim aleyhi ve sellem): 'İşte o (ameliniz) onları Rab edinmek*tir ' buyurdu. [26]

Allah-u tealanın: 'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayrı Rabler edindiler.[27] ayetinin tefsirinde Ebu'l-Behteri şöyle demiştir: 'Haham ve rahipleri onlara Allah'ı bırakarak kendilerine tapmalarını emretselerdi onlar, haham ve rahiplere itaat etmezlerdi. Fakat haham ve rahipler, Allah'ın helallerini haram, haramlarını da helal ettiler. Onlar da bu hususlara itaat ettiler. Haham ve rahiplerin bu hareketi rububiyetti.

İmam Veki şöyle dedi: 'Bize Sufyan ve A'meş birlikte Hubeyb b. Sabit'ten o da Ebu'l-Behteri'den rivayet ettiler. Huzeyfe (r) ye Allah'ın 'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayrı Rabler edindiler...' ayeti hakkında onlar haham ve rahiplere tapıyorlar mıydı? Diye sorulduğunda Huzeyfe (rj: 'Hayır, haham ve rahipleri onlara helalleri haram, haramları da helal ediyorlardı. Onlar da bunlara uyarak onları helal ve haram sayıyorlardı, diye karşılık vermiştir. Aliah-u teala: 'İşte böyle senden önce de herhangi beldeye uyarıcı gönderdiysek mutlaka o beldenin varlıklıları: 'Biz babalarımızı bir din üzere bulduk, biz de izlerine uyarız' dediler. Ben size babalarınızı üzerinde, bulduğunuz dinden daha iyisini getirmiş olsam da yine babalarınızın yolunu mu tutacaksınız?.. [28] buyurmuştur. Görüldüğü gibi babalarına uymaları onları hidayeti kabul etmekten engelledi ve şöyle bir mazereti ileri sürdüler. ..Dediler ki: Doğrusu biz sizinle gönderileni -kabul etmiyor- inkar ediyoruz. [29] işte bunlar ve benzerleri için Aİlah-u teala şöyle buyurmuştur: 'İşte kendilerine tabi olunanlar, tabi olanlardan uzak durdular, azabı gördüler ve aralarındaki bağlar kesildi, şöyle dediler: Ah, bir daha dünyaya gitmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzak durduğu gibi biz de onlardan uzak dursaydık. Böylece Allah onlara işledikleri bütün fiilleri hasretler (pişmanlık ve üzüntüler kaynağı) olarak gösterecektir ve onlar ateşten çıkacak da değillerdir. [30]

Müminler onlara benzemesin diye Allah-u teala ehli küfrü kınayıp şöyle buyuruyor:

Babasına ve kavmine demişti ki; Şu karşısında.durup taptı*ğınız heykeller nedir? Babalarımızı onlara tapar bulduk da onun için biz de onlara tapıyoruz dediler.[31]Ve dediler ki: Rabb'imiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdı*lar. [32]

Kur'anda bunun benzeri baba ve efendilerinin taklidini yeren ayet*ler çoktur. Taklidi iptal hususunda alimler bu ayetleri delil getirdiler. Bu ayetlerin müşrikler için gelmiş olması alimlerin taklidi iptal etmek için delil getirmelerine mani olmamıştır. Çünkü teşbih (benzerlik) birinin küfrü diğerinin imanı cihetinden meydana gelmemiştir. Aksine teşbih iki taklitçi arasında taklit edilen kişiyi, hüccetsiz taklit etmeleri cihetinden meydana gelmiştir. Bu mesele şuna benzer; Şayet bir adam, bir kişiyi taklit etse ve o taklit sebebiyle küfre girse, başka bir adam da birini taklit etse ve o sebeple günaha girse ve bir başkası da dünyevi bir meselesinde birini taklit etse, ve bu taklit sebebiyle hata etse, bu taklitçilerin her biri delilsiz olarak onları taklit ettiğinden dolayı kınanır ve ayıplanır.

Çünkü onların hepsi de taklittir, ve kişiler değişse de taklitlerin hepsi birbirine benzemektedir. Allah-u teala: 'Allah bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açık*lamadıkça onları saptıracak değildir. [33] buyurmuştur.

İbni Abdi'1-Ber, devamla şöyle diyor: 'Zikrettiğimiz bütün deliller*le taklit batıl olunca, teslim olunması gereken usullere teslim olmak vaciptir. Onlar da Kitap, sünnet ve manası Kitap ve sünnette bulunan icmaî delillerdir. Sonra İbni Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf, babası ve dedesi tariki ile rivayet ettiği hadiste Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) i şöyle derken işitmiştir: 'Ben ümmetime benden sonra üç amelden başka bir şey için korkmam,' buyuranca sahabeler onlar nelerdir ya Rasulellah? dediler. Rasulullah (saüaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Ümmetimin üzerine korktuğum, alimin yanılması, zalimin idareciliği ve ittiba edilen nefsi hevadır, [34] buyurdu. Bu hadisin senedi ile Rasulullah aleyhi ve seiiem) den şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Size sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmayacağınız iki şey bırakı-yorum. Onlar; Allah 'in Kitabı ve Rasulünün sünnetidir.[35]

Dört İmam Kendilerinin Taklitini Yasaklamıştır




Dört imam kendilerinin taklit edilmesini yasaklamıştır. Sözlerini delilsiz olarak alan kişileri de yermişlerdir. Beyhaki'nin naklettiğine göre, İmam Şafii bu hususta şöyle demiştir: 'Delilsiz ilim talep eden kimsenin misali, gece odun kesen oduncunun misali gibidir. İçerisinde zehirli bir yılan olan odun destesini sırtlar, derken yılan onu sokamaya başlar fakat o kimse bunun farkında değildir.'

İsmail b. Yahya el-Müzeni 'el-Muhtasar'ının mukaddimesinde şöy*le diyor: 'İşte bu muhtasar, istifade ve tetkik etmeyi dileyen kimseye onu gereği gibi yaklaştırabilmek için Şafii'nin ilminden ve görüş*lerinden ihtisar ettiğim kitaptır. Bununla beraber İmam, kendisinin ve gayrının taklidini yasaklamıştır. Dolayısıyla bu kitaba bakan ona dini için baksın ve kendi nefsi için de ihtiyatlı olsun. [57]

İmam Ebu Davud şöyle diyor: İmam Ahmed'i şöyle derken işittim: 'İttiba, kişinin Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) ve sahabeden gelen şeylere tabi olmasıdır. Sonra kişi tabiin arasında muhayyerdir. Bir keresinde de şöyle demişti: 'Ne beni ne Maliki ne Sevri'yi ne Evzai'yi taklit etme. Bîr insanın dininde kişileri taklit etmesi onun fıkhının azhğındandır.' Bişr b. el-Velid'in naklettiğine göre Ebu Yusuf şöyle demiştir: 'Nereden aldığımızı bilene kadar hiç kimseye bizim görüşü*müzle amel etmesi helal olmaz. [58]

İmam Malik de: 'Her kim İbrahim en-Nahai'nin sözünden dolayı Ömer (r) in sözünü terk ederse, o kimse tevbeye davet edilir' demiştir.

İbrahim'in çok gerisinde veya onun emsali bir kimsenin sözü için Allah-u tealanın ve Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve senem) in sözünü terk eden kimsenin hükmü ne olmalıdır?

Cafer el-Firyabi şöyle diyor: Bana, Ahmed b. İbrahim ed-Durki rivayet etti ve dedi ki bana, el-Heysem b. Cemil rivayet etti ve dedi ki İmam Malik'e 'Ya Eba Abdillah, bizim orada bir kısım insanlar var. Kitapları önlerine koyuyorlar, sonra içlerinden biri, falan falandan o da Ömer'den şunları rivayet etti, falan da İbrahim'den şunları rivayet etti diyorlar. Ömer'in sözünü terk edip İbrahim'in sözünü alıyorlar, dedim. Malik bana: 'Ömer'in sözü onlara göre sahih midir?' dedi. Ben: 'İbrahim'in sözü onlara göre nasıl bir rivayet ise Ömer'in sözü de onlara göre bir rivayettir' dedim. Malik: 'Onlar tevbeye davet edilirler' dedi. [59]


[23] İbni Abdi'1-Ber (1/109-123-Camiu Beyani'1-İlmi)

[24] Tevbe: 31

[25] Tevbe: 31

[26] Tirmizi(3095)

[27] Tevbe: 31

[28] Zuhruf: 23-24

[29] Zuhruf: 23-24

[30] Bakara: 166-167

[31] Enbiya: 52-53

[32] Ahzab: 67

[33] Tevbe: 115

[34] Darimi (Mukaddime)

[35] Malik (2/889) Ahmed (3/26) Ebu Davud (1905) İbni Mace (3074)

İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 15-18.

[57] el-Ümm Muhtasaru'l-Müzeni (S.l)

[58] İkazu'l-Himem(S:113)

[59] İbni Abdii-Ber, El-lntifa

İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 29-30.
 
Üst