Neler yeni
İslami Forum, Dini Forum, islami site, islami sohbet, radyo, islami bilgiler

İslam-tr.org'a hoş geldiniz! Hemen üye olun ve kendi konularınızı, düşüncelerinizi paylaşarak bu platforma katılın. Oturum açtıktan sonra, İslam dini, tarih ve güncel konularla ilgili paylaşımlarda bulunabilirsiniz.

Televizyon Ve Sinema

İ Çevrimdışı

İbn Muhammed

الله اكبر و العزة الله
İslam-TR Üyesi
بسم الله الرحمن الرحيم

Allah’a hamd, Rasûlüne salât ve selam olsun. Malum olduğu üzere televizyon metal, cam ve plastikten müteşekkil, kedisine ait hususiyetleri olan bir cihazdır. Böyle bir cihaz haddi zatında haram olmaz. Zira eşyada asıl olan helal olmasıdır. Televizyon kullanımında haram ve helal hükmü cihazın bizzat kendisine değil kullanım alanları üzerine bina edilir. Televizyon hangi maksatlarda kullanılıyorsa ona göre hüküm alır. Örneğin din-i Mübin’in yasakladığı programlara bakmak caiz değildir. Ama Şer’î bir devletin hükmü altında yayın yapan televizyonlara bakmak, pek tabii ki caizdir.

Allah (azze ve celle)’nin hükümlerinin tatbik edilmediği laik ve demokratik sistemlerde her türlü dinsizlik, sapkınlık ve ahlaksızlığın serbest olduğu böyle sistemlerin televizyonlar hususunda haram ve helal anlayışı kesinlikle hâkim değildir. Dolayısıyla Allah (azze ve celle)’nin kitabının hâkim olmadığı devletlerin izin verdiği televizyonlar İslami açıdan Allah’ın Kuran’da haram kıldığı birçok amel ve sözleri yayınlamakta yarış halindedir. Sinemalar, diziler ve daha birçok programların içinde alabildiğine fuhşiyat ve münkerat doludur. Bu şekilde sabahleyin düğmesine bastığınız andan itibaren müzik, açık ve saçıklığın kendisini gösterdiği televizyon programlarına bakmak kesinlikle caiz değil haramdır.

Dinine bağlı Müslümanlar içerisinde birçok günahların bulunduğu televizyon izleyeceği yerde, dünyaya geliş gayesini düşünmeli ve bu gaye doğrultusunda ameller yapmalıdırlar. Allah (azze ve celle) şöyle buyurur. “Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi?” (Fâtır, 37)

Ayrıca Allah-u Teâlâ batıl ve gereksiz sözlerle karşı karşıya gelen Müslümanın tavrını şöyle beyan eder: “Onlar yalana tanıklık etmezler/yalan söze kulak vermezler. Boş lakırdıya rastladıklarında soylu bir tavırla geçip giderler. (Furkan, 72)

Özellikle Türkiye’de yayını yapılan diziler, filmler, vb… insanlarda var olan örfi İslâm ve namus anlayışını baltalamak için iğrenç konular ve karelerle seyircilerinin karşısına çıkmaktadırlar.“İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmî delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.” (Lukman, 6)

Takriben iki yüzyıldan beri kanları malları ve izzetleri hedef haline gelen Müslümanların münkeratın yoğun bir şekilde yayınlandığı televizyon programlarını izleyecek vakitleri yoktur. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi insanların çoğu boş vakit hususunda gaflet içindedir. Allah (azze ve celle) Mü’minlerin özelliklerinden bahsederken şöyle der: “Onlar ki, boş işlerden yüz çevirirler.”

Dolayısıyla dini olarak münkerâtın tümüyle yayınlandığı; açıklığın, saçıklığın, müstehcenliğin, hatta yer yer küfür içerikli söz ve davranışlar olduğu televizyonları izlemek kesinlikle caiz değildir.

Türkiye Cumhuriyeti laik bir nizamdır. Dinle uzaktan yakından alakası olmadığı gibi özellikle kuruluş itibarıyla İslâm dinine harp açmış bir sistemdir.

Birazcık yakın tarihin gerçeklerinden haberdar olan herkes şunu çok iyi bilir ki; Türkiye Cumhuriyetini kuranlar Müslüman halkı dinsiz bir toplum haline getirmek için âlimleri, kadıları, müftüleri asmışlar, camilerimizi ahır haline getirmişler, İslam dinine âit bütün hususiyetleri yok etmeye çalışmışlardır. Bunun devamı mahiyetinde özellikle altmışlı, yetmişli ve seksenli yıllarda komünist solcu artistler Türk sinemalarıyla halkın karşısına çıkmışlardır. Bunlar açıkça din karşıtı söylemler ve eylemlerle otuz kırk sene boyunca topluma örnek model olmaya çalıştılar. Şu günümüze gelene kadar solcu, komünist, ateist, alevi ve masonların ellerinde bulundurdukları medya yayın ve basın organları vesilesiyle diziler ve sinemalar vizyona sokulmaktadır. Bu din düşmanı taife, tabiî olarak kendilerine ait televizyonları izleyenlere fikir ve inançlarını empoze ederken, dini motiflere dolaylı veya dolaysız hakaret etmeyi, onları küçümsemeyi ve alay konusu etmeyi ihmal etmemişlerdir.

İnançlı Müslümanlar, her fırsatta din aleyhtarı programlarla arz-ı endam eden oyuncuları, artist ve sunucuları izlemekle şahsiyet, gayret, onur ve izzetlerini ayaklar altına almamalıdırlar. Bu şekilde mukaddesatımıza dil uzatan ve dinimizle alay eden ve kimisi toprağın altında hesap vermekte olan melunları izleyen kimselerin durumlarına gelince; bu konuda tek bir hüküm vermekten ziyade tafsili hükümler vermek daha doğru ve daha uygun olduğuna inanıyorum. Şöyle ki:

1-Deli olmayan bir kişinin Allah (azze ve celle), Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) ve din ile açık bir şekilde alay etmesi durumda zahiren ve bâtınen muayyen olarak kâfir olacağı noktasında muteber bir ihtilaf yoktur olduğunu da bilmiyorum.

2- Takiyye, acziyet, unutma ve benzeri muteber bir hal olmaksızın, Allah (azze ve celle)ile alay edildiği, ayetlerinin inkâr ve tekzip edildiği veya Rasûl (sallallahu aleyhi ve sellem) ile açık ve net bir surette alay edildiği bir mecliste oturan kimse, Nisa Sûresinde geçen şu ayetin“O (Allah), Kitap'ta size şöyle indirmiştir ki: Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kâfirlerle beraber oturmayın; şüphe yok ki siz de o zaman onların misli olmuş olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa, 140) zahirine ve müfessirlerden İmam Bukâ’i (rahimehullah), tercih ettiği görüşte İmam Şevkanî(rahimehullah), Cemalettin Kasimî (rahimehullah), Ebu’s-Su’ûd (rahimehullah)’a göre kâfir olur. Zira zikri geçen âlimlerin bakış açısına göre Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste oturan kişi bunu inkâr etmeye ve o meclisten kalkmaya gücü olduğu halde oturmaya halen devam ediyorsa, bu durum iki şeye delalet eder 1-O kişinin münafık olduğuna… 2- O kişinin kalben buna rıza gösterdiğine…

Bununla beraber Allah (azze ve celle)’nin ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı meclislerde oturanların sadece oturmakla kâfir olmayacağını ifade eden müfessir âlimler de vardır. Bu âlimler bu şekildeki meclislerde oturmanın çok büyük bir cürüm olup, küfür olmadığını ayette geçen “onların misli olmuş olursunuz” ifadesindeki misil/benzerlik kelimesine yükledikleri mana ile ispat ederler. Onlara göre benzerlik, her açıdan değil bazı yönlerdendir. Bu şekilde düşünen âlimler, küfre rızanın küfür olduğunu, fakat sadece küfür meclisinde oturmanın küfre rıza olamayacağını, çünkü lügat olarak rızanın; kanaat getirmek, sinirlenmemek, başa gelen acılara kalbin mutlu ve sevinçli olması, gibi manalara geldiğini savunurlar. (Bakınız: Mu’cemu Makâyisi’l-Luğa’, el-Müncid, et-Târifât li’l-Cürcâni, el-Muhkem ve’l-Muhîdu’l-A’zam, Tâcu’l-Arûs)

Dolayısıyla bu âlimlere göre, Allah (azze ve celle)’nin ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı meclislerde oturan kişi, küfre sinirleniyorsa veya kanaat getirmiyor, kalbi mutmain olmuyorsa kâfir olmaz; fakat kendisini helake götürebilecek büyük bir günah işlemiş olur.

Zikri geçen ayette ifade buyurulan benzerliğin küfür olmadığını savunan veya ihtilafı zikredip tercihte bulunmayan âlimler şunlardır.

1-Ebu Bekir el-Razi el-Hanefi (rahimehullah) (V. 370) Nisa sûresinde geçen Allah-u Teâlâ’nın,“onların misli olmuş olursunuz” ifadesini şu sözleriyle neticelendirmiştir. “…Fakat onlardan sadır olan bu hale sinirlenerek/kızarak onlarla beraber otursa, kâfir olmaz. Her ne kadar bunlarla oturması onun için caiz olmasa bile…”

2-Muhammed Tâhir İbn Âşur (rahimehullah) (V. 1393): “ (Ayetteki misliyetten) miktardaki benzerlik değil, masiyetteki benzerlik kastedilmiştir. Yani; şüphesiz ki siz, günahı işleme hususunda onlara benzersiniz.”

3-Şihabu’d-Din Mahmud Âlusi (rahimehullah) (V. 1270): “Karşılık makamında zikredilen benzerlikten maksat, günaha girme noktasında olan benzemedir. Çünkü onlar uzaklaşamaya ve inkâr etmeye kadirdiler; Mekke’deki gibi aciz değillerdi. Veya “Eğer buna razı olursanız” manası üzerine bu benzerlik küfre girme noktasında olur. Tabi bu da hiçbir ayrıntıya girmeden, “başkasının küfrüne rıza göstermek küfürdür” görüşüne göredir.”

4-Mukatil bin Süleyman (rahimehullah) (V. 150): “Şayet onlarla oturur ve onların istihzalarına razı olursanız, küfürde onlar gibi olursunuz”

5-Ebu Muzaffer es-Sam’âni (rahimehullah) (V. 489): “ (Nisa sûresinde geçen) bu ayet, En’am suresinde geçen “Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur” ayetine, Allah’ın ayetleri hakkında alaylı tartışmalara dalanlarla oturmayı yasaklamaya ve onlarla oturanların hükmüne işaret etmektedir… Kim onlarla beraber oturur ve onların hakkında ileri geri konuşmaya daldıkları şeye razı olmazsa evla olan onlarla oturmamasıdır. Fakat kerih görerek oturmuş olsa kâfir olmaz.”

6-İmam Beğavi (rahimehullah) (V. 510): “Onlar ayetler hakkında ileri geri konuşmaya dalarken ve ayetlerle alay ederken onların yanında otursanız ve buna razı olsanız siz de onlar gibi kâfir olursunuz.”

Ayet hakkındaki müfessir âlimlerimizin görüşleri bu şekildedir. Müfessirler ulemanın görüşlerini özetleyecek olursak şöyle bir netice ile karşı karşıya gelmemiz mümkündür.

1-Bazı müfessir âlimler; her hangi bir şart ileri sürmeksizin Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste oturmanın tek başına küfür olduğunu ifade etmişlerdir.

2-Bazı müfessir âlimler; korku, takiyye, acziyet ve benzeri durumlar olmasa bile Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste oturmanın tek başına küfür olmadığı görüşünü savunmuşlardır. Bu görüşte olan âlimler bu hükümden sadece kalben razı olmayı istisna eder ve “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı bir mecliste oturan buna razı olur da bu mecliste oturursa kâfir olur” demişlerdir.

3-Diğer bazı müfessirler âlimler ise bu iki görüşün arasını bularak şöyle bir anlayışla meseleye yaklaşmışlardır: “Takiyye, acziyet, unutma, korku ve benzeri muteber bir hal olmaksızın kalkmaya ve inkâr etmeye gücü olduğu halde Allah-u Teâlâ’nın ayetlerinin inkâr edildiği ve reddedildiği bir mecliste oturan kişi kalben buna razı olduğundan kâfir olur. Zira kendisini yoktan var eden ve sayısız nimetlerle ikramda bulunan bir Rabbin ayetleri inkâr edildiğinde ve alaya alındığında bir Müslüman muteber bir gerekçe olmadan hala aynı mecliste oturuyorsa bu kalpteki muhabbetin yok olduğuna işaret eder. Allah (azze ve celle)’yi sevmeyenin imanı olmaz.

Ayrıca bu görüşü şu iki delille de destekleyebiliriz.

a) Ayette meali verilen “Onlar gibi olursunuz” cümlesinin orijinalinde “misil” kelimesi geçmektedir. Bu kelime hem lügatçiler hem de hadisçiler tarafından mutlak olarakkullanıldığında tam bir benzerlik manası irade edilmektedir. Şayet Allah (azze ve celle)“misil” kelimesi yerine “şibh” veya “nahv” kelimesi zikretmiş olsaydı ayetteki benzerlikten tam bir benzeme olmadığı anlaşılabilirdi.

b) Allah (azze ve celle) küfür inkâr ve alay meclislerinde oturulduğu takdirde onlar gibi olmayı onların meclislerinde oturmaya bağlamış rızaya bağlamamıştır.

Böyle olmasına rağmen niçin takiyye, unutma, acziyet ve benzeri hallerde zikri geçen meclislerde oturanlar kâfirler gibi küfre girmezler? Çünkü Mekke’de Müslümanlar aciz oldukları durumlarda böyle hallerle karşılaştıklarında mazur görülmüşleridir. Onların mazur görüldükleri durumlarda diğer Müslümanlar da mazur görülürler.

Hocalarla veya dini hususiyetlerle alay edilen televizyon programları karşısında oturmanın hükmüne gelince; bu meselede görüş beyan edecek olan kimsenin mutlaka dini ve şer’i bir ehliyet ve liyakat sahibi olması gerekir. Zira bu mesele usul-fıkıhta geçen kıyas mevzusuna girmektedir. Yani bir fer’in asla benzetilmesine…

Fer’in kendisine benzetildiği asıl, -yukarıda zikredilen tafsilatın göz önünde bulundurulması şartıyla- Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği ve alaya alındığı işitildiğinde inkârcı ve alaycılarla beraber oturulmamasıdır. Oturulduğu takdirde de onlar gibi olunmasıdır. Bu asıl hükme benzetilen fer’i ise aynı durumun televizyon programında işitilmesidir. Usul-u fıkıh ilmini en basit seviyede okuyanlar dahi çok iyi bilirler ki, kıyas mevzusu bu ilmin en zor, çetrefilli ve ağır mevzusudur. Ayrıca bu mesele hakkında usûller iyi tespit edilmeden hamasi, duygusal ve ilimsiz bir şekilde hükümler koyulmaya çalışılacak olursa, “Çağrı” ve benzeri filmleri izleyen herkes müşrik rolünde olan kimselerin küfür ve şirk sözlerini duyduğunda o meclisi terk etmedikleri takdirde kâfir olmalarının gerekeceğidir. Böyle durumlarda bazı meseleler hariç ilimlerine güvenilen “Daimi Fetva Kurulunun” görüşüne aynı şekilde içeriğinde dinlere ve İslamî şiarlarla alay olan dizi ve sinemaları izlemenin hükmü kendilerine sorulan muasır âlimlerin görüşlerine müracaat edebiliriz.

1992 yılında Suudi Arabistan’da “Tâşe mâ tâş” isminde içeri İslâm ve Müslümanlara alay ve istihza olan bir dizi yayınlanır. Bu dizide İslâma aykırı birçok münkerat bulunmaktadır. Dini bir sorumluluk ve zimmetin beri olması hassasiyeti ile Şeyh Abdurrahman el-Berrak bu dizi hakkında uzunca bir makale yayınlar. Bu makalenin içinde diziyi izleyenlerin hükümleri de bulunmaktadır. O makalenin konumuzla alakalı olan birkaç cümlesini değerli kardeşime ve okuyanlara tercüme ediyorum.

“…Dizinin hedefleri ve muhteviyatını özetle arz ettikten sonra açıkça zahir olmuştur ki; bu dizi münker amellerdendir. Bu dizinin günahında hazırlayanlar ve izleyenler ortak olurlar…

Muhakkak ki ben bu cins dizilerin yayınlanması ve izlenmesinin haram olduğu ile Allah’a kulluk ediyorum. Bundan dolayı bütün Müslümanların Allah’tan korkmalarını, Allah’ın hudutlarını gözetmelerini Ona tövbe etmelerini, ölümü, ölüm sonrasındaki hesap ve cezayı hatırlamalarını tavsiye ediyorum…

Aynı şekilde bu diziden hoşlananlara, bu ve benzeri dizileri takip edenlere, izlemeleri ve fitneye düştüklerinden dolayı Allah (azze ve celle)’ye tövbe etmelerini nasihat ediyorum…”

Daimi Fetva Kurulu ise bu dizi hakkında şu fetvayı yayınlar. (Sadece konumuzla alakalı olan kısmı)

“1-Bu türden dizileri çıkarmak, satmak yaymak ve Müslümanlara arz etmek haramdır.

2-Bu dizileri izlemek ve bu dizilerin yayınlandığı ortamda oturmak haramdır…”

Suud âlimlerinden Şeyh Abdurrahman es-Suhaym bu konu hakkında şöyle der: “Bu tür programları izlemenin hükmüne gelince; kişi (bu dizileri izlemekle) farkında olmadan bazı durumlarda dinden çıkabilir… Dolayısıyla vacip olan, bu çirkin münkeri reddetmektir. Yoksa onu izlemek, onu ikrar etmek ve ondan razı olmak değildir.”

Kaynak: Nakil Kürsüsü
 
Üst Ana Sayfa Alt