Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Tasavvuf, Müslümanların Tevhid Inancını Bozmuştur

Hilafet Sancağı Çevrimdışı

Hilafet Sancağı

İyi Bilinen Üye
İslam-TR Üyesi
Bu yazımızda tasavvufun doğuşu, sebepleri, tanımları, meseleleri, meşhurları, kitapları ve tarikatları üzerinde durmayacağız. Sadece müslümanlara ne sağladığı, neler getirip götürdüğü konusu üzerinde durmak istiyoruz. Sonuçları bakımından tasavvufa baktığımız zaman müslümanlara aşağıda sıraladığımız olumsuz sonuçları kazandırdığını görüyoruz:.


A - TASAVVUF, MÜSLÜMANLARIN TEVHID İNANCINI BOZMUŞTUR

Bilindiği gibi tevhid islam'ın belkemiği ve özüdür. Zatı ve sıfatları bakımından yüce Allah'ın yaratıklarından tamamen ayrı ve farklı olması demektir. Uluhiyet, rububiyet ve hakimiyette ona başka bir şeyin ortak ve benzer olmaması demektir, ibadet ve itaatte ona ortak koşulmaması demektir. Yüce Allah'ın herhangi bir kişi yahut varlıkla ittihad etmekten ve herhangi bir varlığa hulul etmekten münezzeh olması demektir. Eş ve oğul edinmekten münezzeh olması demektir. Cahiliyye Araplarının, Hıristiyan ve Yahudilerin Allah'a isnad ettikleri her türlü evlat, eş ve ortaklıktan uzak olması demektir.

İslam'ın tarihin çöplüğüne gömdüğü bütün şirk anlayışlarını, hulul ve ittihad inançlarını tasavvufun tekrar dirilttiğini ve müslümanlara tevhidin özü ve zirvesi olarak sunduğunu görüyoruz. Tasavvuf; vahdeti vücut, vahdeti şuhud, hulul (Allah'ın eşya ile bütünleşmesi) ve ittihad (Allah ile eşyanın bir olması) inançlarını diriltip dini boya ile boyadıktan sonra orijinal bir inanç olarak müslümanlara sunmuştur.

Hint dinleri, Yahudilik, Hıristiyanlık, zerdüştlük ve yeni eflatunculuk inançlarına islami bir boya vurarak müslümanlara tevhidin zirvesi ve mükemmeli olarak takdim etmiştir. Bu inancın pazarlayıcıları da ibn el-Farıd, ibn Arabi, Hallaç, Ebu Yezid el-Bistami, Abdulkerim el-Cilli ve onların izinden gidenlerdir. Bazı örnekler görelim: ibn el-Farıd şöyle diyor:

"Bana bakanlara tecelli ederek varlığını gösterdi. Görünen her varlıkta onu bir surette görürüm, ilahi zat açığa çıkıp göründüğü anda gaybim bana gösterildi ve kendimin ondan başka olmadığımı gördüm. Mahv'dan sonra sahv'da ondan başkası değildim. Zatım zatıma bürün-düğü zaman tecelli eden yine zatımdı.

İkilik olmadığından, sıfatım onun sıfatı ve şekli benim şeklimdir, çünkü biz biriz.
O çağrılınca cevap veren benim, ben çağrılırsak, beni çağırana o karşılık ve cevap verir. Aramızda muhatap tâ'sı (sen, ben) kaldırılmıştır, yüceliğim, fark ayrılığının kaldırılmasındadır.
Hiç bir felek yoktur ki irademle hidayete eriştiren ve batınımın nurundan olan bir melek ihtiva etmesin.

Ben olmasaydım ne varlık olur, ne şahit olur, ne de bir kimse söz ve ahit üstlenmiş olurdu.
Hayatı hayatımdan olmayan hiç bir canlı yoktur, her nefis benim isteğimi ister. Yapılan hac, umre ve diğer ibadetlerle altı yön bana yönelmiştir, makamda kıldığım namaz onun içindir ve orada onun bana namaz kıldığına şehadet ederim.

İkimiz de namaz kılıyoruz, her secdesinde birimiz cem' ile diğerinin hakikatine secde etmektedir. Başkası sana namaz kılmış değildir, her secde edişimde de başkasına namaz kılmış değilim." [1]

Tevhid inancı bozulmamış ve dini, kişilerin hatırı için feda etmeyen mümin bir insan acaba bu sözlerden İbn el-Farıd'ın Allah ile bir olduğu, onunla bütünleştiği ve görünen ibn el-Farıd'ın Allah'tan başka bir şey olmadığından başka acaba ne anlar?

Şimdi de Muhyiddin ibn Arabi'ye bakalım.

"Onlar kendisi olduğu halde, eşyayı açığa çıkaran münezzeh olsun." [2]

"Arif, hakkı (Allah'ı) her şeyde gören, belki her şeyin kendisi olarak görendir." [3]

"Her şeyin haddi (tarifi) aynı zamanda Hakkın tarifidir. Yaratıkların ve eserlerin müsemmalarında sirayet etmiştir. Gören de, görülen de odur. Alem onun suretidir. Alemin ruhu ve yöneticisi de odur. O, büyük insandır."[4]

"O ortaya çıkanların kendisidir. Ortaya çıktığı durumda gizli olanların da kendisidir. Ortada başkasının gördüğü başka bir şey yoktur. Kendisinden bâtın olacak bir şey de yoktur. O kendisine zahir ve kendisinden gizlidir. Ebu Said el-Harraz diye adlandırılan da odur. Görülen ve isimlendirilen başka varlıklar da odur."[5]

"Hakkın, yaratıkların sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyor musun? Bunu kendisi belirtmiştir. Noksanlık ve kötülük sıfatlarıyla ortaya çıktığını da kendisi ifade etmiştir. Yaratıkların da başından sonuna kadar hakkın sıfatlarıyla ortaya çıktığını görmüyor musun? Yaratıkların sıfatları onun için hak olduğu gibi, onun sıfatları da yaratıklar için haktır."[6]

"Kâmil arif, tapılan her şeyin hakkın açığa çıktığı ve kendisinde hakka ibadet edildiğini görendir. Onun için tapılan bu tanrılara taş, ağaç, hayvan, insan, yıldız, melek gibi özel ismi yanında tapanlar onlara ilah adını vermişlerdir."[7]

"Varlığımız onun varlığıdır. Varlığımız açısından biz ona muhtaç, nefsinde zuhuru için o bize muhtaçtır... Sen ahkamla onun gıdası, o da varlıkla senin gıdandır. Senin özelliğin ne ise onun özelliği odur. Emir ondan sana olduğu gibi, senden de onadır. Ne var ki sen mükellef diye adlandırılıyorsun. Gerçi halinle sen ona 'Beni mükellef kıl' dediğin için seni mükellef kılmıştır. Ama o mükellef diye isimlendirilmez. O bana hamleder, ben ona hamlederim, o bana ibadet eder, ben ona ibadet ederim." [8]

İbn Arabi'nin bu sözlerini tevhid inancı ile bağdaştığını herhalde hiç bir muvahhid söyleyemez. Bunun örnekleri burada sayılayamayacak kadar çoktur, isterseniz onun değerlendirmesini de tasavvuf felsefesi uzmanlarından Dr. Abdulkadir Mahmud'dan dinleyelim:

"Bu şekilde vahdeti vücut nazariyesi bizi dünyadan yok olma, diriliş ve amellerin karşılığı konularında İslam'ın kesin prensiplerini inkar etmeğe götürür" [9].

Şüphe yok ki vahdeti vücut nazariyesinin mantığı İslam dinini tümden yıktığı gibi, semavi bütün dinleri ve uluhiyetin ayırıcı özelliklerini de yıkmaktadır. Bu bakımdan Dr. Ebu'l-Ala Afifi'nin “ibn Arabi, şeriatın zahirinin enkazı üzerine ruhaniyette daha derin ve daha çok tatmin eden bir din bina etmek için yıkmaktadır” (Fususi'l-Hikem, 'Giriş', s. 43) sözlerine katılmıyoruz."[10]

İbn Arabi'nin sarihlerinden olup vahdeti vücut nazariyesinin felsefesini yaparak şirk bataklığına daha çok batıran Abdulkerim el-Cili'den de örnekler verelim:

"Zatı itibariyye yüce olan Hak'kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, âlemin zerrelerinde açığa çıkmış(zahir olmuş)tur." [11]

"İki alemde de mülk benimdir. İkisinde de benden başkasını görmedim. Onun ya iyiliğini umarım yahut ondan korkarım. Kemalin her türlüsüne sahibim ve Küllün büyüklüğünün cemaliyim, ben ondan başkası değilim." [12]

"Gördüğün ne kadar maden, bitki, hayvan ve seciyeleriyle insan, gördüğün ne kadar deniz, çöl, ağaç veya yüksek bina, gördüğün ne kadar manevi suret ve göze hoş gelen güzel manzara, gördüğün ne kadar melek şekli ve manası iblis olan görünüm, gördüğün ne kadar beşeri bir şehvet ve elde edilen birhak, gördüğün ne kadar arş, kuşatıcısı, kürsüsü, yüce refref, işte onlar hepsi benim, hepsi benim manzaram (görünüşüm)dür. Onun hakikatinde teceli eden benim, o değildir. Halkın rabbi ve efendisi benim. Bütün alem isim, zatım ise müsemmasıdır."[13]

"Allah, Muhammed'in nefsini kendi zatından yarattığı -ki Allah'ın zatı iki zıttı bulundurmaktadır- zaman hidayet, nur ve güzellik, sıfatları bakımında melekleri Muhammed'in nefsinden yarattığı gibi, zulmet ve celal sıfatlarıy bakımından iblis ve tabilerini de Muhammed'in nefsinden yarattı."[14]

"Bil ki varlık ve yokluk iki karşıttır ve uluhiyet feleği ikisini kuşatır. Çünkü uluhiyet eski-yeni, hak-halk, varlık-yokluk gibi iki zıttı birlikte bulundurur..."[15]

Bir de Bayezid (Ebu Yezid) el-Bistami'den bazı örnekler verelim: "Allah'tan Allah'a çıktım. Nihayet bende 'Ey ben sen olan' diye seslendi."[16]"Sübhani (noksanlık sıfatlarından münezzehim), mâ a'zame şe'nî (şanım ne yücedir)!" [17]

"Çadırımı Arş'ın yanına kurdum."[18]"Allah'ım! Senin bana itaatin benim sana itaatimden daha büyüktür."[19]
"Allah'a yemin ederim ki sancağım Muhammed'in sancağından daha büyüktür. Nurdan olan sancağamın altında cinler, insanlar ve peygamberler bulunmaktadır."[20]
"Beni bir defa görmen, rabbini bin defa görmenden hayırlıdır."[21]"Öyle bir denize daldım ki, peygamberler onun sahilinde kalmışlardı."[22]

Aynı inançları bu meşhurların izleyicileri olarak Sadreddin Konevi, Celaleddin er-Rumi, Yunus Emre, Şair Cami, Nazmi Efendi, ibn Sebîn, Tilimsani, Şebusteri, Zinnun el-Mısrî,Kaygusuz Abdal, Seyyid Hüseyin Nasr ve Rene Guenon gibi muhtediler devam ettirmişlerdir.[23]

[1] Bkz.: Ibn el-Farid, Divanu ibn el-Farıd, Talyye Kasidesi", Kahire, 1341 h.

[2] Muhyiddin Ibn Arabi, Fütuhatı Mekkiyye, 2/604.

[3] Muhyiddin Ibn Arabi, Fususu'l-Hikem, Bali Şerhi, 374, Kaşani Şerhi, 1/192, thk. Dr. Ebu'l-Ala Afifi.

[4] Fususu'l-Hikem, 111, el-Halebi baskısı. [5] Fususu'l-Hikem, 77, el-Halebi baskısı.

[6] Ftısusu'l-Hikem, 80, el-Halebi baskısı.

[7] Fususu'l-Hikem, 1/195, Afifi neşri. Ibn Arabi'nin islam dışı bilgi kaynakları hakkında bilgi için bkz.: Dr. Ebu'l-Ala Afifi, Muhyiddin Arabi'nin Tasavvuf Felsefesi, Çev. Dr. Mehmed Dağ, AÜlF Yay., No. 127.

[8]Fususu'l-Hikem, 1/83.

[9] Dr. Abdulkadir Mahmud, el-Felsefetu'l-Sufiyye fi'l-islam, 511, Daru'l-Fikri'l-Arabi, Kahire.

[10] Dr. Abdulkadir Mahmud, a. g. e., s. 515.

[11] Abdulkerim el-Cîlî, el-lnsanu'l-Kamil fi Marifeti'l-Evahir ve'l-Evail, 2/83, hicri 1293.

[12] Abdulkerim el-Cîlî, a. g. e., 1/22.

[13] A. g. e., 1/22 [14] A. g. e., 2/41. [15] A. g. e., 3/27.

[16] Dr. Abdurrahman Bedevi, Şatahatu's-Sufiyye, 28-32; Feriduddin Attar, Tezkiretu'l-Evliya, 1/160, Neşr. Nicholson, 1905-1907.

[17] Dr. Abdurrahman Bedevi, a. g. e., s. 30.

[18] A. g. e., 29. [19]A. g. e., 30. [20]Aynı yerde. [21]Aynı yerde.

[22]A. g. e., 31. "Bunlar 'safahattır, dolayısıyla sahipleri sorumlu olmaz." gibi bir savunma geçerli değildir. Çünkü her şeyden önce din insanlara akıllı olmayı ve akıllarını kullanmayı öğretmektedir, deli olmayı değil. Diğer taraftan bu şatahat sahiplerinin güya akılları başlarına geldikten sonra da şatahatları üzerinde ısrar ettikleri ve o sözlerden vazgeçmedikleri bir gerçektir. Safahatından tevbe edip söylediği din dışı şeylerden istiğfar eden hiç bir tasavvufçu gösterilmemektedir. Aksine, şatahatları üzerine ısrar ettiklerini kendi kaynaklan söylemektedir. "Kemal ehlinin en basit hali şathdır. Çünkü onlatın hangi manalar içerdiğini biliyorlar." Bkz.: ibn Haldun, Mukaddime, 333; Şifau's-Sail H Tehzibi'l-Mesail, 84-86; Kadı lyaz, eş-Şifa, 4/538-544; ez-Zebidi, Şerhu Ihyai Ulumid-din, 8/139; Ebu Talib el-Mekki, Kutu'l-Kulub, 1/267; Ebu Nasr es-Serrac et-Tusi, el-Luma, 454-461.

[23]Bunlardan alıntılar ve örnekler için bkz.: Celaleddin Vatandaş, Tevhid ve Değişim, 227-242, Pınar Yay., İst.-1992; Zubeyr Yetik, insanlığın Yüceliği ve Guenoniyon Batınîlik, değişik bölümler, Fikir Yay,, lst-1992

Abdullah Tekin

www.tevhidnesli.de sitesinden alıntıdır
 
G Çevrimdışı

gülnisa

Aktif Üye
İslam-TR Üyesi
Tasavvuf hem içerik hem de lenguistik olarak İslama yabancı bir kavramdır ve bunun İslamda yeri yoktur; İslamda Zühd vardır.

Bakara Suresi 79. Ayette Rabbimiz (mealen) şöyle buyuruyor:

Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!
 
Üst Ana Sayfa Alt