Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tariku'l Hicreteyn Ve Babu's-saadeteyn Kitabından Dersler Ve Ibretler

E Çevrimdışı

ebuhasanelmakdisi

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
İnsanların Masiyet ve Günahlara Bakış Açısı



İrade ve arzuları sebebiyle hükümleri kendilerine uygulanan belâ ve musîbetler / günah ve masiyetler hakkında insanlar, bunların sebep ve sonuçlarına olan bakış açıları sebebiyle çok farklı görüşlere sahiptirler.

Bunları yedi görüşte / bakış açısında toplamak mümkündür:

1. Bakış Açısı


Sadece o masiyete ulaştıran vesileyi ve o günahtan gözetilen gayeyi müşahede etmektir ki; bu hayvanların müşahede tarzıdır.

Çünkü hayvanlar, ihtiyaçlarını giderme yolundan ve ihtiyaçlarını giderdikten sonra nefsin soğumasından başka hiçbir şeyi gözetmezler.

Bu tip insanların da bu konuda akılsız hayvanlardan pek bir farkları yoktur. Ne var ki bu insanlar, bu masiyetlere ulaşmak için daha dakik hilelere başvurmaktadırlar.

2. Bakış Açısı


Yukarda anlatılan müşahede tarzıyla beraber katıksız bir şekilde kaderin hükmünü ve bu hükmün kendisi için geçerli olduğunu düşünen insanların bakış açısıdır. Halbuki böyle bir müşahede şekli kesinlikle caiz değildir.

Bazen bu insanlar, bu bakış açısının hakkını vermeyi hakikatin ta kendisi olarak görürler. Bu bakış açısına hakkını vermek ise, insanın yapmış olduğu bütün fiillerini görmezlikten gelmesidir. Bu durumda insan, kendi fiillerini yapanın ve bu konuda kendisini harekete geçirenin başkası olduğunu düşünerek; hiçbir fiili kendi nefsine nisbet etmez ve hiçbir şekilde kendi nefsini kötü görmez. Aynı zamanda da hakikat ve tevhidin bu olduğunu iddia eder.

Hatta bazen bu insanlar daha ileri giderler ve:

"Her ne kadar ben O'nun emrine asi oluyorsam da, O'nun iradesine ve meşietine itaat ediyorum" derler.

Birinci bakış açısına sahip olanlar bunlardan daha çok selamete yakın ve bunlardan daha hayırlıdırlar. Bu bakış açısı, putlara ibadet eden müşriklerin bakış açılarının ta kendisidir. Ki onlar şöyle demişlerdi:

"Eğer Rahman dileseydi, (putlaştırıp) onlara tapmazdık." (Zuhrûf, 20)

"Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de babalarımız müşrik olmaz, (helâl) hiçbir şeyi de haram yapmazdık." (En'am, 148)

Onların bu tavırları hakkında başka bir âyette denir:

"Allah'ın size rızık verdiği şeylerden (Allah için fakirlere) harcayın" denildiği zaman o küfre sapanlar, inananlara: "Allah'ın dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedirecekmişiz?" dediler." (Yasin, 47)

İşte bu, Allah'a şirk koşup O'nun emirlerini reddedenlerin tavrıdır. Aynı şekilde iblis'inde Rabb'ine şöyle derken takındığı tavrın ta kendisidir bu:

"(İblis): "Ey Rabb'im, (cennetinden kovup lanetleyerek) beni azgınlığa ittiğin için, andolsun ki ben de onlara yeryüzünde (günahları) süsleyeceğim (hoş göstereceğim) ve onların hepsini muhakkak azdıracağım." (Hicr,39)

3. Bakış Açısı


Sadece kul ile kaim olan kesbi aklı müşahede eden ve bu aklın sadece kendisiyle kaim olduğunu ve kendi şahsından sudur ettiğini düşünen insanların bakış açısıdır. Bu insanlar, rabb'in meşietini ve O'nun kaderi hükmünün kendileri hakkında geçerli olduğunu, O'nun verdiği hükümlerde izzet sahibi olduğu ve emrinin geçerli olup kesinlikle yerine geleceğini müşahede etmemektedirler. Fakat bunlar, masiyet, günah ve işledikleri kötülükleri müşahede etmekle; Rabb'in ezeli kaderini ve geçerli olan meşietini müşahede edememektedirler.

Bunun sebebi iki şeyden biridir:

- Ya kalpleri kendi günahlarını, suçlarını ve yaptıkları fiillerini müşahede etmekle dolduğu için her iki hususu da görecek kadar geniş değildir. Ancak bununla beraber Rabb'in kaza ve kaderine, yaratıcısının meşieti olmadan kulun nefsi için her hangi bir şey yapamayacağına iman etmektedirler.

- Veya toptan kaza ve kaderi inkâr ederek, Rabb'in kul için bir şeyi takdir edip sonra da o şeyi yaptı diye kulu azarlamasından O'nu tenzih etmektedirler!

Birinci sebebe gelince; her ne kadar bu bakış açısı doğru ve faydalı olsada, kişi bundan dolayı kendi nefsini ayıplamaya ve günahları kendi nefsine nispet etmeye devam etse de, azaba ve cezaya müstahak olanın kendi nefsi olduğunu ve eğer kendisini cezalandıracak olursa Allah'ın adaletle davranmış olacağını itiraf etse de: ancak bu bakış açısının sahibi zayıf düşmüş ve nefsine mağlup olmuş, hatta nefsinin sultası altına girerek başarıdan mahrum kalmıştır. Çünkü bu kişi, Rabb'in "kaza"sında izzet sahibi olduğuna ve kevni emir ve meşietinin geçerli olduğuna; eğer dilerse kendisini koruyup muhafaza edebileceğine ve O'nun muhafaza ettiği kimselerden başka kimsenin korunamayacağına şehâdet etmemektedir.

Aynı şekilde bu kişi, kendisinin Allah'ın kaza ve kaderinin cereyan ettiği yer olduğuna, kaza ve kader hükümlerinin kendi irade ve arzuları zinciriyle kendisine sevk edildiği ve bu zincirin bir tarafının başkasının elinde olduğuna, o zincirle kendisini hem iyilik ve kurtuluşa, hem de bedbahtlık ve helâka sevk etmeye kadir olanın Allah olduğuna şehâdet etmemektedir.

İşte bu bakış açısının sahibi, bu şekilde şehâdette bulunmadığı, masiyet ve kendi kesbi olan fiillerini müşahede etme kalbine galip geldiği için; tevhidin hakkını verememiş ve rabb'ine hakkıyla sığınıp O'na boyun eğememiştir. Bundan dolayı da peygamber efendimizin şu sözünün sırrına vâkıf olamamıştır:

"Allahım! Senin gazabından rızana sığınıyor, azabından affına iltica ediyor ve senden yine sana sığınıyorum."

Bu şekilde kaza ve kaderi inkâr eden kimse, tevhide şehâdet etmekten alıkonulmuş, ilahi hikmeti müşahede etmekten engellenmiş ve tamamiyle kendi nefsine havale edilmiş bir kimsedir.

Aynı şekilde bu kimse, Rabb Teâlâ'nın kaza ve kader de tecelli eden izzetini, meşietinin kemâlini, hikmetinin her şeyde geçerli olduğunu müşahede edememiştir.

Yine böyle olan birisi, kendi acizliğini, muhtaç olduğunu ve Allah'tan başka kendisine basan verecek bir kimsenin olmadığını; Allah'ın kendisine yardım etmemesi takdirinde perişan olacağını ve Allah'ın kendisinde doğru olana azmetme hissini yaratıp onu doğru yola iletmemesi durumunda doğru yoldan alıkonulmuş olacağını hiç mi hiç düşünmez.

Böyle bir kimse ile Allah arasındaki perde oldukça kalındır. Çünkü Allah'a karşı iddiada bulunmaktan daha kalın bir perde ve devamlı Allah'a ihtiyaç hissedip O'na yönetmekten -O'na giden- daha yakın bir yol yoktur.

4. Bakış Açısı


Bu bakış açısının sahibi olanlar, yaratıcının sadece Rabb Teâlâ olduğuna, O'nun meşietinin geçerli olduğuna ve bütün varlıkların O'nun meşietine bağlı olduklarına, bütün mahlukatın, O'nun ezeli ilminde olduğu ve kaleminin yazdığı şekilde meydana geldiğine şehâdet etmektedirler.

Bununla beraber Allah'ın emir ve yasaklarını, mükâfat ve azabını da müşahede etmektedirler. Bundan dolayı bunlar, ahrette insana verilecek olan karşılığın insanın amellerine bağlı olduğuna ve hem şeriatın gereği hem de kader ve hikmetin icabı olarak sebep kabul edilen şeylerin sonuçlarını gerektirip doğurması gibi; insanların amellerinin de bu karşılığı / mükâfat veya azabı gerektirdiğine inanmaktadırlar.

Bunların, Rabb'ın birliğini, yaratanın sadece O olduğunu, O'nun meşietinin geçerli olduğunu ve kaza ile kaderinin her şeyde tecelli ettiğini müşahede etmeleri; onlar için Allah'a sığınma kapısını, devamlı O'na iltica etme yolunu ve O'na ihtiyaç hissetme duygusunu açar. Bu da onları kulluk eşiğine yaklaştırır ve fakir, âciz, miskin, kendisi için hiçbir zarara, faydaya, ölüme, hayata ve tekrar dirilmeye malik olmayan birisi olarak O'nun kapısına atar.

Aynı şekilde bunların Allah'ın emir ve yasaklarını, mükâfat ve azabını müşahede etmeleri; onların hamdetmelerini, paçaları sıvamalarını, emirleri yerine getirmek için bütün güçlerini kullanmalarını, kendi nefislerini azarlamalarını ve kusurlu olduklarını itiraf etmelerini gerektirmektedir.

Böylece bunların Allah'a olan yolculukları, Allah'ın izzetini, hikmetini, kâmil olan kudretini, ezeli ilmini ve büyük olan minnetini müşahede etmekle; kusur ve kötülüklerin kendilerinden meydana geldiğini, sedece nefislerinin ayıplarını ve amellerini gözetlemelerini gerektiğini müşahede etmek arasında devam etmektedir.

İşte muvaffak olan, Allah'ın yardım ve lütfuna mazhar olan, kulluk makamında durması için yaratılan ve Allah'ın muvaffak etmeyi garantilediği kullar bunlardır.

İşte bu bakış açısı, peygamberlerin bakış açısıdır. Bu, insanların babası olan Adem (a. s.)'in bakış açısıdır ki o şöyle diyor:

"Ey Rabbimiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz, ziyana uğrayanlardan oluruz." (A'raf, 23)

Bu, Rasullerin ilki olan Nuh (a.s.)'un müşahede tarzıdırki şöyle demiştir o:

"Ey Rabbim, bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ziyana uğrayanlardan olurum." (Hud, 47)

Ve bu, haniflerin imamı ve peygamberlerin (sallallahu aleyhi ve sellem) şeyhi/ önderi olan İbrahim (a.s.)ın bakış açısıdır. O şöyle diyor:

"O (Rabb) ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren , bana içiren O'dur hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan O'dur. Ceza günü hatamı, bana bağışlamasını umduğum da O'dur." (Şuara, 78-82)

Dua ederken de şöyle sesleniyor o:

"Ey Rabbim, bu şehri emniyetli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut." (İbrahim, 35)

O yüce peygamber (a.s.) biliyordu ki, kul ile şirk ve putlara tapmak arasında engel olan sadece Allah'tır. O'ndan başka rabb yoktur. Bundan dolayı da Allah'dan, kendisini ve oğullarını putlara tapmaktan uzak tutmasını istedi..

Mûsâ (a.s.)'ın da bakış açısı bu şekildedir. Zira o Rabbine hitap ederken şöyle diyordu:

"İçimizdeki bir takım akılsızlar yüzünden bizi helak mı edeceksin? Bu, senin imtihanından başka (bir şey) değildir; onunla dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim velimizsin, artık bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın." (A'raf, 155)

Burada Mûsâ (a.s.), Rabb Teâlâ'nın birliğine, yaratanın ve hüküm / hâkimiyet sahibi olanın sadece O olduğuna; direkt olarak şirk fiilini yapanların akılsızlar/ beyinsizler olduğuna şehâdet etmektedir. Böylece O, Rabb Teâlâ'nın izzetine ve otoritesine sığınıp O'na yalvarmakta; günah ise, onu işleyen suçlulara nispet etmektedir.

Nitekim başka bir âyeti kerimede şöyle demektedir o:

"Ey Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim, beni bağışla." (Kasas, 16)

Bu duasına karşılık Rabbi şöyle buyurdu:

"Bunun üzerine (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Kasas, 16)

Aynı şekilde bu, şöyle diyen Zûnnün (balık sahibi yunus) (a.s.)ın bakış açısıdır:

"Senden başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur, seni (noksanlıklardan) tenzih ederim. Doğrusu ben (bu hareketimle) kendisine zulmedenlerden oldum." (Enbiya, 87)

Bu şekilde yunus (a.s.), Rabbini birleyerek O'nu her türlü ayıptan / noksanlıktan tenzih etmiş; zulmetmeyi kendi nefsine nispet etmiştir.


Ve yine bu, en büyük istiğfar duasının sahibi olan Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın müşahede tarzıdır ki dua ederken şöyle diyor o:

"Allahım! Sen benim Rabbimsin. Senden başka ibadete layık hiçbir ilâh yoktur. Sen beni yarattın ve ben senin kulunum. Gücüm yettiği nispette senin ahdin ve va'din üzereyim. Yaptığım şeylerin şerrinden sana sığınıyorum. Senin üzerimde bulunan nimetlerinle ve işlediğim günahlarımla sana dönüyorum, beni bağışla. Şüphesiz ki senden başka günahları bağışlayacak yoktur."

Bu duasıyla o yüce peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):

Allah sübhânehû'nun tek başına yaratıcı olduğunu, O'nun meşietinin her şeyi kapsayıcı ve her şeyde geçerli olduğunu içeren "rububiyet" tevhidini;

Allah'ı sevmeyi, ortak koşmaksızın sadece O'na ibadet / kulluk etmeyi içeren "ulûhiyet" tevhidini ve her yönden Allah'a muhtaç olmayı içeren "ubudiyet / kulluk" makamını ikrar etmektedir.

Bunları itiraf ettikten sonra:

"Senin ahdin ve va'din üzereyim" demektedir ki; "bu O'nun şeriatına, emirlerine ve dinine uymayı içermektedir."

İşte Allah'ın kullarından aldığı ahid / söz de budur. Aynı şekilde bu söz, Allah'ın insanlara vereceği mükâfattan ibaret olan va'dini de tasdik etmeyi içermektedir.

Böylece bu söz, hem Allah'ın emirlerine uymayı, hemde hesaba çekilmeye iman etmeyi içermektedir.

Daha sonra o yüce peygamber, Allah'a yaraşır bir şekilde kulun bu makamın hakkını hakkıyla veremeyeceğini bildiğinden dolayı bunu kendi gücüyle kayıtlayarak şöyle dedi:

"Gücümün yettiği nispette..."

Bundan sonra da iki şehâdette bulundu ki bunlar, Allah'ın kudret ve kuvveti ile kulun kusurlu olmasıdır. Bunu ifade için şöyle dedi:

"Yaptığım şeylerin şerrinden sana sığınıyorum."

Daha sonra bütün nimetleri, onları karşılıksız olarak verene nispet ederek; günahı kendi nefsine ve amellerine nispet etti. Bunun ifadesi olarak şöyle dedi:

"...Senin üzerimde bulunan nimetlerinle ve işlediğim günahlarımla sana dönüyorum."

Yani:

"Hamde mahsus ve şükre lâyık olan sadece sensin. Bütün övgüler sana mahsustur. Bütün iyilikler senindir. Bütün nimetler sendendir. Günahkâr ve kötü olan, aynı zamanda günahını itiraf ve hatasını ikrar eden benim."

Nitekim ariflerden bazıları şöyle demektedirler:

"Arif olan kimse, Allah'a olan minnettarlığını müşahede etmekle birlikte; kendi nefsinin ayıplarını ve amellerini gözetlemekle yoluna devam eder."

Allah'a olan minnettarlığını müşahede etmekle, Rabbini sever, O'na hamdeder ve O'nu över; kendi nefsinin ayıplarını ve kendisinin amellerini gözetlemekle de, Rabbine boyun eğip O'na yalvarır ve tevbe edip devamlı bir şekilde O'ndan kendisini bağışlamasını ister.

Bütün bunlar dua edenin kalbinde yerleştiği ve tüm bu vesilelerle Allah' a yöneldiği anda son olarak şöyle dedi:

"Beni bağışla. Şüphesiz ki senden başka günahları bağışlayacak yoktur

5. Bakış Açısı


Bunlardan birinci kısımda bulunanlar, düşmanın (şeytanın) kendisine musallat edildiğini, onun kendisini bozmaya çalıştığını; arzular zincirini ve onların şehvet yularıyla kendisini dizginlendiğini müşahede edenlerdendir.

Bunlar, düşmanın ve arzuların elinde esir olarak bulunmakta ve bunlar tarafından boyunlarının vurulması için götürülmekteler.

Bununla beraber bunlar, Rableri, yardımcıları ve velileri olan Allah'a bakmakta; kurtuluşlarının O'nun elinde olduğunu, şayet O dilerse düşmanlarını kovabileceğini ve düşmanın elinden kendilerini kurtarabileceğini bilmektedirler.

Her ne zaman düşmanları O'nları sürükler ve arzuların yularıyla onları dizginlemek isterse, onlar kendilerinin velileri ve yardımcıları olan Allah'a daha çok bakıyor, O'nun önünde boyun eğip O'na daha çok yalvarıyorlar. Düşmanları, onların O'nun kapısından uzaklaşıp gurbette kalmalarını her istediğinde; onlar Allah'ın şefkatini, iyilik ve ihsanını, cömertlik ve keremini, zenginlik ve kudretini, yumuşaklık ve merhametini hatırlarlar.

Böylece onların kalplerinde bulunan iyilik faktörleri, onların kendilerini Allah'ın kapısına atmakta Allah'a kaçmalarını gerektirir. Aynen elleri boynuna bağlanmış ve boynunun vurulması için öne geçirilmiş, kendisi de öldürülmek için teslimiyet göstermiş bir köle gibi; böyle bir durumda olan bu köle, birden kendi efendisini önünde görüyor ve O'nun şefkatini, merhametini hatırlayarak gördüğü bir açıklıktan O'na doğru birden sıçrıyor ve kendi boynunu O'nun önünde uzatarak şöyle yalvarıyor:

"Ben senin kulun kölenim! İşte perçemim senin elindedir. Senden başka bu düşmandan beni kurtarabilecek hiç kimsem yoktur. Ben mağlup oldum, sen bana yardım et."

İşte bu bakış açısının menfaati çok büyüktür. Bunun altında, vasıflanamayacak kadar çok kulluk sırları mevcuttur

6. Bakış Açısı


Bunun üstünde, bundan daha büyük, daha yüce ve daha özel bir bakış açısı daha vardır ki, ifade edilmesi çok zor olup; ancak kendisine işaret edilebilir. Bunu zihne biraz yaklaştırmak için bir örnek verelim ki, o örneğe bakarak bunu anlayabilesin:

Efendisi tarafından yakalanarak boynunun vurulması için öne geçirilmiş bir köle...

Efendisi, onun iplerini sağlam bir şekilde bağlamış ve gözlerini de iyice bağlamış; kendi elleriyle onun boynunu vurmak üzeredir. Köle yakinen biliyor ki, efendisinin kabzasında bulunmakta ve başkası değil efendisi kendisini öldürecektir. Bununla beraber efendisinin kendisine olan iyiliklerini, şefkatini, merhametini, cömertlik ve keremini de çok iyi bilmektedir. Bundan dolayı da efendisinin vasıflarını vesile ederek O'na yalvarmaktadır. Bu durumda iken bütün bağlarını unutmuş ve efendisinden başka her şeyden ilişkisi kopmuştur. Hatta efendisinin gazaplanmasına sebep olan düşmanını bile hatırlamaz olmuştur. Sadece efendisine ve onun kabzasında bulunduğuna bakmakta, onun ne yapacağını düşünmektedir...

Bununla beraber O'ndan, O'nun şefkatinin, iyiliğinin ve kereminin gereğini yapmasını beklemektedir...

Bundan önceki örnek, düşmanı tarafından yakalanan ve öldürülmek istenen bir kölenin örneğiydi. Bu köle, düşmanın kendisine ne kadar yakın olduğunu müşahede ediyor ve efendisinden yardım istiyordu. Efendiside ona merhamet edip yardım ediyordu...

Fakat bu ikinci örnekteki köle için gerçekleşen garip şeyler, birincisi için gerçekleşenlerin çok üstünde şeylerdir. Zira bu köle, sevgilisi / mahbubu tarafından yakalanmış, boğulmak istenen bir kimse konumundadır. Ve o, mahbubunun kendisini boğması dışında hiçbir şeyi müşahede edemeyerek şöyle feryat ediyor:

"Beni boğarak öldür! Zira kalbimin seni sevdiğini biliyorsun ya, bu bana yeter."

Bu örnekte yeterli bir işaret bulunmaktadır. Zira Allah'la arasındaki perde kalın olan ve tabiatı katı olan kimseler için, örnekler getirmeyi bir tarafa bırakalım açıkça ifade etmek bile hiçbir fayda sağlamaz.

Kendisine dayanılan ve kendisinden yardım istenilecek olan sadece Allah'tır. Güç ve kuvvet ancak O'nunla mümkün olur.


7. Bakış Açısı


Bu da Allah'ın hikmetini müşahede etmektir.

Bu müşahede seviyesine çıkan kul, Allah'ın kendisiyle günahları baş başa bırakması, kendisini onları yapmaya güç yetirecek bir halde yaratması ve günah yollarını kendisi için hazırlamasındaki hikmetini görür. Zira eğer Allah dileseydi, onu günahlardan korur ve onunla günahlar arasında engel olabilirdi. Fakat Allah, hepsini Allah'tan başka hiç kimsenin yapamayacağı çok büyük hikmetlerden dolayı onunla günahları baş başa bıraktı.



Tariku'l Hicreteyn ve Babu's-Saadeteyn(İbni Kayyim el-Cevziyye el-Hanbeli )
 
Üst Ana Sayfa Alt